Osmanli Döneminden Bugüne Coğrafya

Son güncelleme: 17.10.2007 14:50
  • Osmanli Döneminden Bugüne Coğrafya



    Bugünün Türkiye'sinde, ortaöğretimde müşterek bir çok sorun bulunmaktadır. Ancak bu sorunlar, ayrıntıya inildiğinde, her bir bilim dalındaki aksaklıkların birikmesi olduğu görülür. Bu sebeble, ortaöğretimin sorunlarına çözüm aramak için, ayrıntıya inmek gerekir. Orta öğretimde sorunlar yumağında, coğrafya dersi ile ilgili olanlar, hayli fazladır. Bunun fazla oluşu, bu bilimin güncel, değişken ve uygulamalı olmasından kaynaklanır. Bugün Orta öğretimde coğrafya eğitimi ve öğretimi ile ilgili sorunlar ve çözümler ana başlıklar altında şu şekilde sıralanabilir.

    1. Coğrafya ilmi ülke kalkınmasında önemli rol oynayan bir bilimdir. Çünkü, Coğrafya ilmi, uygulamalı bir bilimdir. Uygulama alanı bir bölge veya ülke olan coğrafya, uygulandığı bölge veya ülkenin planlaması ve kalkınmasında önemli rol oynar. Ülke arazisinin düz veya engebeli olup olmadığı, iklim özellikleri ile insan hayatı ilişkileri, toprağın tarımsal özellikleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri gibi kısacası doğal, beşeri ve ekonomik olayların dağılışları, sebeb ve sonuçları ile birbirleri arasındaki bağlantıları inceleyen coğrafya, ekonomik kalkınmanın belkemiğini oluşturur. Öte yandan ülkenin tüm doğal güzelliklerini, sosyal çeşitliliklerini ve ekonomik zenginliklerini ortaya koyarken, coğrafya; öğrenen insana, engin bir ülke sevgisi aşılar. Dünyayı ayrıntılı bir şekilde incelemesi bakımından coğrafya, siyasi ve askeri alanda önemli bir rol oynar. Tarih sahnesinde askeri yenilgilerin altında, mutlaka coğrafi olayların gözardı edilmesi yatar.

    Coğrafya ilminin öneminden dolayı, geçmişten günümüze tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı döneminden bugüne, orta öğretimde coğrafya dersleri zorunlu dersler arasında okutulagelmiştir. Ancak cumhuriyet döneminin son yıllarında uygulanan ders geçme ve kredili müfredat programlarında, coğrafyanın önemi gözardı edilmiştir. Sözkonusu bu programa göre, Meslek liselerimizin çoğunda coğrafya dersleri kaldırılmış, lise fen bölümlerinde seçmeli ders konumuna getirilmiş ve genel olarak coğrafya ders kredileri azaltılmıştır. Ancak bu pogramın aksak yönleri sonradan görülmüş ve ortaöğretimde yeniden sınıf geçme esası getirilmeye başlanmıştır. Bu değişikliklerden de anlaşılacağı üzere, cumhuriyet döneminde, ortaöğretim ders programlarında sık sık değişikliğe gidilmiştir. Her yapılan değişiklik, özellikle ülke sevgisinde önemli rol oynayan coğrafya ilminde ve dolaysıyla eğitim camiasında derin yaralar açmıştır.

    Bu sebeblerden ötürü geçmişte olduğu gibi bugün de, ülke yönetiminde görev yapacak tüm yetkililerin ülkesini ve dünyayı iyi tanıması gerekir. Bunun için de, ortaöğretim gören tüm öğrencilerin alan ayrımı yapılmaksızın zorunlu olarak, coğrafya okuması şarttır.

    2. Ortaöğretimde Coğrafya Eğitimi ve Öğretimi ile ilgili sorunlardan bir diğeri, öğretmenlik mesleği ile ilgilidir. Bugün için öğretmenli mesleğinin hemen hemen hiç bir cazibe tarafı kalmamıştır. Her yıl öğretmenliği cazip bir meslek haline getireceklerini belirten ilgililer, ne yazıkki bu sorunu sadece 24 Kasım öğretmenler gününde hatırlamaktadırlar. Öğretmenler Günü kutlamalarında söylenen birkaç tatlı söz ile öğretmenlerin sorunları çözümlenmeye çalışılmaktadır. Oysa eğitim söz değil, icraat işidir. İcraat yapılamayınca, her geçen yıl öğretmenlerin maddi ve manevi durumları daha da kötüye gitmektedir. Bu tehlikeli gidişe mutlaka vakit kaybetmeden bir dur diyen çıkmalıdır. Öğretmenlik mesleğinin kutsallığı, sadece sözlerle değil, akılcı ve gerçekçi icraatlarla doğrulanmalıdır. Aksi takdirde sorunlar yumağı haline gelen eğitim, büyük bir açmaza girecektir.

    3. Ortadereceli okullardaki coğrafya öğretmenlerini yetiştiren yüksek okullar, Eğitim Fakülteleri, Dil ve Tarih-Coğrafya, Edebiyat, Fen- Edebiyat Fakülteleri'nin coğrafya bölümleridir. Bugün için orta dereceli okullarımızda coğrafya derslerinin bir kısmı, meslek dışı öğretmenleri tarafından yürütülmektedir. Buna karşılık, yeni mezun olan coğrafya öğretmen adayları, sınıf öğretmeni olarak atanmaktadır. Bu sorun acilen çözümlenmeli ve coğrafya bölümü mezunları, branş öğretmeni olarak atanmalıdır.
#17.10.2007 14:48 0 0 0
  • 4. Bugün Ortadereceli okullarımızda okutulan coğrafya ders kitapları, özet bilgileri içermektedir. Çünkü, ders kitablarında sayfa sınırlandırması getirilmektedir. 150 ile 220 sayfa arasında hazırlanması istenen bu ders kitaplarının, 1/3'ini fotoğraflar, 1/3'ini harita ve grafikler doldurmaktadır. Öte yandan önsöz, içindekiler, yararlanılan kaynaklar ve diğer zorunlu yazılarla kitabın % 70'e yakını doldurulmaktadır. Geri kalan 50-60 sayfa içinde, bir yıl boyunca okutulacak coğrafi bilgiler bulunmaktadır. Sözkonusu bu sayfalarda, konu planı, hazırlık soruları, ödev soruları ile doldurulmakta, yalın metin olarak sayfa adeti 25-30 sayfaya düşürülmektedir. İnanın bir öğretmen, ders kitabını değilde, öğrencilerine ders notu tuttursa, bir yıl boyunca 100 sayfaya yakın ders notu yazdırır. Hakkıyle eğitim ve öğretim yapmak isteyen bir öğretmen çok zorluk çekmektedir. Çünkü öğretmenler ders anlatırken, ders konusunu sadece kitaba bağlı olarak anlattığı takdirde, konu 5 dakikadan daha az bir sürede bitmektedir. Ders saatini doldurmak amacıyla öğretmenler aynı konuyu kitaptan ders boyunca, sınıfın bütün öğrencilerine ayrı ayrı okuttuğu halde, ders saatinin yarısını dolduramamaktadır. Diğer yarısı ise şamata ve gırgır ile doldurulmaktadır. Bu durum son derece düşündürücüdür. Bu düşündürücü durum, ortaöğretim için hazırlanan coğrafya ders kitablarında gözönünde tutulmalıdır. Bunun için de, Milli Eğitim Bakanlığı, coğrafya kitabları hazırlama şartlarını yeniden gözden geçirmeli, harita, grafik, fotoğraf ve ödev soruları, kitap sayfasının dışında tutulmalıdır.

    5. Coğrafya derslerinde yaşanan bir diğer çarpıklık sınavlarda yaşanmaktadır. Öğrenciler, 25-30 sayfayı ancak bulan ders notunun, birinci dönemde ilk sınavlarını 5-10 sayfadan olmaktadır. 5-10 sayfalık bilgileri ezberleyen ve çok yüksek not alan bir öğrenci, kitabın geri kalan kısmını okumasa da sınıfını geçebilmektedir. Velevki birinci dönem zayıf almış olsa bile, toplam 30 sayfayı bulmayan metin kısmını oluşturan özet bilgileri okurken tekrar özet çıkarmakta ve alınan bilgiler özetin özetini teşkil etmektedir. Sonuç olarak, orta öğretimdeki coğrafya öğretmenleri, öğrencilerine bu özetin özeti olan dar ve kısır bilgileri, test yoluyla imtihan etmekte ve öğrencileri ezberciliğe yönlendirmektedir. Özetin özetini içeren bilgiler, dağ, şehir, nehir adlarından ibaret olacaktır. Bu adlar, sadece bulmaca çözmede yardımcı olur. Coğrafya, bulmaca bilimi olmaktan çıkarılmalıdır. Sonuç olarak, coğrafya dersleri, ezberci bir sistemin dışına çıkarılmalıdır.

    Bugün, ortaöğretim ders kitapları hazırlanırken, Sultan II.Mahmut (1808-1839) dönemindeki ders kitaplarındaki uygulanan kısaltma metodu yeniden uygulama aşamasına getirilmiştir. Bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ortaöğretim coğrafya ders kitaplarındaki sayfa ve konu sınırlandırmaları derhal kaldırılmalıdır. Bundan böyle hazırlanacak olan ders kitapları, oldukça hacimli hazırlanmalıdır. Çünkü yorum yapmak ve akıl yürütmek, ancak hacimli kitapları okumakla mümkün olur. Ortaöğretim coğrafya programları hazırlanırken, bu alanda akademik olarak yetişmiş bilim adamlarının görüşleri alınmalıdır.

    6. Coğrafya, bir uygulama bilimidir. Teorik bilgilerin uygulama aşamasına getirilmesi şarttır. Coğrafya'nın konusunu yeryüzü teşkil eder. Uygulama sahası da yeryüzüdür. Bu sebeble, coğrafya dersi işlenirken, mutlaka arazi çalışmalarına önem verilmelidir.Oysa ortaöğretim programlarında, arazi uygulamalarının yapılması için, geçmiş dönemlerde ayrılan ödeneklerin tümü kesilmiştir. Böylece uygulama bilimi olan coğrafya dersleri teorik hale getirilmiş ve okul dersanelerine hapsedilmiştir. Gerçekçi ve yararlı bir eğitim ve öğretim yapılabilinmesi için, coğrafya derslerinin uygulama yapılması ve bunun için Milli Eğitim bütçesinden ortaöğretim kurumlarına "Arazi Tatbikatı Ödeneği" verilmesi gerekmektedir.
#17.10.2007 14:48 0 0 0
  • 7. Cumhuriyet döneminin ilk dönemlerinde tüm ortaöğretim kurumlarında birer coğrafya odaları vardı. Bu odalarda, çeşit çeşit duvar haritaları, küreler, kabartma haritaları, slayt, film, epidiyaskop gibi görsel aletler ve bunların gereçleri bulunuyordu. Coğrafya öğretmenleri, derse girmeden önce coğrafya odalarına uğrar, ders konusu için gerekli olan tüm araç ve gereçleri alır, dersi görsel olarak anlatırdı. Ancak bugün bu odaların çoğu bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden çoğu harap oldu ve dersane sıkıntısı yüzünden çoğu coğrafya odaları iptal edildi. Yeni yapılan ortaöğretim kurumlarında ise, böyle bir odanın gerekliliği daima gözardı edildi. Dolaysıyla bugün ortaöğretim kurumlarımızda, coğrafya dersleri ruhsuz, zevksiz ve öğreticilikten uzak bir şekilde ezbere işlenmektedir. Bu da coğrafya ilminin özüne ters düşmektedir. Bu sebeble modern bir eğitim için, mutlaka coğrafya odalarına büyük ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç vakit geçirilmeden giderilmelidir.

    8. Osmanlı İmparatorluğu'nun Tanzimat döneminden itibaren başlayan paralı eğitime geçiş ve özel okul furyası, bugün de yaşanmaktadır. Eğitim alanında, Tarih sanki yeniden tekerrür etmektedir. Bugün, ülkemizde özel okulların hızla gelişmesi, özellikle yetişmiş eğitim elemanı açısından devlet okullarına büyük darbeler indirmiş ve devlet okulları laşkalaşmış ve Milli Eğitimimiz sorunlar yumağı haline getirilmiştir. Sorunun çözümü gayet basittir. Bunun için, tarihe bakmak ve tarihten ders almak gerekmektedir. Eğitim sistemimiz, Osmanlı döneminin gelişme dönemindeki sisteme uyarlanmalı ve çağın yenilikleriyle yeniden donatılmalıdır. "Devlet okulu - Özel okul" ayrımına son verilmelidir. Devlet okullarının tamamı yarı özelleştirilmeli, öte yandan özel okulların statüleri yeniden gözden geçirilmelidir. Yani eğitim kurumlarının tüm giderleri, zaman zaman devletin maddi desteğini de alan, halk tarafından oluşturulacak "Eğitim Vakıfları"na yüklenilmelidir. Ancak tüm okulların eğitim sistemleri, devlet tarafından düzenlenmeli ve eğitim gerçekten millî olmalıdır. Devlet-Millet kaynaşması ile oluşturulacak eğitim kurumlarında, engin bir yurt sevgisi aşılayan ve dünya ufkunu genişleten Coğrafya derslerine ağırlık verilmelidir.

    Bugün ortaöğretim kurumlarımızda, coğrafya eğitim ve öğretiminde görülen sorunlar, ülkenin içinde bulunduğu genel ekonomik kalkınma ile yakından ilgilidir. Osmanlı döneminin ekonomik olarak üstün olduğu dönemlerde, eğitim ve öğretim altın çağını yaşamıştır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından, eğitim ve öğretime büyük ağırlık verilmiş ise de, özellikle son yıllarda devletin genel bütçesinden eğitim ve öğretime ayrılan pay iyice azaltılmıştır.

    Bugün, eğitim ve öğretimde yapılan kısıtlamalar, ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntılara maledilmektedir. Ancak kalkınmaya hiçbir katkısı olmayan kalemlere, sınırsız harcamalar yapılmakta ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalım gözardı edilmektedir.

    Eğer gelecekte, kalkınmış bir Türkiye görülmek isteniyorsa, bugünün yöneticileri; eğitim ve öğretimin tüm sorunlarına acil çözümler üretmelidir. Başta eğitim ve öğretim alanında uyguladıkları tüm kısıtlamaları kaldırmalı ve modern dünyanın modern eğitim ve öğretim seviyesini yakalamalıdırlar.



    OSMANLI DÖNEMİNDEN BUGÜNE COĞRAFYA



    Yeryüzünün tamamını veya bir bölümünün; fiziki, beşeri ve iktisadi olaylarını inceleyen Coğrafya ilminin ana temasını insan oluşturur. İnsanın olduğu her yerde Coğrafya ilmi vardır. Bu nedenle, insanoğlunun dünyaya geldiği ilk insanlardan bugüne, az veya çok çevre ile ilgisi olmuştur.

    Avcılık veya toplayıcılık dönemlerinde bile, insanoğlu; geçimini sürdürebilmek için, daha iyi av sahalarını veya daha verimli toplama bölgelerini araştırmaya yönelmiştir. Böylece, belki farkında olmadan Coğrafya ilmi ile meşgul olmuş ve kazandığı tecrübe ve bilgilerini nesilden nesile aktarmaya devam etmiştir.

    Coğrafya ilmi ile ilgili bilinen en eski belge, M.Ö. 2400 veya 2700 yıllarında Babilliler tarafından, Babil çevresini gösteren taslak haritadır. Anlatım yolu ile Coğrafya ilmine ait bilgiler veren Heredot, M.Ö. 484-426 tarihlerinde yaşamıştır. Bodrum doğumlu olan Heredot, Libya kıyılarından Güney Avrupa'ya oradan Hindistan'a kadar olan geniş bölge hakkında ayrıntılı bilgiler veren dokuz ciltlik eser yazmıştır.

    Eskiçağ'dan Ortaçağ'a, Coğrafya ilmindeki gelişmeler devam etmiş, ancak bu konudaki araştırmalar daha ziyade İslam Coğrafyacıları tarafından yürütülmüştür. Mesudi, Biruni, İdrisi, İbn Batuta, İbn Haldun bunlardan bazılarıdır.

    Yeniçağ'a geçerken, coğrafi alanda büyük bir reform denilebilecek Büyük Coğrafi Seyahatler gerçekleşmiş ve Yeni Dünya karalarının tanınması gerçekleşmiştir. Osmanlı dönemindeki Coğrafi araştırmalar, işte bu çağa rastlar. Piri Reis (1470-1554), Katip Çelebi (1608-1652) ve Evliya Çelebi (1611-1682)'nin başını çektiği bilim adamları, Osmanlı Coğrafyacıları olarak bilinir.

    Dünya Yeniçağ'ı geride bırakıp, Yakınçağ'a geçerken, Büyük Coğrafya Seyahatlerinin devamı niteliğini taşıyan, Avrupalı seyyahların yeniden seyahatlerine başladıkları ve coğrafi araştırmaların Okyanusya ve Antarktika'ya yöneldiğini görmekteyiz. 1953 yılında Everest Tepesi'ne ulaşılması ve 1960 yıllında Büyük Okyanus'un en derin noktasının Marian Çukurluğu olduğu tesbit edilmesinden sonra, Dünya üzerindeki araştırmaların kısmen tamamlandığı kabul edilmiş ve uzay yolculukları ve derin deniz araştırmalarına doğru bir yönelme gözlenmiştir. 1957'de başlanan Uzay Araştırmaları, 16 Temmuz 1969 yılında ilk insanlı Ay yolculuğu ile, Coğrafya ilminin çalışma sahasını genişletmiş ve önce İnsanın gidebildiği her yer, Coğrafya ilminin çalışma bölgesi olarak görülmeye başlanmıştır.

    Bugün artık Coğrafya ilmi metot ve ilke olarak; Büyük Coğrafya Seyahatleri gibi gezi ilmi yerine, araştırma gezilerinin yanında, sebep-sonuç, dağılış ve bağlantı ilkelerini de geliştirerek çok geniş boyut kazanmış ve sonuçta modern coğrafya doğmuştur.

    Coğrafi Seyahatlerden Modern Coğrafya'ya doğru geçişte, Osmanlı döneminde de belirgin gelişmelerin olduğu görülmektedir. Özellikle Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, Coğrafya ilmi ile ilgili dikkate değer gelişmelerin olduğu bilinmektedir. Osmanlı döneminden genç Türkiye Cumhuriyeti'ne doğru geçişte, kısmen duraksamış gibi görülen Coğrafya ilmi, kısa sürede gelişme göstererek, eksisiyle artısıyla, bugünkü seviyesine ulaşmıştır.

    Bu bildiride, Coğrafya ilminin eski çağlardan bugüne olan gelişmesi yerine, sadece Osmanlı döneminden bugüne kadar olan gelişmeler üzerinde durulacaktır. Bildirinin amacı, bu konuda ayrıntılı bir araştırma sunmak değil, Osmanlı döneminden bugüne coğrafya alanındaki gelişmeleri satır başlarıyla özet olarak ele almak ve bundan sonraki Tarihi Coğrafya araştırmalarına ışık tutmaktır. Diğer bir ifadeyle, Coğrafya alanında geçmişten aldığı ışığı, önce bugüne ve daha sonra geleceğe taşımaktır.
#17.10.2007 14:48 0 0 0
  • Giriş

    Selçuklu devletinin ardından ortaya çıkan Anadolu beyliklerinden biri, Bilecik'in Söğüt kasabası ve yakın çevresinde, 1299 tarihinde, Kayı aşiretinin kurmuş olduğu Osmanlı Beyliği'dir. Bu beylik, kısa sürede gelişmiş ve çağının en önemli İmparatorluğu olmuştur. Büyük medeniyetlerin kuruluşları, gelişmeleri, duraklamaları ve yıkılışları da büyük zaman dilimlerini kapsar. İşte Osmanlı Devleti'nin da hayat çizgisi 600 yıllık bir süreyi içine almaktadır. Öyle ki, Cihan İmparatorluğu unvanını alan bu devlet, en geniş sınırlarını 400 yıl elinde tuttuğu bilinmektedir. Gerileme dönemi dediğimiz son 200 yıl içinde bile fazla toprak kaybetmemiş, topraklarının büyük bölümünü, yıkılış dönemlerini oluşturan 20. Yüzyılın başlarına kadar koruyabilmiştir. Bu özellikleri ile Osmanlı, dünya medeniyetleri arasında ilk sıralarda yerini almaktadır.

    Cihan Devleti'nin kurulması ve uzun ömürlü olmasında önemli sırlar yatmaktadır. Her şeyden önce koskoca bir dünya devletinin ortaya çıkmasındaki sırları, devletin kurucusu Osman Gazi'nin kayınpederi olan Şeyh Edebali'nin damadına vermiş olduğu nasihatinde aramak gerekir. Şeyh Edebali, Osman Gazi'ye vermiş nasihatin bir bölümünde şu sözleri söyler;

    " Oğul,

    Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, Ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır..."

    Bu nasihat sözlerinden de anlaşılacağı üzere, koskoca imparatorluğun temelleri; dünyayı tanımak ve onu gözünde fazla büyütmeden, gizemlerini, bilinmeyenlerini ve görünmeyenlerini fethetme idealleri ile atılmıştır.

    Osmanlı İnsanı; toprağı, bir ana, bir yar bilmiş ve ona kavuşmak için, kanını ve canını ortaya koymuştur. Kuruluş yıllarında, Güney Marmara bölgesini kapsayan topraklar, hızlı bir şekilde genişlemiştir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesinden sonra, gelişme Avrupa'ya doğru olmuş ve Fatih Sultan Mehmed Han ölümü sırasında, Anadolu'yu, Kırım'ı ve Balkanların büyük bir bölümünü devlet sınırları içine dahil etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'ın padişah olduğu yıllarda ise, İmparatorluk sınırları, doğuda İran içlerine, güneyde Mısır ve Hicaz bölgesine kadar uzanmıştır. Osmanlı Devleti'nin toplam yüzölçümü, kuruluş yıllarına denk gelen 1300 yılında, sadece 5.631 Km². kadar iken, 1402 yılında 430.407 Km². olmuş ve 1595 yıllarında ise 1.567.970 Km².ye yükselmiştir.

    Osmanlı İmparatorluğu ilk olarak toprak kaybı, Sultan II. Mustafa döneminde, yapılan Avusturya Seferi'nin yenilgisinin ardından imzalanan Karlofça antlaşmasıyla (26 Ocak 1699) olmuştur. Gerileme döneminin başlangıcı olan bu tarihten itibaren 200 yıl içinde, devletin yüzölçümü peyderpey küçülmüş, ancak bu küçülme; çok yavaş gerçekleşmiştir. 1913 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti'nin yüzölçümü; 180.000 Km².'si Avrupa-i Osmaniye'de, 1.800.000 Km².'si Asya-i Osmaniye'de, 3.000.000 Km².'si Afrika-i Osmaniye'de olmak üzere, toplam 4.980.000 Km².yi buluyordu. Görülüyor ki, 4 milyon Km².den fazla bir toprak, 1913 ile 1923 yılları arasını kapsayan sadece 10 yıl içinde kaybedilmiştir. Bu yönüyle, Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti, azametini ve ihtişamını yıkıldığı yıllara kadar koruduğu görülür.

    Bugün, Osmanlı Devleti'nin hükmettiği topraklar üzerinde, toplam 45 ayrı ülke vardır. Bu ülkelerden 27'si, Asya-i Osmaniye'de (Osmanlı Asyası), 13'ü Avrupa-i Osmaniye'de (Osmanlı Avrupası) ve 5'i Afrika-i Osmaniye'de (Osmanlı Afrikası) yer almaktadır. Bunların toplam yüzölçümleri 11.437.706 Km².yi bulmakta ve bu ülkelerin hepsinde bugün için toplam 373.957.000 kişi yaşamaktadır.

    Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulmuş olan ülkelerden biri de, Türkiye Cumhuriyetidir. Anadolu yarımadası ve kısmen Trakya toprakları üzerinde, 1923 yılında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin zengin kültür mirasına konmuştur.
#17.10.2007 14:49 0 0 0
  • Osmanlı Döneminde Coğrafya

    Coğrafya, daha doğrusu coğrafi faktörler, tarihin en eski devirlerinden itibaren insan topluluklarını ve bu toplulukların sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel yaşantılarını değişik şekillerde etkilemişlerdir. Başka bir tabirle, coğrafi faktörler, tarihin gelişimine yön vermişlerdir.[3] Bu durum, Osmanlı Devleti'nin coğrafyasında da açıkça görülmektedir. Her şeyden önce, Osmanlı İmparatorluğu, sahip olduğu cihan hakimiyetinde, Anadolu ve sahip olduğu diğer toprakların coğrafi şartları büyük rol oynamıştır.

    Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen 600 yıllık bir süre içinde, zamanın en ileri düzeyde ilmi seviyesine ulaşmıştır. Çünkü ülkelerin gelişmiş düzeyleri ile bilim ve teknik gelişmeleri arasında sıkı bir bağlantı bulunmaktadır.

    Diğer ilimlerde olduğu gibi, Coğrafya alanında da, zaman ve mekan ilişkisi içinde, Osmanlı'nın gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki coğrafi çalışmalara bakıldığında, Ortaçağ İslâm Coğrafyası ile Batı Dünyası'nın Modern Coğrafyası arasında kalan boşluğu doldurduğu ve aradaki bağlantıyı kurduğu gözlenir. 14.Yüzyıla kadar dünya genelinde daha çok Arapça ve Farsça yazılan coğrafya eserleri, ciddi bir şekilde Batıda ancak 18.yüzyılın sonlarından itibaren yazılmaya başlanmıştır. Coğrafya alanında, 14.yüzyıldan 18.yüzyıl sonlarına kadar olan 5 asırlık bir dönemdeki boşluğu, Osmanlıca yazılmış coğrafi eserler doldurmuştur.[4]

    Çalışma sahası yeryüzü olan coğrafya, Osmanlı döneminde de yeryüzünün tasviri olarak algılanmış ve bu yöndeki çalışmalara ağırlık verilmiştir. İslâm dininin uygulanması esnasında (namaz, oruç, hac ve zekat), zaman ve yer tayinleri önem kazandığından, matematik coğrafya ile ilgili araştırmalar yoğunluk kazanmıştır. Osmanlı'nın ilk dönemlerinde coğrafya alanında, daha ziyade Arap ve Fars eserlerinin etkisi altında kaldığı dikkati çeker. Bursalı Kadı zade-i Rumi (ö.1432), Ali Kuşçu (ö.1474) ve Ali Kuşçu'nun torunu Mahmut Mirim Çelebi (ö.1525)'nin çalışmaları bu yönde olmuştur. İlk Türkçe coğrafi eser olarak bilinen Acaib-ül-Mahlukât, aslında bir kozmoğrafya kitabıdır.[5]

    Fatih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'u fethetmesi ile (1453) birlikte eski Yunan eserleri ile İslâm eserleri arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Eski bir çağın kapanması ve yeni bir çağın açılması olarak nitelenen bu tarih, Osmanlı Coğrafyası açısından da yeni bir dönem olmuştur. Fatih Sultan Mehmed Han, Batlamyus'un önemli eseri olan "Geographiké Hyphégesi"yi Grgios Amyrutzes adlı bir bilgine "Coğrafya'ya Medhal = Coğrafya'ya Giriş" adıyla tercüme ettirmiştir. Ayrıca 1478'de Floransa'da Francesko Berlinghieri tarafından yayınlanan "Geographica" adlı eser, önce Fatih Sultan Mehmed Han'a, sonra II.Beyazid Han'a takdim edilmiştir.

    İmparatorluğun kuruluş ve gelişme dönemlerinde, belirlenen hedefler doğrultusunda, yeni fethedilecek toprakların özellikleri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır. Özellikle yeryüzü-insan ilişkisi önemli ölçüde ele alınmıştır. Yeni ülkeler ve bölgeler tanıma ve oraları fethetme duygusu ile ele alınan bu eserler, zamanın önemli coğrafi araştırmaları arasında dikkati çeker. Piri Reis'in (1470-1559) Dünya Haritası (1517) ve "Kitab-ül-Bahriye"si (1521) önemli coğrafi eserlerdir.[6] [7] Yine Seyit Ali Reis (ö.1562)'in Güney Asya kıyıları ve Hint Okyanusu hakkında çok geniş bilgiler içeren "El-Muhit" adlı eseri önemlidir. Seyit Ali Reis, bu kitabında Amerika kıtasının keşfi ile ilgili kısa bilgiler de vermektedir. 16.Yüzyılın sonlarına doğru Mehmet bin Ömer bin Bayezid-ül-Aşık'ın (1555-1613) kaleme aldığı "Manazır-ül-Avalim" (1598) adlı kitabı, hem kozmoğrafya ve hem de coğrafya bilgilerini içermektedir. Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupa'nın etkisinin görülmediği, eski Yunan ve İslâm Coğrafyası'nın etkisiyle yazılmış son örneğini temsil etmesi bakımından önemlidir. 16.Yüzyılda bu çalışmaların yanında, İslâm Coğrafyacıları'ndan Kazvini'nin "Acaib-ül-Mahlukat"ı, Ebü'l-Fida'nın Takvim-ül Büldan"ı, Belhi'nin "Suver-ül-Ekalim"i, İbnü'l-Verdi'nin Haridet-ül-Acaib"i Osmanlıca'ya tercüme edilmişlerdi.
#17.10.2007 14:49 0 0 0
  • Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Sultan Süleyman Han dönemlerinde, İslâm Coğrafyacıları'nın eserleri tercüme edilirken, yeryüzü ile ilgili çok ayrıntılı bilgiler içeren monografi özelliği gösteren coğrafi çalışmalar da önemli yer tutar. Padişahların sefere çıktığı zaman tutulan Ruznameler, çok geniş coğrafi bilgiler içermektedir. Yine Mühimme defterleri, tutulduğu dönemlerdeki zaman ve mekan hakkında ayrıntılı bilgiler aktarır. Ayrıca bu dönemde, imparatorluğun idari taksimatını ve istatistiki bilgilerini içeren çok sayıda kitap yazılmıştır. Koca Nişancı Mustafa Bin Celâl'in (ö.1567) "Tabakat-ül-Memalik ve Derecat-ül-Mesalik" ve Müezzinzade Ayni Ali'nin "Kavanin-i Al-i-Osman ve Hulasa-i Mezamin-i Defter-i Divan" ve " Risale-i Vazife Horan" adlı eserleri bunlardan en önemlilerindendir. Abdurrahman Hibri'nin (ö.1676) "Enis-ül Müsamirin" adlı eseri (1636) Edirne ve çevresinin tarihi, sarayları, sokakları, meydanları, camileri, akarsuları, bahçeleri, çeşmeleri gibi monografik bilgileri içerir.

    Osmanlı döneminde Coğrafya ilminde Avrupa'nın etkisi 17.yüzyılda Kâtip Çelebi (1609-1657) ile başlar. [8] 1648 yılında Padişah IV.Mehmet Han'a sunulan "Cihannüma", Kâtip Çelebi'nin en önemli eserlerindendir. Kâtip Çelebi, bu eserinde doğunun klasik coğrafi eserleri ile Avrupa'nın coğrafi düşüncesini kaynaştırmıştır. Kâtip Çelebi'nin 21 büyük eseri vardır. "Cihannüma" adlı eserinde coğrafya ilmi hakkında şu bilgileri verir; "Coğrafya fenninde yalnız ülkelerin ahvali yazılmayıp belki oralarda oturanların usul ve adetleri, devlet işlerinin nasıl yürütüldüğü ve divan ahvali birlikte beyan olunmak, bu fennin vazifesi olduğu cihetinden, tarihe üstünlüğü vardır ve tercih olunur." [9] Yine Kâtip Çelebi, "Tuhfetü'l-Kibâr fi esfaril Bihar"adlı eserinde de coğrafya ilminin önemini ve gereğini şu şekilde vurgular;"Hafi olmaya ki, devlet işlerini üzerlerine almış olanlara bilinmesi lazım olan işlerden biri coğrafya fennidir. Bütün yeryüzü ahvalini bilmek kolay olmazsa, bari Osmanlı ülkesinin şekli ve etrafta sınırdaş olan memleketlerin tasviri bilinmek gerektir ki, bir yere sefer etmek ve asker göndermek lazım geldikte, ona göre tedarik oluna. Düşman vilayetine girmek ve sınır boylarını korumak tedbirlerini almak anında kolay olur. Bu babta fenden habersiz kimseler ile meşveret yetmez, yerli dahi olursa. Zira çok yerli vardır ki, kendi diyarını iyice bilip anlatmaktan acizdir. Ve bu ilmin lüzumuna şu delil yeter: Yerebatası küffar, ol ilimlere ehemmiyet ve değer vererek, Yeni Dünya'yı bulup Sind ve Hind limanlarına yayıldı. Venedik taifesi gibi bir hor hakir kavim ki, küffar hükümdarları arasında rütbesi duka payesinden ibarettir ve aralarında balıkçı unvanı ile meşhurdur, Osmanlı Devleti'ninboğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı kodu..." [10] Katip Çelebi'nin eserleri incelendiğinde, 14.yüzyılda yaşamış olan Tunuslu büyük âlim İbn Haldun'un etkileri görülmektedir.[11]

    17.yüzyıl Osmanlı coğrafyasının yetiştirmiş olduğu en renkli simalardan birini, kuşkusuz Evliya Çelebi teşkil eder. Osmanlı'nın İbni Batuta'sı ünvanını alan Evliya Çelebi adıyla bilinen Hafız Mehmet Zılli bin Derviş (1611-1678), tamamen seyahat notlarına dayanan, ancak ülkeler coğrafyası bakımından önemli bir kaynak teşkil eden 10 ciltlik "Seyahatname"si, bugün bile sık sık başvurulan kaynaktır. Gerçi Evliya Çelebi, seyahatnamesinde zaman zaman fantaziye kaçan bilgiler vermesine rağmen, genelde seyahat esnasında gezi-gözlem metodunun uygulandığı coğrafi bir eser olarak kabul edilir.[12]

    17.yüzyıl Osmanlı coğrafyasında, Avrupalı coğrafyacıların eserlerinin tercüme edildiğini de görüyoruz. Ebu Bekir bin Behrâm-i Dimışki; "Atlas Mojor" adlı eseri, "Nusret-ül islâm ves-sürur fi tahrir-i atlas macur" yada "Coğrafya-i Kebir" adıyla 6 cilt olmak üzere tercüme etmiştir. Ayrıca aynı coğrafyacının Kâtip Çelebi'nin Cihannüması üzerinde sistematik olarak çalıştığını da tarihi kaynaklardan öğreniyoruz.

    18.yüzyılda, coğrafya alanındaki çalışmalar, daha ziyade tercüme ağırlıklı gelişmiştir. Hasan-ül Cebeci, Şehrizade Said, Hasankaleli Şeyh İbrahim Hakkı, Ayvansaraylı Hacı İsmailzade Hafız Hüseyin, Elhac Mehmed Edip, Mahmud Raif Efendi gibi coğrafyacıların bu yüzyılda önemli eserler verdiğini biliyoruz.

    18.Yüzyıl coğrafyacılarının en renkli simasını, İbrahim Müteferrika teşkil eder. Sahip olduğu çok geniş mekan bilgisi ile "El-Coğrafi" lakabını alan İbrahim Müteferrika, az sayıda telif coğrafi eser vermesine rağmen, esas ününü, çok sayıda coğrafya eseri ve haritayı, kurmuş olduğu matbaasında yayınlamasıyla duyurmuştur.

    19.yüzyıl başlarından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan dönem içinde, coğrafya alanında, gerek telif ve gerekse tercüme eserler kaleme alınmıştır. Bu dönemde, öğretime yönelik ders kitaplarının hayli fazla yayınlanmış olduğu dikkati çeker. Bu yüzyılda, Fransızca eserlerden tercüme edilerek hazırlanan coğrafya ders kitapları büyük önem arz eder. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'na ait deniz ve topografya haritaları hazırlanmıştır. Özellikle Heinrich Kiepert, 1:1.000.000 ölçekli ve oğlu Richard Kiepert, uzun çalışmalar sonunda, 1:400.000 ölçekli 26 paftadan oluşan Anadolu haritasını çizmişlerdir.[13]

    Sultan II.Mahmut (1808-1839) döneminde ilköğrenim zorunlu hale getirilmiş ve bu dönemde diğer bilim dallarında olduğu gibi Coğrafya alanında da, ders kitaplarına büyük ağırlık verilmiştir.[14] Ders kitapları hazırlanırken önemli ölçüde kısaltmalara gidilmiş, bunun sonucunda coğrafya alanında araştırma ve yorumlara dayanan bilgilerden uzak kalınmış ve sonuçta coğrafya isim ezberlenen bir ders olarak görülmeye başlanmıştır.[15] Ancak bu kısaltmalar ve ezbercilik, coğrafya ilmindeki gelişmeleri uzun yıllar geciktirmiştir.

    Sultan Abdüaziz döneminde (1861-1876) de, coğrafya ders kitapları hazırlanmasına devam edilmiştir. 1871 yılında, Abdurrahman Paşazade Abdulhalim tarafından Coğrafya-i Kebir, 1875 yılında Şirvanlı Ahmet Hamdi tarafından Usul-i Coğrafya-i Kebir adlı eserler yayınlanmıştır. Sultan Abdülhamid döneminde de (1876-1909) coğrafya alanında gerek ders kitapları ve gerekse ilmi manada eserlerin yayınlanmasına devam edilmiştir.[16]

    19.yüzyılın sonlarında, belli başlı coğrafya sözlükleri ile askeri haritalar hazırlanmıştır. Yağlıkçızade Ahmed Rıfat Efendi'nin 1883 tarihinde hazırladığı Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafiye (7 cilt), Şemseddin Sami'nin 1889-1899 tarihleri arasında hazırladığı Kamusü'l-â'lâm (6 cild), Kolağası Ali cevad'ın 1900 yılında hazırladığı Memalik-i Osmaniyye'nin Tarih ve Coğrafya Lügatı (4 cilt) dönemin coğrafya ile ilgili çok sayıda maddeyi içeren önemli sözlüklerdir.

    Osmanlı Devleti'nin son dönemlerine gelindiğinde, devletin savaşlarda sürekli yenilgi alması ve zayıflamasına rağmen, bilimsel yönden önemli bir gerileme olmadığı dikkati çeker. Koca imparatorluk, sanki yeniden kurulacakmış gibi coğrafi alanda da çalışmalar devam eder. Özellikle 1913'lü yıllarda gerek Tefeyyüz ve gerekse Kanaat kitabevleri tarafından çok sayıda coğrafi eser yayınlanır. Bunlardan Tefeyyüz Kitabevi tarafından yayınlananların sayısı 30'u bulur. Bunlardan 6'sını çeşitli boyutlarda atlaslar teşkil eder.[17]

    Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, özellikle Sorbon Üniversitesi Mezunu, Darü'l-Fünun, Mülkiye Mektebi, Yüksek Muallim ve Maliye Mekteplerinde coğrafya öğretmenliği yapmış olan Faik Sabri(DURAN)'nin Kanaat Kitabevi tarafından yayınlanan kıtalar ve Osmanlı Coğrafyasına ait eserleri önemlidir. Bunlardan "Avrupa" adlı eserinin önsöz kısmında, Faik Sabri'nin ilk cümleleri şunlardır; " Coğrafya bu son senelerde mühim bir değişime uğradı. Bundan otuz sene evvelki şeklinden artık çıktı ve son tereddütlerini atarak asıl maksad ve gayesine kavuştu. Mevcut ilimler arasında kendini mühim bir yer hazırladı. Bilinmeyen esaslara dayanan eski coğrafyanın karışık ve faydasız tekerlemeleri ile artık yetinilemez. Bundan böyle öğretmenler derslerinde öğrencilerine yalnız isim ezberlemekle vakit geçiremezler. Kıtalar, memleketler hakkında öğrencilerde unutulmaz hatıralar uyandırmaya, zihinlerde kalıcı izler bırakmaya, doğal olayları, çevrenin tesirini araştırmayı ve açıklamayı onlara alıştırmaya borçludurlar. Çünkü bugünün coğrafyası, yalnız ruhsuz isimler, uzun ve manasız rakamlar coğrafyası değil; fikirler, muhakemeler, mülahazalar coğrafyasıdır..."[18]
#17.10.2007 14:50 0 0 0
  • Cumhuriyet Döneminde Coğrafya

    Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişte, Türk bilim tarihinde önemli bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim harf devrimidir. Sözkonusu bu devrim ile, kurulan genç Cumhuriyet, Batı Bilim dünyası ile yakınlaşırken, Osmanlı Bilim Dünyası'ndan oldukça uzaklaşmıştır. Harf devriminin ardından, cumhuriyetin ilk yıllarında, diğer tüm bilimlerde olduğu gibi, Coğrafya bilim alanında da, Osmanlıca yazılmış eserlerin çok az bir kısmının Yeni Türkçe'ye çevrilmiş olduğunu görmekteyiz. Çünkü kısa bir süre içinde, 600 yıllık bir birikimin hemen yeni kuşağa aktarılması imkansızdır. Bu nedenle Yeni Türkçe'ye çevrilen eserlerin çoğunluğunu okul ders kitabları teşkil etmiştir. Özellikle bu alanda, Faik Sabri'nin çalışmaları kayda değerdir. Faik Sabri, Osmanlıca olarak yazmış olduğu, Türkiye Coğrafyası ve Kıtalar Coğrafyası ile ilgili eserlerini, harf devriminden sonra Yeni Türkçe'ye çevirmiştir. Ancak hayatta olmayan ve çok eski dönemlerde yaşamış coğrafyacıların eserleri, arşiv ve kütübhanelerde, uzun yıllar bir daha açılmamak üzere tozlu raflara kaldırılmıştır.

    Cumhuriyet döneminin ilk coğrafyacıları, 1915 yılında açılan İstanbul Darülfünun içindeki Coğrafya Darülmesaisi'nde yetişmişlerdir. Bunlar; Faik Sabri Duran, Ali Macit Arda, Selim Mansur ve Hamid Sadi Selen'dir.

    1933 yılındaki Üniversite reformları neticesinde, İstanbul Darülfünun'u İstanbul Üniversitesi olarak eğitim ve öğretime başlamıştır. Coğrafya Darülmesaisi de, Edebiyat Fakültesi içinde Coğrafya Enstitüsü olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu Enstitünün yetiştirmiş olduğu ilk coğrafyacılar, ülkemiz coğrafya biliminin öncüleri olarak kabul edilir. Bunlar arasında İbrahim Hakkı Akyol (1888-1950), Besim Darkot (1903-1990), Ali Tanoğlu (1904-1974) ve Ahmet Ardel (1902-1978) bugün hayatta olmayan, ancak eserleri ile coğrafyacılar arasında yaşatılan coğrafyacı bilim adamlarıdır.

    İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Enstitüsü, 1935 yılına kadar, yüksek öğrenim olarak ülkemizin tek coğrafya bölümü olarak kalmıştır. 1935 yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bünyesi içinde Coğrafya Bölümü (Enstitü) açılmıştır. Bu bölümün ilk yetiştirdiği coğrafyacı bilim adamlarından bugün hayatta olmayanları arasında, Cemal Arif Alagöz, Danyal Bediz, Cevat Rüştü Gürsoy ve Mecdi Emiroğlu, günümüz genç coğrafyacılarını eserleri ile aydınlatmaktadırlar.

    Türkiye genelinde, İstanbul ve Ankara'daki Coğrafya bölümleri, 1974 yılına kadar, coğrafya alanında bilimsel araştırmalar yürüten iki önemli kurum olarak kalmışlardır. Ancak bu iki kuruma, 1974 yılında bir üçüncüsü Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan Coğrafya bölümü eklenmiştir. Bu alandaki gelişmeler, daha sonraki yıllarda hızla devam etmiştir. 1980'de Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, 1990'da Fırat Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi bünyelerinde Coğrafya bölümleri açılmıştır.

    1981 yılında 2547 sayılı Yüksek Öğrenim Yasası ile, Eğitim Enstitüleri Fakülteye dönüştürülürken, Enstitülerin bünyesinde yeralan Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümleri içinde Coğrafya Anabilim dalları oluşturulmuştur . Bu anabilim dallarının bir kısmı daha sonra, bağımsız bölüm haline gelmişlerdir. Öte yandan iki yıllık Eğitim Yüksek Okulları da 4 yıllık Eğitim Fakülteleri'ne dönüştürülünce, bu fakülteler içinde de yeni coğrafya bölümleri kurulmaya başlanmıştır. Kuşkusuz yakın gelecekte, Türkiye'nin her ilinde bir coğrafya bölümü kurulacak ve coğrafya ilminin gelişmesine büyük katkılar sağlayacaklardır.

    Bugün ülkemizde mevcut olan Coğrafya bölümleri ve anabilim dallarında görev yapmakta olan çok sayıda coğrafya bilim adamı bulunmaktadır. Bunlar, coğrafi alandaki araştırmalarına halen devam etmektedirler. Mevcut araştırmalar gözden geçirildiğinde, ülkemiz coğrafyasında hayli mesafeler katedildiği açıkça görülür. Özellikle son yıllardaki coğrafya alanındaki akademik çalışmalar (Yüksek lisans ve doktora tezleri, makaleler, kitaplar) bu gelişmeyi açıkça ortaya koyar.[19]
#17.10.2007 14:50 0 0 0
  • Sonuç

    Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine uzanan yaklaşık 700 yıllık bir süre içinde Coğrafya ilmi gerçekten çok büyük bir gelişme kaydetmiştir. Ancak bugün gelinen nokta, yine de arzu edilen gelişmeyi gerçekleştirememiştir. Özellikle son dönemlerde, devletin bilimsel çalışmalar üzerinde uyguladığı maddi kısıtlamalar, diğer ilimlerde olduğu gibi coğrafya ilmine de büyük bir darbe indirmiştir.

    Bugün Coğrafi alandaki çalışmalar, mevcut coğrafyacıların engin özverileriyle yürütülmektedir. Özellikle arazi gözlemlerine yönelik araştırmalar, durma noktasına gelmiş, sadece akademik alandaki ilerlemenin sağlanabilmesi için, kişisel özverilere dayanarak, büyük sıkıntılar içinde ve zorlukla yürütülmektedir. Yapılan araştırmalar, binbir güçlükle ve araştırıcıların bizzat kendi maddi katkılarıyla yayınlanabilmektedir. Yayın masraflarının yüksek meblağlar teşkil etmesinden ötürü, yayınlar çok az sayıda basılmakta ve dar bir çevreye hitap etmektedir. Bu da, yapılan araştırmaların uygulanabilirliğine gölge düşürmektedir.

    Kâtip Çelebi'nin eserlerinde vurguladığı noktalar bugün için de geçerlidir. Coğrafya ilminden yoksun yöneticiler, ülkeyi gereği gibi yönetmekte zorluk çekmektedirler. Gerek ülkenin iyi yönetilmesi ve gerekse dünya ülkeleri arasında özlenen yerini alması bakımından, coğrafya ilmine gereken önem verilmelidir. Yoksa geçmişte Balıkçı ünvanıyla meşhur Venedik taifesi'nin, Osmanlı Devleti'ninboğazına gelip ve garba hükmeyleyen şanlı devlete karşı koyduğu gibi; bugün de her tarafında hazır bekleyen düşman, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin boğazını sıkıverir. Boğazının sıkılmaması için Türkiye Cumhuriyeti, Coğrafya ilmine gereken önemi vermelidir.

    Tarih bir tekerrürden ibarettir. Bu söz gerçekten doğrudur. Geleceğe ümidle bakmak isteyen bir nesil tarihini ve özellikle tarihi coğrafyasını çok iyi bilmek zorundadır. Çünkü bugünün coğrafyası, tarihi coğrafya üzerine oturmuştur. Bu nedenle, satır aralıklarıyla sözünü ettiğimiz tarihi coğrafyamız çok iyi bir şekilde incelenmelidir. Özellikle, tüm dünya ülkelerinin dikkatlerini çeken ve yıllardır araştırmakla bitiremedikleri Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait coğrafi eserlerin hepsi, Günümüz Türkçesi'ne çevrilmelidir. Böylece bugünün coğrafyası, tarihi coğrafyadan aldığı ışık ile geleceğe bir köprü oluşturacaktır. Köprünün geçmişteki ayağını oluşturan Tarihi Coğrafya, çok iyi bir şekilde araştırılmalıdır. Bu da Osmanlıca bilen coğrafyacılar ile mümkün olabilir. Bu sebeble, Üniversitelerimizin Tarih ve Türk Dili Edebiyatı bölümlerinde olduğu gibi, Coğrafya bölümlerinde de Osmanlıca öğretilmeye başlanmalıdır.

    Bugün Ortadereceli okullarımızda okutulan coğrafya ders kitapları, özet bilgileri içermektedir. Öğrenciler bu özet bilgileri okurken tekrar özet çıkarmakta ve alınan bilgiler özetin özetini teşkil etmektedir. Sonuç olarak, orta öğretimdeki coğrafya öğretmenleri, öğrencilerine bu özetin özeti olan dar ve kısır bilgileri, test yoluyla imtihan etmekte ve öğrencileri ezberciliğe yönlendirmektedir. Özetin özetini içeren bilgiler, dağ, şehir, nehir adlarından ibaret olacaktır. Bu adlar, sadece bulmaca çözmede yardımcı olur. Coğrafya, bulmaca bilimi olmaktan çıkarılmalıdır.

    Bugün, ortaöğretim ders kitapları hazırlanırken, Sultan II.Mahmut (1808-1839) dönemindeki ders kitaplarındaki uygulanan kısaltma metodu yeniden uygulama aşamasına getirilmiştir. Bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ortaöğretim coğrafya ders kitaplarındaki sayfa ve konu sınırlandırmaları derhal kaldırılmalıdır. Bundan böyle hazırlanacak olan ders kitapları, oldukça hacimli hazırlanmalıdır. Çünkü yorum yapmak ve akıl yürütmek, ancak hacimli kitapları okumakla mümkün olur.

    Bir ilmin geçerliliği ve faydalı olması, uygulanabilirliği ile doğru orantılıdır. Coğrafya ilmi de böyledir. Coğrafya ilminin geçerli ve faydalı olabilmesi için, uygulanabilirlik derecesini yükseltmek gerekir. Bu sebeple Osmanlı Devleti'nin yükselme dönemlerinde olduğu gibi, devletin en üst yetkilisinden en alttaki görevlisine kadar, Türkiye ve Dünya Coğrafyası hakkında bilgilendirmek gerekir. Ayrıca devletin özellikle kalkınmasını ilgilendiren Devlet Planlama Teşkilâtı gibi kuruluşlarda coğrafyacıların araştırmalarına büyük ölçüde ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi için, devletin kalkınması ile ilgili Bakanlık ve Teşkilâtlarda uzman coğrafyacıların görev yapması, ülke geleceği açısından son derece faydalı olacaktır.

#17.10.2007 14:50 0 0 0