Mutlu aile yuvası

Son güncelleme: 19.01.2008 22:14
  • KURU EVDEN YUVAYA...

    «Allah'ın varlığının işaretlerinden biri de, size kendinizden olan eşler yaratmasıdır. Siz onlara ısınır, onlarla
    huzura kavuşursunuz. Allah'ın verdiği duygular sayesinde birbirinizi sever ve himaye edersiniz. Bunda
    düşünen insanlar için dersler vardır.»
    (Rûm sûresi, 21)
    Eşsiz ahenk
    Neye, nereye bakarsanız bakın, eşsiz bir ahenk ve intizam derhal dikkatinizi çeker. Kuşların, balıkların,
    bitkilerin, ağaçların, denizlerin, karaların arasında fevkalâde bir uyum sizi hayran bırakır. Eğer manâsız
    gayretkeşliğimizle, câhilce müdahelemizle yaratılmışların işine burnumuzu sokmamışsak, herşey ilâhî
    plânın mükemmelliğini, kâinatın namütenahi sırlarını sergiler durur.
    Yarattığı herşeyin denge ve ahengini inceden inceye hesaplayan Kudretli Sahibimizin bizim âhengimizi
    ihmâl etmesi hiç mümkün mü? Bunu anlamak için aile hayatı üzerinde düşünmemizi tavsiye eden
    yukarıdaki âyet-i kerîmeye bakmamız yetecektir. Bu âyet, dünya hayatındaki huzur ve âhengimizi temin
    edecek hususlardan birine dikkatimizi çekiyor. Demek ki bizim huzurumuz, hayata ısınıp yaşamayı
    sevmemiz kendi öz nefsimizden yaratılan eşlere sahip olmakla mümkündür. Kadınla erkeğin hayatlarını
    birleştirmesiyle birlikte ilâhî kudret onları birbirine yaklaştırıp gönüllerinin birbirine kaynamasını temin
    edecek, birbirlerini koruyup esirgeme duyguları gelişecek ve ilâhî rahmetin bu bereketli ikliminde sevgi
    çiçekleri tomurcuklanıp açacaktır. İşte o zaman kuru ev, canlanıp yuva olacaktır.
    Yuvadakier uğrunda
    Sabahın erken saatlerinde yavrularını yuvada bırakıp onlara yiyecek bulmak üzere uçup giden kuş misâli,
    karısı ve çocukları uğrunda çalışıp, çabalayan, onların huzuru için nice zahmetlere göğüs geren, nice
    kendini bilmezlerin ağız kokusuna katlanan baba, yuvada kendi sevgisiyle atan kalb-leri düşündükçe
    ferahlayacak, gönlüne yeni bir nefes gibi dolan bu sevginin hayaliyle canlanacak, hayatın zorluklarına karşı
    daha güçlenmiş olarak direnip savaşacaktır.
    Akşam evine yorgun argın vardığında sevgili eşi veya yavrusu kapıyı açacak, onların gülen yüzlerini
    görünce bütün sıkıntılarını unutacak, şayet evine kadar getirdiği üzüntüler varsa, yuvamın huzurunu
    bozmaya hakkınız yok diyerek çıkardığı ayakkabıyla birlikte onları yüreğinden sıyırıp atacak ve yuvasına
    sokmayacaktır. Ev halkının çözüm getiremeyeceği problemleri onlara sezdirmeyecektir.
    Dertler paylaşıldıkça
    Aynı anlayışı ve inceliği hassas yüreğinde taşıyan sevgili hanımı da, evin bereketi diye bildiği kocasını sevgi
    dolu bakışlarıyla ısıtacak, tatlı diliyle onun yorgunluğunu alacak, erkeğinin titizlik gösterdiği tarafları çok iyi
    bildiği için herhangi bir tatsızlığa vesile olacak hâdiselere imkân vermeyecektir. Onun sıkıntıları ona yeter
    diyerek kocası olmadan da halledebileceği problemleri yorgun eşine açmayacaktır. Kocasının bilmesi icab
    eden işleri de, ne kadar sıkıcı olursa olsun, uygun bir zamanda ona söyleyip haberdâr edecektir.Zaten
    hayatta bir yüreğin yalnız başına
    taşıyamayacağı dertler vardır. Bazan dayanılması mümkün olmayan, zavallı bir kalbi korkunç ağırlığıyla
    ezip sıkıştıran dağ gibi dertler, sevilen biriyle paylaşıldığında küçülür, azalır ve ağırlığını kaybeder. Hatta
    sevilen insanın güzel bir yorumu ve hoş bir tesellisi ile büsbütün yok olup gidebilir. İnsanın dert ortağı da
    sevgili hayat arkadaşı olmalı, sırrını yabancıya değil ona açmalı, teselliyi ondan beklemelidir.
    Her zaman bir olmaz
    Karı-kocanın birbirine karşı böylesine anlayışlı davranması, yuvanın huzuru, yu-vadakilerin saadeti için son
    derece lüzumludur. Ama insanın her zamanı bir olmaz. Herhangi bir sebeple eşlerden biri kendinden
    beklenen davranışı göstermeyebilir. Hani ne demişler: İnsan gah olur dağı kaldırır, gah olur darıyı
    kaldıramaz. Gönül hâlidir bu. İşte bu hâllerde karşı taraftan anlayış ve hoşgörü beklenir. Eşiyle ilgilenip
    derdinin sebebini —uygun bir lisan ile— sorması ve yarasına merhem olması istenir. Zaten ilâçların fayda
    vermediği yerde insanı teskin ve hatta tedavi eden hârika formül, bir sevgilinin tatlı sesi, şefkat dolu
    bakışıdır. Seven birinin gönlünden kopup gelen muhabbet dolu bir sesin, sevgi çiçekleri taşıyan bir bakışın
    uysallaştıramadığı insan ve hatta herhangi bir hayvan yoktur.
    Anlayış ve ilgimize muhtaç olan kimse, gösterdiğimiz yakınlığa rağmen yine de yumuşama alâmeti
    göstermiyorsa, daha fazla üzerine gitmemek gerekir. Zira bu durumda ya bizim alâkamızda istenilen
    sıcaklık yoktur veya karşımızdaki ağır bir sıkıntının altındadır. Eğer öyleyse problemin çözümünü zaman
    denilen büyük tabibe havale etmek icab edecektir. Zamanın sunacağı şifa, bizim gösterdiğimiz anlayışla
    birleşince, çok geçmeden tesirini gösterecektir.
    Dumansız baca
    Yuvanın huzuru ve saadeti için eşler ne kadar dikkat sarf ederse etsin, insanoğlunun karmaşık ve çapraşık
    ruh yapısı sebebiyle arada bir şeker renk olmaları mümkün ve hatta bu kaçınılmazdır. Ufak tefek ağız
    kavgalarını, ileriye götürmemek şartıyla,, ciddiye almamak lâzımdır. «Dumansız baca, çekişmedik karıkoca
    olmaz» diyen atalarımız bir gerçeği dile getirmişlerdir. Hatta denebilir ki, bu nevi kavgacıklar, eşlerin
    birbirini daha iyi anlamaları, ölçüp tartmaları ve ayaklarım denk almaları için lüzumludur.
    Karşı tarafın su yüzüne çıkmayan huyları, daha doğrusu ufak tefek huysuzlukları, müşterek hayata değişik
    bir'çeşni veren bu kaba gürültüler esnasında «ben de varım» dercesine kendini gösteriverir. Birbirini ve
    yuvasını seven insanlar, sular durulduktan sonra bu torbada kalmış huylan dikkate almak suretiyle
    yuvalarının geleceğini sağlama bağlamış olurlar. Yeter ki iyi niyet ve mutlu yuva anlayışı esas olsun.

    YUVAYI KURARKEN
    Ebû Hureyre (r.a.)'den : Ben Hz. Peygamber (s.a.)'in yarımdayken bir adam geldi ve Ensâr'dan bir
    hanımla evlenmek istediğini söyledi, Rasûlullah (s.a.) o adama :
    — Evlenmek istediğin kadına bak tın mı? diye sordu.
    Adam :
    — Hayır, bakmadım, deyince, Hz, Peygamber:
    — Haydi git, o kadına bak! Zira Medine yerlilerinin gözünde bir başka hâl vardır, buyurdu !(1)
    Mübarek toprak
    Yuva deyince, hâtıra ilk gelen nedir?
    Çileli hayatın sıkıntılarından, ıstıraplarından bizi çekip kurtaran, şefkatli kollarında tatlı nağmeleriyle
    avutan, yüreğimizdeki keder tortusunu mahir elleriyle tasfiye edip temizleyen ve bizi yepyeni bir ümit ve
    cesa-
    (1) Müslim, Nikâh, .74.
    retle hayat mücadelesinin içine gönderen huzur ve yeniden diriliş ocağı değil midir?
    Aslında yuvadan beklediğimiz şeyler sadece bunlardan ibaret de değildir. Hayâl ettiğimiz nice uzun yıllara
    dal kol atacak çınar ağacımızın kök salıp tutunacağı mübarek topraktır yuvamız.
    Öyleyse yuvamızın sağlam bir temel üzerine bina edilmesi lâzımdır. Umulmadık bir zamanda bizi tutup
    sarsabilecek muhtelif kaynaklı depremlere karşı da dayanıklı olmalıdır.
    Göz gördü, gönül sevdi.
    Çeşitli sebeplerle dâima sağlam yuvalar kurmuş olan Peygamberimizin, temel atma safhasında dikkate
    alınmasını tavsiye buyurduğu hususlardan birini bahsimize serlevha yaptık. Eşini görüp tanımak, hayal
    ettiği ölçülere uyup uymadığını veya eşinde bulunmasını katiyen istemediği bir kusuru taşıyıp
    taşımadığını tesbit etmek son derece önemlidir. Zira yuvayı tatlı sıcağıyla ısıtıp munis hâle getirecek
    sevginin filizlenmesi büyük ölçüde buna bağlıdır. Göz görüp gönül severse, yuva daha sağlam temellere
    oturmuş olur.
    Vardığımız bu neticenin dayanağı hayal ve tahmin değil, Efendimizin bir hadis-i şerifidir. Muğîre b.
    Şu'be'ye, evleneceği kadına bakmasını tavsiye ederken, «Aranızda bir ülfet ve anlayışın doğması için eşine
    bakmanda fayda vardır.» buyuruyor.
    İslâmda kadın ve evlilikten sözederken, müstakbel eşini görüp tanıma babında dinimizin
    müsamahasızlığından dem vuran, bir devirdeki erkeklerin talihsizliğine yanıp tutuşan zavallıların kulağını
    çınlatıp bahsimize devam edelim.
    Ne zaman görmeli?
    Müstakbel eş ne zaman görülmelidir, nasıl görülmelidir tartışmasını yaparken kıymetli âlimlerimiz kadın
    gönlünün hassasiyetini dikkate alarak, bu işin kıza talip olmadan önce yapılmasını tavsiye ederler. Öy-leya,
    sizin kendisine talip olduğunuzu duyan, gördükten sonra da beğenmediğinizi öğrenen bir kızın kalbi
    kırılmaz mı? Acaba neyimi beğenmedi? Kusurum neymiş? diye yanıp yakılmaz mı?
    Herhangi bir üzüntüye meydan vermemek için, evlenme namzedi, dine uygun bir şekilde kızı görmeye
    çalışabilir. Meselâ çarşıda pazarda, bir toplantıda veya hazırlanacak bir tesadüfle görür, mümkünse
    konuşur.
    Kızın haberi olmadan erkeğin onu görmesi dinî bakımdan mahzurlu değildir. Evinin mahremiyetine sığınmış
    bir hanımı görmeye çalışmak ise, İmam Mâlik'e göre, bakılması helâl olmayan yerlerini görmeye vesile
    olabileceği düşüncesiyle mekruh sayılmıştır. Bununla beraber, samimi olarak evlenmek isteyen birinin bu
    durumdaki bir hanıma bakmasında mahzur görmeyenler az değildir.
    Erkeğin görebileceği kadın uzuvları, o-nun el ve yüzüdür. Daha başka yerlerine bakılabileceği hususundaki
    görüşler, âlimlerimizce muteber sayılmamıştır.
    Kız istemiyorsa
    Hayat arkadaşını seçmede kadının fikri alınmayacak mı? Elbette alınacak. Kalıcı» sağlam ve mutlu yuva
    başka türlü nasıl kurulabilir? Siz bu konuda başkalarının laflarına kulak vermeyin. Güzeli, onu tanıyana,
    onun güzelliklerine vâkıf olana sorun. Geriden şöyle bir bakan veya onu görüp tanıdığını iddia eden, ama
    güzellik mefhumundan habersiz adamların ağzından güzeli öğrenemezsiniz. Dinimizin bu konuda kadına
    verdiği hakları, Peygamber Efendimizden dinleyiniz:
    Peygamberimizin sahabiyelerinden dul bir hanım olan Hizam kızı Hansa anlatıyor. Babası onu bir adama
    nikâh etmişti. Ama Hansa bu evliliğe razı değildi. Kalkıp Hz. Peygambere geldi ve babasının nikahladığı
    adamla evlenmek istemediğini söyledi. Efendimiz de onun bu sözü üzerine derhal nikâhı bozdu ve böyle bir
    evliliğin olamayacağını bildirdi. (2)
    İstemediği adamla evlenmeme hürriyeti, başından nikâh geçmiş hanımlara mahsus değildir. Evlilik hayatını
    henüz tanımamış kızların da eş seçme hürriyetleri vardır, İbni Abbas (r-a.)'ın anlattığına göre bir defasında
    bakire bir kız Rasûlullâh Efendimizin yanına gelerek dert yandı. Babasının onu, arzu etmediği biriyle
    evlendirdiğini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.), kıza, bu evliliği devam ettirip ettirmemekte tamamen
    serbest olduğunu söyledi. (3)
    Önce yoldaş sonra yol .demişler ve ne güzel söylemişler. Ömür boyu devanı edecek bir yolculuğun sıkıntısı,
    yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü sevilen bir gönüldaşa sahip olmadan çekilebilir mi? Arzu edilen şartlara sahip
    olmadan bu yolculuğu sürdürenlerin bulunduğu da bir gerçektir. Ama siz gelin de bunun ne çetin bir
    yolculuk olduğunu ona
    (2) Buharı, Nikâh, 42; İkrah, 3.
    (3) Ebû Dâvûd, Nikâh, 24.
    katlananlara sorun. Allah yardımcıları olsun.
    Nikâhta keramet vardır, derler. Güzel söz. Arzu edilen şartlar mevcutsa, keramet de görülür. Şartların
    birçoğu mevcut değilse ,keramet değil, ancak kerahet görülebilir.

    NASIL BİR HANIM?
    Abdullah İbni Amr İbni as (r.a.)'den:
    Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
    «Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Dünyanın en hayırlı varlığı da dindar kadındır.»(1)
    Dünyanın değeri
    En sakin zamanlarımızda bile bizi aniden canlandınveren, gözlerimizi ışıl ışıl parıldatan, kalbimizin daha bir
    heyecanla atmasına sebep olan birşey var. Bunu hepimiz çok iyi biliriz: Evet, dünyevî menfaatlerimizden
    bahs ediyorum. Yalan olduğunu sık sık tekrarladığımız dünya ve onun geçici menfaatleri, çoğu zaman bizi
    oyuna getirir veya biz onun oyununa gelmek isteriz.
    Yukarıdaki hadîs-i şerifte ve Kur'ân-ı Kerîm'de, dünyanın bir meta' olduğu (2)
    (1) Müslim, Radâ', 59, 60; Nesâ'î, Nikâh, 15.
    (2) Mü'min sûresi, 39.
    ifâde edilmektedir.
    Meta', satılık kumaş, kullanılacak âlet ve edevat mânâlarına geldiği gibi, dilimizde matah diye de ifâde
    edilen mal ve diğer fayda sağlayan az-çok lüzumlu eşya mânâsına da gelir. (3)
    Birçok âyet-i kerîmede dünya metâının çok önemsiz, değersiz ve aldatıp oyalayıcı olduğu ortaya konur. (4)
    Herşeyi olduğu gibi dünyanın değerini de güzel ve çarpıcı bir misâl ile ortaya koyan Peygamber Efendimize
    kulak verelim. Kâinatın Güneşi Efendimiz bir gün çarşıya çıkmıştı. Onu görenler etrafım aldılar. Yolda
    giderken küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladılar.
    Efendimiz oğlak ölüsünü kulağından tutarak, yanındakilere:
    — Bunu bir dirhem karşılığında kim almak ister? diye sordu. Sahâbîler:
    — Daha az paraya bile almayız. O ne işe yarar ki? dediler.
    Efendimiz sormaya devam etti:
    — Pekâlâ, bedava verilse alır mısınız bunu?
    — Hayır, dediler. Aslında bu diri olsa bile, kulakları küçük olduğundan kusurlu
    (3) Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1249.
    (4) Meselâ bk. Âl İmrân sûresi, 185; Nisa sûre si, 77.
    sayılır. Ölüsünü ne yapalım?
    Bunun üzerine Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
    — Bu oğlak size göre nasıl değersiz ise, vallahi dünya da Allah katında bundan daha değersizdir... (5)
    En değerli varlık
    Hiçbir şekilde gönül bağlamaya değmeyen bu dünyanın en değerli varlığı da Ra-sûl-i Ekrem Efendimiz
    tarafından dindar, mazbut kadın olarak belirtilmiştir. Zira bu değersiz dünya hayatına kapılıp mahv
    olmaktan erkeği koruyan dindar kadındır. Böyle asil bir varlık Kur'ân-ı Kerîm'de bu-yurulduğu üzere, bir
    elbise olup (6) kocasını şehvet girdabında boğulmaktan kurtardığı gibi, onu daha fazla dünyalık kazanmaya
    zorlamayacak da gayr-i meşru kazanç yollarına dalmaktan korumuş olur. Aksi hâlde dünya hayatı geçici de
    olsa bir faydalanma yerinden çok, bir azâb yeri, bir çilehâne olur. Bu hâli Sa'd İbni Ebî Vakkas'ın rivayet
    ettiği bir hadis daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
    Efendimiz buyuruyor ki: ,
    «İnsanı mesut eden üç şey : Dindar kadın, iyi bir ev, iyi bir binektir. İnsanı bed baht eden üç şey de kötü
    bir kadın, kötü bir ev, kötü bir binektir.» (7)
    (5) Müslim, Zühd, 2.
    (6) Bakara suresi 187
    Zekât ve sadaka vermeden ha bire altın, gümüş biriktirenlerin, kıyamet günü dayanılmaz işkencelere
    uğratılacağını bildiren âyet nazil olunca, (8) ashâb-ı kiram çok telâşlandı. Öyleyse ne edeceğiz? demeye
    başladılar. Bu soruyu Hz. Peygamber'e onlar adına Hz. Ömer sordu. Efendimiz şu cevabı verdi:
    «Siz şükr eden bir kalbe, zikr eden bir dile ve mü'mine bir kadına sahip obuaya bakın! Böylesi bir kadın,
    âhireti kazanmanıza da yardımcı olur.» (9)
    Şüphesiz öyledir; zira saliha bir kadın itaatkâr olur, yüzüne baktıkça insan sevinç duyar, her konuda
    kocasına yardım eder, kocası bulunmadığı zamanlarda hem kendinin, hem de ailesinin malını muhafaza
    eder.» (10)
    Hz. Ali (r.a.), Rabbena âtinâ fi'd-dünya haseneh: Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, (11) âyetindeki
    hasene'yi dindar kadın diye tefsir etmiştir.
    Dindar kadınla evlenmeye teşvik ederek Rasûl-i Ekrem Efendimiz, erkeklerin kadın-
    (7) Ahmed, Müsned, I, 168.
    (8) Tevbe sûresi, 34, 35.
    (9) İbni Mâce, Nikâh, 5.
    (10) Gösterilen yer.
    (11) Bakara sûresi, 201.
    larla dört özelliklerinden biri dolayısıyla evlendiğini; bunların da ya zengin olmaları, ya soylu bir aileden
    gelmeleri, yahut güzel olmaları ve yahut da dinî ve ahlâkî meziyetlere sahip bulunmaları olduğunu
    söyleyerek: «Sen dindar olan kadınla evlen ki, mes'ut olabilesin,» buyurur. (12)
    Çünkü dindar kadın, —İmâm Gazâlî'-nin de dediği gibi— kocasının dinî vazifelerini hakkıyla yerine
    getirmesine yardım eder. Dindar olmayan kadın ise, kocasını dinin gereklerini yapmaktan alıkoyabileceği
    gibi, onu kötü yollara da sürükleyebilir. (13)
    Kadı Şüreyh ile hanımı
    Dindar ve iyi huylu bir kadının kocasını mutlu ettikten başka onu kendine nasıl bağlayacağını pek güzel bir
    şekilde anlatması bakımından ibret dolu bir olayı dinleyelim :
    Tabiîn âlimlerinin ileri gelenlerinden büyük muhaddis Şa'bî anlatıyor:
    Birgün Kadı Şüreyh ile oturmuş konuşuyorduk. Bu büyük âlim bana dedi ki:
    — Şa'bî! Eğer evlenecek olursan Beni Temîm kabilesinden bir kız al! Onlar mükemmel yetişmiş oluyorlar.
    (12) Buhârî, Nikâh, 15; Müslim, Radâ', 53.
    (13) İhya, II, 38.
    — Nereden biliyorsunuz? diye sordum. Şunları söyledi:
    — Gençliğimde birgün Benî Temim kabilesine gitmiştim. Bir kapının önünden geçerken, ihtiyar bir kadınla
    bir kızın oturduğunu gördüm. Kız çok güzeldi. Onu daha yakından görmek için su içme bahanesiyle
    yanlarına yaklaştım ve su istedim. Kadın, kıza su getirmesini söyledi. Suyu içtikten sonra kadına:
    — Bu kızın adı nedir? diye sordum.
    — Adı Zeynep'tir. Hudayr'ın kızıdır, dedi.
    — Evli midir?
    — Hayır, değildir,
    — Allahın emri ile bana verir misiniz?
    — Dengi isen veririz.
    Oradan ayrıldıktan sonra evime geldim. Kızla evlenmeyi aklıma koymuştum. Arkadaşlarımdan birkaç kişiyle
    kızın amcasına giderek düşüncemizi anlattık.
    — Münasiptir, dediler ve orada söz ke sildi.
    Nikâh kıyıldıktan sonra «Beni Temim kadınlarının katı yürekli olduklarını düşünerek pişmanlık duymaya
    başladım- Kendi kendime: «Artık bir iştir oldu. Memnun kalmazsam ayrılırız.» dedim. Pişmanlığımı açığa
    vurmadım.
    odasına girdiğimde kız bana :
    — Efendi! Bu sırada güveyinin Allah rızası için iki rekât namaz kılarak Cenâb-ı Mevlâ'dan karısının hayırlı
    olmasını niyaz eylemesi ve şerrinden Hakk'a sığınması sünnettir,» dedi.
    Ben de:
    — Evet, öyledir, diyerek namaza durdum. Selâm verdikten sonra baktım ki, o da namaz kılıyor. Namazı
    bitirdikten sonra bana şunları söyledi:
    — Efendi! Ben yabancı, bir kızım. Sizin huyunuzu, tabiatınızı bilmem. Sevdiğiniz, hoşnut olduğunuz
    şeyleri bana bildiriniz ki, arzunuza uygun bir şekilde hizmetinizi yapabileyim. Hoşlanmadığınız şeyleri de
    söyleyiniz ki, onlardan sakınayım. Sana kendi kavim kabilen arasında bir hanım, bana da benim kavmim
    içinde bir koca bulunurdu.Ama ne var ki, kaza ve kaderde yazılı olan başa geldiği için, birbirimizin huyunu,
    âdetim bilmediğimiz hâlde benim kocam oldun.Artık Allah Teâlâ'nın da buyurduğu gibi bana ya iyi davranın
    veya beni boşayın aileme döneyim. Size öncelikle bu dileğimi sunarım. Yüce Allah'dan seni ve beni
    bağışlamasını niyaz ederim.
    Ben de ona cevaben dedim ki:
    — Hanım! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz üzerinde durursan, bahtiyar olacağım. Yok eğer sözünde
    durmayacak olursan, sana ne yapmak gerektiğini zaten kendin söyledin. Sonra ondan neler beklediğimi,
    neler yapmamasını istediğimi söyledim. Daha sonra bana dedi ki:
    — Akrabamın gelip gitmelerini ister mi siniz?
    — Usandırmalarını istemem. Pek sık gelmesinler, dedim.
    — Komşulardan kimlerin gelmelerini istiyor, kimlerin gelmelerini istemiyorsunuz? Onları da söyleyin de
    istediklerinize itibar edip saygı göstereyim; istemediklerinize yüz vermeyeyim, dedi.
    — Falan ve falanlar dürüst ve namus lu insanlardır; gelsinler, gitsinler. Fakat falan uygunsuz
    takımındandır; gelmesin, gereği yok, dedim. Lâfı uzatmayayım, ey Şa'bî. Kız, kendisine verdiğim bu
    talimata göre hareket etti. Benim de kendisine olan sevgim günden güne arttı. Bu şekilde bir yıl geçti.
    Birgün eve geldiğimde baktım ki, bir ihtiyar kadın evin içinde: «Şöyle yap, böyle yapma!» diye kanma bir
    şeyler söylüyor.
    — Bu kim? diye sordum.
    — Kayınvalideniz dediler.
    Bunun üzerine hâl ve hatırını suâl ettim. Bana:
    — Oğlum! Hanımından memnun mu sun? diye sordu. Ben de-.
    Çok memnunum. Kızınızı pek güzel
    terbiye edip yetiştirmişsiniz, dedim. Bana şunları söyledi:
    — Oğlum! Kadınların huysuzlukları en çok iki durumda meydana çıkar. Biri, erkek çocuk doğururlarsa, biri
    de kocalarından yüz bulurlarsa. Eğer karının bir hatasını göre cek olursan, hemen o hatayı düzeltmeye
    çalış. Yemin ederim ki, bir evde en y
#21.10.2007 17:21 0 0 0
  • teşekkürler
#26.10.2007 23:12 0 0 0
  • teşekkürler ELINE SALIK
#19.01.2008 01:02 0 0 0
  • abı bu ne alıntıdır boole :D massallah adam 10 sene bunu yazmak ıcın ugrasmıstır genede ellerıne saglık
#19.01.2008 22:14 0 0 0