İçinde bir can dolaşıyor ki onun,
bir türlü doğuramadığı bebek gibi...
Bir şeyler var söyleyeceği ama
ağzı her açıldığında
engelliyor yüreği.
Siz onu tanımazsınız.
Yapraklarından eski şiirlerin eksilmediği
kitap sayfaları arasında kurutulmuş
bir çiçek gibi.
Ve unutmadan bir zamanlar
deli divane sevildiğini,
kenetlemiş oturmuş
penceresinin önünde
birbirine ellerini.
İmdat Hanım, İhmal Sokağı, on altı numara.
Hüzünlenir penceresinde ara sıra
hatırlayıp eski sevgililerini...
Tutup ona gençlik zamanlarını verseniz
-hani uğruna bıçakların çekildiği,
canların verildiği,
bir içim su olduğu eski günlerini-
tüm varlığını seriverir ayaklarınıza.
Hem zaten ne varlığı kalmış ki
şu üç günlük dünyada?
Kırkında göçmüş bir kocadan miras
küçücük bir evceğiz
-nohut oda bakla sofa-
Ve bankada
yılların emekleriyle anca birikmiş
üç otuz para
-onu da tenezzül edip almaz kimse yani
atıverse sokaklara! -
İmdat Hanım bir hüzünlenir ki görmelisiniz
eski bir İstanbul şarkısı çaldığında radyoda.
Hele bir de sallanıyorsa koltuğunda
hepten dayanılmaz olur yüreğinin sancısı.
Yaşlar emekler gözlerinden, belirgin
ve utanır gibi sokağından
perdelerini örter sıkı sıkı.
Çocuk gibi uykulara sığınır
karanlığın sessizliğinden
fazlasıyla tedirgin.
Canım ne bulmuştur ki zaten
bunca yıllık hayatında?
Gençlik gençlik diye yandığı
işte şu fotoğraflardaki eskimişliktir.
Hem gençliğinden eline
-bir kaç tatlı kaçamağın tadı harici-
ne geçmiştir?
Nice erkekler yanmışken ona, gidip
kırkında ölecek bir fukaraya gönül vermiştir.
İhmal Sokağı, on altı numara.
Kapı içerden sürgülenmiştir.
İmdat Hanım eskiye bandırmış gözlerini
bir küçük rakıyla tazelenmiştir.
Gencecik bir kız olmuştur zihninde.
Kalkıp çarliston yapmalıdır şimdi.
Hatta çıkarıverip giysilerini,
dökünüp tüm kırışıklarını bir de
narin vücuduna aynalarda bakmalıdır.
Kendine kavuşamamış eski aşıklarının böylece
birer birer kemiklerini sızlatmalıdır.
Açıvermelidir şimdi on altı numaranın kapısını,
İhmal Sokağının parke taşlarına basmalıdır.
Bir uçurum olmalıdır sokağın sonunda,
Kendini boşluğa bırakmalıdır.
Bu yalnızlığın ellerinden kurtulmalıdır artık;
Anı olmuşsa madem tüm sevdiği zamanlar
onlara karışmalı,
arada hatıra gelen bir anı olmalıdır.
Rakısı bitmiştir zaten,
Beyaz peyniri iyiden iyiye sararmaktadır...
Düşleri kalmamışsa eğer tazelenecek,
hayalleri de avutmuyorsa artık gönlünü
bu nankör dünyaya niye katlanacaktır?
Kendini bıraktığında bir uçurumdan
boşluğa düşmek yerine
gökyüzüne savrulup yıldızlara çarpsa,
tüm vücudu yıldız taneleri olup saçılsa geceye,
inan olsun burada beş dakika durmayacaktır.
Ama bu gece de geç kalmıştır be güzelim!
Çatıların üzerinde güneş ağlamaktadır.
Kuşlar cıvımaya başlamıştır yine.
Utanmadan dünya
yeni bir güneş daha doğurmaktadır.
Işığı gezinirken güneşin İhmal Sokağında
on altı numaranın perdeleri açılmaktadır.
Radyoda eski bir İstanbul şarkısı...
Yaşlı bir kadının yüreğinin sancısı
pencereden sokağa taşmaktadır.
İmdat Hanım penceresinde
yepyeni bir günün
kalabalık başlangıcına inat
yalnızlığına ağlamaktadır.