GDO

Son güncelleme: 25.05.2009 22:50


  • _____________________________________________________________________________

    noimage

    GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDALAR (GDO)




    Yada: GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR

    Son günlerde haber kaynaklarımız ithal edilen Genetik Gıdaları gündemimize taşıdılar.Olay,yıllardır anlatmaya çalıştığımız, ülkemizde istediği gibi at oynatabilen "Gıda Terörü"nün bir parçasından ibarettir.Yine aynı haber kaynakları günlerce,beyazlatma katkı maddeli unlarda ve bu unlardan yapılan ekmeklerden bahsettiler.Bu katkı maddelerinin kansorejen oldukları belirtildi.




    Sorumlu Bakanlığın yetkili Genel Müdürü açıklamalar yaptı.Bu katkı maddelerinin ve genetik Gıdaların ithalinin ve kullanımının yasak olduğunu,fakat buna rağmen ithalatının kontrol edilemediğinin,un ve ekmek üreticilerinin bu katkı maddelerini kullandıklarını.Genetik ürünleri kontrol edebilecek laboratuar alt yapısına sahip olmadıklarını ifade etti.

    Biz tekrar iddia ediyoruz ki bu "GIDA TERÖRÜ"nün sorumlusu devlettir, Kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Yeterli denetim yapmaktan yoksundur.Bu da kâh personel azlığından, kâh teçhizat yetersizliğinden,kâh mevzuat noksanlığından kaynaklanmaktadır.Bu sebeple, Türkiye, sağlıksız gıda üretiminin, kaçak domuz çiftliklerinin, istenilen katkı maddelerinin,gıda maddelerinin,ilaçların ve kozmetik ürünlerin kılıfına uydurarak kolayca ithal edilebildiği, katkı maddelerinin bilinçsizce kullanılabildiği, bütün bu olumsuzluklara karşı, ha ha ha hi hi hi gününü gün eden Müslümanların yaşadığı bir garip memlekettir.

    Biz, buna rağmen yine de uyarılarımıza Allah'ın izni ile devam edeceğiz. Bu gün sizlere,'World Health Organization'ın 2004 yılında internette yayınladığı bir dökümandan da faydalanarak hazırladığımız bir çalışmayı bilginize sunuyoruz.

    GEN NEDİR ? noimage

    Yunanca'dan alınma doğum ya da başlangıç anlamındaki "genos" tan geliyor.Yaşamı belirleyen genler DNA sarmalı içinde yer alır.

    DNA NEDİR ?


    DNA, dört asitten meydana gelmiş dioksi ribo nükleik asitin kısa yazılımıdır.Hücre çekirdeğinde kimyasal dille yazılmış yaşamın şifre kodudur.Bu şifre bugünkü bilgilere göre fosfat ve şekerden oluşuyor.


    RNA NEDİR ?


    Ribo nükleik asit teriminin kısa yazılımıdır. DNA dan aldıkları genetik mesajları hücre içinde protein üreten birimlere taşıma görevi ifa ederler.

    GEN TRANSFERİ NEDİR ?


    Bir canlının genlerini taşıyan DNA sının,bir başka canlının hücresine nakledilmesidir.İLK transfer çalışmaları 1900 lü yılların başlarında yapıldı.Yulaf ve meyve sineği hücreleri üzerindeki çalışmalarda bazı bakteriler kullanıldı.Bakteri hücresi içerisine yerleştirilen DNA genlerinin bu hücre içerisinde fonksiyonlarını ve çoğalmalarını sürdürdükleri müşahede edildi.Bu buluştan sonra,gen mühendisliği mesleği oluştu.Bugün bitkiler,hayvanlar ve insanlar üzerinde gen transferi ile ilgili yeni buluşlar baş döndürücü bir hızla gündem oluşturmaktadır.

    GENETİK ORGANİZMA (GMOs) veya GENETİK GIDA (GM ) NEDİR ?

    Kısaca (GMOs) veya (GM) yazılımı ile belirtilen genetik değişime tabi olmuş organizma veya gıda ,doğal olmayan bir şekilde genetik yapısı değiştirilmiş organizma veya gıda olarak tanımlanabilir.Bu teknolojiye "Biyo Teknoloji", "Gen Teknolojisi" veya "Genetik Mühendisliği" gibi isimler verilmektedir.Bu teknolojide seçilmiş bireysel genler bir organizmadan,başka bir organizmaya ya da farklı türler arasında transfer edilmektedir.Bu işlem için çeşitli metodlar geliştirilmiştir.

    GENETİK GIDALAR NİÇİN ÜRETİLMEKTEDİR ?

    Bu ürünlerin,Üretici ve Tüketicilerinin bazı avantaj beklentileri,bu tür gıdaların gelişmesine öncülük etmiştir.Daha ucuz bir maliyet ve daha büyük fayda,bir üründeki gen transferi talebini artırmıştır.Daha büyük fayda derken,ürünün dayanıklılığı ve gıda değeri üzerinde sağlanabilen üstünlükler söz konusu olmaktadır.
    Genetik işlem görmüş tohumlarda,genellikle böceklerin ve virüslerin sebep olduğu hastalıklara karşı direnç gösterecek veya yabani ot öldürücülerine karşı direnç sağlayacak özelliklerin kazandırılması ön planda olmaktadır.

    GENETİK GIDALAR;GELENEKSEL GIDALARDAN FARKLI MI ALGILANIYOR ?

    Umumiyetle,tüketiciler geleneksel ürünleri güvenli olduklarını düşünmektedirler.

    İNSAN SAĞLIĞINA YÖNELİK POTANSİYEL RİSKLER VAR MIDIR ?


    GM gıdalarının güvenirliliği üzerinde yoğun araştırmalar sürdürülmektedir.
    doğrudan sağlık üzerindeki etkiler,
    alerjik reaksiyonları provake eğilimleri,antibiyotiklere karşı direnç oluşturması
    zarar vericilik veya beslenme değeri üzerindeki özel etkenler,
    eklenen genin kararlılığı,
    genetik değişiklikle ilgili olarak beslenme değerlerine etkiler,
    gen girişinden dolayı oluşan istenmeyen etkiler.


    İNSAN SAĞLIĞI İÇİN BAŞLICA ENDİŞE VERİCİ SORUNLAR NELERDİR ?

    Üç konuda insan sağlığının tehdit edildiği tartışılmaktadır.
    Alerjik reaksiyonları tetiklemesi,
    Genlerin insan vücuduna transfer olması,
    Gm li fidanlardan,doğal ortamda geleneksel ürünlere gen hareketi ( OUTCROSS)

    GENETİK GIDALAR GÜVENLİMİDİR ?

    FARKLI GMOs lar farklı yollarla eklenmiş farklı genleri içerir.Bu sebeple,her bir genetik gıda ve onun güvenirliliği ayrı ayrı bazlarda değerlendirilmelidir.Tüm GM gıdalarının güvenirliliği üzerinde genel bir karar oluşturmak mümkün değildir.

    SONUÇ

    Genetik ürünler teknolojisinde birçok bitki genlerinin yanında domuz da dahil pek çok hayvanın da genlerinin kullanıldığı bilinmektedir.Mesela soyada böyle bir problem bulunmaktadır.Hıristiyanlık'tan,Museviliğe kadar pek çok din otoriteleri konu üzerinde araştırmalar yaptırmışlar ve resmi görüşlerini inananlarına deklare etmişler.Maalesef henüz hiçbir İslam kuruluşu dini açıdan konuyu araştırıp bir görüş ortaya koyamamıştır.En azından biz böyle bir belgeye ulaşamadık.Genetik değişime uğratılmış katkı maddelerinin dini hükmü nedir?.Bu katkı maddelerinin kullanıldığı gıda maddelerinin dini hükmü nedir?Bu tür gıda maddeleri ile beslenmiş eti yenen hayvanların dini hükmü nedir?.Genetik transformasyonda domuz dahil hayvan genlerinin kullanıldığı tüm ürünlerin dini hükmü nedir?Bu sorulara cevap bulamadan, bu gibi ürünleri tüketme konusunda dikkatli olmamız gerektiğini ifade edebiliriz

    GIDA KATKI MADDELERİNDE DURUM NEDİR?

    a Katkı Maddelerinde Durum Nedir?

    Gıda Katkı maddelerinden: E101Riboflavin, E150Karamel, E153Carbon black, E160Lycopene, E161Cryptoaxanthin, E306Tocopherol, E307Alpha-tocopherol, E308Gamma-tocopherol, E309Delta-tocopherol, E322Lecithin, E415Xanthan gum, E471Mono ve diglyceridler, E472Mono ve diglyceridlerin acetic acid esterleri, E473Yağ asitlerinin sucrose esterleri, E475Yağ asitlerinin polyglycerol esterleri, E476Polyglycerol polyricinoleate, E479, E491Sorbitan monostearate, E620Glutamic asit, E621Monosodyum glutamte, E622Monopotasyum glutamate, E623Calcium diglutamate, E624Mono amonyum glutamate ve E625Magnezyum diglutamate'ın çoğunluk GDO 'lu olarak üretildiğini ithalatçılarımızdan, gıda üreticilerimizden ve denetimle yükümlü insanlarımızdan kaç kişi bilmekte ve dikkat etmektedir? İthal edilen GDO'lu peynir mayaları ne derece kontrol edilebilmektedir?

    Konu üzerinde araştırmalarını sürdüren Bilim Kurulları, GDO'lu ürünlerin insanların bağışıklık sisteminde, santral sinir yapısında tahribatlar yapabileceği, mikroplu hastalıklara karşı kullanılcak antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği, kanser ve allerjik reaksiyonlara neden olabileceği üzerinde ısrarla durmaktadırlar. Bir ilacın bile insanlar üzerinde yaygın kullanılabilmasi için 20-25 yıllık çalışmalar gerektirdiği halde, henüz 1996 'larda ortaya çıkan ve beraberlerinde pek çok rizki taşıyan GDO'lu ürünleri insanlara ,bilgilerinin dışında kullandırmak için gösterilen bu aceleci tavır bütün tüketicileri, sağlık ve denetim birimlerini düşündürmelidir.

    GDO'lu bitkiler, doğada yetişen diğer bitkilerden farklı olarak, genomlarında kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından, bu bitkilerin yetiştirildiği ülkelerde, başta sağlık olmak üzere, çevre ve sosyo-ekonomik yapı üzerinde önemli riskler söz konusu olmaktadır.

    SAĞLIK RİSKLERİ

    Potansiyel Alerjenlik: GDO'lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.

    Potansiyel Toksisite: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO'lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.

    Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. GDO'lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO'lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.

    Potansiyel Kanserojenlik: GDO'lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.

    Antibiyotiğe dayanıklı mikroorganizma oluşumu: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO'lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadır. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.

    Besin değerinde bozulma: GDO'lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan "phytoestrogen" bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO'lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.

    Çevresel Riskler

    GDO'lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO'lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.

    Toprak ve su kirliliği: GDO'lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaların besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO'lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO'lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO'lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.

    Faunada değişim: GDO'lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonlarının oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO'lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan "Asclepias" adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan "Ladybugs" (hanım böceği) ve "Lacewing" gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO'lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imkânı ortadan kalkmaktadır.

    Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO'lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi'nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, "Cauflower Mosaic" virüsü GDO'lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. "Pararetrovirüsler" grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.

    Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzgâr, kuş, arı, böce, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO'lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO'lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO'lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmada, GDO'lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO'lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO'lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.

    Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO'lu bitkiler gibi, yeni organizmaların sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.

    SOSYO- EKONOMİK RİSKLER

    Pahalılık: GDO'lu ürünlerin tohumları, GDO'lu olmayanlara göre, %25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.

    Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO'lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.

    Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO'lu çeşitlerin sahip olduğu "terminatör gen" sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.

    Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO'lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imkânsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.

    GDO'lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO'lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için "Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma" değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.

    Din ve Etik Bakımından Konunun Sorgulanması:

    Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO'lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.

    BİR DİĞER RİSK İSE:

    Bugün GDO'lu tohumlarla ekimin yaygın yapılması, yasası ve yönetmeliği çıkmış olan "Organik Tarımı" da tehdit etmektedir. TÜRKİYE'de şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen biyogüvenlik kanunu yoktur. Bu sebeple GDO tespiti yapılamıyor! Bu durumda, tohumun, toprağın, suyun temiz tutulabilmesi,GDO'lu yaygın ekimden dolayı rizk altındadır. Bu şartlarda, gerçek manada organik tarımdan söz etmek ağırlığını kaybetmektedir. Bir test yapılsa o ürünlerin en az yarısı imha edilecek veya organik diye satılamayacak duruma gelebilirIzleme yok, denetleme yok, ustelik bunu yapabilecek beceri ve donanımda insan ve laboratuar da yok.

    Yukarıda saydığımız riskleri dikkate alarak, Ülkemizde de, GDO'lu tohum, gıda ve katkı maddelerinin etiketlerinde mutlaka GDO'lu olduğu bilgisi mecbur tutulmalıdır. Hiç bir şekilde tüketicinin bilgisinin dışında ,formulasyonuna onay vermiyeceği bir ürünü satmaya kimsenin hakkı yoktur. Böyle bir eylem tüketicilerin evrensel sağlık ve inanç haklarını hiçe saymak olduğu gibi, bir insanlık suçudur.
    Öyleyse yapılması gereken nedir? Burada esas olan, etkin, yaygın ve bilimsel bir izleme ve denetim mekanizmasının geliştirilmesi için çaba gösterme gerekliliğidir. Böyle bir yaklaşım biyogüvenlik ile ilgili yasa ve uygulamaların geliştirilmesini öncelikli kılmaktadır. Denetim ve izleme, genetik olarak müdahale edilmiş türlerin insan sağlığına ve çevreye oluşturduğu risk tehdinin doğru tespit edilmesi ve fayda/zarar belirlemeleri için zorunludur. Ayrıca genetik özkaynaklarının korunması, çeşitliliği ve sürdürülebilir kullanımının gözetilmesi sürdürülebilir tarım için de esastır. Dolayısıyla gıda ürünleri ve gıda hammaddesi olarak kullanılan malzemelerde, genetik olarak değişikliğe uğramış organizmaların (GDO), ve bunları içeren ya da bunlardan elde edilmiş ürünlerin kullanımına izin vermek için ilk şart gerekli bilimsel ve teknik altyapıyı kurmaktır.

    Etkin bir biyogüvenlik altyapısı ve çerçeve kanunu bu anlamda bizim de ilk önceliğimiz olmalıdır.Devletin etkin ve yaygın denetim ve izleme görevi birincildir. Diğer yandan biz istemiyoruz ya da yasakladık diye GDO'lardan uzak, mutlu ve rahat bir hayat süreceğimizi zannetmek te yapılacak en büyük yanlış olacaktır. Bugün dünyanın vardığı noktada maalesef GDOlar neredeyse heryerde var ve onları görebilen, izleyebilen ve gerektiğinde durdurabilen bilimsel yeterliliğimiz olmadan onları kontrol etmek diye bir imkânımız olamaz. Bu durumda bilinmeyen bir hedefi boykot etmenin pratik bir değeri de olamaz. Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok misali.GDO tespiti konusunda bilimsel araştırmalar halen tüm dünyada sürmekte ve mevcut testler her gün geliştirilmektedir. Bu noktada halen ülkemizde bu testlerin yapılamaması büyük bir risk teşkil etmektedir. Gerek tedarik zinciri, gerekse üretim süreçleri içinde düzenli ve yetkin bir (iç) denetim, atılması gereken ilk adım olarak görülmektedir. Ancak, en ideal koşullarda görevini yapıyor da olsa devletin denetleyici rolü ancak bilgili ve ahlaklı üreticiler, seçme hakkı olan ve hakkını arayan tüketiciler, ve daha da önemlisi konuya hakim, yetkin araştırmacıların varlığında amacına ulaşır.



    GDOlu tarıma ve gıdalara gosterilen tepkilerin giderek arttığı, diğer yandan ekolojik üretim süreclerinin kalkınmada öncelikli faaliyet alanları olarak dile getirildiği bu günlerde, konuya bilimsel ve teknik açıdan yaklaşmak zorundayız.

    Yapılan araştırmalar dünya piyasalarındaki ilgili gıda ürünlerinin %70' nin GDO veya GDO'dan elde edilmiş yan ürünlerle bulaşık olduğunu işaret etmektedir.Daha endişe verici olan, daha önce de bahsettiğimiz gibi tam segregasyon sağlama zorluğundan doğan "istenmeyen bulaşmadır". İngiltere'de sağlık ürünleri satan mağazalardan alınan numulerle yapılan bir incelemede, 'GDO içermez' veya 'Organik' etiketi taşıyan ürünlerin %40' ında GDO kalıntısı tespit edilmiştir.Uzmanlar, AB'nin ürünlerde eşik değer olarak belirlediği %0.9 luk oranın mevcut üretim yöntemlerinde bir iyileştirme yapılmaz ise tutturulamaz olduğuna dikkat çekmektedirler. Diğer yandan tohumlar için belirlenen eşik değerler daha da düşük ve öyle görülüyor ki biyogüvenlik tedbirleri sadece ülkeler değil bölgeler ve hatta dünya ölçeğinde yürürlüğe sokulmaz ise bu oranlar da tutturulamayacaktır. Bu ne demektir ? Gerekli tedbirler alınmaz ise siz isteseniz de istemeseniz de, izin verseniz de vermeseniz de GDO'lar konvansiyonel ve organik üretim kanallarınıza bulaşacak demektir! Avrupa'da bu tartışmalar yaşanırken, ülkemizde konu tamamen sahipsiz ve alabildiğine karanlık bir uygulama içerisinde gözükmektedir. Dünyada üretilen soyanın %80"i GDO'lu, mısır, kolza, kanola, yem, pamuk ve pek çok gıda katkı maddelerini ithal ettiğimiz ülkeler dünyanın en büyük GDO üreticileri olduğu bilindiği halde bu ürünleri kontrol edebilecek alt yapıdan yoksun bir TÜRKİYE var karşımızda.

    Türkiye'de tüm ürünlerin dışalımı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan kontrol belgesi alınması koşuluyla serbesttir. Türkiye ABD ve Arjantin'den gıda ve yem amaçlı kullanılmak üzere önemli miktarda mısır ve soya fasulyesi dışalımı yapmaktadır. 2003-2004 sezonunda sadece ABD'den alınan mısır bir milyonyüzbin tonu geçmiştir. Toplam ithalat ise bir milyon beşyüz bin tona yakındır. Soya dışalımı ise 800.000 tona yakındır. 2003 yılı rakamlarına göre dışalım değerleri mısırda 277 milyon USD, soyanın ise tamamı 227 milyon USD olarak belirlenmiştir. Türkiye'de bu iki bitkiye ilişkin alım değerlerinin son yıllarda önemli düzeyde arttığı görülmektedir. Öte yandan, dış ticaret verilerinde, başta mısır ve soya olmak üzere, GDO'lu ürünlerin dış alımına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, bu ürünlerin alındığı ülkelerde GDU'lu bitki üretiminin çok yaygın olması, dışalımı yapılan bu ürünlerin de GDO'lu olabileceğini akla getirmektedir. Ülkemizde GDO'lu ürün analizi yapabilecek laboratuarların bulunmaması ve dışalımın satan ülkenin bildirimine göre yapılması, dışalımı yapılan özellikle mısır ve soya başta olmak üzere bazı ürünler hakkında kuşkulu bir ortam oluşturmaktadır.

    İyibilgi sitesi, ""Acı" şeker: Dehşet verici Cargill dosyası! uğruna hükümetin yasa çıkardığı genetiği değiştirilmiş tohum ve "uyduruk şeker" üreticisi Cargill şirketi bilinmiyor, sadece "tahmin ediliyor"" başlığı ile yaptığı açıklamada:

    Ülkemizin ilk şeker fabrikalarından biri olan Alpullu şeker fabrikasını satın alıp şeker pancarıyla üretilen şekeri baltalayıp genetiğiyle oynanmış ucuz mısırdan şeker üreten ABD'li Cargill firmasına özel yasa ısrarı hala sürüyor.

    ABD başkanı George W. Bush ile Dünya Bankası'nın ısrarı ile Cargill'in önünü açacak yasa değişikliği ikinci kez meclisten geçti...

    Hükümet Cargill'i YASAL HALEMİ GETİRMEK İSTİYOR?...

    Birinci sınıf tarım arazisine sanayi tesisi kurmaktan dolayı çalışma izni alamayan Bursa Orhangazi'deki Cargill firması 7 yıldır faaliyette bulunuyor. Bu suçtan dolayı firmanın tesisi 2006 yılında sadece 47 gün mühürlü kalmıştı. Bütün hükümetlerin üretim yapması için adeta seferber olduğu firma için bölge "Özel Endüstri Bölgesi" dahi ilan edilmişti. Bu karar Danıştay'dan dönünce hükümet yasa çıkararak Cargill tesislerini meşrulaştırma yoluna gitti.

    1865 yılında ABD'de kurulan Cargill şirketi çevreyi kirleten fabrikaları, genetiği değiştirilmiş mısır ve nişasta bazlı şeker üretimi ve ithalatı ile ün salmış bir kurum. Tarım gıda alanında ABD'nin ilk beş, dünyanın ilk on şirketi arasında yer alıyor. Bu büyüklüğüne rağmen borsada işlem görmeyen bir aile şirketi olan Cargill ile ilgili veriler, çoğunlukla "tahmin edilmektedir" notu ile yayınlanıyor. Cargill'in ABD siyasetindeki gücünün oldukça yüksek olduğu biliniyor. Firma dünyanın 61 ülkesinde faaliyet gösteriyor ve 60 milyar doları aşan yıllık ciroya sahip.

    Cargill Tahmin Ediliyor....

    1960' lı yıllardan beri Türkiye'de iş yapan Cargill, ülkemizde Marmara bölgesine konuşlanmış durumda. 1986 yılında İstanbul şubesini açan ve yurt dışından getirdiği veya Türkiye'den satın aldığı hububat, yağlı bitkiler, yem ve pamuk ürünlerinin yurtiçinde ticaretini yapan şirketin ABD ve Amerika kıtasında kabul görmeyen bir takım "deneysel" ürünleri, gelişmekte olan ülkelerde denediği de iddia ediliyor.

    Cargill daha sonra ülkemizin ilk şeker fabrikalarından biri olan Alpullu şeker fabrikasını satın alıp bölgede şeker pancarıyla üretilen şeker sektörünü baltaladı.Genetiği değiştirilmiş mısırdan şeker üreten Cargill'in üst düzey yönetici yakınları vasıtasıyla Türkiye'ye sokulan ithal mısırı satın alıp, bu mısırdan ürettiği yüksek fiyatlı nişasta bazlı şekeri ortağı Ülker'e verdiği de bilinenler arasında.

    Cargill'in Pendik'te bulunan fabrikada Ülker ile ortaklığı ise, İngiliz Cerestar firmasını satın alması ile oldu. Cargill ayrıca Hendek'te bulunan fındık işleme tesisinde işlediği fındıkları yurtdışına satıyor. Cargill şirketinin kurulduğu birinci sınıf tarım arazisinin sanayi bölgesi ilan edilmesinin dışında başka bir talebi daha var. İkinci isteği şeker yasası ile getirilen kotadan glukozun çıkarılması ve fruktoz için ise kotanın Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üreten 5 fabrikanın tüm kapasitelerini kullanabilecekleri şekilde genişletilmesi oldu. Bunu yazar Türkel Minibaş'ın şeker yasası üzerine yazdığı Cargill'in Eli, Kiminin Cebi! başlıklı bir yazıdan yapacağımız alıntılarla açalım:

    Türkel MİNİBAŞ'tan ÇARPICI AÇIKLAMALAR:

    "Türkiye, dünya pancar şekeri üretiminde 4'üncü. Avrupa Birliği ülkeleri arasında da 3'üncü sırada. Ortadoğu'daki üretimin yüzde 65'i de Türkiye'nin. Fransa, Almanya ve ABD'den sonra dünya şeker hammaddesi üretiminde pazarı elinde tutmakta! Şekerin vazgeçilmezliği düşünüldüğünde, siyasal iktidarlar uluslararası finans kuruluşları önünde önemli bir pazarlık aracına sahip. Tarım reformu doğrultusunda 2001'de çıkarılan Şeker Yasası bu gücü siyasi iktidarların elinden alarak piyasa ekonomisine vermişti. Küresel dönemde piyasa ekonomisi dediğiniz de ulus ötesi firmaların egemenliğinde. Şekerin egemeni de 57 ülkedeki 90 bin çalışanıyla dünya tatlandırıcı ve genetik tohum tekeli olan Cargill. Kamuoyunun genetik tohum ticaretiyle tanıdığı Cargill'in şeker piyasasındaki gücü de yapay yollardan şeker üretiminden gelmekte. Yapay şeker ise bildiğiniz gibi mısırdan üretilmekte! Şekerpancarı üretiminde dünya 4'üncüsü olan Türkiye ise mısır üretiminde ancak kendine yeterlilik sınırında üretim yapmakta. Hal böyle olunca, ''Biz de şekerpancarı üretimine devam edelim'' diyebilirsiniz ama Şeker Yasası'na göre bunun kararını Şeker Üst Kurulu vermekte. Ne var ki Cargill, Şeker Üst Kurulu'nun da üyesi. Yani;

    • Doğal ya da yapay şeker üretim kotalarını yurtiçi talebe göre belirleyen,

    • Bu kotaları iptal edip idari para cezası uygulayan,

    • Şeker ticaretinin arz-talep dengesi, iç fiyatlar ve spekülatif hareketler doğrultusunda düzenlenmesini öneren

    kurulun üyesi. Dolayısıyla, Türkiye'de şekerpancarına dayalı şeker üretiminden mısıra dayalı yapay şeker üretimine geçilme kararı Cargill'in çıkarlarıyla örtüşmekte. Şekerpancarı ekim alanları yüzde 40 daralırken tatlandırıcı üretim kotasının önce yüzde 10, sonra yüzde 15, daha sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla yüzde 50 arttırılması da zaten bunu göstermekte. Şimdi Cargill bu kotanın daha da arttırılmasını hatta kotaya gerek olmadığını ileri sürmekte. Şeker Üst Kurulu'nda olmak, sorunu çözmeye yetmediği için de bunu Bush Amca kanalıyla halletmek istiyor.

    Aslında Türkiye'nin Bazı çevreleri de kotaların kalkmasını istiyor. Ne de olsa işin ucunda menfaat hesapları var. Gelin görün ki, böyle bir nimetten nasiplenmek pek kolay değil. Hele hele o nimette şekerden ekmek yiyen 5 milyon kişinin oyu varsa!.. Tatlandırıcı piyasasından nasiplenmek ise herkesin harcı değil. Zira, tatlandırıcıların büyük kısmı şekerleme, geleneksel tatlılar, dondurma, helva, reçel gibi şekerli ve unlu ürün sanayiinde ve de kolalı, alkolsüz ve alkollü içeceklerde girdi olarak kullanılmakta. Yani, alıcısı gıda sektörü. Kaldı ki Türkiye, yüzde 65'lik Ortadoğu şeker pazarını elinde tutmakta!..

    Cargill'in kavgası da zaten bu Ortadoğu'daki doğal şeker pazarını yapay şeker pazarı haline dönüştürmek üzerine. Ne var ki, Cargill yaklaşık 486 bin ton civarında kapasiteyle çalışan yapay şeker sektöründe tek değil. 135 bin ton kapasitesiyle, 180 bin ton kapasiteyle çalışan Amyium'dan sonra Türkiye pazarında ikinci. Üçüncü sıradaki Pendik Nişasta'nın hisselerinin de yüzde 50'sine sahip. Geri kalan yüzde 50'lik hisse ise Ülker'in. Ülker-Cargill ortaklığı, Cola Turka derken....

    ŞEKERDE TATLANDIRICI ORANI OYUNU

    Genetiği değiştirilmiş organizmalara karşı duruşu ile tanınan GDO'ya Hayır Platformu'nun konuyla ilgili yaptığı araştırmaların sonuçları ise şöyle:

    "Bütün dünyada yüz kilo şekerin içerisinde iki kilo tatlandırıcı katılıyor. Dünyadaki standart bu. Ancak Türkiye'de bu oran şu anda 15 kilo. 15 kilo kalmasını isteyen şirket Cargill şirketi ve Bush'un isteğiyle bu oran 15 kiloya çıkarıldı. Daha önce Özal zamanında 5 kiloya çıkarılmıştı. Sonra Ecevit Hükümeti zamanında 10 kiloya çıkarıldı. Şimdide 15 kiloya çıkarılmış durumda. Cargill Şirketi'i bu oranı da yeterli bulmuyor ve 45 kiloya çıkarılmasını istiyor. Tatlandırıcının 45 kiloya çıkarılması demek bizim şeker üretimimizin kısıtlanacağı anlamına gelir. Yani şeker ne kadar çok tatlandırıcı şeker içerirse bize de o kadar kota konacak. Diğer taraftan tatlandırıcı dediğimiz şey mısır şekeri veya mısır şurubudur, sonuçta mısırdan yapılan bir üründür. Cargill Şirket'i bu mısırları Türkiye'de üretmemektedir. Amerika'dan getirmektedir ve Türkiye'de tatlandırıcı olarak satmaktadır. Türkiye'de tarıma ve çiftçiye böyle bir darbe vurulmaktadır. GDO'lara karşı çıkması gereken bir kesim de pancar kooperatifleridir. Pancar kooperatifleri bu konuya duyarlı davranarak kotanın düşürülmesini istiyor. Yani Cargill Şirketinin kotasının yükseltilmesi çiftçinin kotasını düşürmesi anlamına gelir. "

    YAPAY MISIR ŞEKERİNİN ZARARI NE? noimage



    Bu verileri değerlendirmesi için kapısını çaldığımız Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın iyibilgi'ye gönderdiği açıklamada genetiği değiştirilmiş Mısır'dan üretilen şekerin sağlığa açtığı yaralar ile ilgili şu bilgileri paylaşıyor: "Biyoteknolojik yöntemlerle kendi türü haricinde bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara, kısaca, "transgenik" deniliyor.

    Dünyada 13 dolayında ülkede, 60 milyon hektar alanda transgenik ürün yetiştirilmekle birlikte, bunun 2/3'ü, yani yaklaşık 40 milyon hektarı ABD topraklarında bulunmaktadır. Toplam transgenik ekim alanının % 21'i, yani 12.4 milyon hektar alan ise, mısıra ayrılmış. ABD'de borsa fiyatları üzerinden satılan mısırların hemen tamamının transgenik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD, bazı tedarikçi ülkelerin istemleri uyarınca, transgenikj olmayan mısırı sözleşmeli üretimn yoluyla ürettirerek satmakta, ancak yükselen maliyetler nedeniyle bu tip ürünlerin fiyatları, borsa fiyatlarının 50 - 60 $/ton üzerinde gerçekleşmektedir. Başka bir deyişle, verili borsa fiyatları üzerinden ülkeye sokulan ABD kökenli mısırların büyük çoğunluğu transgeniktir.

    Türkiye'de transgenik ürünlerin kullanımı yasak olmasına karşın, gümrük kapılarının transgenik olan -olmayan ürün ayırımı yapabilen teknoloji ile donatılmamış olması, ülkeye transgenik ürünlerin girmesine yol açmaktadır. Bu şekilde ülkeye giren transgenik mısırlar, işlenmiş olarak, çok farklı biçimlerde, marketlerde tüketicilerimiz tarafından satın alınmaktadır. Transgeniklerin risk oluşturduğu alanlar insan ve hayvan sağlığı, biyolojik çeşitlilik, çevre ve sosyo-ekonomik yapı olarak özetlenebilir. Bunlardan insan sağlığı üzerine etkileri ise;

    • Gen aktarımı ile diğer organizmalardan hastalık ve alerji yapacak özelliklerin taşınması riski,

    • Transgenik ürünlerin birincil ve ikincil metabolik ürünleri içinde beklenmeyen biyokimyasal ürünlerin bulunması riski,

    • Antibiyotik dayanıklılık oluşturma riski,

    • Virüs kaynaklı genlerin ortaya çıkardığı değişik olumsuz durumlara ait riskler.

    Türkiye'de tüketici, bilmeden bu risklerle karşı karşıya bulunmaktadır. Diğer taraftan, aşırı dozda NBŞ kullanımı mide ve bağırsakta rahatsızlıklar oluşturmakta, toksik etkiler ve zehirlenmeler yaratabilmektedir. Bu bağlamda, yurtdışında, NBŞ kullanımına yönelik denetimler gerçekleştirilmekte iken, Türkiye'de bu alanda açık bir "denetimsiz kullanım" söz konusudur. Başka bir deyişle, helva¬ baklava-şekerlemeler gibi tüketicinin yoğun olarak kullandığı ürünlerdeki NBŞ kullanımı, imalatçının tutumuna bağlıdır ki, bunun yanlışlığı ortadadır.

    GDO ürünleri sağlığımızı nasıl etkiler?

    GDO'lu ürünlerin temel sakıncalarından biri de insan sağlığına karşı olumsuz etkileri. Uzmanlara göre, sağlık riskleri şunlar; antibiyotiklere karşı dayanıklılık oluşması, gıda olarak kullanımda insan ve hayvanda toksik ya da allerjik etki yapması, doğrudan alım durumunda insan ve hayvan bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşme ihtimali.
    GDO'lu ürünlerin oluşturduğu sağlık risklerini doğrulayan bilimsel araştırmalara her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. Örneğin, Brezilya fındığının bir genine sahip olan transgenik soya fasulyesi, fındığa alerjisi olanlarda alerjiye neden oluyor.
    Rowett Enstitüsü'nde çalışan Arpad Pusztaria'nın son deneyleri GDO'larla ilgili yeni kuşkular ortaya çıkardı. Sözü edilen çalışmada, genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin fareler için toksik olduğu, bağışıklık sisteminde bozukluklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğu ortaya çıktı. Genetiği değiştirilmemiş patateslerle beslenen fareler gayet sağlıklıydı. Sonraki deneyler toksikliğin gen transferi yöntemiyle ilgili olduğunu ortaya çıkardı.
    Bir başka deney, besinler yoluyla aldığımız yabancı DNA'nın hücrelerimize taşınabileceğini ortaya çıkardı. Yakın zamana kadar DNA'nın bağırsaklarımızda sindirilebileceği düşünülüyordu. Ancak deneyler durumun aksini kanıtladı. Bakteriyel bir virüsün DNA'larıyla beslenen farelerde bağırsak boyunca yaşayabilen ve kana karışabilen büyük virüs DNA'sı parçaları bulundu. Alınan DNA'lar lökositlerde, dalak ve karaciğer hücrelerinde de görüldü ve virüs DNA'sının fare genomuna yerleştiği kanıtlandı. Hamile farelere yedirilen virüs DNA'sı, ceninin ve yeni doğmuş yavruların hücrelerine geçtiği de belirlendi.

    GDO VERİMİ GERÇEKTEN ARTIRIRMI?

    GDO sayesinde tarımsal üretimde büyük artışlar sağlanabilir mi? Ekoloji ve doğa bilimleri alanında çalışan her bilimcinin üstüne basa basa belirttiği gibi; doğada bedelsiz kazanç olmaz! Tarımsal üretimin artırılmasıyla sağlanan kazancın bedeli de artan çevre kirliliği, küresel ısınma, yokolan türler ve daha sayılabilecek onlarca çevre sorunu.
    GDO ürünleri ile yapılan tarım çok yeni olduğu için bu konuda rakam vermek çok zor. Ancak sözü edilen kuralları bu alanda da geçerli sayabiliriz. Bu yeni uygulamayla bir süre verim artışı sağlamak mümkün, ancak bu artışı kalıcı kılmak olanaklı değil. Tabii bu arada ödeyeceğimiz bedeli de unutmamak gerekiyor.
    GDO'lu çeşitlerden elde edilen verim, geleneksel tarımla elde edilenin altında. Bu, bu işin patentini alan ticari şirketlerin söylemlerini tamamen yalanlayan bir olgu. GDO'nun randımanı geleneksel tarıma oranla daha az, üstelik tohum başına daha yüksek fiyata, bakım ürünlerinde de eşit masrafa sahip.

    GENETİĞİ DEĞİŞTİRMİŞ ORGANİZMALAR AÇLIĞA ÇARE OLUR MU?

    GDO'yu savunan görüşlerin dayandıkları en önemli noktalardan biri, dünyada giderek artan besin ihtiyacını karşılamak ve açlık sorununa çare bulmak için GDO'nun zorunlu olduğu.
    Çoğu çevrebilimci, üçüncü dünya ülkelerinde görülen açlık sorununun, üretim potansiyelinin eksikliğinden değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımından ve dağılımın adil olmayışından kaynaklandığı görüşünü savunuyor. Uzmanlar, mevcut tarım kapasitesinin dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli olduğunu düşünüyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun 1990 tarihli raporuna göre, tahıl üretimindeki artış, nüfus artışından yüzde 50 daha fazla. Tabii bu rakamlar dünyada açlık sorunu olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak sorun üretimden değil, dağılımın adil olmayışından kaynaklanıyor.
    Açlık sorununun yaşandığı ülkelere bakacak olursak, bu ülkelerin hemen hepsinin batılı ülkelerin eski sömürgeleri olduğunu görürüz. Bu ülkelerin tarım ekonomileri başka ülkelerin yararına kurulmuş durumda. Çoğu ülke bağımsızlıklarını kazandıktan sonra dahi, dış borç vb. ekonomik sorunlarla boğuştukları için ihracata yönelik tarım politikaları uygulamışlar. Yani halkı doyuracak besinler üretmek yerine döviz sağlayacak besinler üretilmeye çalışılmış. Açlık sorunu yaşanan birçok ülkede, eskiden besin yetiştirmek için kullanılan topraklarda kahve, pamuk, muz, kakao gibi gelişmiş ülkelere satılan ürünler yetiştiriliyor. Örneğin, Etiyopya'da açlığın kol gezdiği dönemlerde bile kahve üretimi ve ihracatı sürdürülüyordu.
    Diğer taraftan, konunun bir de israf ve tüketim çılgınlığı boyutu var. ABD Tarım Bakanlığı'nın verilerine göre, ABD'liler her yıl üretilen gıdanın yüzde 25'inden fazlasını israf ediyor. Araştırmaya göre, sadece 1995 yılında çöpe atılan gıda miktarı 43 milyon ton civarında. Bir kişinin günde ortalama 1.5 kilo gıda tükettiğini varsayarsak, israf edilen gıdanın sadece yüzde 5'i bile geri kazanılsa 4 milyon insanın doyması sağlanabilir. Tarımda modern tekniklerin, kimyasal ilaçların, hormonların vb. kullanılmaya başladığı "yeşil devrim" olarak nitelendirilen süreç de kamuoyuna dünyadaki açlığa çare bulmak şiarıyla sunulmuştu. Ancak veriler iddianın tam tersini gösteriyor: Dünya Bankası'nın 1993'te yayınladığı Dünya Kalkınma Raporu verilerine göre, 1976'da düşük gelirli olarak sınıflanan ülkelerde kişi başına düşen ortalama gelir, yüksek gelirli ülkelerdekinin yüzde 2.4'ü kadardı. 1982'de bu oran yüzde 2.3'e, 1988'de yüzde 1.9'a düştü. 1980'den 1990'a kadar, düşük ve orta gelir grubundaki ülkelerde kişi başına gayri safi milli hasıladaki büyüme, gelişmiş ülkelerdekinin yüzde 52'si kadardı.
    Artan besin ihtiyacına yanıt vermek ya da açlığın hüküm sürdüğü yerlere yiyecek götürebilmek için GDO'ya ihtiyacımızın olmadığı açıkça ortada. Dünyadaki açlığın nedeni yeterli besin olmaması değil, besinin adil dağılmaması ve plansız tarım politikaları. Üçüncü dünya ülkelerinin tarım politikalarıyla ilgili zaten yeteri kadar derdi varken, bu ülkelerin tarımına bir de GDO üreticisi çok uluslu şirketlerin sokulmaya çalışılmasının pek de iyi niyetle ilgisi olmasa gerek.

    GDO ÜRETİCİSİ FİRMALARIN NİYETİ NE?

    Ekolog Pimentel'in verdiği rakamlara göre, tarla için harcanan toplam enerjinin %32'si azotlu gübre üretimine, %28'i tarım makineleri yakıtına, %15'i bu makinelerin yapımı ve bakımına, %11'i çeşitli işler için kullanılan elektrik enerjisine, %4'ü ürünü kurutmaya harcanıyor. Bunlardan sonra gelen girdiler %2'şer değerle taşıma ve dağıtım, potasyumlu gübre, fosforlu gübre ve tohum. %2'den az olan girdiler de, ot ilacı, böcek ilacı, sulama ve işçilik. Görüldüğü gibi sanayileşmiş tarımda kol gücünün toplam girdiler içindeki payı oldukça az.
    Tabloyu dikkatle incelediğimizde yukarıda sözkonusu olan olayın bildiğimiz anlamda çiftçilik değil, tarım sanayii olduğunu görüyoruz. Yşin püf noktası da zaten burada. Çiftçi tarlasındaki ürünü elde etmek için büyük oranda bu konuda üretim yapan çeşitli sanayi kuruluşlarına bağlı. Bu sanayi kuruluşlarının büyük bir kısmının çok uluslu şirketler olduğunu tahmin etmek zor değil.
    Dünyada genetiği değiştirilmiş tarım ve yem ürünlerinin tohum piyasası 8-10 firmanın elinde. Bu firmaların ana hedefi; dünyadaki tüm ülkelerin tarım ve hayvancılığını, tohum alımında kendilerine bağlanacak şekilde biçimlendirmek.

    GDO ÜZERİNDEKİ PATENT UYGULAMALARI

    GDO'lar bir hakim olma tekniğidir. Patent hakkı da bu hakimiyeti sağlayan en önemli araçtır. Günümüzde GDO'lar, özellikle tekniği ön plana çıkarılarak, hem teknik, hem de ürün olarak patent kapsamında korunabiliyor. Genetik yapısı değiştirilen ürünler patentleniyor. Çünkü bu çalışmaları yapan şirketlerin temel kazanç modeli, patent bedeli tahsil etme üstüne kurulu. Örneğin sadece mikroorganizmayı bile patent kapsamında koruyabiliyorsunuz, bunlarla ilgili büyük saklama kuruluşları var. Halbuki doğada o mikroorganizma milyonlarca yıldır yaşıyor, fakat siz onu doğal ortamından yalıttığınız ve belirli özelliklerini gösterdiğiniz, ispatlayabildiğiniz için bir tekel hakkı, korunma hakkını almak istiyorsunuz ve bu istisna size tanınıyor.

    Gen bulunması ve tanımlanması çok zor olduğu ve büyük yatırımlar gerektiği için (Avrupa Patent Sözleşmesi'ne göre); bunun işlevini göstermek şartıyla, örneğin hangi proteini kodladığı, ne gibi işlevlerinin bulunduğunu ispat etmek şartıyla bir başvuru yapılıp, bu konuyla ilgili patent alınabiliyor. Oysa patent sadece yenilik özelliği taşıyan ve sanayide uygulanabilirliği olan buluşları korumak içindir. Genetik değişikliklerde, ancak değişikliğin gerçekleştirildiği tekniğin patenti alınmalıdır. Doğada bulunan genler için verilen diğer tüm patentler meşru değildir. Bunun adı biyolojik korsanlıktır.
    Patent alınması halinde de genetik olarak değiştirilmiş pamuk, mısır ya da tütün tohumunu eken çiftçi, hasattan sonra elinde kalan tohumları ekinde yeniden kullanırsa, patent sahibine bir bedel ödemek zorunda kalıyor... Tarımsal üretimin en temel ve en eski yöntemlerinden olan, kendi ürününden gelecek yıl için tohumluk ayırma geleneği ve hakkı, bu şekilde ortadan tümüyle kaldırılmış oluyor.

    Zengin gen kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerinin sahip oldukları kaynaklar üzerindeki patent hakları yavaş yavaş gelişmiş birkaç ülkenin, hatta birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanıyor.
    Batı'da çevreci akımların mücadeleleri sonucunda, GDO'lu ürünlerin ekimi ve ülkeye sokulması, ciddi engellerle karşılaşıyor. AB mevzuatı ile karşılaştırıldığında bu ürünlerin üretimi, ihracatı, ithalatı bakımından Türkiye'de herhangi bir hukuksal gelişme olmadığı görülüyor. Ayrıca her şey kapalı kapılar ardında cereyan ediyor. Ne tüketici, ne de üretici bu konuda bilinçlendirilmiş değil. Oysa GDO'ların doğal çeşitliliğe ve insan sağlığına zararları çok açık.
    Ticaretin serbestleştirilmesi AB'ye üyelikten sonra bir zorunluluk olacak. Yani ticarete konu olan biyoteknoloji ürünleri de Türkiye'ye gelebilecek. Örneğin, transgenik buğday çeşitlerini buğdayın anavatanı olan Türkiye'de üretmeye başladığımız zaman genetik kaynaklarımızı büyük bir tehdit altına sokmuş olacağız.

    Türkiye'den ekolojik yaşamı üretim boyutundan sosyal boyutuna kadar bütünsel bir yaşam felsefesi olarak gören, dünyanın kötü gidişini engelleyici, alternatif bir yaşam biçimi olarak benimseyen bireyler olarak sesleniyoruz:

    1) Gelecekte ekoloji ve insanlık adına ne kadar bedel ödeteceği belli olmayan, sistemi tümüyle değiştirebilecek, çıkaracağı sağlık problemleriyle dünyanın düzenini bozacak GDO'lu ürünleri kesinlikle reddediyoruz. Bunların Türkiye'ye sokulmasının önlenmesini istiyoruz.

    2) GDO'lu tarım kendi dışındaki tüm tarım şekillerini ve özellikle ekolojik tarımı yokeden totaliter bir tekniktir. Bu nedenle GDO tohumlarının ülkemize girişi yasaklanmalı, GDO'lu tarım yapılmamalıdır. Tarımsal üretimin doğal evrelerine ve ritmine saygılı olunmalıdır.

    3) GDO'lu besinler geleneksel ve yerel beslenme kültürü ve hakkına açık bir saldırıdır. GDO'lu ürünlerin ülkeye girişinin mümkün olması durumunda ve her halükarda bu ürünlerin üzerinde "ne olduklarını" belirten "etiketlerin" olmasını istiyoruz. Tüketicinin alacağı üründe GDO olup olmadığını bilmesi, seçimini kendi insiyatifine göre yapabilmesi tüketicinin en temel hakkıdır, diye düşünüyoruz.

    4) GDO'lu ürünlerin kullanılmış olması ihtimaline karşı GDO'lu ürün kullandığı bilinen Nestle ürünleri gibi ithal bazı ürünlerin mercek altına alınmasını, Cargill, Novartis, Zeneca, Du-Pont, Syngenta, Monsanto ve Dow Chemical gibi GDO üreticisi şirketlerin Türkiye'ye getirdiği ürünlerin mercek altına alınmasını istiyoruz.

    5) GDO'lu ürünlerin %98'i böcek ilacı içerdiği için Sağlık Bakanlığı'nın ilgili kuruluşlarınca denetlenmelidir.

    6) Çiftçi örgütleri, ziraat odaları gibi kurumlar GDO'lu ürünlerle mücadele kapsamında kendi aralarında memoranduma gitmelidirler. Gelecekte olası bir GDO tehlikesinde, gen tekniklerinden ve genetik olarak değiştirilmiş ürünlerden arındırılmış olan kurtarılmış bölgeler, ancak bu şekilde oluşturulabilir.

    7) Ulusal Biyogüvenlik Komitesi'ne başta ekoloji-çevre örgütleri olmak üzere, ziraat odaları, tarımla ilgili tüm sivil toplum kuruluşları ve tüketici örgütleri katılmalıdır.

    8) GDO'lu tohumların ekimleriyle ilgili karşı çıkışlar ve oluşturulan memorandumlar, sadece ekolojik olarak hassas bölgelerle sınırlı olmamalıdır.

    9) Genetiği değistirilmiş tarım ve yem ürünleri Türkiye'deki fiyatların çok çok altındadır. Bu fiyatlar Türk çiftçisi ve hayvancılık ile uğraşanlar için ekonomik açıdan çok cazip görünmektedir. Bu aldatmacanın karşısında gerekli bilgilendirmenin başta il ve ilçe tarım örgütleri olmak üzere ilgili kurumlarca kesinlikle yapılması, devletin ve sivil toplum örgütlerinin görevidir.

    10) Ulusal Biyogüvenlik Koordinasyon Komitesi'nin çalışmaları Mart 2004'te bitiyor, ancak projenin uzatılması kuvvetle muhtemel. Bu proje çalışmaları ile hazırlanacak yasa tasarısının ilgili bakanlıklarda (Tarım, Çevre-Orman, Sağlık, vb.) görüşülüp TBMM'ye gelmesi ve yasalaşmasının en az 4-5 yıl olduğu ifade ediliyor. Bu kanunun aciliyeti ortadadır ve en kısa sürede çıkarılması gerekmektedir. GDO'lu ürünler hakkında her ülkenin kendi önlemlerini alacağı yönündeki uyarı gereği Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Genelgesi'nin 11. ve 12. Maddelerinde belirtilen yasaklamalar geçerliliğini korumalı, bu hükümlerin aksine düzenlemelere gidilmemelidir.

    11) Türk Gıda Kodeksi mevzuatında GDO'lu ürünler tanımlanmalı ve insan sağlığına zararlı olduğu için yasaklanmalıdır.

    12) Ynsan sağlığını tehdit edecek, kamu düzenini bozacak, çevre sağlığına, ekolojik sisteme ve biyolojik çeşitliliğe zarar vereceği düşünülen buluşlara patent verilmemesi, varolan patentlerin de iptal edilmesi gündeme getirilmelidir.

    13) Genetiği değiştirilmiş tarım ve yem ürünleri için mevcut yasa, yönetmelik ve mevzuatlarımız, gümrüklerimiz, analiz için laboratuvarlarımız hazır değildir. Bu hazırlıkların bir an önce yapılması gerekmektedir.

    14) Ülkemizin sahip olduğu gen kaynakları en önemli zenginliklerimizden biridir. Bu çerçevede devlet ve sivil toplum kuruluşları yerli gen kaynaklarının korunması ve ıslahı için kurumsallaşmalı, gen kaynaklarımız, yasalarla çok uluslu şirketlerin tehditlerine karşı korunmalıdır.

    Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO) insan sağlığını tehdit etmesi nedeniyle Avrupa'nın bir çok ülkesinde yasaklanırken, ancak bir defa kullanılan ve tohum bırakmayan hibrit tohumları ise Türk tarımını hızla dışa bağımlı hale getiriyor.
    Hibrit tohumları, sadece bir kez ürün alınabildiği ve kendi tohumunu bırakmadığı için "terminatör tohumlar" olarak anılıyor.

    Verimlilikleri nedeniyle tercih edilen Hibrit tohumların kullanımı hızla artarken, Türkiye bir yandan da tohumculukta dışa bağımlı hale geliyor. 2002 yılında 6 milyon dolar hibrit tohum ithal edilirken, bu oran 2004 yılında 45 milyon dolara yükseldi.

    HER YIL YENİ TOHUM GEREKİYOR

    Türkiye bu konuda yeterince araştırma yapmadığı için hibrit tohumların yüzde 90'ını ithal ediyor. Hibrit ürünlerin tohumları verimsiz olduğu için her yıl yeni tohum alınması gerekiyor. Hibrit tohumlama alanında dış ülkelere bağımlı olan Türkiye, geçen 3 yıl zarfında 100 milyon doların üzerinde hibrit tohum ithal etti.

    Hibrit tohumları üretimini sağlayan başta ABD, İsrail, Kanada, Çin, Almanya, Fransa ve Hollanda ise bu tohumların patentini elde etmek için büyük bir rekabet içine girdiler.

    Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (TÜGEM) Genel Müdür Yardımcısı Talat Şentürk de hibrit tohumlarının her yıl yeniden satın alınması gerektiğini belirterek, "Hibrit tohumu ekildikten sonra ondan tohum alınmıyor. Çünkü bu ürünlerde alınan tohumlarda verim yüzde 75 oranında düşüyor. Bunun için her yıl bu hibrit tohumları satın almak gerekiyor" diye konuştu.

    Şentürk, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu tohum miktarının 1 milyon 100 bin ton civarında olduğuna dikkat çekerek, ancak Türkiye'nin 340 bin ton tohum üretebildiğini söyledi. Türkiye en fazla hibrit tohum ithalatını 19 milyon dolarla Hollanda'dan yapıyor. İkinci sırada ise 8.5 milyon dolarla İsrail geliyor. Fransa, 8.5 milyon dolarla üçüncü sırada yer alırken, onları 6.5 milyon dolarla ABD ve 4.5 milyon dolarla Almanya izliyor.

    BAĞIMLILIK MEYDANA GETİRİYOR

    Tohumu ektiği üründen elde eden çiftçiler ise genetiği değiştirmiş ürünlerden tohum alamadığı için her yıl yeniden tohum satın almak zorunda kalacaklar. Hasadının sonunda yeni tohumların elde edilmesi halinde kazanç kapılarının kapanacağını bilen şirketlerin kendi kendini yok eden ve bu yüzden terminatör olarak adlandırılan tohumu geliştirerek, büyük bir rant kapısı oluşturdular. Çiftçiler her yıl para vererek yeniden tohum almak zorunda kaldıkları gibi ayrıca bu alanlarda kullanılmak için üretilmiş birkaç çeşit kimyasala da bağımlı hale geliyor. Tohumların içine yerleştirilen 'terminatör' gen nedeniyle tohumun sadece o yıl ürün vermesi sağlanıyor.

    HANGİ TOHUMLAR İTHAL EDİLİYOR?

    Türkiye, üretimi yeterli olmadığı için birçok ürünün tohumunu ithal etmek zorunda kalıyor. Standart veya hibrid olarak tohumu ithal edilen ürünler şunlar: Buğday, mısır, çeltik, nohut, fasulye, soya, şekerpancarı, ayçiçeği, patates, sebze, çim-çayırotu. GDO'su değiştirilmiş ürünlerin sadece belli bazı gübrelere ve ilaçlara ihtiyaç duyacağı belirtiliyor. Ürünlerin hangi gübreye ve ilaçlara ihtiyaç duyacağını ise bu ürünleri üreten şirketler belirleyecek. Böylece gübre ve ilaçta da aynı ülkeler tekeli ele geçirecek.

    HİBRİT KİMLERİN TEKELİNDE?

    GDO'lu ürünlerin üretilmesi konusunda uzun süredir ABD, İsrail, Kanada, Çin, Almanya, Fransa ve Hollanda büyük araştırmalar yapıyor. Bu ülkeler arasında yeni ürünlerin tohumlarını elde tutmak için hızlı bir rekabet yaşanıyor. Bu ülkeler tohumların üretimini kendi tekellerine alarak, ürünlerin kontrolünü ellerinde tutmayı amaçlıyor.GDO' su değiştirilmiş ürünler tabiattaki biyoçeşitliliğin yok olmasına, bu da tohumcululuk sektörüne para yatırım yapanların tekel haline gelmesine neden olacak.

    TOHUM STRATEJİK SİLAH OLACAK

    GDO' su değiştirilen ürünlerin genetiği bunu üreten ülkenin elinde olacak. Bu ülkeler, bu ürünlerin zayıf noktalarını çok iyi bilecek. Bir kriz anında bu ürünleri üreten ülkeler, küçük bir kimyasal ilaçla, bütün bir ürünün yok olması sağlayabilecek. GDO'lu ürünlerin patentini elinde tutan ülke ve firmalar, bu stratejik silahın da sahibi olacak. Türkiye'de GDO' su değiştirilmiş ürünlerin üretilmesine izin verilmiyor. Bu ürünlerin Türkiye'de üretilmesi ve satılması yasak. Konuyla ilgili Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nın "Ulusal Biyogüvenlilik Yasa Tasarısı" çalışması var.


    TERMİNATÖR GENİ (TOHUMU)

    Genetiği ile oynanmış ürünlerin tohumları için kullandı. "Bu tohumlarla üretim yapmaya başladıktan sonra, yaz geçtim yerel tohumlarla üretim yapacağım diyemiyorsunuz çünkü bunlar terminatör gibi, izin vermiyor"



#11.12.2007 12:37 0 0 0
  • çok güzel bir konuya deginmişin cihanasran.ithal yolu ile ülkemize giren genetik yapısı değiştirilmiş ürün, tohum ve katkı maddelerini kullanımı halen devam etmekte
#11.12.2007 16:18 0 0 0
  • Arkadaşlar bu konu çok önemli o yüzden okumadan geçmiyelim.
#12.12.2007 15:44 0 0 0
  • Son günlerde haber kaynaklarımız ithal edilen Genetik Gıdaları gündemimize taşıdılar.Olay,yıllardır anlatmaya çalıştığımız, ülkemizde istediği gibi at oynatabilen "Gıda Terörü"nün bir parçasından ibarettir.
#14.01.2008 17:25 0 0 0


  • Okunmadan geçen her bilgi ileriki yıllarda O konuyla karşılaştığımızda; o konular hakkındaki cehalettimizi yüzeye çıkarır.


#07.04.2008 15:43 0 0 0
  • Konu gercekten cok Önemli sakin kafyala okuyup anlamak lazim
    tesekkürler cihanasran
    yaptigin paylasimlar hakikaten cok faydali
    main-board yönetimi adina sana tesekkür ederiz
#07.04.2008 15:48 0 0 0
  • İthal gelmiyen ne varki Türkiye ye herşey dışardan üretim yok sadece tüketim var sonumuz hayır olsun inşallah
#07.04.2008 16:14 0 0 0
  • Sevgili arkadaşım cihanasran,

    Böylesine önemli bir konuyu hem gündeme getirdiğiniz
    ve hem de detaylı olarak bizlerle paylaştığınız için
    size çok teşekkür ederim.


    Bakalım ilgililer ne zaman bu konuya
    ciddi olarak el atacaklar..
#07.04.2008 16:44 0 0 0

  • arkadaşlar konuyu daha düzenli bir hale getirdim.

#07.04.2008 17:14 0 0 0
  • Te$ekkürLer

    Ama Konu Gercekten ÇoooK Uzun Ne Kadar YararLı oLsada Tamamı Okunmaz Die Dü$ünüyorum

    Sen Yapacagını Yapmı$sın Ama
#07.04.2008 17:52 0 0 0
  • Konu gercekten cok Önemli ama bu gelde insanlara anlat anlatabilirsen

    paylaşımın için teşekürler cihan
#15.04.2008 14:41 0 0 0
  • bencede önemli bir konu ama vulkanında yukarıda söylediği gibi insanlara anlatmak zor.

    paylaşımın için teşekürler
#14.06.2008 18:56 0 0 0


  • _____________________________________________________________
    __________________________________

    Açtığım bu konuyada gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler.


    Unutmayalımkı bildiğimiz ancak paylaşıldıkça öğretilir.



    _____________________________________________________________
    __________________________________


#25.05.2009 22:50 0 0 0
  • GDO Konusuna Benzer Konular
  • Böyle bir şey olamaz.! Hiç alakalı konu bulamadık.
  • Plastik Gıda Ambalajı 25.05.2009 22:50