Doğru Yazalım Doğru Konuşalım 3

Son güncelleme: 21.09.2008 01:07


  • Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR

    Hediye, armağan, belek, gayriyasal, düşkünler evi, özel adlara getirilen ekler üzerine.

    Hediye, armağan, belek
    Cumhuriyet döneminde yapılan Türkçeleştirme çalışmaları sırasında önerilen Türkçe kelimelerden biri de armağan'dır. Armağan, hediye'ye karşılık olarak gösterilmiştir. Türk Dil Kurumu, 23 Eylül 1934 tarihinde Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlattığı kelime listesinde hediye'nin karşılığını armağan olarak vermiştir. Aradan 70 yıl geçti. Dilde eski bir kelime durumuna girmiş olan armağan, bu süre içinde canlandı ve anlamı çeşitlendi. Ancak armağan sözü hususi (otomobil), özel (otomobil) örneğinde olduğu gibi hediye'nın yerini tamamıyla alamadı. Her iki söz de Türkçede varlıklarını sürdürdü. Bu gelişme sırasında iki kelime arasında bazı anlam incelikleri doğdu ve kullanım yerleri farklılaştı. Armağan bugün hediye anlamı yanında "mükâfat, ödül" anlamlarında da kullanılıyor. Öte yandan armağan, Hasan Eren Armağanı, Zeynep Korkmaz Armağanı, Saim Sakaoğlu Armağanı, Tuncer Gülensoy Armağanı örneklerinde olduğu gibi bir bilim adamının yaptığı hizmetleri anmak, onun bilime olan katkılarını belirtmek amacıyla hazırlanmış olan kitap anlamını da kazandı.
    Armağan'ın yazı dilinde var olduğu düşünmüş eski metinlerden kelimeler derlenerek hazırlanan ve Türk Dil Kurumunca yayımlanmış bulunan Tarama Sözlüğü'ne bu söz alınmamıştır. Oysa eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış bazı kaynaklarda bu kelimeye rastlanmaktadır. Örnek olarak Türk Dil Kurumu yayınları içinde çıkmış olan Yard. Doç. Dr. Paşa Yavuzarslan'ın doktora tezinde armağan iki yerde geçiyor. Birini buraya aktaralım: ...iy nefs bunı bilmez misin ki, kaçan bir dost dostuna tuhfe ve armagan gönderse ol anı aguyısa red eylemez... (Münebbihü'r-rakidin 113. sayfa). Yakın anlamlı tuhfe kelimesiyle birlikte kullanılan armağan burada "hediye" anlamındadır.
    Armağan kelimesine Hasan Eren, Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü adlı eserinde yer vermiş, Alman Türkolog G. Doerfer de Türkishe und mongolische Elemente im Neuperischen (I-IV, Viesbaden 1963-1975) adlı eserinde bu kelimeyi ele almış ve bunun Arapçada ve Farsçada da kullanılmış bir kelime olduğunu örneklerle açıklamıştır.
    Armağan'ın karşılığı olan hediye'nin Türkçede giderek anlam alanının daralması beklenirken aksine hediye'nin kullanım alanı genişlemiş, yeni türevler oluşmuştur. Bu gelişmeler içinde hediye'niniki batı kökenli kelimeyle birlikte kullanıldığını, hediye çeki ile hediye kuponu kelimelerinin doğduğunu görüyoruz. Bu iki söz, Türk Dil Kurumunun 1998 baskılı Türkçe Sözlük'ünde yoktur. Bunlar, 2005 tarihinde yayımlanan Türkçe Sözlük'te yer almıştır. Görüldüğü gibi dil canlı bir varlık gibi sürekli gelişiyor ve değişiyor. Dildeki canlılığa bu tür örnekler kanıt olarak gösterilmelidir.
    Hediye karşılığı armağan gibi Türk dilinde bir de belek kelimesi vardır. Belek maalesef armağan gibi canlandırılamamıştır. Türk Dil Kurumunca 1934 yılında yayımlanan Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi II adlı eserde belek yer almış ve bahşiş, hediye karşılığı olarak önerilmiştir. Ancak bu kelime tarihî metinlerden günümüz yazı diline geçememiş, armağan kelimesi kadar şanslı olamamıştır. Belek bugün Kırgızcada hediye anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca kuzey Türk lehçelerinde de bölek, bülek biçimlerinde yaygındır. Belek eski Anadolu Türkçesinde de geniş bir biçimde kullanılmıştır. Ancak 1732 tarihinde yayımlanan Şeyhülislam Mehmed Esat Efendi'nin Lehçetü'l-Lugat adlı eserinde belek kelimesini bulamıyoruz. Anlaşılan 1700'lü yıllarda belek kullanımdan kalkmış, bu kavram, çoğu Arapça bir kısmı da Farsça olan şu kelimelerle ifade edilegelmiştir:
    Arapça kökenli olanlar: hediye, tuhfe, atiye, atâ, teberru , ihsan.
    Farsça kökenli olanlar: bahşiş, bergüzar, peşkeş.
    Zamanla bunların da atiye-i seniye, muharrem atiyesi, bayram hediyesi, hediye-yi behiye, hediye kuponu, hediye çeki, cülus bahşişi gibi çeşitli türevleri oluşmuştur. Her birinin diğerinden farklı anlamı bulunan bu kelimelerden Türk kültür hayatında hediyenin geniş bir yeri olduğu anlaşılmaktadır.
    Bu bahsi noktalamadan fiyat sorulurken kullanılan "Hediyesi ne kadar?" sözü üzerinde de durmak gerekir. Şemsettin Sami, sözlüğünde bunun yalnızca Kuran söz konusu olduğunda kullanılması gerektiğini belirtiyor. Bugün ise bu uyarı unutulmuş gibidir. Herhangi bir malın fiyatını sorarken "Hediyesi ne kadar ?" diye sorulduğuna tanık oluyoruz.
    Gayriyasal
    Haber Türk kanalında 27.10.2005 gecesi saat 7.40'ta Özkan Canaydın ile yapılan konuşmalar arasında kullanılan kelimelerden biri gayrıyasal idi. Arapça kökenli gayr ile Türkçe kökenli yasal kelimesinden oluşan bu garip söze başka konuşmalarda da rastlamaktayız. Türkçe bir kelimeye Arapça, Farsça, Fransızca ön ekler getirmek bu ara sık duyulmaya başlandı. Son örneği de antiyasal ve yukarıda verdiğimiz gayriyasal'dır.
    Gayr ile kurulmuş Osmanlıca kelimelerin birçoğuna özellikle terim düzeyinde uygun karşılıklar bulamadığımız, gayr'ın temsil ettiği kavramı kelimenin sonuna antifriz, donmaönler örneğinde olduğu gibi bir isim veya ek getirerek karşılayamadığımız için bunların yerlerini batı kökenli kelimeler aldı. 2005 tarihli Türkçe Sözlük'te Türkçe eklerle genişletilmiş türevleri dışında anti ile kurulu otuz iki kelime var: antialerjik, antiasit, antibiyotik, antidamping, anti*demakratik, antidot, antiemperyalizm, antiemperyalist, antifriz, antihijyenik, antijen, antikapitalist, antikapitalizm, antikatot, antikominist, antikominizm, antikor, antioksidan, antipati, antipatik, antipropaganda, antisemit, antisemitik, antise*mist, anti*semitizm, antisepsi, antiseptik, antisiklon, antitez, antitoksik, antitoksin, antitonal.
    Tıpta, eczacılıkta, biyolojide, kullanılan bu yapıdaki batı kökenli kelime sayısı çok daha fazladır. Bunun için şu örnekleri verebiliriz: Antiamibik, antianjinal, antiaritmik, antiaromatik birleşik, antiasmetik, antiaterosklerotik, anti*depresan, antidiyabetik, antidiyareik, antiemik, antiepiletik, antifibrinolitik, anti*flojistik, antifungal, antihelmintik, antihidrotik, antihipertansiyon, antihipoglisemik, antihistaminik, antienflamatuvar, antikoagülan, antikolinesteraz, antimaleryal, an*timetabolit, antimikotik, antimikrobiyal, antineoplastik, antinevraljik, antiparkin*son, antiperspiran, antipiretik, antiproliferatif, antipsikotik, antiraşitik, antiretrovi*ral, antirezistan, antitiroit, antisekretuvar, antitoksin, antitrombositik, antitrom*botik, antitüsif, antiviral vb.
    Türk gençleri bugün üniversite sıralarında anti- ile yapılmış bu tür yüzlerce batı kökenli kelimenin okunuşunu, imlasını öğrenmeye, ve bunları kullanmaya çalışıyor. Bunların hiç olmazsa bir bölümüne karşılık bulmak veya söz konusu terimlerin üzerindeki yabancı ekleri Türkçe eklerle karşılamak konusunda hiçbir girişim olmamakta, ilgililer buna izin vermemektedir. İlgili öğretim üyelerine sorulduğunda bunların batı dünyasının bilim çevrelerinde kullanıldığını, dolayısıyla bu terimlere dokunulmaması gerektiğini söylemektedirler.
    Türkçe Sözlük'teki anti- ön eki ile kurulmuş batı kökenli kelimeleri tekrar etmemek için bunların arasına yukarıda sıralanan terimler alınmamıştır.
    Bir ön ek gibi kelimelerin başına getirilen ve olumsuzluk anlamı veren gayr ile kurulmuş kelimelerin sayısı son otuz kırk yıl içinde iyice azaldı. Osmanlı Türkçesinde gayr, ihtiyaç duyulan her Arapça kelimenin başına getirilebilmiş ve gayrımutabık, gayrimalum, gayrımüsmir, gayrıcaiz, gayriilmî gibiyüzlerce kelimeyle birlikte kullanılarak çeşitli kavramları karşılamıştır. Bugün 2005 tarihli Türkçe Sözlük'te gayr ile kurulmuş yirmi beş kelime var.
    Türkçe Sözlük'te yer alan gayriahlaki, gayriciddi, gayriihtiyari, gayriinsani, gayrikabil, gayrikanuni, gayrimenkul, gayrimeşru, gayrimüslim, gayriresmî örneklerinde görüldüğü gibi hepsinde ikinci kelime Arapçadır. Bu şekil herhangi bir Türkçe kelimenin başına getirilmemiştir. Bu kelimeler izafet kesresi adı verilen bağlama ünlüsü i sesi ile birbirine bağlanır. Türk Dil Kurumunun imla kılavuzları bu tür kelimeleri öteden beri bitişik yazmış ve bu imla yaygınlaşmıştır. Nijat Özön'ün Yapı Kredi yayınları arasında çıkan Büyük Dil Kılavuzu adlı çalışmasında ise bu tür kelimelerin sayısı yüz ellidir. N. Özön'ün bu sayıyı artırması gayri şuur, bilinçdışı; gayri uzvi, inorganik; gayri meskûn, ıssız örneklerinde olduğu gibi karşılıklarıyla kelimeleri sıralaması, anlaşılan bunların karşılıklarının neler olduğunu göstermek düşüncesine dayanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılmış olan Örneklerle Türkçe Sözlük'te ise gayr ile kurulmuş 29 kelime var.
    Önce şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlı Türkçesinde gayr ile kurulu hangi kelime ve terimin var olduğu konusunda bir araştırma yapılmamış, bunların Türkçe karşılıkları üzerinde durulmamış, gayr'ın hangi kelime ve ekle kullanılacağı üzerinde kapsayıcı bir karar verilmemiştir. Gayr ile kurulmuş kelimelerin tanımları da sözlüklerde yoktur. Bu yapıdaki kelimelerin çokluğu sebebiyle gayr ile kurulmuş biçimlere eski sözlüklerde yer verilmemiş, yalnızca gayr kelimesi madde başı olarak alınmış ve bunlarla kurulmuş birkaç kelime örnek olarak gösterilmiştir. Eğer vaktiyle bu kelimelerin, özellikle terim olanlarının bir listesi çıkarılmış ve Türkçe kaşılıkları verilmiş olsaydı, herhangi bir kargaşa yaşanmaz ve bazı terimler karşılıkları gösterilmediği için tarihe karışmaz, bunların yerini inorganik, indeterminizm örneklerinde olduğu gibi batı kökenli terimler almazdı. Bulunan karşılıklarda da bir istikrar yoktur. Örnek olarak gayrikanuni, gayrimeşru bu iki terim N. Özön'ün kılavuzunda yasadışı terimiyle karşılanmıştır. Oysa günümüzde gayrikanuni, yasa dışı ile karşılanırken gayrimeşru varlığını koruyor.
    2005 tarihli Türkçe Sözlük'te yer alan Türkçe karşılıkların her iki kelimesi de kendi anlamlarında olduğu düşünülerek ayrı yer almış; N. Özön ise iki kelimeden oluşan söz konusu kelimelerden Osmanlıcasını ayrı, Türkçe karşılığını bitişik yazmıştır. Bu yolda da kaynaklar arasında bir kargaşa söz konusudur. Bu kargaşa basına da yansımıştır. Ayrı veya bitişik imlalar yanında söz konusu kelimeler gayr-i meşru örneğinde olduğu gibi bağlama i'si de gösterilerek açılmış biçimiyle yazılmaktadır.
    Bu tür sorunlar yanında şimdi gayr sözünün Türkçe kelimelere de getirilişi bir başka kargaşaya yol açmıştır. Bu durum dile gösterilen ilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Toplumumuzda dili özenle kullanma kaygısı genel olarak gelişmemiştir. Her aydının gayr nedir, bunun Türkçesi ne olabilir diye bir bilgisi olmalıdır. Gayrı karşılayan kelimenin, Türkçenin yapısına uygun olarak başa değil, kelimenin sonuna getirilmesi gerektiği bilinmelidir.
    Düşkünler evi
    Düşkünler evi sözüitici, ürkütücü, hoş olmayan bir ad. Bunun eski adı darülaceze idi. Bu ad da ürkütücü ve soğuk bir ad idi. Ancak bu iki kelimeden oluşan sözün çok kimse anlamını bilmezdi; dolayısıyla düşkünler evi sözüne göre biraz daha insanlara yakındı. Bu adı kimin koyduğunu bilmiyoruz. Türkçeleştirme sırasında bu eve daha çekici, daha kucak açıcı, kol kanat gerici bir ad verilebilirdi. Örnek olarak adı bakım yurdu, bakım sarayı, bakım konağı olabilirdi. Hastanelerde de bakma, bakım, bakıcı gibi terimler vardır. Bu sebeple bakım bu tamlamaya uygun düşerdi. Güçsüzler evi, güçsüzler yurdu adlandırmalarının da düşkünler evi sözünden pek farkı yoktur. Türkçede anlamca çeşitlenen ve "ev, daire, mesken, konak" anlamına gelen Arapça kökenli dar kelimesi bir tamlama biçiminde pek çok kelimenin başına getirilmiştir. "Savaş yeri "anlamında darü'l-harp bunlardan biridir. "Öğretmen okulu" anlamında darü'l-muallimin bir başka örnektir.
    Türkçeleştirme sırasında dar'ın yalnızca ev ile karşılanması doğru olmamış, adlandırmaları kısıtlamıştır. Yurt, köşk, saray, konak veya meskenlere verdiğimiz çeşitli adlardan biri ile bu kısıtlı adlandırmanın önüne geçilebilirdi.
    Arapça kökenli dar kelimesinden Farsça kurallara göre de tamlamalar yapılmış ve türetmelerde bulunulmuştur. "Dünya" anlamında dar-ı dünya, dar-ı fena, "ahiret anlamında dar-ı beka bu tür örneklerden birkaçıdır. Nijat Özön'ün Yapı Kredi yayınları içinde çıkan Büyük Dil Kılavuzu adlı çalışmasında dar ile kurulmuş on bir kelime, 2005 tarihli Türk Dil Kurumu tarafından çıkarılan Türkçe Sözlük'te ise dört kelime bulunmaktadır. Bunlar darülaceze, darülbedayi, darüleytam, darülfünun' dur. Darülfünun'un günümüzdeki karşılığı üniversite'dir. "Öksüzler evi, öksüzler yurdu" anlamında olan darüleytam diye bugün faal bir kuruluş olmadığı için bu ad da artık kullanılmaz olmuştur. Aslında Osmanlı toplumunda dar kelimesiyle kurulmuş kelimelerin pek çoğu bugün unutulmuş veya o kültürlerin, o faaliyetlerin, uygulamaların ve kuruluşların ortadan kalkmasıyla onlara verilen adlar da tarihe karışmıştır. Mehmet Zeki Pakalın'ın Osmanlı Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü'nde dar ile yapılmış kırk bir kelime bulunmakta ve bunların anlamları uzun uzun açıklanmaktadır.
    Konu ile ilgili bir başka dikkat çekici duruma değinmeden geçmeyelim. Bugün kullanımda olan düşkünler evi, düşkünler yurdu kelimeleri 1998 tarihli Türkçe Sözlük'te ayrı yazılmıştı. Günlük kullanımda ev kelimesi daha çok bitişik yazıldığından ve öteki kaynaklarda da ev kelimesinin bitişik yazılması gelenekleştiğinden Türk Dil Kurumu, son olarak çıkarttığı 2005 tarihli Türkçe Sözlük'te düşkünler evi de dahil olmak üzere ev ile yapılmış öteki kelimelerin bitişik yazılması benimsemiştir. Buna karşılık yurt ile kurulmuş olan kelimelerin imlasında herhangi bir değişiklik yapılmamış yurt sözü düşkünler yurdu örneğinde olduğu gibi ayrı yazılmıştır.
    Özel adlara getirilen ekler
    Bu ara yayın organlarında adı en çok geçen kişilerden biri yazar Orhan Pamuk'tur. Bu yazarımızın soyadı k sesi ile bitmektedir. Hüseyin Çelik adı da basında Milli Eğitim Bakanı olması dolayısıyla sık geçen adlardan biridir. Bu soyadının da son sesinde k ünsüzü bulunur. Her iki şahsiyetin soyadlarına ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde yanlış telaffuz ediliyor. Okunuş Orhan Pamuğun veya Orhan Pamuğa olması gerekirken yazılışın etkisinde kalınarak bazı radyo ve televizyon sipikerleri bu adı Orhan Pamuka, Orhan Pamukun biçiminde söylemektedirler. Bu durum, Orhan Pamuk'un veya Orhan Pamuk'a, Orhan Pamuk'u biçimindeki yazılıştan kaynaklanıyor. Okuyucular, spikerler ne görüyorlarsa onu okuyor ve söyleyişteki ses değişikliğini dikkate almıyorlar. Bu yanlış söyleyişi doğru bulup "Bu bir özel addır, özel adı korumamız gerekir." biçiminde savunanlar oluyor. Bu düşüncesini yazıya dökenler de var. Bu savunmanın herhangi bir dayanağı yoktur. Uçak, uçağı örneğinde olduğu gibi özel olmayan adları nasıl okuyorsak bunları da aynı biçimde okumalıyız. Hüseyin Çelik'e, Hüseyin Çelik'in yazılır, Hüseyin Çeliğe, Hüseyin Çeliğin okunur.
    Özel kişi adları yalnızca k ile bitmez. ç sesleriyle de bitebilir. Bunda da aynı yolu izleriz. Nurullah Ataç adına ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde Nurullah Ataç'ın, Nurallah Ataç'a yazılır, Nurullah Atacın, Nurullah Ataca okunur. Kesme ile ekin özel addan ayrılması ve özel adın yapısının yazıda korunmasının okumayı etkilememesi gerekir.
    Soyadlarımız genel olarak Türkçe olduğu için sorun daha çok son sesi k ve ç olan kelimelerde yaşanır. Aynı durum ilk adlarda da söz konusudur. Başak'a, Başak'ı, Başak'ın yazılır, Başağa, Başağı, Başağın okunur.
    Kökeni Arapça ve Farsça olan ve Türkçeye geçince son sesleri yumuşak iken sert ünsüzlere dönüşen Serap, Mesut, gibi örneklerde söyleyişle ilgili bu özellik çok daha açık bir biçimde görülür, Mehtap'a, Mesut'a yazılır. Mehtaba, Mesuda okunur.
    Konu aslında çok yönlüdür. Bu düzenli ve kurallı yapı, bilgi eksikliğinden ve bazı kişisel müdahalelerden dolayı yozlaşmıştır. Kılavuzlarda, ders kitaplarında bu sorunu giderecek yeterli ve kapsamlı bir açıklama da bulunmaz. Bu hususu birkaç örnekle açıklamaya çalışalım.
    Birleşik kelime yapısında olan soyadlarında bazen ikinci kelime tek hecelidir. Bazkurt, Öztürk, Gökalp gibi soyadlarına ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde yukarıda belittiğimiz ses değişikliği olmaz. Öztürk'e, Gökalp'a, Bozkurt'a yazılır ve Öztürke, Gökalpa, Bozkurta okunur. Bu durum, Türkçede tek heceli kelimelerin bazı istisnalar dışında son seslerinin değişmemesi ilkesinden kaynaklanır.
    Kökeni Türkçe olmayan Melek adı Melek'e, Melek'in biçiminde yazılır; Meleğe, Meleğin biçiminde okunur.
    Soyadı Fırat, Barut olan kişilerden söz edilirken Ali Fırat'a, Ali Barut'a yazılır, Ali Fırata, Ali Baruta biçiminde okunur ve okunuşla yazı arasında herhangi bir ses değişikliği olmaz. Çünkü özgün biçimleri Fırat ve Barut'tur. Bu durumda soyadları son sesi değişenler, son sesi değişmeyenler diye iki başlık altında konu ele alınabilir.
    Aslı Mehtab, Receb olan adlar Türkçede son seste sert ünsüzler bulunur kuralına göre Mehtap, Recep biçimini alır. Bu adlara ünlü ile başlayan ek getirildiğinde Mehtap'a, Recep'e yazılır, Mehtaba, Recebe okunur. Ancak öyle adlar var ki bunların son seslerindeki değişme günümüzde nerdeyse işlemez hâle gelmiştir. Örnek olarak aslı Mehmed, Hamid olan yabancı kökenli kelimeler Türkçenin kuralına göre Mehmet ve Hamit biçiminde değişir. Bu arada Hamit kelimesindeki uzun hece de kısalmış, farklı heceleri uzun olan Hâmit ile Hamît arasındaki anlam farkı da kaybolmuştur. Söz konusu kelimeler ünlü ile başlayan ek aldıklarında da Mehmete, Hamite biçiminde okunmakta ve söylenmektedir. Oysa bu adlar Mehmet'e Hamit'e yazılacak ve Mehmede, Hamide biçiminde okunacak.
    Konunun daha da karışık örnekleri vardır. Aslı Pulad olan ve Türkçeye Pulat biçiminde geçen bu Farsça kökenli kelime bazen de Polat biçiminde kullanılır. İmlası Polat'a, Polat'ın olan bu biçimin Polada, Poladın biçiminde okunması beklenirken bugünkü kullanımda okunuş daha çok Polatı, Polata, Polatın' dır. Son sesi d olan Ümit adı da yazıda Ümit'i, Ümit'e biçiminde yazılır, Ümidi, Ümide biçiminde okunması gerekirken günümüzde dahaçok Ümite, Ümitin biçiminde söylenmektedir. Aynı durum Mert adında da görülmektedir. Bu kelimenin de son sesi aslında d'dir. Mert'e, Mert'in biçiminde yazılması ve Merdin, Merde biçiminde okunması gerekir. Ancak bunda da ünlü ile başlayan ek getirildiğinde okunuşun daha çok Merte, Mertin biçiminde olduğunu görüyoruz. Son olarak bu örneklere Macit, Mecit örneklerini de ekleyelim. Son sesleri aslında d olan bu adlarda da aynı okunuşlara rastlanmakta, Macidi, Macide, Mecidi, Mecide söylenmesi gereken adlar, Maciti, Meciti biçiminde söylenmektedir. Eskimiş bu tür adlarda hata daha çok yapılıyor.
    Biraz da son sesi değişmeyen örneklere yer verelim. Yabancı kökenli pek çok adın son sesi değişmez. Bunların son sesleri geldikleri dillerde de serttir. İsmet, Hikmet, Kudret, Servet, Saffet, Fikret örneklerden birkaçıdır. Dolayısıyla bunların okunuşunda herhangi bir sorun yoktur. Hikmet'e, İsmet'e, Servet'e yazılır ve Hikmete, İsmete, Servete okunur.
    Bu kargaşanın giderilmesi için söz konusu kelimelerin taranıp bir esasa bağlanması, eğitim programlarına alınması gerekir. Aksi hâlde kişiler arasındaki farklı telaffuzların boyutu gün geçtikçe daha da büyüyecektir. Bu kısa açıklamamızdan da anlaşılacağı gibi ortaya çıkan bu durum bilgi eksiliğinden, okullarda bu tür örneklerin işlenmemesinden kaynaklanmaktadır. Kılavuzlara sorunlu kişi adları, yer adları ve öteki özel adlar alınmış olsaydı belki bu hatalar yapılmazdı.
    Görüldüğü gibi sorun asıl kesme ile eki ayrılan özel adlarda görülmektedir. Kesme ile kelimeden ayrılan ve birer ünsüzle başlayan ekle kullanılan özel adlar için şöyle bir tablo çıkarabiliriz:
    Kişi ad ve soyadlarına gelen ünlü ile başlayan ekler: Bunların örneklerini yukarıda inceledik. Son sesi ünlü ile başlayan ek aldığında değişmeyen ve geldikleri dilde de son sesleri sert ünsüz olan Kudret, Hidayet, Cevdet, Saadet, Muhabbet, Buket, Servet, Saffet gibi adlara ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde kesme ile ayrılır ve son sesler gene t olarak okunur.
    Yerleşim yeri adlarına gelen ve ünlü ile başlayan ekler: Bilecik'e, yazılır, Bileciğe okunur. Bunun gibi son sesi yazıda değişmeyip söyleyişte değişen öteki yerleşim adları şunlardır: Zonguldak, Uşak, Şırnak, Kerkük, Siverek, Çemişkezek, Çermik, Devrek, Ayvalık, Mihalıççık, Göynük, Gaziantep, Sinop vb.
    Son sesi değişen buörneklere karşılık Tokat, Yozgat, Bayat, Edremit adlarında herhangi bir değişme olmaz. Ancak Söğüt ilçesinden bahsedilirken Söğüt'e yazılır Söğüde okunur.
    Bozkurt, Akyurt, Taşkent örneklerinde ise ikinci kelime tek heceli olduğu için bunların da son seslerinde herhangi bir değişme olmaz.
    Coğrafya adlarına gelen ünlü ile başlayan ekler: Meriç nehri yanında doğrudan Meriç adı da kullanılır. Meriç'e, Meriç'i yazılır, Merice, Merici okunur. Kızılırmak bir başka örnektir. Kızılırmak'a, Kızılırmak'ı yazılır, Kızılırmağa, Kızılırmağı okunur.
    Hakkâri'den geçen Zap tek heceli olduğu için Zap'a yazılır, Zapa okunur. Bu örnekte son ses değişmez.
    Kitap adlarına gelen ünlü ile başlayan ekler: Bunun için Türkçe Sözlük, Kiralık Konak örneklerini verelim. Türkçe Sözlük'e yazılır, Türkçe Sözlüğe okunur, Kiralık Konak'a yazılı, Kiralık Konağa okunur.
    Kısaltmalara gelen ve ünlü ile başlayan ekler: Bunların bir bölümü TRT, TGRT, TDK örneklerinde olduğu gibi önüne e ünlüsü getirilerek telaffuz edildiği için ünlü ile başlayan ek aldığında bir sorun çıkmaz; TRT'ye, TRT'nin, TGRT'ye, TGRT'nin biçiminde okunur. DIŞBANK, OYAK, TÜBİTAK biçiminde bir kelime özelliği kazanmış ve kelime gibi okunan kısaltmalarda ise son ses, ünlü ile başlayan bir ek alsa da değişmez. TÜBİTAK'a, OYAK'ın, TEK'in. Aynı durumu sonsesi t, p, ç ile biten kısaltmalarda da görürüz. AKUT'a, KÖY-KOOP'a, DÜÇ'e (Devlet Üretim Çiftlikleri) vb.
    Toplum karşısında konuşan, bilgi aktaran, haber veren kimselerin konuşurken bu konulara özel ilgi göstermesi, bunlar üzerinde düşünmesi ve hazırlıklı olması gerekir.
#21.09.2008 01:07 0 0 0