Özlem Süer

Son güncelleme: 14.10.2008 22:08
NaZ NaZ foto

  • noimage

    Üç kuşak İstanbullu bir ailenin, 16 erkek kuzenden sonra 1968'de dünyaya gelen ilk kız çocuğudur Özlem. O yüzden adı Özlem'dir zaten. Erkek kalabalığı yüksek bir ailede büyüdükten sonra, ortaokul ve liseyi kız lisesinde okuyarak her iki cins arasındaki denklemi eşitler. Misket oynayan, ağaçlara tırmanan, evcilik oynayan bir çocukken, bunların ileride yaratıcılığını kamçılayacak tohumlar olduğunu o yaşlarda bilemez. İlk tasarımlarını, annesinin dikiş odasındaki artık kumaşlardan, bebekleri için yapar. Burda dergisinden çıkan patronları kırpar, dikiş iğnelerinin üzerinden zıplayarak kaçar. 5 yaşından itibaren babasının ertesi gün hangi takım elbiyi giyip, hangi kravatı takacağına o karar verir. Kumaş tutkusu yüzünden akşamları yatakta yorgana, çarşafa dokunmadan uyuyamamaktadır. Öğrendiği ilk rengi kimseler hatırlamazken, o bugün gibi hatırlar: Sarı. Üç yaşlarında giydiği akrilikten örülmüş sarı hırkası ve o hırkanın şeffaf düğmesi nedense hiç aklından çıkmaz.

    Çocukluğundan beri güzel sanatlar ve felsefe hayatının hep odağındadır. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü'ne girmesini de ailesi yadırgamaz bu yüzden. Okuldan mezun olduktan sonra, "Sanatın başka bir dalının müziğini duymak istiyorum" diyerek Mimar Sinan Üniversitesi'nde yüksek lisansa başlar. Diplomasını alır, üniversitenin akademik kadrosuna katılır. 1991'de araştırma görevlisi, 2000 sonrası yardımcı doçent olur. Akademik hayat onun için çok değerlidir ama gelecek karşısında savunmasız kalmamak için, stopaj kavramını bile bilmeden, bir gecede şirket kurmaya karar verir. Ofisi yoktur. O dönemde, "Sanatsal Özü Bakımından Giysinin Dili" konulu doktora tezini hazırlamaktadır. Tezinin sonuna, örnek eklemek ister. 40 parçalık bir koleksiyon hazırlar. Masrafını karşılayıp bir kısmını diker, bir kısmını diktirir. 300 davetiye bastırıp, dağıtır. Tophane-i Amire'de konuklarını beklemeye koyulur. Doktorasını oylayacak jüri de oradadır. O gece sektörden, üniversiteden, basından yaklaşık bin kişi gelir. O günkü şaşkınlığını hiç unutamaz: "Akademik hayattan tanınıyordum ama o gece o kadar kişi nasıl bunu duyup geldi bugün bile anlayabilmiş değilim." Defilenin sonunda sahneye çıkmak istemez. Zorla itildiğinde, sahne kenarında onu alkışlayan ailesi ve öğrencilerini görür. Gözüne giren podyum ışıklarının bir daha hiç çıkmayacağını o an anlar. Defilenin ertesi günü giysileri ne yapacağını hiç düşünmemiştir. Koyacak yeri yoktur. Tam üç gün küçücük otomobilinde elbise yığınıyla gezer. Sonunda bir atölye kiralar. Aynı zamanda evi ve ofisi buradadır artık. Kronik bir konsantrasyonla geceli gündüzlü çalışır. Tasarımın yüzde 50 sanat, yüzde 50 endüstri olduğuna inanmaktadır. İşin felsefesiyle ilgilendiği için, kendi kimliğini hissetme ve hissettirmeye yönelik tasarımlar yapar. 2002'de Düsseldorf'taki ilk kişisel defilesi aynı zamanda moda fuarının da açılış defilesidir. Anadolu'daki şifacıları anlatan bir enstalasyonla çıkar podyuma. Beyaz bir platformun üzerinde yükselen masaya, Zekeriya sofrası mantığıyla 41 bakır kap yerleştirir. İçlerine Anadolu'dan gelmiş şifalı bitkileri koyar. Bunun sadece bir açılış gösterisi olacağını düşündüğünden, hazırladığı kostümlere gelecek siparişlere hazırlıklı değildir. Ortadoğu'nun en büyük sipariş veren butiği, defileden çok etkilenince, yüklü bir liste verir.

    Sonraki defilesinde Karadeniz'deki, alamana adı verilen balıkçı teknelerinin hikayesini anlatır. Dünyada aynı anda iki tekneyle denize açılan, birinden atıp diğerinden çeken başka denizcilik kültürü olmadığını duymuştur. Bu nedenle heyecanlandırır onu alamana. Bütün koleksiyonda Karadeniz'in dalgalarını, kadınının öyküsünü anlatır. Bu koleksiyonunu, hayatını dalgalar arasında yitiren denizcilere adar. Giysilerin kumaşlarını dikimden önce Karadeniz'in suyuna batırılıp, kurutmuştur. Balık ağlarından yola çıkıp bu formda aksesuvarlar hazırlar, mankenlere tekne formundaki sandaletleri giydirir.

    "Hayattaki en büyük keşfim okur yazar olmak. Hep edebiyata, felsefeye sarıldım, o yüzden yaptığım her işte bir kuram, bir öyküleme yaptım, işin içindeki filozofiyi keşfetmeye çalıştım" diye anlattığı yaklaşımıyla bugüne kadar Türkiye ve yurtdışında 25 defile gerçekleştirir. Her koleksiyonla yeniden doğar ve ölür. Onu taze tutup yenileyen, bu doğumlar ve lohusalık halidir belki de. Yaptığı işin işçisi olmayı önemser, bir dikişin mutlu bir kişinin elinden çıkıp çıkmadığını anlayacak kadar bu işin duygusunu hissetmekte iddialıdır. Sözünü giysilerle, renklerle, formlarla dile getirdiği için her yönünün bilindiğini, hiç gizlisi saklısı olmadığını, sırlarının ortaya saçıldığını düşünür. Bu yüzden hálá defile sonrası podyuma çıkarken mahcuptur.

    Küçük bir atölyede başlayan serüveni şimdi, dev manolya ağaçlarının çevrelediği 650 metrekarelik Özlem Süer House Deluxe'da devam ediyor. İkinci derece tarihi eser olan binada, bir sırça köşk yaratıp, ekibiyle mutlu çalışma ütopyasını gerçekleştirdi. 25 kişilik ekibine yaklaşımını üç cümleyle özetlemişti: "Sağlığınız, tatiliniz, çocuklarınız beni ilgilendirsin. Birbirimizin gözünün içine bakmaktan korkmayalım ve her başarımızı birlikte kutlayalım." Tasarımları Londra, Moskova, Milano, Paris başta olmak üzere pek çok ülkede ve 60 butikte satılıyor. Ve içindeki derinliği keşfedip beslediği yaratıcılığıyla, naif bir moda filozofu olma yolunda kendi hikayesini yazıyor...


    noimage


#14.10.2008 22:08 0 0 0