1914'te İstanbul'da doğdu. Babası subay olduğu için ilk ve orta öğrenimini Türkiye'nin değişik yerlerinde tamamladı. Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu'nu bitirdi. Orduya katıldı. 15 yıl asker olarak hizmet yaptı, Doğu ve Orta Anadolu, Trakya'yı dolaştı. Önyüzbaşı rütbesinde iken kendi isteğiyle ordudan ayrıldı. Basın Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü'nde kısa bir süre görev yaptı. Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi olarak İstanbul'da çalıştı. 1959'da İstanbul Aksaray'da "Kitap" Kitabevini açtı. Yayıncılık yaptı, 1960-1964 arasında "Türkçe" isimli bir aylık dergi çıkardı. 1970'te yayınevini kapattı, sadece şiirle uğraşmaya başladı. Yayınlanan ilk yazısı Yeni Adana Gazetesi'nin 1927'de düzenlediği yarışmada birincilik alan bir öyküydü. İlk şiiri "Yavaşlayan Ömür" 1933'te İstanbul Dergisi'nde çıktı. Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Peyami Safa'nın da dikkatini çeken şiirleri Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılapçı, Gençlik, Yeditepe, Türk Dili, Yenilik, Vatan, Çağrı, Türkçe, Ataç, Türk Yurdu, Yön, Devrim gibi dergilerde yayınlandı. İlk şiirlerinde Necip Fazıl Kısakürek etkisinde kaldı. "Havaya Çizilen Dünya" (1934) şiir kitabındaki şiirlerinde bu etki görülür. Kendi şiir çizgisine yönelişi "Çocuk ve Allah", "Daha" (1940) kitaplarıyla başlar. Şiiri "sezgi" ve "us" olmak üzere iki dönemde incelenebilir. Sezgi dönemi eserleri "Havaya Çizilen Dünya" (1934), "Çocuk ve Allah" ile "Daha"yı (1940) izleyen "Çakırın Destanı" (1945), "Taş Devri" (1945) kitaplarını kapsar. "Asû" (1955) ile başlayan ikinci dönem günümüze kadarki şiirlerinde etkin olan "usçu" dönemdir. Sezgi döneminde kendine has bir şiir dili ve biçemi yaratmaya çalıştı. "Us" dönemi ise güçlü bir Türkçe tutkusuyla dikkat çeker. Dağlarca bu dönemde dilin arılaştırılması çabalarına katıldı, evrensel temalara ağırlık vermeye başladı. 1970 sonrasında yoğunlukla çocuk şiirleri yazdı. Hem Türkiye'de hem uluslararası düzeyde birçok ödül kazandı, bir çok ülkede şiirleri okundu. Kitapları birçok dile çevrildi.
ESERLERİ:
ŞİİR:
Havaya Çizilen Dünya (1935)
Çocuk ve Allah (1940)
Daha (1943)
Çakırın Destanı (1945)
Taş Devri (1945)
Üç Şehitler Destanı (1949)
Toprak Ana (1950)
Aç Yazı (1951)
İstiklal Savaşı- Samsun'dan Ankara'ya (1951)
İstiklal Savaşı- İnönüler (1951)
Sivaslı Karınca (1951)
İstanbul-Fetih Destanı (1953)
Anıtkabir (1953)
Asu (1955)
Delice Böcek (1957)
Batı Acısı (1958)
Mevlana'da Olmak (Gezi) (1958)
Hoo'lar (1960)
Özgürlük Alanı (1960)
Cezayir Türküsü (Fransızca, İngilizce ve Arapça çevirileriyle birlikte, 1961)
Aylam (1962)
Türk Olmak (1963)
Yedi Memetler (1964)
Çanakkale Destanı (1965)
Dışarıdan Gazel (1965)
Kazmalama (1965)
Yeryağ (1965)
Vietnam Savaşımız (İngilizcesiyle, 1966)
Kubilay Destanı (1968)
Haydi (1968)
19 Mayıs Destanı (1969)
Vietnam Körü (destan-oyun) (1970)
Hiroşima (Fransızca,İngilizce çevirileriyle, 1970)
Malazgirt Ululaması (1971)
Kınalı Kuzu Ağıdı (1972)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1973)
Horoz (1977)
Hollandalı Dörtlükler (1977)
Çukurova Koçaklaması (1979)
Nötron Bombası (1981)
Yunus Emre'de Olmak (1981)
Çıplak (1981)
İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler (1985)
Uzaklarda Giyinmek (1990)
Dildeki Bilgisayar (1992)
ÖDÜLLERİ
1946 CHP Şiir Yarışması üçüncülüğü
1956 Yeditepe Şiir Armağanı Asu kitabıyla
1958 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Delice Böcek kitabıyla
1966 Milli Talebe Federasyonu Turhan Emeksiz Şiir Armağanı Delice Böcek ile
1977 Sedat Simavi Vakfı Ödülü'nü Peride Celal ile bölüştü, Horoz şiir kitabıyla
1967 International Poetry Forum (Uluslararası Şiir Forumu, Pittsburg
Amerika) tarafından "En İyi Türk Şairi" seçildi
1974 Struga (Yugoslavya) Şiir Festivalleri'nde Altın Çelenk ödülü
(15 ekim 2008) Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, İstanbul'da bir süredir tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden
Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden
Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.
Bir yıldızımız daha kaydı.. =(
İnsanlığa büyük hizmet etmiş,
gerek eserleriyle gerek tarafsız hayat görüşüyle mükemmel bir insan..
muhteşem eserlerinle hiç unutulmayacaksın..
Peki alınız sizin
Daha istemiyorum
Bu el bu ayak
Bu duyu bu düşünce
Sizin
Daha istemiyorum
Dallarda göklerde sularda
Açılarım bir denklemle uykusuz
Belki anlarlar beni
Sevindirirler umdururlar ama
Sizin
Daha istemiyorum
Ta çocukluğumdan beri
Yanım sıra yürüyen
Sevince acıkınca
Konuşunca yazınca duyduğum şey
Sizin
Daha istemiyorum
Gece koyu karanlıklar büyür
Alır tasalarımı yollarda
Alır güzelliğimi dağlardan
Peki sizin bu doldurduğum boşluk
Sizin
daha istemiyorum
Hepsi taş toprak orman deniz
Işıksızlığını yaşadığım varlık
Yokluğunda ağrıdığım ölüler
Hepsi hepsi
Sizin
Daha istemiyorum
Fazıl Hüsnü Dağlarca, ünü asırlar öncesine adı günümüze ait bir şairdi. Türk edebiyat tarihini anlatırken lise son sınıf öğrencilerine veya lise mezunu öğrencilere Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın hangi edebiyat dönemine ait bir şair olduğunu veya yaşadığı dönemi sorduğumda öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun bir asır veya asırlar öncesini söylediklerini biliyorum. Belki de ülkemizde edebiyatla, şiirle ilişkisi isimlerden öte geçmemiş birçok insanda da aynı düşünceler vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın faniliğinin bittiği haberini alan birçok insan, bu haberin içeriğinin yıllar öncesine ait olduğunu ve haberi güncellemeye çalışanların da bir yanılgı içinde olduklarını düşünmüşlerdir. Bu durum bir sanatçı için elbette bir yönüyle övünülecek bir durumdur; çünkü yaşadığı dönem içinde geçmişle anılan sanatçı geleceğe kalmanın da temelini atmıştır. Her kuşak bir önceki kuşaktan beslendiğinden doğrular, yalanlar, bilgiler, haberler, efsaneler, dedikodular da kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Şanı geçmişte anılan Fazıl Hüsnü Dağlarca, eserleriyle ve adıyla gelecekte de kendine yer bulacaktır.
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın da üzerine titrediği şiir, Türk edebiyatının en eski edebi türüdür. Şiirin İslamiyet öncesi dönemde sözlü kültürde koşuk, sağu gibi ürünlerle başlayan tarihi yolculuğu; halk şiiri, divan şiiri, Batılılaşma dönemi Türk şiiri ile devam etmiş ve günümüze çağdaş dönem Türk şiiri olarak ulaşmıştır. Her dönemin kendine özgü bir duygu dünyası, bir şekil disiplini olmuştur. Şiir, edebiyatımızda kendine gelenek oluşturmuş tek edebi türdür. Diğer edebi türler için pek kullanılmayan bu ifade "Türk şiir geleneği" üst başlığıyla derin ve uzun bir serüveni işaret etmektedir. Fazıl Hüsnü Dağlarca da bu geleneğe katkısı olan en önemli şairlerindendir. Dağlarca, tanıdıkları ne kadar artarsa o kadar yalnızlaşmış bir şairdir. Anlattıkları ve anlatış şekliyle kendi olmayı başarmış, duyguya dil katmış, dile biçim kazandırmış, biçime can katmış bir şairdir.
Şiirde birikimi önemsediği kadar özgünlüğü de önemseyen şair, kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söyler: "Bana zaman zaman ozanlar gelir, defterlerini getirirler. Okurlar, düşüncelerimi alır, giderler. Belki bu bin kez olmuştur. Onlara hep şunu söylerim:"arkadaş elli tane kalın defter alacaksın, bu defterlerin her birinin üstüne Türkçemizde en çok kullanılan 15 heceyi, 35 de aruz veznini yazacaksın. En az o yüz sayfalık olan defteri o vezinle dolduracaksın, her dizeyi gömüt taşına yazar gibi, özene bezene yazacaksın. O defteri buraya getireceksin. Denetleyeceğim; her defter vezin ve başka yanlışlıklar yapılmadan doldurulmuş mu? Doldurulmamışsa, git bir daha dene diyeceğim. Doldurulmuşsa, bu elli defteri yazacaksın, istediğin gibi şiir yazmaya şimdi başlayacaksın." "Vezinsiz ve kafiyesiz yazacağımıza göre, niçin bu kadar büyük çaba gösterelim" diyorlar. Bu kez diyorum ki,"bunlar senin elinin sertliğini, dile karşı olan yabancılığını, uzaklığını alacak." Ondan sonra sözcüklerin gerçek ağırlıklarını parmaklarında duyacaksın. Yazarken, serbest şiirde de, vezinsiz şiirde de, bir başka ölçü olduğunu göreceksin. Ben bugün birçok serbest şiirime bir tek sözcük, bir tek harf katamam, katacak yer bulamam. Örneğin Kızılırmak Kıyıları'na hiçbir sözcük, hiçbir ses katamam, çıkaramam da. Evet, vezinsizdir, yine de o dizelerde sesin ölçüsü vardır. İşte buna erişmek için, ozanların, geçtiğim bu çileden geçmesi gerekir. Gördüğüm bir gerçektir: Aruzu bilmeyen, heceyi bilmeyen biri şiire yakın olamaz."1
Söylediklerini şiirlerinde büyük bir ciddiyetle uygulayan şair, şekil ve tema çeşitlemesiyle şiirin bütün görüntülerini yansıtmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca kendisiyle yapılan bir konuşmada "bize şiir anlayışınızı şiirin ne olduğunu açıklar mısınız?" sorusuna şu cevabı vermiştir: "Şiir, usu kuran yapıtaşıdır, yalnız usu bağlamaz bu. Yeniden açıklayalım: Şiirde us yapabiliriz, usla şiir yapmak gerçeğin yapısı dışındadır. Kişi her şiiri için başka bir tanım da yapılabilir. Bir tanımlama içinde kalmak bizi ikiz, üçüz, beşiz şiirler yapmaya götürür. Yazı yazarken (şiir yazarken demek istiyorum) o yazının da kendine özgü şiir tanımı vardır. Bu şiir tanımlarının bitmez tükenmezliği yeryüzüne gelmiş gelecek bütün ozanların, yazılmış, yazılacak bütün şiirlerin sayısıncadır. Şiirin tanımı, o şiirdeki anlam yapıtaşlarının ses yapıtaşlarının düzenlenmesini anlatmaktır.2
Her şiirin ayrı bir tanımının, görünümünün ve ahenginin olduğunu söyleyen Dağlarca, ilk şiir kitabı olan "Havaya Çizilen Dünya" ile gerçekten kendisine bir şiir dünyası kurmuş ve bu dünyada "Çocuk" tan "Allah"a kadar her şeyi kendince anlatmıştır. 1970'li yıllarda şairin politik ve ideolojik içerikli şiirler yazmasına hem kızan hem de üzülen Prof Dr. Mehmet Kaplan, Dağlarca'nın şiir hakkında şu görüşü ifade eder:"Dağlarca'nın tamamıyla içe dönük, bir rüya ve hayâl şairi olmadığını ehemmiyetle belirtelim. Dağlarca, dış âlemi realist veya objektif bir gözle görmemekle beraber, onunla ilgisini de hiç bir zaman kesmez. Tanpınar gibi, o da, ne büsbütün içe, ne de dışa dönük bir tiptir. Pek çok şiirinde görüldüğü üzere onun temel duygusunu, kozmetik âlemle insan arasındaki münasebet teşkil eder.3
AĞIR HASTA Üfleme bana anneciğim korkuyorum/Dua edip edip, geceleri./Hastayım ama ne kadar güzel/Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri
İSTEK İnsan buğdayla beslene,/Amma da yağız olur./Ne kök haşlar bakraçta ninem,/ Ne oğul ot devşirir yamaçtan./ Ne dert kalır ne kasavet,/ İnsan buğdayla beslene.
KIZILIRMAK KIYILARI Kardaş, görmüyorum ama hâlâ duyabiliyorum,/Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil./ Vakte şahadet edercesine yükselmiş, /Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine,/Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.
DÜNYACA Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, / Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların; / Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,/ Gökte kuşların kardeşliği,/ Yerde kurtarın.
SAVCI'YA Savcı, nedir düşündün mü,/Dağları sorguçlu kılan? / Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yücede./ Gelmiş dağlardan yalınayak, durmuş kapına bir işsiz,/Seni bile içli kılan.4
Dağlarca'nın farklı şiirlerinden alınmış bu dizeler de şairin şiirlerindeki tema çeşitliliğini göstermektedir. Bu konuda ve Dağlarca'nın şiiri hakkında Mustafa Miyasoğlu şu açıklamaları yapar: "Dağlarca'nın şiirini temalarının çeşitliliğini göz önüne alarak şu başlıklarla ele alabiliriz: Lirik felsefi şiirler, destanlar, sosyal ve politik şiirler, gazete şiirleri ve çocuk şiirleri. Bu şiirleri kuran temel unsurlar yalın dil, etkili biçim ve alegori, kafiye kaygısı 'ki', 've' bağlaçlarıyla uzayıp giden mısralar, kelime tekrarlarıyla güç kazanan ses kompozisyonları dikkat çeker. Dil dikkati bir yana, Dağlarca'nın gücünün ve son yıllarda girdiği söylenen çıkmazın ipuçlarını, başka şiirlerinde de kullandığı biçim ve alegorilerde aramak gerekir. Kimi şiirlerinde alegori mekanik bir kurgu niteliği kazanır. Çeşitli konular üzerinde sürekli şiirler yazan şairin 'çoğaltmacı' durumuna düşmesi, kendini yenileyememesi, tıkanıp kılması bir yerde kaçınılmaz olur. Yine de Fazıl Hüsnü, Tanzimat'tan beri yetişen şairlerimiz arasında şiirlerinin çokluğu, eski ve yeni hiçbir şairimize açıkça bağlanamayacak bir şiir dünyası kurması, mutlakçı şiir döneminden aldığı temaları İkinci Yeni ve sonraki dönem şairlerine aktarmasıyla özellikle kendi şiirinin imkânlarıyla geliştirdiği serbest çağrışım tekniğiyle yeni Türk şiirinde önemli bir yere sahiptir"5
Yüz elliye yakın eseriyle Türk edebiyatı ve Türk şiirine neredeyse bir külliyat bırakan Dağlarca, bazen bir çocuk, bazen bir hayal, bir toprak, bir destan, bir fizik, metafizik olarak geçmiştir kâğıtlara. Edebiyatımıza eserleriyle iz bırakmış bir sanatçı olan Dağlarca kendisiyle yapılan konuşmada "Niçin yazıyorsunuz?" sorusuna şöyle cevap vermiştir: "Diller, ulusların kimlikleridir. Büyük yapıtlarda ilk görülen ulusallık ya da evrensellik, bu dilin kendi içindeki bakışlar alanını kapsayan birer çeviridir. Demek istediğim şu: Diller tek dile doğru giden adımlarımız O gün gelecek, bütün yeryüzü o genel dille konuşacak. Yine o yeryüzünde kocaman bir eski diller müzesi kurulacak. O müzede şimdi kullandığımız yeryüzü dilleri, bu dillerdeki başarılı yapıtlarla sergilenecek belki, o diller müzesindeki rafların birinde Türkçeyi yazabildiğim yapıtlarla değerince yaşatmak için yazıyorum.6
Bir asırdır geleneği, geçmişi ve çağdaşı dizeleriyle yoğurarak okuyuculara sunan Dağlarca, üretkenliği, samimiyeti, sesi ve Türkçesiyle edebiyat dünyamızda devamlı var olacaktır.
Alkan, Erdoğan; Şiir Sanatı, Yön Yayıncılık, 1995, İstanbul, s. 571
Dağlarca; İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler, Özgün Yayın-Dağıtım, 1985, İstanbul, s. IV*
* Bu eser Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ilk eseri olan Havaya Çizilen Dünya'nın ilk yayınının 50. yılı dolayısıyla basılmıştır. Yapıtının yeni baskısı nedeniyle Ahmet Miskinoğlu, Ahmet Soysal ve Faruk Şüyün Dağlarca ile bir söyleşi yapmışlar ve bu söyleşi kitapta yayımlanmıştır.
Kaplan, Mehmet; Şiir Tahlilleri 2, Dergâh Yayınları, 1997 İstanbul, s. 161
Fuat, Mehmet; Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Yayınları, 1997, İstanbul. s. 227-248
Oktay, Ahmet; Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993 Ank. s. 599
Dağlarca; İlk Yapıtla 50 yıl Sonrakiler, Özgün Yayın-Dağıtım, 1985, İstanbul, s. IV