Fetih Suresindeki Rüya İle İlgili Ayetlere İlişkin Tefsir

Son güncelleme: 15.05.2011 17:22
  • Fetih Suresindeki rüya ile ilgili ayetlere ilişkin tefsir

    1- Biz sana apaçık fetih verdik.
    2- Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola iletir.
    3- Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.
    Bu sure, yüce Allah'ın Resulüne, apaçık fethi, kapsamlı bağışlaması, tam bir nimeti, sarsılmaz bir hidayeti eşsiz bir zafer "feyz"i ile bahşediyor. Bunlar Allah'ın ilhamı ve yönlendirmesine tam güvenmenin, ilham ve işaretlerine hoşnud olarak teslimiyetin, her türlü kişisel iradeden kayıtsız şartsız soyutlanmanın şefkatli himayeye derin güvenin mükafatıdır. Resulullah bir rüya görür ve o rüyanın ilhamı ile harekete geçer... Devesi çöker artık gitmez. Ve insanlar haykırır: "Kusva çöktü, kusva çöktü " Resulullah onlara cevap verir: "Hayır Kusva çökmedi. Bu onun huyu da değildir. Fakat fili Mekke'ye bırakmayan onu da alıkoydu. Kureyş bugün benden içinde sıla-i rahim isteyerek, ne kadar zor şey isterlerse veririm kendilerine" Hz. Ömer heyecanlı bir tutku ile sorar ona: "Dinimizden bu tavizi vermek neden?" Resulullah cevap verir: "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Onun emrine asla karşı gelmem ve O, asla benden yardımını esirgemeyecektir". Buna ek olarak, Hz. Osman'ın öldürüldüğü söylentisi yayılınca, "Onların işini çabucak bitirmedikçe buradan ayrılmayız" der. Ve halkı biata çağırır. Orada bulunan ve olanlara içinden hayırlar fışkıran Rıdvan biatı işte o zaman gerçekleşir.
    İşte bu, Hudeybiye barış ve onu izleyen çeşitli şekillerdeki birçok fetihlerde somutlaşan diğer fetihlerin yanında gerçek bir fetih (zafer) idi.
    Bu fetih davette bir zaferdi. Zühri derki: İslamda. bundan önce bundan daha büyük bir fetih yoktur. İnsanlar karşı karşıya gelince savaşmaktan başka bir yol yoktu. Sonra ateş kes sağlanıp da savaş bırakılınca ve insanlar birbirlerinden emin olunca birbirlerine karışmışlar, birbirleriyle konuşup tartışmışlardı. Aklı eren her kime İslam anlatılmışsa islama girmişti. bu iki yılda (Hudeybiye barışı ve Mekke'nin fethi) daha önce islama girenler kadar veya onlardan daha çok kişi islama girmiştir.
    Seyyid Kutub'un Fizilal-il Kur'an tefsirinden alınmıştır.
    İbn-i Hişam der ki: Zühri'nin görüşünün doğruluğuna delil olarak; Resulullah Hudeybiye'ye Abdullah oğlu Cabir'in sözüne göre bindörtyüz kişi ile gelmişti. Sonra Mekke'nin fethi senesi yani iki yıl sonra onbin kişi ile gelmiştir, diyebiliriz.
    Müslüman olanların arasında Halid bin Velid ve As oğlu Amr gibi kişiler bulunuyordu. Bu fetih aynı zamanda toprak ve coğrafya bakımından da bir fetih demekti. Müslümanlar Kureyşin şerrinden emin olmuşlardı. Bunun üzerine Resulullah Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kureyza oğullarından kurtulduktan sonra, yanındaki yahudi tehlikesinin kalıntılarından kurtarmaya yönelmişti. Bu yahudi tehlikesi Şam yolunu tehdid eden çok güçlü Hayber kalesinde somutlaşıyordu. Yüce Allah orayı müslümanlara almayı nasib etmişti. Oradan çok büyük ganimetler elde etmişler ve Resulullah o ganimetleri sadece Hayber seferine katılanlara dağıtmıştı.
    Bu fetih öte yandan, Medine'deki müslümanlarla, Mekke'deki Kureyş ile ve Mekke'nin civarında diğer müşriklere karşı müslümanların tutumunda bir fetih idi. Üstad Muhammed Derveze "Kur'an'dan Seçmeler Işığında Resulullah'ın Hayatı" isimli kitabında bu konu ile ilgili olarak gerçekten çok doğru söylüyor:
    "Hiç kuşkusuz Kur'an'ın "büyük fetih" diye isimlendirdiği bu barış bu nitelemeye tamamen layıktır. Hatta bu barış, Resulullah'ın hayatında ve İslam tarihinde islamın güçlenmesi ve kökleşmesinde ayırıcı en büyük olaylardan sayılsa yeridir veya daha doğru bir ifade ile olayların en büyüklerinden biridir. Kureyşliler bu olayla Resulullah'ı ve islamı tanımışlar, Resulullah ve islamın gücünü, varlığını itiraf etmişler ve Peygamber ve müslümanları kendilerine denk olarak kabul etmişlerdi. Hatta bu anlaşma müşrikleri müslümanlardan en güzel bir biçimde savmış oluyordu. Hem de bu Kureyşlilerin son iki yılda Medine'ye iki kez saldırdıkları bir sıraya rastlıyordu. Son savaş bu ziyaretten sadece bir yıl önce olmuş, müslümanların kökünü kazımak amacıyla müşrikler kendilerinden ve yandaşlarından oluşan büyük bir yığınak yapmışlardı. Bu savaş müslümanların düşmanlarının karşısında azlık ve güçsüzlüklerinden dolayı iç dünyalarında şiddetli korku ve sarsıntıya yol açmıştı. Bu da, Kureyşi kendilerine örnek alan ve önder gören, onların inkarcı tutumlarından son derece etkilenen civardaki Arapların benliğine büyük bir etki yapmıştı. Bedevilerin Peygamber ve müslümanların bu yolculuktan sağ-salim dönemeyecekleri yolundaki kanaatleri ve münafıkların müslümanlar için en kötü tahmini yaptıkları göz önüne alınınca, bu fethin önemi ve ne büyük bir boyuta sahip olduğu ortaya çıkar.
    "Bu olaylar, Resulullah'ın yaptıklarına dair ilhamının doğru olduğunu ispat etmiş ve Kur'an da onu bu konuda desteklemiştir. Öte yandan bu olaylar, müslümanların elde ettikleri maddi manevi, siyasal, askeri ve dini yararların ne kadar büyük olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü, müslümanlar Arap kabilelerinin gözünde güçlenmişler, Resulullah ile birlikte yolculuğa katılmayan bedeviler özür dilemeye girişmişler, Medine'deki münafıkların sesleri daha da kısılmış, ağırlıkları kalmamıştır. Çünkü Araplar uzak yerlerden bölük bölük Resulullah'a gelmeye başlamışlardır. Çünkü müslümanlar Hayberde ve Şam yolu boyunca serpilmiş, Hayberin köylerindeki yahudilerin kolunu kanadını kırabilmişlerdir. Çünkü, askeri birliklerini, Necd gibi, Yemen gibi, Belkâ gibi uzak yörelere gönderebilmişlerdir. Ve çünkü iki yıl sonra Resulullah Mekke'ye yönelebilmiş ve orayı fethedebilmiştir. İşte bu, kesin bir sonuçtu. Çünkü Allah'ın yardımı ve fethi gelmiş ve insanlar akın akın Allah'ın dinine girmişlerdi.")
    Biz dönüyor ve yeniden vurguluyoruz ki; bütün bunların yanında ortada başka bir fetih daha vardır. Rıdvan biatının canlandırdığı, gönül ve kalplerde olmuştur bu fetih... Yüce Allah "Rıdvan biatından" ve ona katılanlardan Kur'an'da nitelemiş olduğu şekilde hoşnud olmuş ve bu hoşnudluğun ışığı altında onlar için surenin sonunda "Muhammed Allah'ın Resulüdür. Beraberinde bulunanlar kendi aralarında merhametli..." (Fetih Suresi, 29) şeklindeki parlak ve kerim şekli çizmiştir. İşte bu davet tarihinde bir fetihdir. Kendine göre bir değeri ifadesi ve daha sonra tarihte etkileri olmuştur.
    Resulullah bu sure ile çok sevinmiştir. Büyük kalbi, yüce Allah'ın kendine ve beraberinde bulunan mü'minlere inen bu feyzi ile ferahlık duymuştur. Apaçık fetih yüzünden ferahlık duymuştur. Kapsamlı bağış ile ferahlık duymuştur. Tam nimetle ferahlık duymuştur. Doğru yola ulaştıkları için ferahlık duymuştur. Allah'ın mü'minlerden, hoşnud olması ve onları bu güzel niteliklerle nitelemesi yüzünden ferahlık duymuştur. Resulullah -bir rivayete göre-: "Dün gece bana bir sure inmiştir ki, o sure bana dünya ve içinde olan herşeyden daha sevimlidir" demiştir. Bir başka rivayete göre: "Bu gece bana bir sure inmiştir ki, o sure bana güneşin üzerine doğduğu herşeyden daha sevimlidir" demiştir... Ve, Rabbinin kendisine vermiş olduğu nimete karşı gönlü şükürlerle dolup taşmış. Ve yine uzun uzun namaz kılarak Rabbine şükretmiştir. Hz. Ayşe bu namazdan söz ederken, "Resulullah namaza durduğu zaman ayakları şişinceye dek namaz kılardı. Ona: "Ya Resulallah! Yüce Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışladığı halde neden böyle davranıyorsunuz" dediğimde, Resulullah: "Ya Ayşe, ben yüce Allah'ın çok şükreden kulu olmayayım mı?" demiştir. (Hadisi, Müslim, Abdullah b. Vehb'den sahihinde nakleder)
    MÜ'MİN ERKEK VE KADINLAR
    4- İnananların, imanlarının kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.
    5- İnanan erkek ve kadınları, içinde temelli kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş budur.
    "Sekinet" sözcüğü, ifade gücü olan, çeşitli sahneler canlandırabilen zengin çağrışımlar içerebilen bir sözcüktür. Sekineti yüce Allah bir kalbe indirdi mi, bu,iç huzuru, rahat, kesin inanç, güven, ağırbaşlılık, sebat, teslimiyet ve hoşnutluk olarak karşımıza çıkar.
    Bu olayda mü'minlerin kalpleri çeşit çeşit duygularla coşmakta, tepkilerle kaynamaktaydı. Müslümanlar beklemekte ve Resulullah'ın Ka'be'ye gireceklerine dair görmüş olduğu rüya doğru çıkacak mı diye merak etmekteydiler. Sonra Kureyşlilerin tutumları ile yüzyüze geliş ve Resulullah'ın, ihrama girdikten sonra ve kurbanlık develeri işaretleyip, boyunlarına kurbanlık nişanı taktıktan sonra o yıl Kabe'yi ziyaret etmeyerek geri dönüşü kabul etmesi... Doğal olarak hiç kuşkusuz bu müslümanların çok zoruna gitmişti. Nakledildiğine göre, Hz. Ömer hiddet içinde Hz. Ebu Bekir'e gelir ve -Olayı rivayeti içinde tesbit ettiklerimizden ayrı olarak- "O bizim Ka'be'ye geleceğimizden ve onu tavaf edeceğimizden söz etmedi mi?" der. Kalbi Resulullah'ın kalbi ile bütünleşmiş, kalbinin atışları Resulullah'ın nabzına tıpa tıp uyan Hz. Ebu Bekir; "Evet, söyledi. Fakat sana bu yıl Ka'be'ye gideceksin diye mi haber verdi?" diye sorar. Hz. Ömer: "Hayır" diye cevap verir. Hz. Ebu Bekir: "Sen oraya gidecek ve orayı tavaf edeceksin" der. Bunun üzerine Hz. Ömer onun yanından ayrılır ve Resulullah'a gelir. Resulullah'a söyledikleri arasında şu cümle de yer alır: "Sen bize Ka'be'ye geleceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi söylemedin mi?" Resulullah: "Evet söyledim. Sana bu yıl gideceğimizi haber verdim mi?" buyurur. Ömer: "Hayır" deyince, Resulullah; "Sen oraya gideceksin ve tavaf edeceksin" der. İşte bu kesit, mü'minlerin kalbinden geçenlerden bir örnektir.
    Mü'minler, Kureyşin ileri sürdüğü şartlardan bayağı can sıkıntısı içinde idiler. İslama girip de, velisinin izni olmadan Hz. Muhammed'e gelenlerin geri verileceği maddesinden, "Rahman ve Rahim" isminin anlaşmada yer almasının kabul edilmeyişinden ve Resulullah ın Allah`ın elçisi niteliğini anlaşmada reddedilişinden cahili taassupları yüzünden çok sıkılmışlardı... Rivayet olunduğuna güre, Amr oğlu Süheyl bu sıfatı silmesini isteyince, Hz. Ali, silmemiş bu kez Resulullah silmiş ve şöyle demişti: "Ya Rab! Sen biliyorsun ki ben senin elçinim: '
    Müslümanlar dinlerine son derece düşkün ve müşriklerle savaşmaya son derece istekli idiler. Bunu, topluca biat etmeleri göstermektedir. Sonra durum, barıştan ateşkese ve bunun arkasından da Hudeybiye'den geri dönüş şeklinde bir gelişme göstermişti. İşin bu şekilde gelişme göstermesi, onlar için pek yenilir yutulur bir şey değildi. Bunu da, kurbanlarını kesmekte, tıraş olmakta işi ağırdan almalarında görmekteyiz. Hatta sonunda Resulullah onlara bu isteğini üç kez tekrarlamak zorunda kalmıştı. Oysa onlar Sakif kabilesinden Mes'ud oğlu Urve'nin de Kureyş'e anlattığı gibi, Resulullah'ın emrine sarılma ve itaatta son derece gayretli iken, kurbanlarını kesmemişler, başlarını tıraş etmemişler veya saçlarını kısaltmamışlardı. Bunu ancak, Resulullah'ı bizzat yaparken görünce yapmaya başlamışlar ve Resulullah'ın sözünün göstermediği etkiyi, bu aksiyonu göstermiş ve onları taa yüreklerinden sarsmıştı. Bunun sonucu olarak da kendilerinden geçmenin dehşeti içinde Resulullah'ın emrine itaata koyulmuşlardı.
    Aslında onlar Medine'den Umre niyeti ile çıkmışlardı. Gayeleri savaş değildi. Ne ruhen ne de aksiyon olarak savaşa hazırlamamışlardı kendilerini... Sonra sürprizler birbirini izlemişti. Kureyşlilerin müfreze gönderip müslümanların karargahına ok ve taşlarla saldırmaları... Evet Resulullah, müşriklerle savaşa karar verip de, biat isteyince ona topluca biat etmişlerdi. Fakat bu biat olayı, ruhen hazırlandıkları durumun aksi ile karşılaşma sürprizini ortadan kaldırmıyordu. Ki bu sürpriz içlerinde kaynayan reaksiyon ve etkilenmelerin bir bölümünü oluşturuyordu. Bir kere onlar topu topu bindörtyüz kişi idiler. Oysa Kureyş, kendi yurdunda civardaki bedeviler ve müşriklerin desteği yanlarında idi.
    İnsan bu manzaraları dönüp de zihninde şöyle bir yeniden canlandırınca ancak anlayabilir. Yüce Allah'ın "Kalblerine güven indiren O'dur" sözünün anlamını... Bu sözlerin tadını, ifadenin lezzetini... Ve insan o günkü atmosferi ancak canlandırabiliyor. Ve bu ayetlerle o günkü ortamı yaşıyor ve Allah'ın o kalplere lütfettiği iç huzurunun serinliğini ve esenliğini hissediyor...
    Yüce Allah o gün müminlerin kalplerinde coşup kabaran duyguların imandan dolayı olduğunu ve imini düşkünlüklerinin ne kendileri bir pay çıkarmak ve ne de cahiliyet alışkanlıkları uğruna olmadığını bilmiş ve kendilerine "İnananların imanlarını kat kat artırmaları için..." bu iç huzurunu lütfetmiştir. İç huzuru, dine bağlılık ve cesaret eden, derece olarak daha üstün bir mertebedir. İç huzurunda endişesiz bir güven vardır. İç huzurunda hoşnudluk ve kesin bir inancın sağladığı güven vardır.
    Buradan hareketle, yüce Allah zafer ve galibiyetin zor ve uzak olmadığını tam tersi sonucun müminlerin arzuladıkları gibi gelişmesi hikmetine uygun olduğu zaman yüce Allah için kolay ve basit olduğunu beyan ediyor. Çünkü yüce Allah'ın dilediği zaman, galibiyeti sağlayacak zaferi elde edecek yenilmez ve sayısız askerleri vardır. "Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakim olandır." Herşey O'nun hikmeti ve hükmüne göredir, O nasıl dilerse öyle gelişir. Zaten yüce Allah ilmi ve hikmeti gereği, müslümanlara takdir buyurmuş olduğu zafer ve nimeti gerçekleştirmek için "İnananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine güven indiren O'dur." "İman eden erkekler ve kadınları içinde temelli kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyar ve onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş budur." Eğer bu gelişmeler yüce Allah'ın ölçüsüne göre, büyük bir kurtuluş ise, evet o zaman büyük bir kurtuluş demektir. Kendi özünde büyük bir kurtuluştur. Yüce Allah'ın takdirine uygun, ölçüsüne göre ölçülmüş olan ve O'nun katından bunu elde edenlerin gönüllerinde büyük bir kurtuluştur bu...
    Gerçekten o gün mü'minler yüce Allah'ın kendileri için takdir ettiği şeylere çok sevinmişlerdi. Ve surenin açılış ayetlerini dinledikten ve Resulüne ihsan etmiş olduğu feyizleri öğrendikten sonra, acaba kendi paylarına ne çıkacak diye merak etmeye başlamışlar ve Resulullah'a kendi nasiplerini sormuşlardı. Müslümanlar kendi nasiplerini öğrenince, gönülleri hoşnutluk, ferah ve kesin iman ile dolup taşmıştır.
    MÜNAFIK ERKEK VE KADINLAR
    6- İnananlara yardım etmez diye Allah hakkında kötü zanda bulunan iki yüzlü erkek ve kadınlar, puta tapan erkek ve kadınlara Allah azab etsin, kötü zanları kendi başlarına gelsin! Allah onlara gazab etmiş onları lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü dönüş yeridir.
    Burada bu ilahi ifadede, münafıklarla müşriklerin kadın ve erkeklerinin Allah'a kötü zan besleme ve Allah'ın mü'minlere yardım edeceğine güvensizlikte birbirinin aynısı olduklarını görmekteyiz. Onlar, topyekün "Kötü zanları başlarına gelsin" hükmünde aynı akıbete mahkum, ve tümü o belanın içinde mahsur olup bela başlarına gelmiş ve üzerlerine inmiştir. Allah'ın gazabı ve lanetini kendilerine hazırlamış olduğu o kötü yerde beraberce kucaklamışlardır.
    Çünkü münafıklık aşağılık bir niteliktir ve kötülükte şirkten hiç de geri kalır yanı yoktur. Hatta şirkten daha beterdir münafıklık... Çünkü kadın ve erkek münafıkların İslam toplumuna verdiği zarar -görüntü ve çeşidi farklı olsa da kadın ve erkek müşriklerin zararından hiç de geri kalmaz.
    Yüce Allah gerek kadın ve gerek erkek münafıklarla müşriklerin ortak niteliklerinin "Allah'a kötü zan beslemek" olduğunu bildirmektedir. Mü'min kalb Rabbine iyi zan besler, O'ndan sürekli olarak hep hayır umar. Gerek ferahlıkta gerek darlıkta hep hayır umar Rabbinden. Her iki durumda da Rabbinin kendisi hakkında hayırlı olan ne ise onu istediğine inanır. Bu konunun püf noktası mü'minin kalbinin yüce Allah'a bağlı olmasında ve yüce Allah'ın hayır pınarının çağlayıp durmasının asla kesilmemesindedir. Kalb yüce yaratanına bağlandı mı, bu köklü gerçekle yüzyüze gelir, onu doğrudan doğruya hisseder ve tadına varır. Oysa münafıklar ve müşrikler ise yüce Allah'a bağları kopuk kimselerdir. Dolayısı ile bu gerçeği hissedemezler ve tadamazlar. Buna bağlı olarak da yüce Allah'a kötü zan beslerler, kalpleri olayların dış görünüşüne takılır ve olaylar hakkında dış görünüşüne göre yargıya varırlar. Ve sonuç olarak yüce Allah'ın kendilerine ve çok hassas ve sezilmez idaresine güvenmek dururken, olayların dış görünüşünün verdiği kanaate aldanarak, hem kendileri hem de mü'minlerin başlarına kötü şeyler gelecek diye tahminde bulunurlar.
    Yüce Allah bu ayette islamın ve müslümanların çeşitli türlerden düşmanlarını sıralamış ve onların kendi katında durumlarını sonuçta kendilerine hazırlamış olduğu şeyleri açıklamıştır. Bunun arkasından da kudret ve hikmetini ifade etmiştir:
    7- Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah güçlü olandır, Hakim olandır.
    Dolayısı ile onların durumlarından hiçbir şey yüce Allah'ı yoramaz ve ona hiçbir davranışları gizli kalamaz. Ve O'nundur göklerin ve yerin orduları ve O aziz ve hakim olandır.
    ŞAHİD, MÜJDECİ VE UYARICI PEYGAMBER
    Sonra yüce Allah hitabını Resulullah'a çevirmekte ve onu görevine çağırmakta ve bu görevin hedefini açıklamaktadır. Sonra mü'minleri Rabblerinin mesajı kendilerine bildirildikten sonra görevlerine yönelmekte ve Resulullah ile sözleşirlerken yaptıkları biatlarını doğrudan doğruya yüce Allah'a çevirmekte, kararlaştırdıkları sözleşmeyi yüce Allah ile yaptıklarını belirtmektedir.
    Böylece yüce Allah Resulullah ile yaptıkları biatı şereflendirmiş ve sözleşmeyi yüceltmiş olmaktadır.
    8- Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
    9- Ki Allah'a ve Resulüne inanasınız O'nun dinini destekleyesiniz. O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edip şanını yüceltesiniz.
    10- Sana biat edenler, Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir.
    Resulullah gönderilmiş olduğu şu insanlığa şahittir. Kendisine emredileni onlara bildirdiğine, kendisini nasıl karşıladıklarına, içlerinden mü'minler, kafirler ve münafıklar olduğuna, iyiler ve bozguncular olduğuna şahitlik edecektir. Peygamberliğini yerine getirdiği gibi şahitlik de edecektir. Resulullah, mü'minler için hayır, bağışlanma, hoşnutluk ve iyi mükafat müjdecisi kafirler, münafıklar, isyankarlar ve bozguncular için de kötü akıbet, gazap, lanet ve ceza ile korkutucu ve uyarıcıdır.
    Resulullah'ın görevi bunlar... Sonra yüce Allah kitabını mü'minlere çevirmekte, bu peygamberlikten güdülen hedefi onlara açıklamaktadır. Bu hedef; Allah'a ve Resulüne iman etmek, sonra imanın gereklerini yerine getirmektir. Buna göre mü'minler, yüce Allah'ın şeriatını ve sistemini destekleyerek yüce Allah'a yardım edecekler, O'nun yüceliğini gönüllerinde duyarak O'na tanzim edecekler, sabah-akşam tesbih ederek hamdederek, O'nu noksan niteliklerden tenzih edeceklerdir. Sabah-akşam deyimi bütün günü üstü kapalı olarak anlatan bir terimdir. Çünkü bir günün iki ucu olan sabah ve akşam o günün bütün zamanlarını içermektedir. Bundan gaye, kalbin her an yüce Allah a bağlı olmasıdır. İşte bunlar; Resulullah'ı müjdeci, şahit ve korkutucu olarak gönderilirken mü'minlerin imanından umulan semerelerdir.
    Resulullah onları yüce Allah'a bağlamak ve kendisinin aralarından ayrılması ile kopmayacak sürekli bir biatı yüce Allah ile onların aralarında oluşturmak için gelmiştir. Dolayısı ile Resulullah biat için elini onların elleri üstüne koyunca, bunu ancak ve ancak Allah adına yapmaktadır. Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir." Bu anlatım Resulullah ile aralarındaki biatı canlandıran çok ürpertici ve yüceltici bir anlatımdır. Biata katılan her kişi, elini Resulullah'ın eline koyarken, Allah'ın elinin kendi elinin üstünde olduğunu ve yüce Allah'ın bu biatta hazır olduğunu, biatın asıl sahibinin O olduğunu ve onu yüce Allah'ın aldığını ve O'nun elinin mü'minlerin elleri üstünde olduğunu hissedecektir. Kimin? Yüce Allah'ın. Aman Allah'ım. Ne müthiş, ne hoş ve ne yüce bir olay bu.
    İşte bu manzara, insanın aklından, biatı bozma düşüncesini kökünden söküp atmaktadır. Çünkü Resulullah kişi olarak ortadan kalksa bile yüce Allah mevcuttur ve diridir. Allah almakta bu biatı ve O vermektedir. Biatı gözetleyen de kendisidir.
    "Kim ahdını bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur."
    Her yönden zarar görecek olan odur. Kendisi ile yüce Allah arasındaki kârlı alış-verişten dönmekle zararlı çıkacak olan da odur. Yüce Allah ile kulu arasındaki her biatta ve her sözleşmede sürekli Allah ın fazlından yararlanıp kârlı çıkacak olan kuldur. Çünkü yüce Allah alemlere hiç muhtaç değildir. Allah'a vermiş olduğu ahdı bozup cayınca zararlı çıkacak olan kulun kendisidir. Bunun sonucu olarak yüce Allah'ın gazab ettiği ve çirkin gördüğü caymaya karşılık O'nun gazabına ve cezasına uğrayacak olan da kuldur. Çünkü Allah vefayı ve sözünde sadık olanları sever. "Ve kim Allah'a. verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir."
    Evet ifadede yer aldığı gibi, niceliği belirtilip açıklanmayan "Büyük bir mükafat..:' Bu karşılık yüce Allah'ın "büyük" diye nitelediği bir karşılıktır. Yeryüzünün insanlarının az olanı kavrayabilen, sınırlamaya mahkum ve fani akıllarının onu kavrayacak seviyeye asla çıkamayacağı yüce Allah'ın ölçüsü, tartısı ve nitelemesine göre "Büyük bir mükafat"tır .
    Söz "biatın içyüzü"ne, biattan dönekliğin tehlikesine ve ahde vefanın önemine gelmişken, ifadenin akışı Allah'a kötü zan beslemeleri ve kendi anavatanında olan ve daha önce iki yıl arka arkaya Medine ye saldıran Kureyş üzerine itmekten, Resulullah ile çıkacak olanların başlarına zarar gelecek diye tahmin yürütüp de geri kalan bedevilere yönelmektedir. Evet ifadenin akışı Resulullah'a,kendisi ve beraberinde bulunanlar sağ-salim geri dönünce onların özür dileyeceklerini haber vermek için onlara yönelmektedir. Kureyşliler Resulullah ile kavgadan vazgeçmiş, onunla savaşmamıştı. Kendisi ile bir anlaşma imzalamıştı. Şartları ne olursa olsun bu anlaşmadan açıkça görülen Kureyşliler geri adım atmışlar, Muhammed'i -salât ve selâm üzerine olsun- kendileri ile savaşı bırakma anlaşması yapılacak ve düşmanlığından çekinilen kendilerine denk bir güç kabul etmişlerdir. Sonra ifadenin akışı, onların asıl, neden kendisi ile gelmediklerini Resulullah'a ifşa etmekte ve onları rezil etmekte, Resulullah ve mü'minlerin önünde kirli çamaşırlarını ortaya dökmektedir. Öte yandan ifadenin akışı, Resulullah ve kendisi ile sefere çıkanlara müjdeli haberler vermektedir. Buna göre onlar yakında kolay ganimetler elde edecekler, onlara katılmayıp geri duran bedeviler bu kolay ganimetlerden elde etmek için kendisi ile gelmeyi isteyeceklerdir. İşte burada ilahi ifadeler, Resulullah'a onlara ne şekilde davranacağını ve nasıl cevap vereceğini göstermektedir. Bu ilahi telkine göre Resulullah onların kendisi ile birlikte yakında ve kolay elde edilecek ganimet için gelmelerini kabul etmeyecektir. Çünkü bu sadece daha önce kendisi ile yola çıkan ve Hudeybiye'de bulunanlara özeldir. Buna karşın yüce Allah onlara başka bir hedef göstermektedir. Bu hedefte güçlük vardır. Ve,güçlü kuvvetli bir toplulukla savaş vardır. Eğer itaat ederlerse büyük mükafat elde edecekler, yoksa daha önce karşı geldikleri gibi yine karşı gelirlerse kendilerine şiddetli bir azap verilecektir.
    8- Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
    9- Ki Allah'a ve Resulüne inanasınız O'nun dinini destekleyesiniz. O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edip şanını yüceltesiniz.
    10- Sana biat edenler, Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir.
    Resulullah gönderilmiş olduğu şu insanlığa şahittir. Kendisine emredileni onlara bildirdiğine, kendisini nasıl karşıladıklarına, içlerinden mü'minler, kafirler ve münafıklar olduğuna, iyiler ve bozguncular olduğuna şahitlik edecektir. Peygamberliğini yerine getirdiği gibi şahitlik de edecektir. Resulullah, mü'minler için hayır, bağışlanma, hoşnutluk ve iyi mükafat müjdecisi kafirler, münafıklar, isyankarlar ve bozguncular için de kötü akıbet, gazap, lanet ve ceza ile korkutucu ve uyarıcıdır.
    Resulullah'ın görevi bunlar... Sonra yüce Allah kitabını mü'minlere çevirmekte, bu peygamberlikten güdülen hedefi onlara açıklamaktadır. Bu hedef; Allah'a ve Resulüne iman etmek, sonra imanın gereklerini yerine getirmektir. Buna göre mü'minler, yüce Allah'ın şeriatını ve sistemini destekleyerek yüce Allah'a yardım edecekler, O'nun yüceliğini gönüllerinde duyarak O'na tanzim edecekler, sabah-akşam tesbih ederek hamdederek, O'nu noksan niteliklerden tenzih edeceklerdir. Sabah-akşam deyimi bütün günü üstü kapalı olarak anlatan bir terimdir. Çünkü bir günün iki ucu olan sabah ve akşam o günün bütün zamanlarını içermektedir. Bundan gaye, kalbin her an yüce Allah a bağlı olmasıdır. İşte bunlar; Resulullah'ı müjdeci, şahit ve korkutucu olarak gönderilirken mü'minlerin imanından umulan semerelerdir.
    Resulullah onları yüce Allah'a bağlamak ve kendisinin aralarından ayrılması ile kopmayacak sürekli bir biatı yüce Allah ile onların aralarında oluşturmak için gelmiştir. Dolayısı ile Resulullah biat için elini onların elleri üstüne koyunca, bunu ancak ve ancak Allah adına yapmaktadır. Sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir." Bu anlatım Resulullah ile aralarındaki biatı canlandıran çok ürpertici ve yüceltici bir anlatımdır. Biata katılan her kişi, elini Resulullah'ın eline koyarken, Allah'ın elinin kendi elinin üstünde olduğunu ve yüce Allah'ın bu biatta hazır olduğunu, biatın asıl sahibinin O olduğunu ve onu yüce Allah'ın aldığını ve O'nun elinin mü'minlerin elleri üstünde olduğunu hissedecektir. Kimin? Yüce Allah'ın. Aman Allah'ım. Ne müthiş, ne hoş ve ne yüce bir olay bu.
    İşte bu manzara, insanın aklından, biatı bozma düşüncesini kökünden söküp atmaktadır. Çünkü Resulullah kişi olarak ortadan kalksa bile yüc
#30.10.2008 12:41 0 0 0
  • Allah razı olsun...Vesselam!...
#30.10.2008 12:44 0 0 0
  • paylaşım için teşekkürler
#15.05.2011 17:22 0 0 0