KONYA

Son güncelleme: 02.12.2009 13:45
  • KONYA
#09.02.2005 17:44 0 0 0
  • Konya

    Konya

    Konya''da ve çevresinde yerleşik düzen Prehistorik (Tarih öncesi) çağdan başlar. Bu çağ içinde Neolitik - KaIkolitik - Erken Bronz Çağ kültürlerini görürüz.

    Bu çağın iskan yeri olan höyükler, Konya il sınırları içindedir. (Çeşmelisebil''in ortasında da bir adet höyük vardır.) Neolitik Devre (MÖ. 7000-5500) ait buluntular, Çatalhöyük''teki arkeolojik kazılarda meydana çıkmıştır.

    Bugün Konya''nın bir semtinin içinde kalan Karahöyük''te Hitit iskanı görülmektedir. Senelerdir sürdürülen arkeolojik kazılar bu çağı anlatan buluntular vermektedir.

    Anadolu''da Hitit egemenliğine son veren Friygler Trakya''dan Anadolu''ya göç etmiş kavimlerdir. Alaaddin Tepesi ve Karapınar, Gıcıkışla, Sızma''dan elde edilen buluntular MÖ VII. yüzyıla aittir. Frygyalılardan sonra Konya (KAVANİA) Lidyalılar ve İskender''in istilasına uğramıştır. Daha sonraları Anadolu''da Roma hakimiyeti sağlanınca Konya İkonium olarak varlığını korumuştur. (MÖ 25) Antalya''dan Anadolu''ya çıkan Hıristiyan azizlerden St. Paul Antiochia (Yalvac''a) sonra İkonium''a (Konya''ya) gelmiştir. Bu devirde Hatunsaray Lystra-Derbe ve Laodica (Ladik; Halıcı) ve Sille önemli Bizans yerleşim yeridir.

    İslamiyetin Anadolu''da yayılması ile Bizans''a (Yani İstanbul''a) Arap akınları başlamıştır. Emeviler, Abbasiler, Konya üzerinden akınlar yapmışlardır.

    1071 tarihindeki Malazgirt Meydan Savaşı''ndan sonra Anadolu''nun büyük bir kısmı ile beraber Konya''da Selçuklular tarafından Bizanslıların elinden alınmıştır.

    Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah 1076 tarihinde Konya yı başşehir yapmıştır.1080 tarihinde başkent İznik''e nakledilmiştir. Kılıç Aslan I. 1097 tarihinde başşehri Konya''ya taşımıştır. Konya 1097 tarihinden 1277 tarihine kadar aralıksız Anadolu Selçuklularının başşehri olmuştur.

    Konya 1277 tarihinde Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından ele geçirilmiştir. Karamanoğulları devletinin egemenliğine geçmiştir. Osmanlı Padişahlarından Murat II. 1442 tarihinde de Karamanoğulları hakimiyetine son vermiştir.

    Konya Osmanlı Devleti zamanında şöhret ve itibarını devam ettirmiştir. Osmanlı sultanlarından Yavuz Sultan Selim, Mısır ve İran seferleri sırasında Konya''da konaklamıştır. Kanuni Sultan Süleyman İran, Murat IV ise Bağdat seferi sırasında Konya''da kalmışlardır.

    Cumhuriyet Devrinde hızla büyüyen ve gelişen Konya, tarihi eserleri ile bugün açık hava müzesi görünümünde bir şehirdir.
    noimage
#09.02.2005 18:43 0 0 0
  • noimage
    1. Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol.
    2. Sefkat ve merhamette günes gibi ol.
    3. Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol.
    4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
    5. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
    6. Hosgörülülükte deniz gibi ol.
    7. Ya oldugun gibi görün,
    ya göründügün gibi ol.
    MEVLANA CELALEDDIN RUMI

    noimage noimagenoimage

    KONYA TARİHİ ESERLERİ VE MÜZELER

    SELÇUKLU DEVRİ ESERLERİ

    ALAEDDİN CAMİİ
    Anadolu Selçuklu Devri Konya'nın en büyük ve en eski camiisidir. Şehrin merkezinde yüksekçe bir hüyük olan Alaeddin Tepesi üzerine inşa edilmiştir. Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud I'in son zamanlarında başlanılmış, Kılıçaslan I I (1156-1192) devrinde inşatına devam edilmiş, Sultan Alaeddin Keykubad I tarafından 1221 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.
    Camii İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiştir. Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. İçerisi Sütunlar ormanını andırmaktadır. Bizans ve klasik devirlere ait 41 taş mermer sütundan ibarettir. Camiinin en ilginç taraflarından birisi de minberidir.
    Minber abanoz ağacından birbirine geçmiş olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örnekleridir. 1155 yılında Ahlat'lı Mengum Berti tarafından yapılmış bir şaheserdir. Çinilerle süslü mihrabın önünde çini süslü kubbesiyle örtülmüş bir saha mevcuttur. Mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüştür.


    KARATAY MÜZESİ
    Karatay Medresesi, Sultan İzzeddin Keykavus II. Devrinde Emir Celaleddin Karatay tarafından, 649 Hicri (1251 Miladi) yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlılar Devrinde de kullanılan Medrese XIX. Yüzyılın sonlarında terk edilmiştir. Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 Yılında "Çini Eserler Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. Karatay Müzesinde, Beyşehir Gölü kenarındaki Kubad-Âbad Sarayı kazı buluntuları arasında olan duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergilenmektedir.
#07.03.2005 04:22 0 0 0
  • İNCE MİNARE MEDRESE Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından hadis ilmi okutulmak üzere (Hicri 663) 1254 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Abdullah oğlu Kelük'tür. Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden olan taç kapısı üzerinde kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte Selçuklu sülüsüyle yazılmış "Yasin ve Fetih" sureleri vardır. Binanın iç mekanları avlu, eyvan, dershane, ve öğrenci hücrelerinden oluşur. Minare kaidesi kesme taşla kaplı tuğla malzeme kullanılarak yapılmış ve ön cephede akant yaprağı ile bezelidir. Yarı piramit formlu üçgenle ve oniki köşeli, gövde köşeleri turkuaz mavi sırlı tuğladan yapılmış çift şerefelidir. 1901'de yıldırım düşmesiyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır. 1956 yılında müze olarak açılmış olup Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait taş ve ahşap eserler teşhir edilmektedir.


    SAHİP ATA CAMİİ VE KÜLLİYESİ Anadolu Selçuklu Devleti Vezirlerinden Sahip Ata tarafından 1258-1283 yılları arasında inşaa edilmiş olan mescid türbe, hanigâh ve hamamdan ibarettir. Mimarı Abdullah Bin Kellük'tür.


    SIRÇALI MEDRESE Sırçalı Medrese 1242 yılında Bedreddin Muhlis tarafından Fıkıh ilmi okutturulmak için yaptırılmıştır. Açık Avlulu Medrese tipindedir. Sanat yönünden çok zengin Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devirlerine ait mezar taşları bulunmaktadır.

    KARAMANOĞULLARI DEVRİ ESERLERİ
    HASBEY DAR'ÜL - HUFFAZI Karamanoğulları devri eserlerinden olan Hasbey Dar'ül Huffazı 1241 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından hafızlar evi olarak yaptırılmıştır.


    ŞERAFETTİN CAMİİ Camiinin ilk banisi XIII. Yüzyılda Şeyh Şerafettin'dir. Daha sonraları 1444 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey II. tarafından onarılmıştır. Zamanla harap olan camii, 1636 yılında Konya'lı Mehmet Çavuşoğlu Memi Bey tarafından yıktırılarak yeniden yapılmıştır.

    OSMANLI DEVRİ ESERLERİ
    AZİZİYE CAMİİ
    Camii ilk defa 1671-1676 yıllarında Osmanlı Padişahı Sultan Mehmet IV'in Muhasibi Damat Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1876 yılında çıkan bir yangında camii yanmış, vakfın geliri ve Sultan Abdülaziz'in yardımları ile 1891 yılında yeniden inşa ettirilmiştir.
#07.03.2005 04:23 0 0 0
  • SELİMİYE CAMİİ
    Mevlana Türbesi yanındadır. Sultan Selim II. Şehzadeliği ve Konya Valiliği sırasında 1558'de yaptırılmaya başlanmış ve 1587'de bitmiştir. Klasik Osmanlı mimarisinin Konya'daki en güzel örneklerinden bir tanesidir.


    YUSUF AĞA KİTAPLIĞI Selimiye Camiinin batı yönüne bitişiktir. 1795 yılında Kethüda Yusuf Ağa tarafından yaptırılmıştır.


    KONYA FUARI Alaaddin Tepesi'nin kuzeydoğu yönündedir. Konya'da üretilen malların sergilendiği standlar yer alır. Ayrıca fuar alanında çeşitli havuzlar, çay bahçeleri, restoranlar ve lunapark bulunmaktadır. 100.000 m2'lik alana yerleştirilmiştir.

    Diğer...
    MEVLÂNA MÜZESİ
    Mevlâna Celaleddin'in Babası (Sultan-ül Ulema) Bahaddin Veled'e Selçuklu Sultanı tarafından hediye edilen gül bahçesine 1274 yılında bir türbe, 1396 yılında da Çini kaplı külah yapılmıştır. Mevlâna Celaleddin'in türbesi olan bu yer, 1927 yılında müze olarak ziyarete açılmıştır. İçinde dergah zamanından korunan Mevlâna'ya, mevleviliğe ait eserler, mevlevi musiki aletleri, hat, kumaş örnekleri, halı sergilenmektedir. 1993 yılında resmi kayıtlara göre 1.200.000 kişi ziyaret etmiştir. Anıtlar Kurulu kararı ile taban düzenlemesi 10 Aralık 1993 tarihinde gerçekleştirilmiştir.


    ARKEOLOJİ MÜZESİ
    1962 yılında ziyarete açılmıştır. Neolithik - Erken Bronz, Hitit, Frig, Grek, Roma ve Bizans devrine ait eserler teşhir edilmektedir. Çatalhüyük, Canhasan, Erbaba, Sızma, Karahüyük, Alaaddin Tepesi'ndeki kazılardan çıkan eserler sergilenmektedir.


    ETNOĞRAFYA MÜZESİ
    Konya giyimlerinin, el işlemelerinin, kemer, örme keseler, çeşitli etnoğrafik eserlerin, silah ve sikke kolleksiyonlarının teşhir edildiği müze, Larende caddesindedir.


    ATATÜRK MÜZESİ
    1912 yılında yapılan ev, 1928'de Konya'lılar tarafından Atatürk'e hediye edilmiştir. 1964 yılında müze olarak açılmıştır. İçinde Atatürk'e ait elbiseler, eşyalar, fotoğraflar ve belgeler sergilenmektedir.


    KOYUNOĞLU ŞEHİR MÜZESİ
    Geniş bir alan içinde 3.000 metrekare teşhir salonu bulunan müzenin birinci katında tabiat tarihi, giriş katında Anadolu Medeniyetleri, sikke bölümü ile sanat galerisi, üst katında etnoğrafya, halı, kilim ve yazma kitapları yer almaktadır. Aynı katta 20.000 ciltlik kütüphane bulunmaktadır.


    BÖLGE YAZMA ESERLER KÜTÜPHANESİ
    20 Temmuz 1984 yılında hizmete girmiştir. 1928 öncesinde el ile yazılan ve matbaada basılan devrin tarihini, coğrafyasını, edebiyatını, matematiğini, astronomisini, tıbbını ve dini ilimlerini içeren konularda yazılmış kitaplar araştırma yapanların hizmetine sunulmaktadır. Bu kitaplardan 4128 tanesi el yazması, 12433'ü matbudur.


    DİĞER... Camiler
    İPLİKÇİ CAMİİ
    Alaeddin Caddesi üzerindedir. Şemseddin Altınoba tarafından 1201 yılından sonra yaptırılmış, Somuncu Ebubekir tarafından genişletilmiş, yenilenmiştir. (1332) Cami İplikçiler çarşısında bulunduğu için İplikçi Camii adını almıştır.
    1951-1960 yılları arasında Klasik Eserler Müzesi olarak kullanılan camii, 1960 yılında tekrar ibadete açılmıştır.
    SADRETTİN KONEVİ CAMİİ VE TÜRBESİ
    Konya'nın Şeyh Sadrettin mahallesindedir. 1274 yılında yapılmıştır. Giriş kapısındaki kitabede adı geçen Sadrettin Konevi aslen Malatyalı olup, Konya'ya yerleşmiş, zamanın tanınmış bilginlerindendir. Muhiddin İbni Arabi'den tahsil ve terbiye görmüş, Konya'daki hanikâhında hadis ilimleri okutulmuştur. Mevlâna'ya derin bir sevgi ile bağlanmıştır.
    Türbe, Camiinin doğusundaki avludadır. Açık türbeler tipinin ayakta kalan tek örneğidir. Türbenin şekli Selçuklu kümbetlerine benzer. Gövde açık, kaidesi mermer işleme olan türbenin üzerinde, köşeli bir tanbura oturan, kafes şeklinde ahşap bir külah vardır.
    KADI MÜRSEL (HACI HASAN) CAMİİ
    Hükümet konağının batısındadır. Güney duvarında bulunan kitabesine göre 812 H.-1409 M. Yılında ve Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında Hacı Mustafa oğlu Mürsel tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı taş ve moloz dolgu yüksekçe bir tabana oturmaktadır. Üzeri çatı ile örülmüştür.
    KAPU CAMİİ
    Konya'da merkezde sarraflar (çıkrıkçılar) caddesi üzerindedir. Asıl adı İhyaiyye olup eski Konya Kalesinin kapılarından birinin çevresinde yer aldığından Kapı Camii adıyla anılır.
    Cami ilk defa 1658 yılında Mevlevi Dergahı Postnişinlerinden Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Bir süre sonra yıkılan bu camiiyi 1811 yılında Konya Müftüsü Esenlilerlizade Seyyid Abdurrahman yenilemiş, 1867 yılında bir yangın, cami ile birlikte bu civarda vakıf dükkanları da yoketmiş. Bu olaydan bir yıl sonra camii üçüncü defa yeniden yapılmıştır. Bu yeni inşaasına dair 1285 H. (1868 M) tarihli kitabesi taç kapısı üzerinde yeralmaktadır.
    Kapı Cami Konya'da yer alan Osmanlı Dönemi camilerinin en büyüğüdür. Kuzeyinde 10 mermer sütuna istinat eden yüksek bir son cemaat mahalli ve basık kemerli bir cümle kapısı vardır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı bulunmaktadır.
    Kesme taşlardan inşa edilen camiinin üzeri dıştan çatı, içten büyüklü küçüklü sekiz kubbe ile örtülüdür. Taş Mihrabı ve ahşap minberi sadedir.
    TURSUNOĞLU TAHİR PAŞA CAMİİ
    Abdülaziz mahallesindedir. XV. Yüzyıl başlarında Konya eşrafından Tursunoğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Beden duvarları taş, kubbe ise tuğladır. Camiinin kuzeyindeki kubbeli son cemaat mahallide tuğladan yapılmıştır. Tek şerefeli ve köşeli bir minaresi vardır.
    NAKİBOĞLU CAMİİ
    Camii, Nakiboğlu mahallesindedir. Vakfiyesine göre Konya Müftüsü Nakib'ül Seyid İbrahim tarafından 1176 H. (1762 M.) yılında yaptırılmıştır. Kare planlı olup toptan yapılmıştır. Çatı ahşaptır. Kiremitle örtülmüştür.
    Minaresi, 1178 H. (1764 M.) yılında Nakib'ül Hac Seyid İbrahim oğlu Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır.
    Cami zamanla harap olduğu için 1926 yılında minaresi hariç, yıktırılarak yeniden yaptırılmıştır.

    noimage
    noimage
#07.03.2005 04:26 0 0 0
  • Mevlana Müsesinden resimler


    noimage
#13.03.2005 11:37 0 0 0
  • noimage




    noimage


    noimage



    noimage
#13.03.2005 11:40 0 0 0
  • noimage

    noimage

    noimage

    noimage


    noimage

    noimage
#13.03.2005 11:52 0 0 0
  • Mevlanin bir kac sözleri:

    Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
    İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
    Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
    Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

    Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim
    Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum
    Biri benden bundan başkasını naklederse

    Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim...
    Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
    Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
    Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
    Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
    Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
    Yüz rüzgarı olmak isterdim....
    Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap...
    Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
    Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz...
    Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
    Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır...
    Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini
    Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil...
    Bir katre olma, kendini deniz haline getir
    Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin
    Beri gel, beri !
    Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
    Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
    Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...
#18.03.2005 16:40 0 0 0
  • Tüm Konya'lılara selam. Çok sevdiğim hiç unutamadığım Konya ilkokul hocama bir türlü ulaşamadım. (Musa BEKDEMİR ?(pekdemir) Adresini 'Hamidiye mahallesi Atatürk okulu yanı Beyşehir' olarak vermişti. Tanıyan bilen bilgi verirse memnun olurum
#19.03.2005 11:32 0 0 0
  • Galiba bizden baska burda Konyali yok. Türkiyede yakiniz bende seydisehir de yim ama türkiyedeyken.
#28.03.2005 17:43 0 0 0
  • Geleneksel Konya Kıyafetleri

    noimage

    Başa fes giyilmiş üzerine tülbent sarılmıştır. İpekli gömlek (meydani) üzerinde salta denilen, dar kollu yakasız ve cepsiz cepken giyilmiştir. Belde dokuz gözlü silahlık, bunun üzerine kırmızı-beyaz yollu şal sarılmıştır. Yeşil veya gri renkli, çuhadan yapılmış şalvar ile uzun yün çorap ve ayağına kundura giymiştir. Konya'lı genç armasını kuşanmış ve elinde tüfek tutmaktadır.


    noimage

    Sille kıyafeti ile merhume Hatice Kartal görülüyor. Başta fes üzerine tül sarılmıştır. Bele kadar uzanan saçlar altın paralarla süslenmiştir. Göğüs tülü üzerine dik yakalı, kolsuz yelek giyilmiştir. Bunun üzerinde "zıppa" denilen üçgen bir kuşak bulunmaktadır ve bunun üzerine gümüş tokalı kemer bağlanmıştır. Ayakta galloş denilen yumuşak mestler giyilmiştir.



    @meliz

    bende konya'liyim doganhisar dan...
#28.03.2005 20:22 0 0 0
  • cok güzelm bir ilimizde Konyadir!
    Ülkemizin En Büyük Ve Namuslu Sehiridir!
#29.03.2005 18:12 0 0 0
  • a) Alaeddin Tepesi :
    Konya Selçukluların başkenti iken Sultan Alaeddin bir cami yaptırmak istedi, bunun için şehir meclisi şehrin ortasında bir tepe meydana getirilmesinin ve bu tepenin üzerine camiin yapılmasını kararlaştırdı. Bu maksatla bir toprak vergisi kondu. Herkesin hissesine düşen toprağı çuval ve torbalarla getirmesi suretiyle meydana geldi. Camiin inşasına başlandı. Bir gün Sultan Alaeddin tepeye çıktı ve şehir halkının evlerinin damlarında yarı çıplak yattıklarını gördü. Bunun üzerine tepeye yalnız camiinin yapılmasını, sarayın ise tepenin eteklerine inşasını istedi.

    b) Üçler :
    Üç dervişe hasta olan efendileri "Sizin kısmetiniz burada kesildi, Konya'ya gidin" demesi üzerine Horasan'ı bırakıp Konya'ya göç ederler. Kale kapısına vardıklarında önlerine yüzüpeçeli derviş kılıklı bir adam çıkar ve "Gelin der ,sizin yeriniz Mevlâna Dergahı'dır, oraya yerleşeceksiniz." Yol gösteren derviş peçesini kaldırır. Bir de ne görsünler, hasta olan kendi mürşitleri değil mi? Mehmet, Mahmut ve Ahmet adlarında bu üç derviş ölünce Mevlâna'ya en yakın yere gömüldüler. Mezarlığa Fatih Sultan Mehmed zamanında Üçler adı verildi.

    c) Şems'in Kuyusu :
    Konya'lı iki hacı Kabe'yi ziyarete giderler. Su alırken tası zemzem kuyusuna düşürerler, fakat çıkaramazlar. Konya'ya geldiklerinde aynı tası Şems'in türbedarının elinde görürler. Nereden aldın bu tası ? diye sorduklarında türbedar, Şems'in kuyusundan aldığını söyler.

    d) Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir ) :
    Seyyid Harun küpe dağının eteklerinde şehri kurarken bir haber ulaşır. Ilgın- Kadınhanı arasındaki Mahmuthisar köyündeki tekke de müridleri ile oturan Didiği Sultan adlı bir ermiş şeyh, ayıya gem vurarak binmiş, müridleri ile birlikte Seyyid'in ziyaretine gelmektedir. Haberi alan Seyyid Harun, müridlerini toplar, oradaki kocaman bir kayaya "Deve ol" der, deve şekline giren kayaya binerek Didiği Sultanı karşılar. Keramet ehli iki pir, Seydişehir'in girişinde buluşurlar. Didiği Sultan bindiği ayıdan iner, onu dağa sürer. Seyyid Harun'da bindiği taş deveyi çöktürür, oda iner, böylece halleşip görüşürler. Seyyid Harun'un bindiği taş deve, çöktüğü yerde olduğu gibi kalır. Yüzyıllar boyunca, deveye benzeyen bu kaya parçası, halk tarafından ziyaret edilerek efsanesi anlatılır. Devetaşı olarak bilinen kaya bu gün Aliminyum tesisleri lojmanları arasında kalmıştır.
    Bu efsanelerin dışında daha çok sayıda Konya'ya ve ilçelerine ait efsane mevcuttur. Bunları isim olarak zikretmek faydalı olacaktır. "Kaşıkcı güzeli", "Nasreddin Hoca", "Güllü Baba", "Neyzen Hamza", "Dede Efsanesi", "Amazonlar Efsanesi", "İtri Efsanesi", "Yunus Efsanesi", "Tahir ile Zehre Efsanesi", "Kızlar Kayası Efsanesi" vs
#11.04.2005 13:53 0 0 0
  • KONYA GİYİMLERİ

    Her ulusun, her şehrin hatta her kasaba ve köyün kendine göre gelenek halinde devam ettire geldiği bir giyiniş şekli vardır. Konya'nın Cumhuriyetten önceki yıllarda özel biçimde bir giyim, kuşam, görenek ve adetleri vardır. Konya'nın bu kıyafeti Akşehir'de biraz değişmekte buna karşılık şehrin hemen kıyısında bulunan Sille Bucağının tamamen değişik bir biçimde kıyafeti vardır.

    Şimdide Konya'nın kadın, erkek kıyafetleri üzerinde duralım :
    Konya kadının ev içi ve dışarıda giyilmek üzere iki kıyafeti vardır. Başta bir çember, üstünde işlik, alta(don) şalvar, ayağında ince yemeni biçiminde terlik veya örme patik bulunurdu. Bu kadının normal günlük iş kıyafetiydi.

    Konya kadının dış kıyafeti şu parçalardan meydana gelmektedir.

    a) İç Çamaşır : Eskiden kadın ve erkek için, iç çamaşırı bükme iplikten, ev tezgahlarında dokunarak, çamaşır bezi denilen kıvrık pamuklu bezden yapılırdı. Buna kıvratmada denilirdi. İç gömleklerin yakaları yoktur. Erkek ve kadının kol uzunluğu bileklerine kadar uzanmaz, etekler ise diz kapakları üzerine varırdı. Göğüs kısmı açık olurdu. İç çamaşırın kol ağızları ve boğaz kenarları kadınlarda oyalarla süslenirdi. İç don belden topuk üzerine kadar uzundu, paçalar çok dardı. Bel kısmı uçkur ile bağlanır, geniş olarak dikilirdi. Dış elbiseler ise, kadınbaşına koyu kırmızı bir fes giyerdi. Bu fesin kirlenmemesi için, fesin içine kellepoş denilen kısa kenarlı takke giyilirdi. Fesin etrafına ipekten ince bir şifon sarılır. Bunun üzerine ayrıca bir yazma dolanırdı. Şifonun faydası, başa iğne takıldığı zaman, iğne ağırlığının dengesini sağlar, fesin üzerine iki ucu sağ ve sol omuzda bulunan renkli çember örtülürdü.

    b) Entari : Konya'den eskiden entariye pek ilgi gösterilmezdi. Ancak gelinler, birde yaşlı kadınlar entari giyerlerdir. Çünkü işlik ve şalvar entariden daha çok giyilirdi.

    c) İşlik : İşlik vücuda yapışırcasına sıkıca dikilen bir dış giyecekti. Yakadan göğüs boşluğu üzerine uzanır, buraya kadar düğmeli ve kapalı idi. Kolları bileklere kadar uzun olup, burada kol genişliği bir düğme ile daraltılarak giderilirdi. İşliklere; ala, kadife, pazen, basma, kutmişetari, şelaki,astar, kaput, humayun, yandım alamadım ve alpaktı. Renkleri ise, mevsimine göre seçilirdi. Bahar ve yazın yeşil, koyu yeşil, beyaz, açık sarı, nar çiçeği rengi ile açık mavi beğenilirdi. Sonbahar ve kışın ise koyu renklere ilgi gösterilir. Bunlar; Koyu vişne çürüğü, siyah,koyu kahverengi, koyu gri ve koyu mavi idi.

    d) Şalvar : Bir kadının giydiği şalvar 8-9 metre kumaştan yapılırdı. Akşehir ve çevresinde 14metre kumaştan bir takım elbise yapıldığı söylenir. Şalvar, belden topuklarakadar uzanır, gayet bol dikilir, çekme payı buna eklenmektedir. Paçalar oldukça dar olup, vücudun hatları şalvarın kıvrımları arasında belirsiz hale gelmektedir.

    e) Hırka : Hırkanın içi astar, üstü şelaki ve diğer kumaşlardan yapılır. İçerisine pamuk döşenerek aynı yorgan biçimi dikilmektedir. Etekleri kalçaya kadar uzun olup, bir çeşit cekete benzer.

    f) Salta : Yünlü kumaştan dikilen, kollu ve ön kısmı açık, etekleri kısa,yarım ceketi andıran bir yelektir. Saltalar çok süslü yapılır. Sırma ve kaytanlarla çeşitli bezemeler yapılır. Saltalara ayrıca madeni parlak pullarda dikilir.

    g) Kebe : Bir çeşit salta olup, kolları ve göğüs kısımları işlemelidir.

    h) Ayakkabı : Deve derisinden yapılmış, parlak arka kısmı açık pabuç,yanları lastikli uzun konçlu, bir çeşit topuklu kunduradır. Ayrıca mestlede giyilirdi.

    ı) Süs ve Takılar : Fesin üzerine veya göğsüne elmas iğne takılırdı. Ayrıca boğaz kısmına inci mahmudiye, hamidiye, beşibiryerde altınlar ile altın kordonlu cep saati takılırdı. Parmaklarda kıymetli taşlı yüzükler, kulaklarda elmas küpeler takılırdı. Fakat bu takılar her kadında bulunmazdı. Kollardaki çeşitli bilezikler kadının en önemli ziğnetini ve süsünü meydanı getiriyordu.
    Erkek Kıyafetleri
    Konya'nın erkek kıyafetleri, birbirinden farklılık arz eder. Her erkeğin görevine göre kıyafeti de vardır. Kıyafetlerinden o kişinin ne olduğu kolayca anlaşılırdı.

    1) Ulema Kıyafeti : Başta kırmızı veya devetüyü rengi bir fes, üzerine açıldığı zaman bir adam boyu uzunlukta beyaz tülbent sarık bulunurdu. Fesin altında aynı kadın kelleposu gibi erkeklerin giydiği ve adına terlik denilen takke vardı. Başka bir çeşidide üç peşli, astarlı entari giyilirdi. Sonradan bu usul terk edildi. Bu entari üzerinde de şal kuşak kuşanırdı.

    2) Abdestlik : Çuhadan, softan veya kıldan yapılmış bir çeşit pardesü olup, cep yerleri olmakla beraber cep keseleri yoktu.

    a) Cübbe : Kaşmir kumaştan yapılırdı. Aynı abdestlik biçiminde olup, ceplerin hem yeri, hem kesecikleri vardı.

    b) Lata : Yakası kalkıkça, iç göğüslerde cepleri vardı. Ağır kumaştan yapılan lata cübbeye benzerdi. Yakasından çapraz bulunan bir çeşit pardesü denilebilecek biçimdeydi.

    c) Biniş : Kol ağızları çok geniş bir çeşit cüppedir. Ayakkabılar, kalloş kundura ve mestten ibaretti.

    2) Esnaf Kıyafeti : Bu tip kişiler orta yaşlı kimselerden oluşurdu. Başlarında genellikle kırmızı fes, üzerine yazma sarık, sırtta koyu renklerin hakim olduğu salta,meydani işlik, ilmiye sınıfına benziyen şalvar, ayakta beyaz yün çorap ve yemeni belde silahlıkla şal kuşak bulunurdu.

    3) Efe (Hovarda) Kıyafeti : Başta açık kırmızı, uzun sivri fes, arkada uzun koca püskül üzerinde kırmızı ince cemberli sarık işlik dar ve uzun kollu, yaka kapalı, karın boşluğuna kadar etek çapraz düğmeli ve ilikli, vücuda sıkı oturmuş bir çeşit gömlek. Bu gömlek pamuklu bezden yapılır, dokunuş çizgilerine göre isim alırdı. İnce meydan, beşparmak, meydai gibi işliğin üzerine kol uçları bileklerden dört parmak yukarıda dar vaziyette, içi astarlı ön kısımları kavuşmayan salta giyilirdi.

    a) Cepken : Etek, kol, yaka ağızları kaytanla süslü olan bir çeşit saltaya benzeyen cepkendi. Cepkenin yaka ve etek kısımları işlemeliydi.

    b) Kuşak ve Silahlık : Kuşaklar, gürün, trablus, acem, keşmiş, Tosya şallarından yapılır. Arasına yumuşak deriden yapılmış, bir çeşit cep görevini gören kat kat bulunan silahlık kuşanılır.

    c) Şalvar :İlmiyle (Ulema ) sınıfından farklıydı. Diz kapaklarından aşağıya kadar uzanırdı. Bu sebeble adına şalvar yerine "dizlik" denilirdi. Ayaklarında kundura ve yün örgü çorap bulunurdu.

    Cumhuriyet devrinde erkek kıyafetlerinde büyük çapta bir değişiklik olmakla beraber, kadınların giyiminde fazla bir değişiklik olmamıştır. Özellikle köylerde ve kasabalarda yaşayan kadınların en önemli giyisisi şalvar,işlik, yelek ve poşudan oluşmaktadır. Ayaklara kışın mest ve lastik, yazın ise çorap ve lastik ayakkabı giyilir.
#11.04.2005 13:54 0 0 0
  • KONYA OYUNLARI
    Konya Kaşık Oyunu :
    Oyun denince kaşık oyunu akla gelir. Konya kaşık oyunu Orta Asya'dan Türkler tarafından getirilmiştir.
    Kaşık oyunlarının figürleri çok fazladır. Fakat göbek figürü halkın daha çok hoşuna gitmektedir. Bu figür dinamik ve sert hareketlerden meydana gelmiştir. Oyuncu devamlı güler yüzlüdür. Çünkü neşe saçması gerekmektedir. Oyun başlar başlamaz kaşıkların çıkardığı ezgiler seyircide saçılmış olan herşeyi yeşertmeye başlar. Herkes farkında olmadan oyunun neşeli havasına kapılır. Kaşıklar vura dursun oyuncunun tıpış tıpış yürüyüşü, topuk döve döve nazlanışı, yan yan sıyrılışı, yavaş yavaş şakalaşması oyunun en belirgin figürlerindendir. Kaşık vurmaları yavaşladığı sırada oyuncu derin bir nefes alacak kadar fırsat bulur. Fakat kimse bunun farkına varamaz.
    Ayrıca Konya türkülerinin kaşık yapısı içinde oyun havaları niteliğinde oluşu hayli dikkat çekicidir. Çünkü oturak âlemlerindeki oyunlarda icra edilen bu müziğin eşliğinde kadın oyuncular zil ve kaşıklarla beraber Milli kıyafetle oyuna iştirak ederler. Bu halk oyunlarının koreografisi, motifleri yüzyıllardanberi hiç bir değişikliğe uğramadı. Aynen korundu. Oturak alemlerindeki oyunlar da bu oyun türlerine Anadolu'nun başka yörelerinde rastlamak mümkün değildir. Kadın oyunu oynayan oyuncu kadın, zamanla misafirlere sakilik yaptığı görülüyor. Bu usulün Selçuklular'dan önce olduğu iddia ediliyor. Konya kaşık oyununda, oyunlar çeşitli isimler alırlar. Şöyle sıralayabiliriz;
    Küstü Oyunu :
    Konya'ya has bir oyundur. Kaşıkla oynanır, zille oynandığı da olur. Bu oyunla çalınıp, söylenen türkü " İnce Çayır " türküsüdür. Diğer havalarda oynandığı zaman bu türküyle oynandığı zamanki etkiyi bırakmaz. Sazlar ince çayır türküsünün ara ezgisinin üç bazen de beş defa çaldıktan sonra türkünün okunmasına geçilir.
    İnce çayır biçilir mi
    Soğuk sular içilir mi amman.
    Türkünün burasında bütün sazlar durur. Oyuncu hangi durumdaysa öylece kalır. İşte bu duruş anında bir koşma okunur. Bu koşma umumiyetle küsme üzerinedir.
    Küsme dilber barışalım, cümle isyan bendedir.
    Cümle isyan bende ise, her kabahat sendedir.
    Bundan sonra sazlar yavaştan başlar. Hızlanarak devam eder. Oyuncu da müzikle birlikte yavaştan hızlanarak oyuna devam eder. Bu figür iki ve üç kez tekrarlandıktan sonra oyun biter.
    Sekelim Kızlar :
    Bu oyun Konya ve köylerinde, düğünlerde genç kızlar tarafından oynanır. Diğer saz meclislerinde bu oyun oynanmaz. Düğünlerde bir araya gelen genç kızlar birbirlerinin bellerinden sarılarak halay oynar gibi dizilirler. Baştaki kız sazla birlikte şu türküyü okur.
    "Küp dibine bastırma
    Kız saçını kestirme
    Yar evine gelince
    Gönülcüğünü kaptırma"
    Sonra kızların hepsi bulundukları yerde sıçrarlar ve hep birlikte;
    "Sekelim kızlar, sekelim vay, vay
    Arpada buğday ekelim vay, vay"
    derler böylece oyuna bir canlılık katarlar. Figürler bir kaç kez tekrarlandıktan sonra oyun biter.
    Oyuncu İle Okuyucunun Karşılıklı Türkü Söyleyerek Oynadığı Oyun
    Bu oyun şu iki türkü ile oynanır;
    A) Kız sana fistan aldım yolladım geldi mi?
    B) Kıralım kıralım fındık fıstık kıralım.
    Bu oyunda okuyucu ile oyuncu karşılıklı sorulu cevaplı türküler söylerler.
    Bu iki türküden biri çalınırken önce okuyucu, sazların kesilmesiyle oyuncuya ahenkli sesiyle sorar. Oyuncu da tempo ile cevap verir. Cevaptan sonra oyuncu kaşıklarını vurarak sazların temposunu hareketlendirir. Oyun böylece başlar.

    Konya Çocuk Oyunları
    Konya'mızda her yerde olduğu gibi mahalli nitelikler taşıyan ve mahallelerin gece gündüz neşe kaynağı olan çocuk oyunları vardır. Folklorik mahiyet taşıyan bu oyunlar bazan değişik karakterlerde gösterebilir.
    Mesela : Şivlilik, halen bu oyun oynanmaktadır. Misallere devam edelim.
    Gökte ne var ; karpuz karpuz, eşim dalda ben burda; aç kapıyı bezirgen başı, Edin nine bedin nine, Uzun eşek, yattı kalktı, Mendilim köşe gibi.
    Günümüzde yaşayan oyunlarımızı açıklamaya devam edeceğiz.
    Aşık Oyunu: Aşık hayvanların diz kapaklarında bulunun bir kemiktir. Bunun çukur tarafı "çil" şaşı tarafı "tök" adını alır. Yandaki çukur yere "kellek" şiş yerde " dappan" denir. Çok eski oyundur. Hatta bunun fıkra ve atasözleri bile vardır. "Onunla aşık atılmaz gibi"

    Şivlilik :
    Regaip Kandili günü sabahı, sabah namazından sonra mahalledeki üç ile on beş yaş arasındaki kız erkek çocukları sokak başlarında toplanarak ilk kapıdan başlamak üzere kapıları birer birer çalarak açılmasını beklerler, kapı açılması biraz geçiktimi hep bir ağızdan ve tempo ile şu maniyi söylemeye başlarlar.
    Şivli şivli şişirmiş
    Erken kalkan pişirmiş
    İki çörek bir börek
    Bize namazlık gerek.
    Şivlilik...
    Çocukların sesini duyan ev sahibi bayan, elindeki tabak dolusu üzüm veya ne verecekse onunla gelerek kapıyı açar ve sıra ile çocukların avucuna veya ekseriye boyunlarına takmış oldukları keselere birar avuç vermek suretiyle onları sevindirir, çocuklar bu kapıdan kısmetlerini aldılarmı diğer kapıya topluca koşmaya başlar, öğleye kadar bütün mahalle dolaşılmış olur.

    Aç Kapıyı Bezirgan Başı :
    İki kişi kendilerine isim seçerler. Ellerini tutuşup, yukarıya doğru kaldırırlar. Ellerinin altından arkadaşları geçer.
    Aç kapıyı bezirgen başı
    Arkamdaki yadigar olsun derler.
    En arkadaki geçerken kollarıyla yakalarlar. Diğerleri duymasın diye sessizce, kendilerine koydukları isimden birini seçmesini söyler. Hangisinin aldığı ismi beğenmişse, onun arkasına geçer. Aynı soru bütün çocuklara teker teker sorulur en öndekine sıra geldiğinde yüksek sesle sorulur. Hepsi seçim yaptıktan sonra araya bir çizgi çekilir. Başkanlar elleriyle tutuşarak çekişirler. Bu arada arkadakilerde onlara yardımcı olur. Hangi taraf kuvvetliyse, diğerini çeker. Kendi tarafında en son kalan kişiye "çürük elma"denir.
#11.04.2005 13:57 0 0 0
  • Eskiden Konya'lı bir ailenin dört mevsimine göre ayrılmış bir takım adet ve gelenekleri vardı. Bunlar halen bazı yerli ailelerde kısmen görülmektedir. İlkbaharda, Nisan ayının ortalarından sonra ev işleri artardı. Evvela sobalar sökülür, temizlenir, rutubetsiz bir yerde saklanır. Sıra halıların temizlenmesine gelirdiki, ev halkı ile beraber komşuların yardımı da istenirdi. Halılar ve kilimler bahçede veya sokakta çırpılırdı. Halının üzerindeki tozlar süpürülerek naftalin saçılıp katlanır, serin bir yerde muhafaza edilirdi. Bu olaya göç denirdi. Bu arada yataklar ve minderlerin yünleri dökülür, değneklerle döğülür, temizlendikten sonra eski kılıflarına doldurulurdu. Bu eşyanın bazıları göçe konurdu. Odalardan kışlık serecekler kaldırıldıktan sonra bu defe sedir üzerine divan yastıkları üzerine kar gibi beyaz etekleri dantelli işlemeli yaygı ve örtüler serilirdi. Geniş odaların ortasına kilim yayılırdı. Bu işler yapılmadan önce duvarlar kireç ise badana toprak sıva ise "ak toprak" cilası yapılır. Oda taban tahtaları, dolap kapakları, pencere çerçeveleri fırça ile sürtülerek yıkanıp temizlenir, camlar silinirdi. Ev eşyasından sonra, kışlık giyecekler yıkanır, kurutulur, naftalinlenerek temiz bohçalar içerisine konup, göçün üzerine bohça istifi yapılırdı.

    Bahar temizliği bittikten sonra sıra sebzelerin kurutulmasına gelir. Taze nane ve maydonoz alınır, bol suda temizce yıkanıp, sapları ayıklandıktan sonar gölgede kurutulurdu. Kurutma işleminden sonra, temiz keselere konarak izbe duvarlarındaki çivilere takılırdı. Meram ve çevresinden bağ evlerine göçülür ve yaz boyunca oralarda oturulurdu.

    Eskiden Konya'nın yerlileri, yağ, peynir, yoğurt ve süt ihtiyaçlarını çarşıdan karşılamazlar evlerinde besledikleri inek veya mandıralardan temin ederlerdi. Ayrıca güz ayında etlik yapmak için ve yine kışın kesmek maksadıyla 8-10 kadar koyun ve keçi alınır, ahırın bir tarafına bağlanıp, gündüzleri bahçede veya civar meralarda otlatılırdı. Güz aylarında bahar aylarına kadar ahır kapısı yanında toplanmış olan hayvanların gübreleri, ev halkının veya bu iş için tutulan işçi kadınların yardımıyla yapma veya mayız (tezek) denilen bir eşit kış yakacağı hazırlanır. Bunlar kışın tandıra ekmek yapmak için yakıldığı gibi odun yerine sobada da yakılır. Kuruyan yapmalar tandır civarında yakacak örtmesi veya yakacak damı denilen yerlerde intizamlı olarak kayılırdı.

    Yaz Hazırlığı : Meyveler bu mevsimde olur, kışın ev ihtiyacını karşılayacak miktarda vişne, kayısı, erik bahçede varsa ağaçlardan toplanır, yoksa çarşıdan satın alınırdı. Vişne reçelinden başka vişne şurubuda kış için kaynatılırdı. Diğer taraftan kayısı, erik, üzeri karanfille süslenmiş armut ve elma reçelleri hazırlanırdı. İçleri yeşilsırlı çömleklere reçeller doldurulur, ağızları okunup üflenerek ve ağız tadı ile yenmesi temennisiyle ağızları temiz bez örtülerle örtülür ve bağlanır, izbenin serin olan duvar diblerine konulur. Reçellerdensonra sıra kurutmalara gelirdi. Sabah serinliğinde bahçedeki ağaçladan toplanan kayısı, küfelere toplanarak ikindi serinliğinde damın temiz bir yerine örtü vey hasır serilerek kayısılar üzerine ayrılıp kurutulmaya bırakılırdı.
    Erik ve diğer meyvalarda aynı tarzda kurutulurdu. Kayısı ve erik meyvası fazla olgunlaşmış durumda olursa süzgeçten geçirilerek, içleri yağlanmış bakır tepsilere pestil yapılmak üzere dökülürdü.

    Kışın hoşaflık için vişne, elma kurutulur, bazıları kabukları soyulur dilimlere ayrılarak kurutulmaya hazırlanırdı. Ayrıca yaz mevsiminde evin ihtiyacını karşılayacak nisbette domates salçası çıkarılır, kabak,patlıcan ve biberleri içleri oyularak kurutulurdu. Bazı sebzelerde ince dilimler halinde dam üzerinde kurutulmaya bırakılırdı. Yaz aylarının sonlarına doğru sıra bulgur yapmaya ve nişasta çıkarmaya gelirdi. Bir kış mevsimi tarladan ve buğday pazarından yumuşak buğday alınır. Komşularla yardımlaşılarak bulgur kaynatılırdı. Dama serilmiş olan örtülerin üzerine yayılarak kurutulur, iki günde kuruyan buğday çuvala konarak değirmende öğütülürdü. Bundan sonra sıra kışlık ekmek buğdayına gelirdi. Bir kış yetecekmiktarda bir kaç ton buğday alınır, temizlenip yıkanır, kurutulduktan sonra değirmene götürülerek öğütülür ve izbedeki un ambarına dökülür ve çuvallara konurak muhafaza edilirdi.

    Sonbahar mevsimin de kış hazırlıkları başlardı. Bu hazırlıklarınbaşında hiç şüphesiz üzüm bağı olanlar için pekmez, kaynatma gelirdi. Bağdan araba veya merkep üzerine yüklenmiş küfelerle üzüm eve getirilir, yakacakdamı yakınında bulunan çaraşhaneye dökülür, salkımlardan iri ve sert olarak seçilerek sicimlerle birbirine bağlanır. İşte bu hazırlanmış Hevenk'ler tavan arası veya izbenin direklerine çakılmış çivilere asılırdı. Çaraşa doldurulun üzümler ayakla ezilmek suretiyle suyu çıkarılır, ak topraktan geçirilen bu şıra üzerinde kaynatılır, leğenden kazana alınarak soğutulmaya bırakılırdı. Pekmez kaynarken bir kısmının içerisine kuru kayısı dilimlenmiş yahut ufak bütün kabak, patlıcan atılarak pekmezli reçel elde edilirdi. Pekmez hazırlığı bittikten sonra sıra turşu kurmaya gelirdi. Sırçalı küpçüklerle sebzesine göre ve evde en çok sevilen sebzelerin turşusu kurulurdu. Turşu sirkeleri çarşıdan ziyade evlerde hazırlanırdı. Bu sirke ekseriye pekmez için sıkılan üzümün posasından yapılırdı. Buna çıbra denirdi. Turşu hazırlığı bittiktensonra da sıra pastırma ve sucuk yapılmasına gelirdi. Çarşıdan alınan veya evde beslenen kısır inek veya düve kesilerek bir kısmından pastırma, bir kısmından sucuk yapılırdı. Sığır eti sucuğunun sert olmaması için bir veya iki keçi- koyun kesilerek, etleri karıştırılırdı. Pastırmalar denge konulduktan sonra sucuklar doldurulup kurutulur. Ayrıca kışın hazır olması ve çarşıdan et alınmaması için (etlik yapma) denilen kavurma hazırlanırdı. Pazardan alınan 5-6 koyun veya keçi, yada ufak bir sığır, eve getirilen kasap tarafından kesilerek etleri komşuların yardımıyla doğranır, bir kısmı de kemikli olmak üzere kıyma denilen kavurma hazırlanırdı. Kavurma piştikten sonra yardımda bulunmuş olan komşuların evlerine birer sahanın içerisi ekmekli kavurma gönderilirdi ki buna (ekmek salması) denir.

    Sıra en son kışlık yakacağı gelir. Ekseriye kışlık yakacak bahardan alınıp kırılarak yapılır, halılar ve kilimler göçlerden çıkartılarak serilir, sobalar kurulur, kışlık giyecek eşyaları bohçalardan çıkarılarak giyime hazırlanır, bundan sonra günlük ev işleri başlardı.

    EL SANATLARI

    Konya elsanatlarında kendine özgü duygu ve düşünceleri yansıtmıştır. El sanatlarında halıcılık, kaşıkçılık, keçecilik oya ve nakış işçiliği şeklinde gelişmiştir. İşlemişoldukları şekiller, çizgiler, renkler belli bir düzen içerisinde kendini göstermektedir. İzleyenleri büyülemekte ve hayran bırakmaktadır. Elsanatları ile uğraşan bir esnaf kesimi türemiş ve çarşılar kurulmuştur.

    Halıcılık :
    Halıcılık ilimizde XI nci yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklular yolu ile girmiş ve Anadolu Selçukluları devrinde en iyi örneklerini vermişlerdir. 1271-1273 yıllarında Çin'e kadar seyahat eden Marko- Polo, Anadolu'da özellikle Konya'da dünyanın en iyi halılarının dokunmakta olduğunu seyahatnamesinde yazmıştır. İlimizde Ladik, Sille, Akşehir, Karapınar, Saray,Kavak İlçe köyleri ve önemli halı dokuyan merkezlerdir.

    Kaşıkçılık :
    Konya'da kaşıklar daha ziyade Şimşir- Armut- Gürgen - Kavak gibi ağaçlardan yontularak yapılır. Kaşıklar, ressamlar tarafından boyanır ve motiflendirilir. Sonra SİR denilen reçineli ilaçlarla cilalanır ve kurumaya bırakılır. İyi cilalanmış kaşıklar yıllarca bozulmadan sofrada kullanılır. Turistik eşya olarak en çok pazarlanan el ürünleri arasında bulunmaktadır.

    Keçecilik :
    Keçeler ev döşemelerinde kullanıldığı gibi seccade, yolluk olarakda kullanılır. Keçelerden kepenek denilen kışlık paltolar, külahlar yapılır. Binek ve koşum hayvanlarının eğer ve semerinde kullanılır. Keçenin imal edilmesi şu şekilde olur. Yünler temizlendikten sonra hasır döşem üzerine, renk isteniyorsa desenli bir şekilde düzgün olarak serpiştirilir, yünler tazyikle sıkıştırılır. Rulo haline getirilen hasır iki üç kişi tarafından ayak ile yerde yuvarlanır. Sonra keçeler hamamda sıcak su ile yıkanır ve keçeye son şekli verilir.

    Oya ve Nakış İşleri:
    Daha ziyade genç kızların ve kadınların yapmış oldukları oya ve nakışişleri turistik eşya satan işyerlerinde satılmaktadır. Kumaş ve dokuma bezleri üzerine gergef ve kasnak gibi el tezgahlarında yapılan çeşitli renk ve motiflerle süslenmiş bohça, peşkir, uçkur, çevre, mendil, örtü, yaşmak , kese, seccade, yastık yüzü işlenir. İğne İşleri : Çin iğnesi, çapraz iğne, balıksırtı, ciğer deldi, mürver iğne işleri, şahmeran, mavilimuska gibi oyaları çok meşhurdur.

    Huğlu (Tüfekçilik):
    Konya İline bağlı Huğlu Kasabasında bugün Dünyada adını duyurmuş elle yapılan av tüfekleri yapılmaktadır. Eski çifte veya süperpoze tipinde yapılan av tüfeklerinin kabza ve tetik tertibatının bulunduğu kısımlara av hayvanları motifleri işlenmektedir. Av tüfekleri düz oyma şeklinde yapıldığı gibi pirinç veya gümüş kaplama üzerine motif yapılarak satışa sunulmaktadır.

    Üzümlü (Tüfekçilik):
    Üzümlü Kasabası Beyşehir ilçesine bağlı Toros Dağları üzerinde 10.000 nüfuslu bir beldedir. Beldede bulunan tüfek ustalarının ortak olduğu bir kooperatif kurulmuş bugün imalatın % 30'u el emeğine dayalı, çok kaliteli ve zarif av tüfekleri üretilmektedir. Yurt içinde 1.500 bayii kanalı ile ayrıca başta A.B.D. olmak üzere Almanya, Fransa, Yeni Zellanda, Lübnan ve Kıbras'a ihracaat yapılmaktadır. Elde edilen döviz girdisi 1.000.000 (Bir milyon) dolardır. 1996 yılı itibariyle yıllık 40.000 adet av tüfeği üretilmektedir.

    T esticilik :
    Konya İline bağlı Doğahisar İlçesi'nde topraktan testiler, sırçalı kaplar, çiçek saksıları büyük bir ustalıkla üzeri çeşitli desen ve motiflerle işlenerek yapılır
#11.04.2005 13:59 0 0 0
  • Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al.
    Beslemeden kadın olmaz, gül ağacından odun olmaz.
    Cins, cinsine çeker.
    Düğün el ile, harman yel ile.
    Er kalkan yol alır, Er evlenen döl alır.
    Gelin iskemle getirir, üstüne kendi oturur.
    Kızı kardeşli yerden, tarlayı taşlı yerden almalı.
    Kız kocayınca gayret dayıya düşer.
    Lafın özü, çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu.
    Ne kızı verir, ne dünürü küstürür.
    Oyun bilmeyen gelin yerim dar, eteğin asık dermiş.
    Öksüz evlenmek isterse, herkes anası babası olur.
    Pekmez küpte, kadın dipte.
    Şaşan karısına teyze der.
    Vardığın yer kör ise gözünü kırp, topal ise sek.
    Yiğite ver kızı, mevladan iste rızkı.
#11.04.2005 14:00 0 0 0
  • Hayatın üç önemli geçiş safhasından biri olan evlenme, pek çok gelenek ve göreneklerle donatılmıştır. Üzerinde en fazla durulacak olan konu düğünlerdir. Çok geniş bir konu olan düğünleri, bölümlere ayırarak incelemek gerekir.



    KIZ İSTEME

    Oğlunun evlenmesine karar veren baba ve ana dünürcü göndermede gayet gizli hareket eder. Bu da ilk önce kadınlar tarafından yapılır. Önce oğlanan anası ve kız kardeşi, kızkardeşi yoksa akrabalarından en yakını, bir iş bahane ederek kız evine gider. Kızın güzelliğine terbiyesine, vücudunun sağlamlığına alıcı bir gözle bakarlar. Kızı uygun bulmazlarsa,hiç bir şey demeden izin alıp giderler. Kız beğenilirse, bu işlerde hünerli olan bir kadını öncü olarak, kızın önce anasının ağzını arar. Bu arada oğlanın durumu hakkında bilgi verir. Uygun görülürse kızlarına dünürcü geleceklerini anlatır. Kadın dünürcü, kız tarafının verimkar olduklarını öğrenince kız tarafına gönderilir. Bu dünürcülere, kızın anası kesin cevap vermeyeniyetli olsa bile bir kere babasına ben söyliyeyim der. Kadın dünürcülere fazla hürmet yapılırsa, kızın verileceğine bir işaret sayılır. Hatta şöyle bir durumla da sonuç anlaşılır. Ayakkabıları çevrilmişse bu işin olacağına, çevrilmeyip dışarı konulmuşsa olmayacağı anlaşılır. Bu şekilde bir başlangıçtan sonra, erkek dünürcü kız evine gider. "Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile kızınımızı oğlumuza zevceliğe istemeye geldik" diyerek dünürlük edilir. Buna karşılık kızın babası hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi, bir süre düşünür, eğer vermeye gönlü varsa; "Sizin ve mahdumumuz için bir şey diyemem, Allah yazdıysa bir şey diyemem. Bana bir kaç gün müsade edin, ben bir düşüneyim" der. Vermeye niyeti yoksa, "Kızım küçüktür, evlenme vakti değildir" yada "kızımız sözlü, sözlü olmazsa sizden iyisine mi verecektik" deyip savuşturur.

    Gönüllerin inancına varılırsa, bu konuşdan sonra iki veya üç gün ara verilir. İkinci kez gidişte, kızın babası "Biz razıyız, fakat hısım- akrabaya bir danışalım" diye cevap verir. "Kız evi naz evi" derler . Üçüncü gidişde "Ne yapalım, Allah nasip etmişse bizim elimizde ne var, alın yazısına bir şey diyemeyiz" denir. Oğlan tarafı da "Allah razı olsun sizden, hayırlısı Allah'tan, Biz verdik diledik, kapınıza geldik, sizde bizi sevip diledinizse nişanımızı (bellimizi) koyacağız" denir.



    NİŞAN

    Kararlaştırılan günde nişan koyma merasimi yapılır. Yüzük takılarak ve şerbet içilerek yapılan nişan koyma merasimi daha ziyade kadınlar arasında yapılan bir toplantıdır. Kızın evi müsait ise evde, yoksa bir akbara evinde yapılır. İki tarafında akrabaları toplanır. Bu toplantılar da ailer fazla mutasıpsa, hocaların ilahi ve dua okuduğu görülür. Değilse çalgıcılar getilir, oyunlar oynanır.

    Gelin, eltisi veya görümcesi tarafından yoksa oğlanın genç bir yakını tarafından salona getirilir. Yüzüğü oğlanın annesi takar. Gelin, orada bulunanların ellerini öper, akrabalar takı takarlar. Oğlan tarafının kız tarafına getirdiği hediyeler gösterilir. Yapılan ikram yine oğlan tarafına aittir. Nişan genellikle Perşembe günleri olur. Nişanın bazen yemekli olduğu da görülür. Nişandan sonra kararlaştırılan günde elbise görme işi başlar. Elbise görme işi düğüne yakın birzamanda olur. Beraberlerinde gelin kız da olduğu halde köyde oturuyorlarsa şehre gelinir, şehirde ise çarşıya çıkılır. Daha önce "mehir kesiminde" kararlaştırılan ve alınması gereken eşyanın alınmasına başlanır. Kız tarafı da güveyin giyeceği eşyayı alır. Elbiseyi dikecek terzi oğlan evine bildirilir.

    Nişandan sonra, kız evine yollanacak dürüye sıra gelir. Dürü bohça içinde kız evine gönderilir. Her iki tarafın hısım akraba ve konu komşusuna gönderilir.



    DÜĞÜN

    Düğün genellikle Konya'da haftanın Pazar ve Perşembe günleri yapılır.Düğünden bir kaç önce yemek hazırlıkları yapılır, gelinin oğlan evine getirileceği günün sabahı, oğlan evinde pilav verilir. Oğlan tarafının eşi dostu yada umanları çoksa okuntu (davetiye) dağıtılır. Köylerde de,komşu köylere okuntu gönderilir. Pilav dökme işi devam ederken, gelin hamama ve berbere gider, Geline yakın arkadaşları da eşlik eder.

    Güveyi de pilav gününden bir gün önce geceleyin "zamah" düzenler. Zamah'a içki içilir, her türlü çalgı çalınır. Güvey fakirse zamah fakir geçer. Çünkü zamah ayrı bir masraf açar. Zamah gecesi kız evinde de eğlence düzenlenir, buna "kına gecesi" denir. Kına gecesine oğlan evinde bir grup kadın da o eğlenceye katılır. Kına gecesinde gelin kıza bir türküyle kınası yakılır. Kına gecesi türkülerinden örnekler :

    "Altıntas içinde kınan ezilsin,
    Sabah olsun güzel yüzün yazılsın,
    Görümceler etrafına dizilsin
    Gelinim kınan kutlu olsun.
    Burda dirliğin tatlı olsun.
    Esvap yıkadığım ak taşlar,
    O gölgelendiğim ağaçlar,
    Tuz ekmek yediğim kardaşlar,
    Gelin kınan kutlu olsun
    Orta dirliğin tatlı olsun
    Hani bu kızın anası
    Önünde mumlar yanası
    Gel gelinin kaynanası
    Gelinim kınan kutlu olsun
    Orta dirliğin tatlı olsun
    Yine gelin okşanırken şu mani söylenir :

    "Atladım çıktım eşiği
    Sofrada kaldığı kaşığı
    Kız evinin yakışığı
    Git kızım sağlıklarla
    Sil gözünü yağlıklarla
    Babamın öküzübeştir
    Anadan ayrılmak güçtür
    Kızların emeği boştur
    Git kızım sağlıklarla
    Sil gözünü yağlıklarla
    Analar besler hurma ile
    El oğlu döver yarma ile
    El oğluna oldum yalvarma ile
    Git kızım sağlıklarla
    Sil gözünü yağlıklarla
    Gelinin yükü tutuldu
    Oğlan evine yıkıldı
    Ananın beli büküldü
    Git kızım sağlıklarla
    Sil gözünü yağlıklarla
    Ertesi günü oğlan evinde pilav yenir, buna düğün yemeği de denir. Yemeğin bitiminden sonra, gelin alma zamanı gelir.

    Oğlan tarafı, araba, otobüs, taksi ile kız evine gider. Köylerde at arabası, traktör veya eğerli at ile kızın evine gidilir. Kayınpeder yanında iki kişi olduğu halde, gelinin bulunduğu odaya varır. Gelin odası arkasından kapanır. Kız tarafı kayınbabadan çeşitli bahşişler almadan gelini vermezler. Gelinin kolundan önce kaynana tutar, birkoluna da diğer akrabası girer. Gelin dış kapıya çıkarılır, bineceği vasıtaya yerleştirilir.

    Topluca "Allahaısmarladık" denildikten sonra gelin alayı yola düzülür. Köylerde bahşiş alabilmek için yollar engellenir. Gelin, oğlan evine gelinceye kadar bir hayli müşkille karşılaşılır. Oğlan evinde, gelin arabadan inerken gireceği kapının iki tarafı kilimlerle kapatılır. Bazı yerlerde gelinin önüne içi dolu bir testi bırakılır. Güvey tarafından gelinin başına para ve çerez saçılır. Çocuklar tarafından paralar kapışılır, bu arada gelin damadın koluna girerek odasına kadar götürür. Sonra sadıçla beraber evden ayrılır. Evine dönen damat gelinin yüzünü açar, yüz görümlüğü olan parayı verir. Gelin ev halkı ile tanıştırılır. Güveyi, kapıda bekleyen sadıçı ile akşam yemeğine kadar kaybolur. Akşam yemeğinden sonra, yatsı namazı kılınır. Dini nikah, imam efendi tarafından gelinden söz alınarak kıyılır. İmam efendi, gelin odasından kapısı önünde bir dua eder ve güveyi gelin odasından kapısını açarak, gerdeğe sokar. Güvey kapıdan içeri girerken en yakın arkadaşları tarafından sırtına kuvvetlice bir yumruk indirilir.

    Ertesi günü, gelin yüzü düğünü yapılır. Bu düğün kadınlar arasında yapılır. Gelin oyuna kalktığı zaman göğsüne kağıt para takılır. Güveyde aynı günün öğleni, sağdıç "yiğitbaşılarla" bir yemek yer. Yemekten sonra yiğitbaşıların düğün süresince emeği olan "yiğitbaşı parası" dağıtılır. Gelinin getirdiği pişmiş tavuk ve helva beraberce yenilir. Düğün böylece sona erer. Birkaç gün sonra damat ve gelin hısım akrabalara el öpmeye çıkarlar. El öpmede geline gizlice para verilir. El öpmeye haberli gidilir. Gidecekleri yerde damat- gelin gelecek diye yemek hazırlanır. Önceden o akrabalara alınan dürü (hediyelik eşya) el öpmeden sonra bırakılır. Eli öpülenler "Allah başa kadar sürdürsün" diye dua ederler.
#11.04.2005 14:02 0 0 0