RİZE

Son güncelleme: 29.06.2009 10:50
  • noimage
    RİZE


    Rizeliler Buraya

    Rize Resimleri
#09.02.2005 17:50 0 0 0
  • Rize

    Rize

    OSMANLILAR DÖNEMİ :
    Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon''u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat''tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail''in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler.
    Yavuz Selim devrinde Trabzon''un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler''in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon''un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede "yiğit" , "gözü pek", "cesur ve çetin", adam manasına geliyor.

    Yavuz Sultan Selim''in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize''ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.

    19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize''de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.

    Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

    CUMHURİYET DÖNEMİ :
    Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum''dan Yusufeli ilçesi, Rize''de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.

    Atatürk''ün Rize''yi ziyareti "Atatürk''ün Sonbahar Seyahatleri" adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:

    Atatürk 17 Eylül 1924''te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize''ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı.

    Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır.

    Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir.

    Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. Bu heyet sunmuş oldukları dilekçede kapatılmış bulunan medreselerin açılmasını arz etmişlerdir.

    Gazi Paşa Hazretleri, memleket ve millet için nelerin tehlikeli olacağını ihtar ederek bu heyete özet olarak aşağıdaki sözleri söylemiştir.: "Mektep istemiyorsunuz, halbuki millet onu istiyor, bırakınız artık bu zavallı millet, bu evladı memleket yetişsin, medreseler açılmayacaktır, millete mektep lazımdır." Gazinin bu açıklamaları "Bravo" sesleri ile alkışlanmıştır.

    17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk''ün Rize''ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bu gün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.
    noimage
#09.02.2005 19:01 0 0 0
  • noimage

    Zil Kale

    noimage
#12.02.2005 11:35 0 0 0
  • EVLİLİK VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER


    Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı.
    Beşik kertme vardı. Ancak bu zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı.
    Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi.

    Erkeklerin az da olsa eş seçiminde rolü olmasına karşın kızlar için bu söz konusu değildi.
    Kız seçimine çok önem verilirdi. Kızın soyu sopu araştırılırdı. Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi.
    Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi.
    Sevenlerin kavuşamama durumunda maraz denen ruh hastalıkları olurdu.
    Kız istenmeden önce evde ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı. Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi.
    Kız onsekizini geçmişse "küle kalmış" yani evde kalmış kabul edilir, istenmezdi.
    Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılırdı.
    Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu.
    Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır ağırlanır. Bir müddet ordan buradan konuşulduktan sonra asıl konuya girilirdi. "Allah'un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuz Temel'e istiyiruk" denirdi. Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı. Erke tarafı da israr eder "Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz" derdi. Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi.
    Kız istendiğinde verilirdi. Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu. Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi. Erkek tarafı soğuk karşılanır. Mazeretler uydurulur. Bazen de kız görücüye çıkmazdı.
    Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi.
    Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu. Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu. Peşinden yemek yenir. Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu.
    Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi. Bir alış veriş günü tesbit edilirdi. Genellikle Çarşamba günü olurdu. Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu.
    Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı.
    Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya "Bohça Açıldı" denirdi. Perşembe'den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı.
    Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu. Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı.
    Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi.
    Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı.
    O gecede geline kına yakılır. Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı. Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu.
    Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi.
    Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi.

    "Duğunci" denen grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi.
    Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu.

    Gelin evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardı. Bazı evlerdede ilahiler okunurdu
    Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi.
    Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye "müjdeci" denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi.
    Kız ve erkek tarafı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba "alay" denirdi.

    Kız ağlarsa, "Hem ağlıyalum, hem gidelum" denirdi.
    Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi.

    Kız tarafından birileri gelini içeri sokmaz.Bir şeyler isterdi. Buna "kapılık istemek" derlerdi.
    Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi.
    Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı. Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı.

    Erkekler kızlar bir arada oynadığında kadın veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi.
    Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı.
    Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı.
    Bu arada erkek anaları da boş durmaz. Sağa sola göz gezdirir. Bir kız ararlardı.
    Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna "sofra bağlama" denirdi.
    Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi.
    Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa " hoca nikahı" yapılırdı.
    Ev gerdeğe gireceklere bırakılır. Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı.
    Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu. Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı. Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür. Bu olaya "bohça çıktı" denirdi.
    Düğünden bir hafta sonra "yedi" olurdu. Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi. Damat'a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı. Bu şakalardan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu.
    Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi.
    Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi.


    --------------------------------------------------------------------------------

    DOĞUM VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER

    --------------------------------------------------------------------------------

    Evlililiğin ilk devrelerinde gelinin hamile kalması istenirdi.
    Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü.
    Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu.
    Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı.
    Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı.
    Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin çıpa'sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi.
    İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi. Şimdi de öyle ya.
    Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu.
    Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı.
    Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi. Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir.
    Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı.
    Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi.Gösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü.
    Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi.
    Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu. Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir.
    Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla "süt aşağı akar" diye evlendirilmezdi.
    Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı.
    Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı.
    Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı. Alay ekek evinde olurdu. Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdı.Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı. Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü.
    Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı.

    --------------------------------------------------------------------------------

    ÖLÜM VE SONRASI İLE İLGİLİ ADETLER

    --------------------------------------------------------------------------------

    Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir.
    Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur'an ile gitmesi sağlanırdı.
    Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdı. Bu gibi durumlardaölünün arkasından destan yazma geleneği vardı.
    Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanır.Üzerine şimemesi için bir bıçak konur.
    Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir.
    Cenaze genelde, ertesi gün gömülür. Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir.
    Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur.
    Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır.
    Ölünün başında ağıt yakılır. Ağıtlarda sınır olmaz. Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir. Bunu kadınlar çoğunlukla yapar.
    Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler.
    Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlerle hep komşular uğraşır.
    Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir.
    Cenaze namazına tabut omuzda götürülür.
    Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır.
    Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur.
    Ceset gömülürken Kur'an okunur.

    Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur'an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi.
    Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı.
    Defin akşamı ölü evinde Kur'an okunur. Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır.
    Belli aralıklarda mevlit okutulur.
    Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir.
#06.09.2005 09:52 0 0 0
  • Adami yapan da karidur, yikan da karidur.
    Aferun torbasi dolmaz
    Afkurmasını bilmeyen köpek, koyuna kurt götürür
    Ayranum budur, yarısı sudur Yersan da budur, yemesan da budur
    Bacanak bacanağı dere başukarı arar
    Bahane sığırlere dolanıyı sirtlere
    Bekle eşeğum bekle, manca pişirde yersun
    Ben derum torunum yok, o derki dayimsun dayim
    Bilmeduğun atun kerisina keçma
    Bişe desem soz olur, demesam maraz olur
    Borç çıktı bine gel elmanın dibine
    Cihanun kördüğü dane bitmez
    Çalışta gavura kalsun
    Çocukla kirma yola olur başuna bela
    Çorbaki daşar, kepçenin pahası olmaz
    Değneğum dağarcığum, suparam süreceğum
    Demir taradi sağa da yaradi
    Dut demeğa dudak lazum
    Et diline bıçak eline
    El eliyla ilana tutma, ilana da yazik olur
    Etme kulum bulma zulum
    Evi sildim süpürdüm, kutis geldi oturdu
    Eyi adam neyler mali? Çotisi de neyler mali?
    Ezme, ezilma, orta kal
    Ezrayil vuru pençe, bakmaz ehtiyara cence.
    Farzdan önce farz var.
    Gemi aldın, kıçına; toprak aldın, içine; karı aldın başına geç otur.
    Haçan bir kız kaçacak yan basar ayağını
    Haçan gelin olursun ederler seni huri; sonra mısır ekmeği vermezler sana kuri.
    Huçumet işine karışma, delinun işine karışma, Ellağun işine hiç karışma.
    İki şoza bir güneli üstüne bir hapsikoli
    İlan topraği ufura ufura yer
    İlan eğrulur, buğrulur deliğune kirinca doğrulur
    İyiluk yap at bayışağa
    Kalbim defter, dilum donmez
    Kalktı rahmetli, oturdi korbakor
    Kara biber karadur, diremlan satiliyi. Kar da öyle beyazdur çureklen atiliyi.
    Karının eyisi eve cirmez, çotisi yere cirmez.
    Karinca çi kanadlanu, cebermeği yakin olur.
    Kedi anasının canı içun sıçan tutmaz.
    Kedinun kuyruğuna basmayinca sana hirlamaz
    Kendume yer edeyim bak sağa ne edeyim
    Kestane kumuşiden çıktı, kerisini beğenmedi
    Kız çay yaprağına bencer, zamanını keçurdun mi kartlaşur.
    Kim verursa bağa yerum, ben ondan yana derum
    Korkma kişin kişundan, kork aprilun beşinden, oçuz ayrilur eşinden
    Köpeği andun, kutilayı hazırla
    Köpek tüyünü değişir, Huyunu değişmez
    Kumden halat olmaz
    Kurdun adi çikti, çakallar paş koparayi
    Lafun tutulursa hakimsun, lafun tutulmazsa sen kimsun
    Madem kideyu miras, bende yiyeyum biraz
    Mart kapudan baktirur, kazma kürek yaktirur
    Mut mut dema armut de
    Ne doğrarsan çanağuna o gelur kaşığuna
    Ne kosan çanağuna o gelur kaşığuna
    O kızım saha derum o gelinum sen işit
    Ormanlarin gozi var, yolun kilavuzu var
    Ortak atun beli kiruk olur.
    Ortak mala çöpek bile işemez
    Öküz eldi ortaklık bozuldu.
    Pahane uşağa, yarısı bayışağa
    Rize'ye vali olacağına, çay alum yerine bi sepetçi ol.
    Sen kârin peşindesun hazırı elden gitti
    Siçan işedu denize oldi oğa ortak
    Siçan delikten siğmayi, hopeçileri da takar peşine
    Sırğan yerina sırğan biter
    Sünçer düştü terekten kirdi da belini
    Tatlı dil ilanı yuvasundan çıkarur
    Yetimun koletisi pişmez, pişseda yanar
    Yuz sene ilerisinu duşun, bir da cerisini
    Zayuf atun kıblesi olmaz
#06.09.2005 09:53 0 0 0
  • Bölgeye has bir yaşam tarzından kaynaklanmaktadırlar. Ortaya çıkış nedenleri bilinmemekle beraber ancak biraz üstünde düşünülürse bazen bir uyarı bazen bir terbiye şeklinde, bazende o zaman bilinmeyen bilimsel nedenlerle temellendirmek mümkün olabilmektedir.
    Ocaklıkta zincir sallandırıldığında ineğin, boş beşik sallandırıldığında çoçuğun başı ağrır. Bu çocukların boş zinciri ve boş beşiği sallandırmamaları için papılmış bir terbiyedir. Zincir sallanırsa sağa sola çarpmasından dolayıocakta pişen yemeklerin içersine toz düşebilir. Beşik sallandırıldığında da özel bölümde bebek dışkılarının birikmesi için konulan ğavroz denilen kutu düşebilir.
    Kurbağalar bağırınca yağmur yağar. İnsan teninin hissedemediği ince yağmur damlacıklarını kurbağalar hisseder.
    Hamile kadın ciğer yerse doğacak çocuklar hasta olur. Ciğer yüksek miktarda A vitamini içerdiği için gelişmekte olan embriyoda fiziksel ve zihinsel bozukluklara yol açabilir.
    Çürük ayının (Temmuz) son haftası ile Ağustos'un ilk haftasına rastlayan 10 günlük süresi içinde yuldırım çakması kadar kısa öyle bir an vardırki; o an geldiğinde suyun içeresinde olan canlı cansız her şeyi etkliler. Şayet insan o anda su ile temas halinde ise su değen yerleri benek benek olur. Bu olaya "behur" denilmekte ve bu süre içersinde suya bir çivi veya herhangi bir demir atılırsa behuru çeker, zarar ortadan kalkar.
    Eşyası kaybolan kişi, şüphelendiği kişilerde olmak üzere bir çok kişiden fasulye toplar. Fasulyelerin üzerine okunur, nemli bir yerde bekletilir. Fasulyeler nemden kabarıp kabuğu çatlamaya başlayınca eşyayı çalan hırsızında karnının şişip, çatlayacağına inanılır.
    Cenaze geçerken cenazeden daha aşağıda kalmanın çocuk ve kadınlar üzerine etkisi vardır. Halsizlik olur.
    Tırmata (ekmek kırıntısı) yiyenin çocuğu güzel olur, yemeyenin erkek çocuğu olmaz.
    Hamile iken ciğer yiyen kadının çocuğu benekli olur.
    Bebek veya çocuğun üzerinden aşılıp geçirilirse boyunu alınır "basılır" tekrar geri gelirse boyu geri verilir.
    Sidiği kötü kokan çocuğun huyu da kötü olur.
    Çıpayı (göbek kordonu) kesen ebenin huyu çocuğa geçer.
    Çocuğa kömür sürüldüğünde nazarlanmaz.
    Çocukların çekilen dişi, evin çatısına atıldıktan sonra kargalar bu dişi alır, yenisi çıkar.
    Küçükayı'nda düğün yapıldığında doğacak çocuk ufak olabilir.
    Yeni evli gelin üzerine kibrit taşırsa marazlanmaz.
    Gelinliği gelin giymeden bir genç kız giyerse kismeti açılır.
    Bir genç kız ilk kez misafir gittiği evden gizlice aldığı bir ekmek parçasını okuyup yediğinde, o gece kısmetini görür.
    Yemek kepçesini çok yalayan kişinin düğünü kar veya yağmura rastlar.
    Hamile kadın pasmanika (patlamış mısır) fazla yerse doğacak çocukta cilt hastalığı olur.
    Hamile kadın çocuk karnında oynayana kadar tavuk yediklerinde doğan çocuğun boğazından problemi olur.
    Hamile kadınlar şeftali yediklerinde doğacak çocuk tüylü olur.
    Hamile kadın ayva yerse, doğacak çocuğun düşük yanaklı, nar yerse pembe yanaklı, muz yerse gamze yanaklı olur.
    Ters döndürülen değirmen taşında öğütülen tıuz ve mısır unundan yapılan, koleti yenirken "kısmetim neredeyse o kapıdan su içeyim" diyen genç kız rüyasında o evi görür.
    Çakallar uluduğunda, hava açıksa yağmur yağar, kapalıysa güneş açar.
    Köpek eve yakın uzun uzun ulursa o evden birisi ölür.
    Pardi (erkek çakal) o eve yakın bağırdığında o evden birisi ölür.
    Baykuş mahallede "hohori" şeklinde öterse o mahalledeki hamile kadının erkek, "kivici" şeklinde öterse kız çocuğu doğurur.
    Leyleği senenin baharında ilk kez uçarken görenler, baharda çok seyahat eder, otururken görenler etmez.
    Sağ eliniz kaşınırsa ummadık yerden para gelir, sol kaşınırsa ummadık yere para verirsin.
    Geceleyin tırnak kesilmez.
    Gece dışarı işeyen çarpılır.
    Akşam namazından sonra, kadınlar pencereden veya kapıdan eşya silkelerse çarpılır.
    "Dili doğuran", anasına, "Ana dilim doğurdu" dediğinde, anası da, " Tukur da at oni" diyerek karşılık verdiğinde, dili doğuran da "Tu" diye tükürdüğünde ve bunu üç defada tekrarlarsa dili iyileşir.
#06.09.2005 09:54 0 0 0
  • 1) Ağızı haho, deliği vizo, zaçada ziço, zaçada ziço Küp
    2) Alaca bulaca, çıkar ağaca Fasulye
    3) Altı kül, üstü kül, içine bir sarı gül Pilekide Mısır Ekmeği
    4) Alttan yer, Ustten çıkarur Rende
    5) Altı çeğnem, usti çeğnem, içinde bir garip nenem Ekmek
    6) Babası eğri büğrü, annesi yavan kadın, kızı güzeller güzeli, oğlu sohbetlerde gezer. Asma, Yaprak, Üzüm, Şarap
    7) Başı tarak, kuyruğu orak Horoz
    8) Ben giderum o gider, Pare kadar iz eder Değnek
    9) Bir duvara, iki tekne Kulak
    10) Bir Bayırda iki kenef Burun
    11) Bir kara kocakari, etekleri yukari Zincir
    12) Bi etek yumurta, sabahleyin baktum, bi dane yok Yıldız
    13) Bir vururum bin döker Elek
    14) Bir kara koca karı, belinde şal kuşağı, hiç yakışmamış ona, almış bekar uşağı Tabanca
    15) Burdan vurdum kilici, karşıdan çıktı uci Mermi
    16) Çozun beni ipumden, vereyum size yukumden Yayık
    17) Dedem aruk, paşu saruk Rokopoli
    18) Dört yaşına, dert başına İskemle
    19) Elde konuşur, yere konunca susar Kalem
    20) Evun ustunda kırk atli, Kırkıda kara kapakli Çivi
    21) Ey hanesi, hanesi, kızlarun meyhanesi, topuğundan su çikar, ağzından da tanesi Değirmen
    22) Fırunda pişer, avluya işer Kiremit
    23) Ğopi ğopi, altun topi Portakal
    24) İki direk bir nayla Tavuk
    25) Kara kuzgun, sapi uzun, hem sizun var, hem bizum Tava
    26) Kendi demirden kuyruğu kendirden Çuvaldız
    27) Kitledum sanduğu, puşkulleri dişari Göz
    28) Kuyinun içine suyi, suyinin içine ilan, ilanun ağzına mercan Şişeli Lamba
    29) Nenemun etekleri, süpürür hendekleri Rüzgar
    30) Sari sari sanduri, dori dori donduri, kırmızı pependeru Sandık, dolap, ateş
    31) Saridur sarkar, düşeceğum diye korkar. Ayva
    32) Supurdum odayı, otukodum babayı Soba
    33) Ucar ucar, beyaz sıcar Kar
    34) Uzun uzun ip kider,dibina da kup kider Kabak
    35) Uzun uzun uzatırlar, gelin gibi donatırlar, uzun yola yollatırlar Cenaze
    36) Üstü çimen biçilur, altı pinar içilur Koyun
    37) Vili vili, dibi tuyli Muşmula
    38) Yazı yazar imam değil, ağaca cıkar insan deyil Kohlidi, Salyangoz
    39) Yer altında, dedemun sakalıdur Pırasa
    40) Yerden piter pi foli, pelindedur piştofi Mısır
#06.09.2005 09:54 0 0 0
  • Rize Vilayetinde şehir topluluğu yerine umumiyetle köyler ve köylüler görülür. Rize Şehri bile 32 parça mahalle ve köyden mürekkeptir. Köyler; sahil köyleri, dağ köyleri ve yayla köyleri olarak üçe ayrılır. Bunlardan sahil şeridi; bir çok kültürlere müsait olduğundan, oldukça verimlidir. Narenciye, çay mısır ve birçok meyveli ağaçlar burada yetişir. İkinci dağlık bölgenin arazisi çok kıt, halkı fakirdir. Bunların başlıca istihsali az miktarda narenciye ile mısır, fındık ve orman ağaçlarıdır. Üçüncü yayla bölgesi biraz daha müsait sayılır. Zira burada hububat ziraatı ile hayvancılık vardır.

    a) Nüfus

    1935 nüfus sayımına göre vilayet nüfusu, 11084'ü Merkez kazada, 48.457'si Pazar Kazasında olmak üzere 159.541 dir. Nüfusu kadın ve erkek itibariyle bölünüşü tetkik edilirse aşağıdaki cetvelde olduğu gibi kadın nispetinin ehemmiyetli derecede fazla olduğu görülür. Bu da Rize erkeklerinin çalışmak üzere başka istihsal bölgelerine gitmelerinden ileri gelmektedir.
    Erkek Nisbeti Kadın Nisbeti Yekün
    Merkez kaza 45.652 41.1 65.432 58.9 111.084
    Pazar Kazası 19.807 40.9 28.650 59.1 48.457
    Yekün 65.459 41.0 94.082 59.0 159.541

    Rize'de geçim çok dar; halk fakrü-zaruret içersindedir. Umumi olarak beslenme noksanlığı, gıdasızlık bariz bir şekilde görülmektedir. Rize köylerinde en çok yenilen mısır ekmeği ile mısır çorbası ve fasulyedir. Bu çorba mısır kırması haşlanarak yapılır. İçersine bazen fasulye, kara lahana da atılır. Et hemen hiç, yağ ise pek az olarak konulur. Sebze yok denecek derecede azdır. Hayvancılık az olduğundan, et ve hayvani mahsullerde mahduttur. Bu suretle beslenme bir taraflı olmaktadır.

    b) Sıhhi Durum

    Gıda noksanlığı ve iklimin tesiri ile bilhassa çocuklar, zayıf ve hastalıklara karşı mukavemetsiz olmaktadırlar. Umumiyetle şişman ve fazla yaşlı insanlar görülmez. Rize Hükümet doktorunun ifadesine göre, burada vasati ömür diğer Anadolu Vilayetlerine nazaran his edilir derecede kısadır.

    Rize'de en fazla görülen hastalık veremdir. Veremden dolayı ölüm de, nispî olarak fazladır. Bundan başka en çok yayılmış olan hastalık bağırsak kurtlarıdır. Burada bağırsağında kurt taşımayan köylüler ve sürfelerle bulaşmadık yer pek azdır. İçilen su, gıda ve meyvelerle ağızdan alındığı gibi, daha fazla olarak çıplak ayakla dolaşırken, tabandaki çatlaklar vasıtasıyla kurtlar bulaşır. Rus İşgali esnasında bu kurtların epidemik bir hal aldığı iddia edilmektedir.

    Bunlardan başka sıtma da oldukça salgındır. Vilayette sivri sineğin üremesine elverişli bataklık vesair yoksa da, Karabük, Çarşamba ovası gibi çok sıtmalı yerlerde çalışan Rizeliler; bu hastalığı oralardan alarak memleketlerine taşımaktadır.

    Rize'de frengi de oldukça ehemmiyetli derecede salgındır. Rize Hükümet hekimliğine kayıtlı 425 frengili vardır ki, bunların daha fazlası köylü olası, hele kadınların da bu hastalığa malul bulunması tehlikeyi daha fazla artırmaktadır. Genore'de zikre değer nispettedir.

    c) Yaşayış Tarzı

    Rize'de hemen bütün iktisadi faaliyetler kadın tarafından yürütülür. Kadının çok çalışkanlığına mukabil, erkek nispeten tembeldir.

    Kadın Hayatı : Rize kadını çok mutaassıptır. Peştamallarla giyinir. Yüzünü de onunla örter. Namus hissi çok kuvvetlidir ; gurbetteki ve askerdeki kocasını sadakatle senelerce bekler. Küçük yaştan itibaren işe koyulur. Ev ve ziraat işlerini tamamen kadın yapar. Elde ettiği mahsulü, hatta dağdan kestiği odunu, sırtında taşıyarak şehre getirir; pazarda satar. Eve lüzumlu eşyayı keza kendisi satın alır. Artan parayı da erkeğine teslim eder. Kasabalarda sırtlarında küfelerle hamallık eden köylü kadınlara sı sık rastlanır.

    Erkek Hayatı : Ziraat mahdut, ticaret ve sanayi az olduğundan, erkekler umumiyetle iş aramak üzere maden havzasın, büyük şehirlere ve ticaret, ziraat merkezlerine giderler; burada senelerce kalırlar. Senenin muayyen aylarında memleketine gelince ailesi tarafından misafir sayılı, çalıştırılmaz. Hayatlarının sonuna kadar gurbette çalışan Rizeliler bile, son günlerde memleketlerine döner, kendi topraklarına gömülmek isterler. Bu yüzden Rize'de umumi mezarlıklar hemen hiç yok gibidir; herkes bahçesinin, tarlasının bir köşesinde aile mezarını yaptırmıştır.

    Kasaba erkelerinde Devlet hizmetlerine karşı büyük rağbet vardır. Ufak, büyük memuriyetler, odacılık, hademelik gibi hizmetler hep yerlilerdedir.

    Çocuk Hayatı : Çocuk, tamamen tabiatın tesadüflerine terk edilmiştir. Zira, babası gurbette, anası tarla veya pazardadır, ev işlerini de yapacaktır; ananın çocuğuna yapacak fazla zamanı yoktur, hali de olmadığı gibi. Çocuklar zayıf, gıdasız ve çıplak bir halde kendi hallerine terkedilmişlerdir. Doğum nispeti fazla olduğu halde çocuk ölümü de çok olduğundan nüfus artması önemli değildir.

    Köylerde mektep azdır; bu sebeple okuma nispeti de düşüktür. Kız çocukları, taassuptan dolayı, hemen hiç okutulmaz; o daha küçük yaşta peştamallara bürünüp sırtına bir küfe takılarak işlere koyulur. Çok küçük, 5-6 yaşlarındaki çocukların, her halde alışması için olacak sırtlarında içi boş küfeler taşıdıkları çok görülür.

    d) İtikat ve Karakter

    Rizeli dindardır. İtikatlarına sıkı bağlıdır. Kasaba ve şehirlerde çok cami görülür. Rizeli zekidir. Yenilikleri kolay kavrar ve yapar, bunu kendisine öğretene karşı minnettar olur. Rizeli mert , sadık doğru sözlü ve özlüdür. Tabiat itibariyle biraz asabi ve seriülinfal* olmakla beraber, büyüklerine karşı hürmetleri fazla, arkadaşlık , bağlılık hisleri kuvvetlidir.

    Siyasi Bilgiler Fakültesi öğretim görevlilerinden Doç. Dr. Reşat AKTAN tarafından hazırlanıp 1946 yılında Ankara Çankaya Matbaasında basılan 'Rize'de ÇAY' isimli eserinden alınmış olup bazı kısımlar özet geçilmiş bazı dizim hataları düzeltilmiştir. M.Demet

    * Çabuk gücenen, darılan, tepki gösteren
#06.09.2005 09:55 0 0 0
  • Değişik yerlerde herkes tarafından oynanan bu oyunlarda yaş sınırı yoktu. Çocuklar, gençler, yetişkinler hatta ihtiyarlar bu oyunları zevkle oynardı.

    Cüz, Metdeğnek, Kuku Papula, Top ve Yuzuk oyununu gençler ve yetişkinlerce de oynanırdı.
    Genç kızlar daha çok Salıncak yapar, Kibrit ve Beştaş oynardı.

    Diğer Oyunlar : Tikoca, Mal Taksimi, Kurt Çoban, Eşum Peşum, Kibrit, Lepe (Çiziktaşı), Mile, Kuku Papula (Saklanbaç), Hırsız Polis, Tombiliç (Kiremit), Zarf, Vurdumoni (Usta), Salıncak, Kartopu, Batırmaca, Kayak

    Oyun Araçları : Tahta Arabası, El arabası, Ok, Çağatara, Gogona (Uçurtma), Zurna, Kaval, Duduk, Pervane, Sapan, Çikli (Çember), İp..
    KURT ÇOBAN OYUNU
    Oynayanların sayısı değişir. Oynayanlardan biri kurt, biri çoban, diğerleri ise koyun olur. Koyunlar çoban'ın arkasına sıralanır. Dolaşırlarken uyuyan bir kurtla karşılaşırlar. Koyunlar korkar:
    - Ana bu nedur? diye çobana sorarlar. Çoban da:
    - Korkma kizum kutuktur. Diye korkmamalarını sağlamaya çalışır. Bu karşılıklı konuşma her seferinde farklı cevap vermek suretiyle birkaç kez tekrarlanır. Kurt bu seslerden uyanır, çok açtır ve :
    - Ben kurtum, bana koyun ver. Diye çobanla diyoloğa girer. Koyunları kandıran Çoban bu seferde kurdu kandırmaya çalışır:
    - Koyunlar şu dağdadır. Der. Kurt havaya sıçrayarak:
    - Sıçradım baktım göremedim. Der. Bu durum çeşitli mazeretlerle bir kaç kez tekrarlanır. Kurt sonunda kandırıldığını anlar. Koyunlara saldırır. Çobanm kurtla kavgaya tutuşur. Çoban olan çocuk üçlüyse koyunları kurtarır.Güçsüz ise yenilir ve kurda koyunlarını kaptırır. Koyunu kapan kurt, ıssız bir yere giderek kaptığı kotyunları yer. Bu esnada acı çeken koyunlar "me, me" diye bağırırlar.
    EŞUM PEŞUM OYUNU
    Oynayanların sayısı değişir.Oynayanlardan birisi ebe olur. Ebenin sağı solu görmemesi için ebenin gözü bağlanır. Çocuklar arkasına kuryruk olur. Ebeye arkasındakilerinde biri ebeye:
    - Eşum peşum seni süren kim? diye sesini değiştirerek sorar. Ebe tahmin yürüterek bilmeye çalışarak bilmeye çalışır. Bildiği an ebelikten kurtulur. Bilenen ebe olur.

    TİKOCA OYUNU
    Değişik sayılardan oluşan iki gruptan oluşur. Oyun başlamdan önce bir grubun "Tikoca" olacağı merkezi bir alan ile onu çevreleyen oyunun oynanacağı bir dış alan belirlenir. Gruplar bu belirlenen alanlara yerleşir.Tikoca olanlar yalnızca kendi alanlarında çift ayakla basabilirler. Dış alanda ise tek ayakla basmak zorundadırlar. Dış alanda olanlar ise her şeyd serbesttirler, ama merkez alana giremezler.
    Oyun, tikoca olan grubun merkezi alandan dış alana doğru tek bacak sıçrayarak çıkmasıyla başlar. Diğer grup, bu halde tikoca grubu elemanlarını yakalamaya çalışır. Çift ayakla basmış iken yakalanan oyunz,cu yanar ve oyundan çıkar. Dış alana çift ayakla basmışken merkezi alana kaçabilen kurtulur. Bu oyun böylece tikoca grubu elemanlarının yakalanmasıyla son bulur.

    YUZUK OYUNU
    İki kişiyle oynanacağı gibi iki grupla da oynanabilinir. Genelde oyun başlamadan önce ortaya konan bir ödül vardır. Yenen ödülü alır. Grupla oynandığında gruplar başkan seçer. Başkan seçilirken yüzüğü bulmakta hünerli olan tercih edilir.
    Oyun, gruba dahil elemanları yüzüğü saklamasıyla başlar.Yüzük saklandıktan sonra eller ileri doğru kapalı olarak uzanır.Karşı grup başkanı yüzüklü kişi ve doğru eli bulmaya çalışır.Doğru bilirse oyun sırası kendi grubuna gelir. Yanlış ise karşı grup bir puan kazanmış olur. Tahminde zorlanırsa şöyle söyler:
    Ha şundadır
    Ha bundadır
    Kukilica kabağının
    Altındadır.

    SAKLAMBAÇ (Kuku)
    Tekerleme sayılarak ebe seçilir. Ebe belli bir sayı sayna kadar gözlerini kağalı tutar. Diğerleri saklanır. Sayı bitince gözlerini açar, aramaya başlar. Bütün aramalara rağimen buluınamıyan kişi "kuku" diyrek yerini işaret eder.

    BEŞTAŞ
    Çoğunlukla kızlar tarafından oynanır. Oyuncu taşları yere buırakıp içlerinden birini alır, yukarıya doğru atarak taşları birer, ikişer,... sallamadan toplamaya çalışır. Sonunda beş taş bir kapılır. Kapılan tai sayısı kadar karşı tarafa sayı yazılır. Karşı taraf o sayıyı "çiviyi" eksiltmeye çalışır.

    KOVALAMACA
    İki grup halinde genellikle erkek çocuklar tarafından oynanır. Gruplar karşılıklı olarak kendi aralarında el tutuyşurlar. 20 m kadar uzakta bir çizgi çekilir veya işaret konmur. Oraya kadarbir gruptan koşan kişiyi, ikinci gruptan aynı anda koşmaya bağlayan kişi yaklamaya çalışır. Yakalanan çocuk oyundan çıkar Oyuncular bitinceye kadar böyle devam edilir. Bir grup bitince o grup yenilmiş olur.

    BİRDİRBİR (Uzun Eşek)
    Erkek oyuncular tarafından oynanır. Birdirbirde bir kişi ellerini dizklerine koyarak eğilir. Diğerleri onun üzerinden atlar. Herkes rahat atlıyabiliyorsa bişraz daha yükseltilmesi istenir. Atlayamayan eğilir, bu defa onun üzerinden atlanır.

    KİREMİT OYUNU
    Daha çok kızlar tarafından oynanır. Düz bir kiremit veya taş parçası ile oynanır. Yerde büyük bir dikdörtgen çizilir. Sekize bölünür.Tek ayak üzere sekerek kiremit parçası ayakla çizginin üzerine gelmeyecek şekilde itilir. Çizgiye basan veya kiremiti çizgi üzerinde kalan yanar.



    İP OYUNU
    Bu oyun da kız çocuklar tarafından oynanır. Bir ipin ucun iki kişi tutar. İpi sallayarak çevirir. İp, havaya sıçrayan oyuncunun ayakalrı altından geçer.
#06.09.2005 09:56 0 0 0
  • SALİH AVCI (KIRBOZ'UN SALİH) DESTANI

    Merhum Kırboz Salih Rize'nin tanınmış halk şairlerindendir. Rize de yapılan Atma türkü yarışmalarında birinci olmuştur. 65 yaşlarında olmasına rağmen 40-45 yaşlarında gösterirdi. Kimse o'nun neşesiz bir gününe rastlamamıştır. Ölümüne kadar herhangi bir ciddi rahatsızlığı ve şikayeti olmamıştır. Ölümünden bir ay kadar önce gayet sıhhatli iken Dağsu Camii (Dağbaşı) imamına gider. İmama :
    -Şu mektubu al, ben öldüğümde cenazemde açar okursun, der.
    İmam da:
    - Yahu Salih Dayı sen ne diyorsun. Sen beni de gömersin. Hem ben devlet memuruyum, her an tayinim çıkar giderim, der. Kırboz Salih şöyle cevap verir.
    - Hoca, sen gitmeden bu mektubu açar okursun, der. İmam zarfı alır, fakat bu konudan kimseye bahsetmez ve emaneti saklar.
    Aradan 30 gün geçer. Kırboz Salih Hakkın rahmetine kavuşur. Cenazede hoca zarfı açar, zarfın içerisinden 30 kıtalık destan çıkar. Cenaze de hoca bu destanı cemaate okur...
    1
    Bilmemki niye geldik
    Şu üç günlük dünyaya
    Kimisi atlı olur
    Kimisi olur yaya
    2
    Dostlarım kulak verin
    Biraz Salih ağaya
    Kimisi köşkte yaşar
    Kimisi barakaya
    3
    Bilmem nasıl anlatsam
    Bu ayrılık işimi
    Azrail görevlidir
    Takip eder peşimi
    4
    Bir baş ağrısı alır
    Düşersin yataklara
    Gurbetten oğulların
    Kalkıp düşer yollara
    5
    Çağırırlar bir doktor
    Oda bir şey diyemez
    Çünkü ağır hastadır
    Yemek verse yiyemez
    6
    Derdini durumunu
    Oğluna söyleyemez
    Gençlikteki günlerin
    Bir daha geri dönmez
    7
    Yolculuğu gösterir
    Hastanın vaziyeti
    Artık yapmaya başlar
    Oğluna vasiyeti
    8
    Her halde yolculuk var
    İyi değil niyeti
    Çokta şakacı idi
    Güldürürdü milleti 9
    Kapanırda açılmaz
    Artık o gören gözler
    Azrailde o zaman
    Seni görmeyi özler
    10
    O hallere düşene
    Hep yokuş olur düzler
    Kulakta küpe olsun
    Bu söylediğim sözler
    11
    İnanın bu sözüme
    Dünya fanidir fani
    Görmez misin acaba
    Kabirlerde yatanı
    12
    Muhafaza edelim
    Kalbimizde imanı
    Bir gün gelir Azrail
    Okur sana fermanı
    13
    Yeşil dumana benzer
    Ruhunu senden alır
    Çünkü emir öyledir
    Ceset yatakta kalır
    14
    Çok zordur çok kolaydır
    Bu dünyadan ayrılmak
    Acep fayda verir mi
    Azraile darılmak
    15
    Evde başlar ağlamak
    Herkes haberi alır
    Kısa zaman içinde
    Komşuları toplanır
    16
    Varsa kızın torunun
    Seni evde ağlarlar
    Ayağınla çeneni
    Bir bez ile bağlarlar 17
    Gelir yakın dostların
    Seni evde beklerler
    O akşam senden sebep
    Uykusuzluk çekerler
    18
    Sabah olunca başlar
    Yıkama hazırlığı
    Orada baş gösterir
    Varsa amel darlığı
    19
    Odayı boşaltırlar
    Herkes dışarı çıkar
    Kalır orda üç kişi
    Onlar da seni yıkar
    20
    Daha sallanmaz olur
    O hareketli eller
    Yıkanma tamam olur
    Hoca seni kefenler
    21
    Kaldırarak üç kişi
    Korlar seni tabuta
    Çıkartırlar kapıya
    Hep birden tuta tuta
    22
    Kefenine dökerler
    Tatlı tatlı kokular
    İlk olarak kapında
    Sana Kur'an okurlar
    23
    Tabutunun üstüne
    Yeşil sırmalı perde
    Salih sen hayatını
    Geçirdin acep nerde?
    24
    Daha sonrada hoca
    Namazını kıldırır
    Bu uzun yolculuğu
    Cemaate bildirir 25
    Eller üstünde seni
    Kabire götürürler
    Son Kur'an okunacak
    Hepsi süküt dururlar
    26
    Lef yerine tabutu
    Biraz yamuk koyarlar
    O tabut böcekleri
    Gözlerini oyarlar
    27
    Hocanın son görevi
    Sana bir telkin vermek
    Kızını torununu
    Nasip mahşerde görmek
    28
    Eğer imanın yoksa
    Zaten halin perişan
    Mezarını gösterir
    İki patika nişan
    29
    Varsa iman amelin
    Gidersin güle güle
    Mezarının üstüne
    Yaparlar bir kumule
    30
    Gelir bir iki melek
    Soru sormaya başlar
    Patikanın yanına
    Dikilir mermer taşlar.






    --------------------------------------------------------------------------------
    AYŞE'NİN DESTANI
    Rize'den çıkalı yedi ay oldu
    Meraktan vücudum sarardı soldu
    Meskenim artık buralar oldu
    Genç yaşıma terkettim onu yanarım Ok meydanına bir ev yaptırdım
    Bende bildim insanlar katıldım
    Temelli yavrumdan şimdi ayrıldım
    Genç yaşıma terkettim yalan dünyayı Karadeniz suyun karadır kara
    Doktor yüreğime bulmadı yara
    Babam beni Okmeydanı'na ara
    Genç yaşıma terkettim yalan dünyayı
    * Ortaköylü Osman Yetkiner'de 55 kıtalık bu destanın tamamı bulunmaktadır.

    --------------------------------------------------------------------------------

    TOPÇU'NUN MUSTAFA'NUN DESTANLARI
    1
    Yirmi üç kişi düştük denize
    Kimi mapavrili kimisi Rize
    Duyan halimizi ağlasın bizi
    Bizi ağlamiyan kimi ağlasun Karadeniz suyun karadır kara
    Haramdır üstünden alınan para
    Ne yazık çalışır fakir fukara
    Bizi ağlamıyan kimi ağlasun Koca su dalgası derinden geldun
    Sinop Vapuru'nu ortadan deldun
    Nice çocukları yetim koyverdun
    Bizi ağlamiyan kimi ağlasın

    * Ortaköylü Osman Yetkiner'de 30 kıtalık bu destanın tamamı bulunmaktadır.
    2
    İsmim Mustafa soyadım Topçu
    Gece saat dörtte kıyamet koptu
    Kapıyı açınca ailem korktu
    Sal geldim evime ona yanarım İşime doğru gitmiştim güya
    Akşamdan görmüştüm bir fena rüya
    Beni de geçirdi bu fani dünya
    Sal geldim evime onu yanarım Ah gidi annem ağlarsın beni
    Allah kayırsın ebedi seni
    Topraklar soğuktur unutma beni
    Sal geldim evime onu yanarım

    * Ortaköylü Osman Yetkiner'de 26 kıtalık bu destanın tamamı bulunmaktadır.

    --------------------------------------------------------------------------------
    KULOĞLU OSMAN DESTANI
    1
    Aslımı sorarsan Rize civarı,
    Dört yanımız oldi kale divarı
    Neslimi sorarsan Kuloğulları,
    İsmum Osman nam, başka bulunmaz.. 2
    Şimdi söyliyeyim derdimi size,
    Hüda'nın takdiri var idi bize,
    Meylimi duş ettim, vefasız kıza,
    Yanarım, derdime derman bulunmaz. 3
    Hak'kın emri idi, şeytana uydum,
    Ancak gençliğimin kadrini duydum,
    Belasız başumi belaya koydum,
    Yanarım, yanarım, derman bulunmaz.
    4
    Bana sebeboldi belası aşkın,
    Ufak sular gibi akardum, çoşkun;
    Derunuma girdi cananım, aşkın,
    Şimdi derdumuze derman bulunmaz. 5
    Bir kız içun destan oldum aleme,
    Levh-i kalem böyle yazdı falıma,
    Mahbuslara hasret kaldım sılama,
    Niçun derdimuze derman bulunmaz. 6
    Bir yiğit kırk yılda kemal olmaz mı?
    Bekara mahpusluk zulüm olmaz mı?
    Sallanup seyretmek kısmet olmaz mı?
    Geçti devran, günüm bulunmaz.
    7
    Akrabadan hasım oldular bana,
    Zalim Hac 'İbrahim kastettin cana,
    Ölürsem intikam kalur mi sana?
    Ar ile ölmüşüm sabır olunmaz 8
    Bir kız için derdest ettik alemi,
    Alnımıza böyle yazdı kalemi,
    Bütün zaptiyeler aldi yolumi,
    Neyleyim, derdime derman bulunmaz. 9
    Kova kova çıktık, ırmak başına,
    Bak, şimdi feleğin aksi işine,
    Hükümet mecmuu geldi peşine
    Bizum ahbaplardan derman bulunmaz.
    10
    Değirmeni ettim tabya, durdum,
    Askerin önüne meydana vardum,
    Tüfeğin elime aldum, yürüdüm,
    Başa yazılana çare bulunmaz. 11
    Baktum kız ağladı, "Bırakma beni !"
    Söyledi "Vallahi terketmem seni "
    Yalancı imansız, aldadı beni
    Başa yazılana çare bulunmaz. 12
    Böyle bilsam, ölsem teslim olmazdım,
    Bana böyle puşluk olur bilmezdim
    Şimdi göz yaşımı böyle silmezdim,
    Çekelim mihnet, derman bulunmaz.
    13
    Hükümete geldim, kollarum bağlı,
    Biçare Osman'un yüreği dağlı,
    Ricaya başladı cümle ahali,
    Şu benum derdume derman bulunmaz. 14
    Yine Hacı İbrahim açtın kanadı,
    Canıma kastetti zalim inadı,
    Yalancı dünyadan kesilsin adı,
    Ararım, derdime ilaç bulunmaz. 15
    Koca Hacı İbrahim ettin kalursa,
    Kurtulursun, canım, Mevlam alursa,
    Bu mapushanede böyle olursa,
    Ölümün derdine çare bulunmaz.
    16
    Bu yalan dünyada sürdüğüm devlet,
    Ölürsem de sana eylemem minnet,
    Bu mapushaneden çıkarum elbet,
    Daha bu Osman'un oni alınmaz. 17
    Sağluğumda kabre girmişim böyle,
    Benden, seduğume çok selam söyle,
    Acep gül açtı mı bizim mahalle ?
    Bizum güller soldi, daha açılmaz. 18
    Başumuza yazılmıştı balalar,
    Sağluğumda benum yarim alalar,
    Hatıra binaen dava görürler,
    Yanarum, derdume çare bulunmaz.
    19
    Hacı İbrahim hükümeti kabzetti,
    Lira ile beni kalebent etti,
    Yalandan muhpirin sozini tutti,
    Şimdi derdimize çare bulunmaz. 20
    Benim Suri'ciğim terketmez beni,
    Mevla'ya emanet etmişim seni,
    Bir sene curnala uğrattın beni,
    Benim curnaluma çare bulunmaz. 21
    Bu dünyada davam görülmez benim,
    Bigayr-i hak yandım, derdine senin,
    Şimdi Kobal oldi davacım benim,
    Irize'de başka yiğit bulunmaz
    22
    Sen benim yarımı almak dilersin,
    Gel bana elişme, pişman olursun,
    Belki bu Osman'ı ülmüş bilirsin
    Sonra derdimize çare bulunmaz. 23
    Bana kalmaz, ahbap alur canuni,
    Dünyadan keserim adı, şanuni
    Sana haber olsun, aç meydanuni,
    Daha böyle devran sana bulunmaz. 24
    Bir gül idum İrize'nun içinde,
    Filiz ile oynardum meydan içinde,
    Rakılar meydana, kadeh içinde,
    Geçti devran, günümüz daha bulunmaz
    25
    Merluk ile hasım gelemez başa
    Ne yapayım, böyle kaldum telaşa,
    Batum'dan Samsun'a gezdum başbaşa,
    Selam o günlere, daha bulunmaz. 26
    Yiğidin başına her bela gelur,
    Osman'ın yarını başkası alur,
    Kesilmiş curnalı, bir sene kalur,
    Sakın gam yeme, kim, o gün bulunmaz 27
    Benim ustadımdan vasiyetim var,
    Kadrimi bilmeze hiç olamam yar,
    Ar ile olmişim derde giriftar,
    Mevla'dan bir kerem, kuldan bulunmaz
    28
    Çok devran surmuşim, istemem daha,
    Yardan selam gelur... bana,
    Koca Kobal, ahdum kalur mi sana ?
    Ar ile kalmışım, çare bulunmaz. 29
    Bir de pıçağumi taksam boynuma,
    Hiç acıman beni, aldum koynuma,
    Beş sene de yatsam, gelmez aynuna,
    Ölümün derdine çare bulunmaz. 30
    Ölürsem de beni acıman dostlar,
    Şimdi bana bağ-ı bostan mahpuslar,
    Vaz gelmem yarımdan, hazine verseler
    Neyleyim şimdiluk çare bulunmaz.
    31
    Bir ayluk mapusluk bir sene oldi,
    Gül gibi bedenler mahpusta soldi,
    Bir zaman çekeyim, daha ne oldi ?
    Neyleyim, derdime çare bulunmaz. 32
    Nice kimselerden aldum haracı,
    Yureğume girdi bir aci,
    İsterse hep alem olsun davacı,
    Takdire yazılana çare bulunmaz. 33
    Hep söylesem size, baş olmaz derdim,
    Gece gün devrana seyre giderdim,
    Derviş Paşa kadar hüküm ederdim,
    Geçti devran günüm, daha bulunmaz.
    34
    Yaran, ahbaplarum gelmez yanuma,
    Gençliğime yazuk, girme kanuma,
    Hacı İbrahim yakışmazdı şanuna,
    Her meta bulunur, yiğit bulunmaz. 35
    Dünyayı seyrettim, hep uçtan uca,
    Reva mı değişmek altuni tunca ?
    Yürekten yaram var, gittum ilaca,
    Şu benum yarama ilaç bulunmaz. * Bu destanın şairi tespit edilemedi.
#06.09.2005 09:57 0 0 0
  • Rize Duaları
    --------------------------------------------------------------------------------

    Allah ağrilaruni kafdağinun arkasina aşursun
    Allah bedeni sihetuni versun
    Anan kesilsun sağa
    Beyaz sakal tarıyasun
    Boş çeseye salmayasun
    Çoheyi coresun
    Dunyanun adini alasun
    Haznelere çatasun
    Kadanı alayım
    Kadanı alasun
    Nere var bi cuneş oreya olasun
    Nur aksun mezarluğuna
    O binam, kesileyim sağa
    O verenine kurban olayım
    Oğul veresun da duynayi doldurasun
    Sakallarini tariyasun
    Sular gibi artasun
    Toprakları kadar yaşıyasun
    Uşaklarun da sağa ole etsun
    Zihnunuzi çesçin etsun



    --------------------------------------------------------------------------------
    Rize Bedduaları
    --------------------------------------------------------------------------------

    Adun çesilsun
    Allah yedi yorgan yıpratasun
    Ander kalasun
    Başun kesile
    Dert başuna
    Hay korbakor çıkasun
    Heyirini cormeyesun
    Kisacunli olasun
    Korbakor olasun
    Murt cidesun
    Nabedil olasun
    O ander kalasun
    O ander kaybana kalasun
    O başın kesile da kellen
    O keseyim seni aleme
    Oğa çok eğriluk etti, ecrini çekecek
    Pakliya seni
    Peşuk sallamiyasun
    Sincile enesun
    Tamdan tuma çidesun
    Ubur çikasun
    Uşak çipasi çesmeyesun
    Vay başuna
    Vay vereyim aklın
#06.09.2005 09:57 0 0 0
  • Ağaç İşleri ve Bitkisel Örücülük

    Kullanılan malzemeler: Kızılağaç (kızılçam), şimşir, ıhlamur, kestana, ceviz, fındık, gürgen, erik, elma vb. gibi ağaçlar, çeşitli metallerden yapılmış kuşak, çiviler; değişik bileşimli tutkal ve boyalar.
    Uygulanan teknikler: Oyma, çakma, bükme, dizme, çatma, boyama.
    Yapılan eşya türleri: Çekme sofra, iskemle, tekne, kovan, yayık, karalahana bezmelikleri, kadı ve gerdel, kaşık, kepçe, ezmelik, beşik, sandık vb. gibi günlük gereksinimi karşılayan parçalar.
    Beşik
    Hala yapımı turistik eşya olarak sürdürülen beşikler diğerlerinden boya kullanımı ile ayrılmaktadır. İskemleler gibi bazı üniteleri tornalarda hazırlayan, kızıl çamdan yapılan beşikler ahşaptan boncuk keserek bezenmektedir. Canlı renklerle boyanan ünitelerin birbirine çakılmasıyla oluşturulan beşiklerin gürgen ve kestane ağacı kullanılarak yapılan halkalarla salladıkça ses çıkaran çeşitleri ünlüdür.
    İskemle
    İskemlelerin dört ayağını üstte birbirine bağlayarak bir oturma ünitesi oluşturan bitkisel örücülük sarmaşık, mısır kapcığı ve mısır fidesinden elde edilen iplerle yapılmaktaydı. Günümüzde giderek sentetik elyaftan hazırlanmış iplerin aldığı görülmektedir. Balık sırtı ve hasır örgü çeşitlemeleri ile sarı ve yeşil renklerde hazırlanmış örneklere on yıl öncesine kadar rastlanılmaktaydı. Bugün bu türlerin turistik eşya niteliğinde küçültülmüş boyutlarda yaşatılmağa çaba harcandığı dikkati çekmektedir.
    Sepet
    Fındık dallarını çıtlatıp kırdıktan sonra çakıyla kesilen düz şeritlerle örülen sepetler ayaklı (topuklu) ve ayaksız olmak üzere iki ana başlık altında kümelenmektedir. Topuksuz parçalar yayvan gövdeli ve genellikle saplı tasarlanmıştır. Topuklu parçalar ise tek topuklu, ağız kısmına doğru genişleyen üzüm toplamaya yarayan, ince uzun gövdeli tiyeter, diğerine kıyasla daha büyük boyutlu iki topuklu topuklarına ip bağlanarak sırtta taşınan çay sepeti olarak isimlendirilen ağız kısmına doğru gövdesi genişleyen sırt sepeti ve üç topuklu çay sepetinden daha küçük boyutlu, saplı elde taşınan yük sepeti şeklinde sıralanabilir. Gerek yüksekliği 50 cm.den aşağı olmayan tiyeterler gerekse yüksekliği 55 cm. ağız çapı 40 cm. çevresinde olan çay sepetleri ve gerekse yüksekliği 35 cm. ağız çapı 28 cm. çevresinde olan üç topuklu sepetlerin tek renkli ve iki renkli türleri bulunmaktadır. Fındık ağacının naturel renkleri olan kahverengi ve beyaz şeritleri bir alt bir üstten geçirerek örülmektedir. Günümüzde Gündoğdu'da turistik eşya niteliğinde sepetler yapılmaktadır.


    --------------------------------------------------------------------------------
    Dokumacılık

    Rize dokumaları bir renkli (monokrom) ve birden fazla renkli (polikrom) dokumalar olarak iki ana başlık altında ele alınabilir. Bir renkli dokumalar kullanılan malzeme göz önüne alınarak kendi içinde yalnız halk dilinde kendir ipi olarak isimlendirilen kenevir ipiyle dokunanlar, yalnız pamuklu iplikle dokunanlar ve kendir ipi, ipek iplik, pamuklu iplik bileşimleriyle dokunan yörede melez olarak isimlendirilen dokumalar şeklinde gruplandırılabilir.
    Atkısı ve çözgüsü kendir ipinden yapılan dokumalar kalın kendir ipinden dokunmuş sert ve seyrek bir dokuma türü olan 40 cm. eninde naturel bej renkli bir dokuma türü olan feretiko, feretikodan daha kalın dokunmuş şal kuşağı, feretikoya kıyasla daha ince, yumuşak ve daha açık renkli olan bazı kaynaklarda 1958'den bu yana yapılmadığı ileri sürülen keten, en kalın kendir ipinden dokunan sık dokunmuş çuval görünümünde çay soldurma bezi olarak kullanılan şut bezinden oluşmaktadır.
    II. Dünya Savaşından sonra giderek yaygınlaştığı ileri sürülen, atkı ve çözgüsü pamuktan yapılmış, kalın, tok, beyaz tülbent görünümündeki pamuklu dokumalar yalnız pamuk iplikle dokunan örnekler olma yanısıra Rize dışından getirilen ipliklerle dokunmalarıyla ilgi çekmektedir. Melez dokumalara gelince, bunların çözgüsü kendir ipi, atkısı ipek ipliktendir. Pamuk iplikle çözülenleri de bulunmaktadır. Feretiko dışında bir renkli dokumaların bazen atkı ipliklerinde yapılan farklı seçim ve hareketlerle dokunurken nakışlananları, ensiz uçlarında birden fazla renkli süslemeler yapıldığı gözlenmektedir. Bir grupta ise halk dilinde düner adı verilen küçük deliklerle desenlenmiş örneklere rastlanmaktadır.
    Birden fazla renkli (polikrom) dokumalara gelince, bunlar bir renk dokumalardan onların don, göynek, peşkir, yağlık vb. gibi ya iç giyim ya giyim aksesuarları diğer bir ifadeyle kuşam ya da ev örtüsü olarak dokunmaları ve dış giyimde ya dolay, futa peştamal ya da başa örtülen atkı olmalarıyla ayrılmaktadır. Ya atkı ya çözgü ipliği aracılığıyla desenlendirilen bu dokumalar dolay ve atkı çeşitlemelerinden oluşmaktadır.
    Dolay peştamal bele dolanarak kullanılan dokurken yatay, takarken dikey çizgi desenli, futa olarak da isimlendirilen bir dokumadır. Genellikle atkısı pamuk, çözgüsü pamuk olan futa peştamallar giysi üzerine önlük gibi sarılmaktadır. Rize'nin dolay peştamallarında gözlenen en yaygın renkler siyah ve karşısında mor, yeşil, pembe, mavi ve krem olarak görülmekteydi. Büyük bir olasılıkla önceleri Rize'de de dokunan dolay peştamalların üretimi sonradan Karadeniz'in başka merkezlerine geçmiştir. Genellikle atkı olarak kullanılan ve Rizeli kadının simgesi biçimine dönüşen Makaslı Keşanlara gelince bu dokumalar çözgü ipliğinde yapılan batık boyamalardan elde edilen renkler sayısıyla desenlendirilmekteydi.
    Fes rengi, siyah, sarı, beyaz renkli pamuk ipliklerle çözgüsü sarılan ve atkısı tek renk pamuk iplikle dokunan Makaslı Keşan atkılarının 20. yüzyılın ilk yarısında ipek iplikle yapılanlarına da rastlanmaktaydı. İpek iplik kullanımı açısından benzer bir durum futa peştamaller gibi çizgisel desenli dokunan ipek atkılar için söz konusuydu. 1988 yılında 20. yüzyılın ilk yarısından kalan, Rize'de ipek iplikle dokunmuş iki ucu turuncu ve sarı çizgisel bordürlü lacivert zeminli atkılar sandıklarda saklanmaktaydı.
    Dokuma Bezeyici Sanatlar İşlemeler -Tenteneler -Oyalar
    Yörede top iğne, şerit iğne olarak isimlendirilen yuvarlak ve yassı iğnelerle kendir ve pamuklu dokumalar yanısıra ipek üzerine vatel teli olarak adlandırılan pamuklu iplik, ipek iplik ve metal ipliklerle işlemeler yapılmaktadır. Gözlenen başlıca iğneler dokumanın iplikleri sayılarak yapılan iğnelerden hesap iğnesi, dokumanın iplikle sayılmadan iğnelerden kum işi, delik işi, sarma, cambaz (sarhoş bacağı) çengelli (çengel iğnesi), çapraz iğne (kaneviçe), kordon tutturma (tutturmalı) iğnelerdir. Dikkati çeken işleme türleri ise yağdan isimlendirilen yağlık, peşkir, seccade, bohça, namaz yağı, yastık (seccade) olarak sıralanabilir. İşlemelerde seçilen konular ise cazı gülü (yaban gülü), hamacuna (çilek) kavlağan yaprağı, kerez (kiraz) vb. gibi bitkisel bezemeler, cami, taka gibi nesneli bezemeler ve üçgen, kare, dikdörtgen, daire vb. gibi geometrik bezemelerden oluşmaktadır. Bir renkli ve birden fazla renkli işlemeler olarak iki ana başlık altında kümelenen işlemelerde bir renkli parçalarda altın ve gümüş rengi birden fazla renkli parçalarda ise pembe, kırmızı, pepeçi rengi (bordo), patlıcan rengi, turuncu, kahverengi, siyah, yeşil ve mavi ile renklendirilmeler yapılmıştır. Canlı renkler ve sert kontrastlarla renklendirilmiş, parçalarda stilizasyonlarla biçimlendirmeler yapılmış ve genellikle antinaturalist bir üslup uygulanmıştır. Bir grup çapraz iğne ile işlenmiş örnekte tonlamalı renklendirilmelerle daha gerçeğe yaklaşan naturalist biçimlendirmelere rastlanmaktadır.

    Yörede ya mil olarak isimlendirilen tığ kullanılarak 50-70 numara pamuklu ipliklerle delik dolgu biçiminde oluşturulan trabzan adı verilen zincir çekilerek ya da iğneyle çeşitli düğümler atarak yapılan tenteneler ince örgüler alanında büyük bir zenginlik arzetmektedir. Genellikle yatak takımlarına, peşkirlere, bohçalara dikilen ya da tığla monte edilen tenteneler arasında yastık geymesi olarak adlandırılan yastık kılıfları hem işlemeleri hemde tenteneleriyle ilgi çekmektedir. 2 ile 10 cm. arasında değişen genişliklerde ince uzun şeritler biçiminde örülen tentelerin uzunluğu takıldığı eşya türüne paralel olarak değişmektedir. Tentenelerin 10 ile 30 cm. arasında genişlikleri değişen ve perdelere de takılan çeşitlemeleri bulunmaktadır. Diğerlerine kıyasla daha geniş bir bordür biçiminde örülen tek renk beyaz tenteneler beyaz dokumadan yapılmış perdelerin eteklerini süslemektedir.

    Genişlikleri 1 ile 4 cm. arasında değişen, daha ince ipliklerle örülen oyalara gelince bunlar hem birden fazla renk çeşitlemeleriyle de uygulanmaları hem bazen pul, boncuk kullanımı hem de bir grubun üç boyutlu olmalarıyla tentenelerden ayrılmaktadır. Temelde tenteneler gibi zincir çekilerek yapılan tığ oyalarının kenar temizleme ve çembere oyayı bağlamak için uygulanan zürafa adı verilen kenar temizleme iğneside bulunmaktadır. Tentenelerden daha ince olan oyaların bir grubunda süsleyici gereç olarak kullanılan irili, ufaklı pullarıyla dikkat çekmektedir. Çemberleri süslemek amacıyla tasarlanmış bu oyalar arasında Çamlıhemşin çevresinde parapul olarak isimlendirilen pullu oyalar tipiktir. Genellikle siyah ya da lacivert çemberleri bezeyen bu oyalardan tırtıba ve bedal adıyla bilinenleri ünlüdür. Pul kullanmadan yapılan birden fazla renkli örnekleri arasında bazıları anlam yüklü bazıları bitkisel, nesneli, figürlü ve geometrik bezemeleriyle göz kamaştırmaktadır. Ya bir renkli ya birden fazla renkli çemberleri çevçeveleyen oyaların benzer konularına tentenelerde de rastlanmaktadır.



    El Örgüleri

    Değişik sayılarda şişle elde örülen koyun, keçi, teke ve oğlak vb. gibi hayvanlardan elde edilen yün ve kıl işleri Rize'de yapılmaktadır. Önceleri doğal boyalarla boyanmış yada natürel yün ve kıllardan elde eğrilerek uygulanan bu işlerin giderek ya fabrikasyon hazır yünden ya da sentetik elyaflı ipliklerden yapıldığı gözlenmektedir. Başlık, kazak, hırka, yelek, eldiven ve çorap türlerinden oluşan el örgülerinin arasında çoraplar fark edilmektedir. Ya bir renkli ya birden fazla renkli çoraplar kapsamında birden fazla renkli çoraplar çeşitlemeler içermektedir. Ya kısa ya uzun konçlu olarak yapılan çorapların beş şişle örülenleri ünlüdür. Hemşin, İkizdere ve Çamlı Hemşin başlıca üretim merkezleridir. Beş şişle örülen çoraplara burundan başlanmaktadır. Yüz, ters, lastik örgü, ilmek sarma çeşitlemeleriyle yapılan çoraplarda genellikle birden fazla iplikle çalışılmaktadır. Halk dilinde iki telli olarak isimlendirilen iki renk yünle örülenler yanısıra ikiden fazla renkle örülen on beş tele kadar sayısı artan örnekler de vardır. İlgi çeken bir grup da çalıklı adı verilen örerken iğne ardı iğnesi gibi nakışla uygulanmıştır. Örerken ipliği ilmeğin ön ve arka yüzünden geçilerek yapılan bu türde, örgü yünü yanısıra bazen ikinci bazen üçüncü, dördüncü renkte iplik kullanılmaktadır. Karadeniz'in başka merkezlerinde de örneğin Samsun'da da uygulanan bu çeşitlemenin görüntüsünden işleme izlenimi algılamaktadır.

    Çoraplarda seçilen konular kirazlı, başak, çiçek, laleli, mısır sırası, çam dalı, zampara çiçeği, tiken yaprağı, sarmaşık vb. gibi bitkisel bezemeler; tavuk ayağı, kuşlu, kanatlı, koç boynuzlu, uğur böceği, kelebek (titer) vb. gibi figürle bezemeler; çatal, kar tanesi, damlalı, süpürge, sepet vb. gibi nesneli bezemeler; baklava, çengel, çubuklu, küp, yıldız vb. gibi geometrik bezemeler ve aşık yolu, şaşırdı, gönül çengeli, gözü yaşlı, gelin yanağı vb. gibi anlam yüklü bezemeler olarak sıralanabilir. Ya yatay sular biçiminde farklı sayıyla yüzeye yayılan ya çorabın ön yüzünde burundan bileklik yoluyla konca kadar uzanan dikey bir kuşakla bezenmiş örneklerin taban ünitesi geometrik çizgilerden oluşan farklı bir desenle tasarlanmıştır ve topuk üstü genellikle bir serpme motifle süslenmiştir.
    Bu arada giderek azalan kıl örgüleri arasında süt süzgeci olarak tasarlanan parçaların gerek işlev gerek kullanılan malzeme açısından ayrı bir yeri vardır.

    Yorgancılık

    Rize'de yorgancılık açısından çok zengin bir repertuvarla karşılaşılmaktadır. Rize'de merkez çarşısında yirmiyi aşkın dükkanla Yorgancılar Çarşısı bu konuda tanıklık etmektedir.
    Aynı zamanda atölye olarak kullanılan dükkanlarda değişik malzemeyle, değişik boyut ve süslemelere sahip yorganlar dikilmektedir. Genellikle yüzü ve astarı farklı kumaştan örneğin ipek atlas, mermerşahi, basma vb. gibi kumaşlardan hazırlanan yorgan kılıflarının ya pamuk ya da yünle doldurulduğu, tek dikişle dikildiği ve ağırlıkla çift kişilik yorgan yapıldığı görülmektedir. iki kişilik yorgan için 4 kilo pamuk, astar için 5 metre mermerşahi, yorgan yüzü için 4 metre 60 santim tek en basma ya da atlas kullanılmaktadır. Yorgan boyutları 190x200 cm. ile 230 cm. arasında siparişe göre değişmektedir. Ustalar önce kestiği kumaşlarla astar ve yüzü birleştirmekte (çatmakta) böylece bir torba oluşturmakta sonra bu torbayı (kılıfı) pamuk yada yünle doldurmakta (döşemekte) doldurulan maddeyi iyice yerleştirip, kaymaması için çok geniş bir teğelle tutturduktan sonra tebeşirle yüzeyi desenlendirmekte ve desen çizgilerinin üstünde yorgan iğnesini bir alt ve bir üstten geçirerek atlas yorganı 50 numara pamuklu iplikle, mitili ise 60 numara pamuklu iplik kullanarak dikmektedir (sırımaktadır).
    Bazı örneklerde üzeri işlenerek süslenmiş ipek atlas yüzlere de rastlanmaktadır. Sarma iğnesi ile işlenmiş bu örneklerde farklı renkte ipliklere yorgan dikişi yanısıra yapılan işlemelerle yorganların süslendiği görülmektedir.
    İşlemesiz olarak hazırlanan düz teğelti biçiminde sırılan yorgan dikişlerinin yüzde sık aralarla uygulanan biçimleri Trabzon'da baskı yada ince iş olarak isimlendirilmektedir. Baskının düz yatay çizgide gelişen türü batırmalı baskı, düz dikey çizgide gelişen türü kara baskı ve diagonal çizgide gelişen türü için çapraz baskı tamamlamaları kullanılmaktadır. Dükkanlarında yere ayaklarını uzatarak oturan ve yorgan dikiminde bir iğne ve orta parmağına taktığı ucu açık bir yüksükle çalışan ustaların üstün bir teknik beceriyle yer yer yüzeye kabartma izlenimi verdiği kabartılan yüzeylerle çitilerek geriye doğru çekilip zemine tutturulan kumaş yüzeyinde dikişlerle sağlanan boş ve dolu kontrastlarıyla bezemeler oluşturduğu bazen boş, dolu yüzeyler arasında daha sık iğne taramalarıyla yüzeye zenginlik kattıkları fark edilmektedir.
    Rize'deki yorgan modelleri ya dikilmiş yorganlara ya da yorgancılardaki fotoğraflara bakılarak seçilmekte ve çarşıda çok sayıda model bulunmaktadır. Genellikle modeller adlarını ya yorgan üzerindeki motiften ya da kompozisyon bütününden almaktadır. Yorgan modellerinin bazılar şöyle sıralanabilir. Motiften yola çıkılarak isimlendirilen örnekler: Çerçeve, mekik, fiyonk, pervane, şemsiye, tren yolu vb. gibi nesneli bezemeler; kelebek, kırlangıç, çavuş vb. gibi figürlü bezemeler; güneş, ay, dünya, yarım ay vb. gibi kozmik bezemeler; küp, yıldız, baskılı, baklava vb. gibi geometrik bezemeler; top dikiş, üç gül vb. gibi bitkisel bezemeler. Geometrik çizgilerle tasarlanan modellerde, beş orta vb. gibi kompozisyondan yola çıkılarak yapılan isimlendirmelere de rastlanmaktadır. Bu arada adını bir şehirden alan anlam yüklü örneklerle de karşılaşılmaktadır. Örneğin: Adana.
    Atlas ve pamuklu mitil türlerinde tek renkli (monokrom) basma türlerinde kumaşın verdiği özellikle çok renkli (polikrom) nitelikler gösteren yorganlar arasında kompozisyon tek renkli örneklerde daha belirgindir. Çok renkli örneklerde kumaşın deseni ile yorganın kompozisyonu arasında bir uyum görülmemektedir. Genellikle antinaturalist yada nonfiguratif biçimlendirmelerle tasarlanan kompozisyonlar bir yada iki sıradan oluşan bir çerçeve bordürü içinde oturtulmuştur.
    Örneklerde beliren kompozisyonlar ya bir merkez çevresinde gelişen kompozisyonlar ya da sıralamalarla düzenlenen kompozisyonlar olarak iki ana grup altında toplanmaktadır. Bir merkez çevresinde gelişen kompozisyonlar ya da bir merkezde dağılan kopmozisyonlar yada bir merkez de toplanan kompozisyonlar olarak iki ana başlık altında kümelenmektedir. Her iki türde de göbek ve dört köşe belirgindir. Sıralamalarla düzenlenen kompozisyonlar ise motiflerin sıralamalarla yüzey üzerine yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bunlar düzgün sıralamalar, kaydırılmış sıralamalar, bağlantılı sıralamalar biçiminde dizilen motiflerle oluşturulmuş kompozisyonlar olarak üç ana başlık altında kümelenmektedir.



    --------------------------------------------------------------------------------

    DİĞERLERİ

    Bakırcılık
    Rize bakırcılığının kazan, el leğeni, tas, gügüm, ibrik, bakraç, tava, süzgeç vb. gibi örnekleri genellikle dövme tekniğinin uygulandığını göstermektedir. Bakır külçeleri ya da levhaları çekiçleyerek uygulanan dövme tekniğiyle yapılmış bu parçalar arasında özellikle alt bağlantı yerlerindeki ince çekiç dövmeciliğiyle uygulanmış, geçme dövme tekniği sap ve kulplardaki perçinleme ve özellikle hamsi süzgeçlerindeki delik işçiliği fark edilmektedir. Bu arada bir grup su güğümünde karşımıza çıkan içine bazı maddeler yerleştirerek kapağın açılırken ses çıkarmasını sağlayan uygulamalara da rastlanmaktadır. On yıl öncesine kadar Bakırcılar Çarşısında çalışan bakır işi ustalarının yerinde bulunmadığı, artık aynı zamanda atölye olarak kullandıkları dükkanlarda yapının tabanına monte edilmiş farklı boyutlarda ahşaptan yapılmış tezgahlar önünde farklı boyut ve biçimlerdeki örslerle bakır levhaları çekiç ve tokmakla dövmedikleri görülmektedir. Bu arada bir yan dal olarak kalaycılığın az sayıda ustayla süregeldiği, mıhlama tavalarının artık etnografik malzeme olarak değerlendirildiği fark edilmektedir. Benzer durum teneke işleri ve demircilik içinde söz konusudur.

    Teneke İşleri- Demircilik

    Teneke işlerinde de on yıl öncesine kadar Rize Pazarında bulunabilen tenekeden yapılmış fenerlerin kaybolduğu gözlenmektedir. Çayelinin Tenekeciler Çarşısında yakın zamana kadar bulunabilen fenerler teneke olarak isimlendirilen ince galvanizli saçtan yapılmaktaydı. Gelberi ve likmen olarak açıkta yanan türleri de bulunan fenerlerin üstündeki halka ile asılan, üçgen prizma tepelikli ve kenarları camdan yapılmış dikdörtgen gövdelikleri de vardı. Aydınlanmak için balıkyağı yakılan fenerlerde sonraları gaz yağı kullanılmaktaydı.
    Önceleri özellikle kilit, anahtar, ocakta kullanılan saç ve ateşlik zinciri (gelenbur), tiyeter askısı vb. gibi ev eşyası yapımı türleri yanısıra Rize'nin taş köprülerinin tam ortasındaki kilit taşından aşağı doğru sarkan zincir biçimindeki askılarda çeşitlemeler sergilenmiş demir işleri makineleşme sürecinde el işçiliğini yitirmiştir.

    Taş İşçiliği

    Rize'nin taş işçiliği örnekleri arasında pleki (peleki) adı verilen bir tür tandırların ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ekmek, hamsi vb. gibi yiyecek maddelerini pişirmek için taştan yapılmış yuvarlak ağızlı, yuvarlatılmış, oval gövdeli, düz kaideli küpler tipiktir. Rize'de bulunan taş ocaklarından koparılan karataş kitlesi önce içe doğru oyularak sonra dış yüzeyi yuvarlatılarak oluşturulmaktadır. Koltuk, yarım koltuk, çeyrek koltuk vb. gibi isimlerle bilinen çeşitli boyutlarda örnekleri bulunan bu taş küplerin hamsi pleki türlerinin kaidesinde hamsinin pişerken suyunun akmasını sağlamak için açılmış bir delik bulunmaktadır.
    Sonuç olarak denilebilir ki bu kitabın bir ünitesinde kısaca aktarılmağa çaba harcanan Rize, 20. yüzyıl elsanatları maddi kültürümüzün engin bir uzantısı manevi kültürümüzün değerli görselleridir. Ya el işi ya el sanatı ya da artistik elsanatı düzeyine ulaşmış bu parçaların önceki yüzyıllara ait gelişim çizgisi de araştırılmalı ve yirminci yüzyıl da buna eklenerek daha detaylı bir sistematikle belgelenmelidir.



    --------------------------------------------------------------------------------

    Bir kaç terim...


    --------------------------------------------------------------------------------

    Pullu : Pullu, peşkir veya yağluk, kendir dokuma havlulara denir. Pullu, kendir dokuma en yaygınçeyiz eşyasıydı. Pullunun dar kenarları genellikle püskülle dokunurdu. Pullunun üzerlerinde ise dokunurken veya sonradan ipek, renkli tellerle motifler işlenirdi.
    Motif (Beyaz İş) : Bezlerin motif işlenerek delinmesiyle elde edilen süs eşyalarına motif (beyaz iş) denir.
    Eskiden, gergev (gergef) günümüzde ise dikiş makinası kullanılarak yapılan bir el sanatıdır. Daha çok eskiden, genellikle pencere ve yatak örtülerinin alt kenarlarının süslenmesinde kullanılırdı. Beyaz iş, motifin veya desenin çeşitli yöntemlerle örtüye işlenip kesilmesinden oluşturulur. Motif, yapılış tekniklerine göre beyaz iş, acor ve Türk işi gibi isimler alır.
    Tentene (Dantel) : Tığ dokuma süsü eşyalarına tentene denir. Eskiden olduğu gibi bugün de en yaygın el sanatı tentenedir. Kısa, uzun, dar ve geniş olarak kullanılacak yere göre dokunan bir çok tentene modeli vardır. Tentene daha çok yatak, yorgan ve yastık örtüsü gibi eşyaların süslemesinde kullanıldığı gibi giyim ve bir çok ev eşyasının süslenmesinde de kullanılır. Çok çeşit ve zengin motifler vardır.
    Dantel (İğne Oyası) : İğne ile dokunan tenteneye yörede dantel denir. Tentene gibi zengin modelleri ve motifleri vardır. Dokunuşunun zor ve zaman alması nedeniyle, kullanım alanı tentene kadar geniş değildir.
    Donak : Arpa sapları ve renkli teller kullanarak, içi boş yumurta kabuklarınınsüslenmesiyle yapılan tavan süs eşyasına denir.
    Uya (Oya) : Tığ veya iğne ile iplik, boncuk ve pul gibi süs malzemeler kullanılarak yapılan çeşitli süslemelere yörede uya (oya) denir. Çember gibi eşyaların kenar süslemeleri, daha çok oya işlenerek yapılır. Zengin mttifler vardır.
    Kanaviça (Kanaviçe) : Patiska üzerine renkli teller kullanarak iğne ile yapılan motifli veya figürlü süs eşyalarına denir. Eskiden, sökümlük kanaviçe bezler ve gergev (gergef), mekik kullanılarak yapılan kanaviçe çeşitleri yagındır. Kanaviçe son zamnlarda kanvice denilen hazır bezler üzerine yapılmaya başlandı. Bu bezlerden genellikle namazlık, el bezi ve tablo gibi eşyalar yapılır.
    Levha : İpekböceği kozası ve siyah bez üzerine sırma kullanılarak yapılan süsü eşyasına levha denir.Bu levhalar camlı bir çerçeveyeyerleştirilerek kullanılırdı. Levha ortasında boş bırakılan yere, genellikle bir insanın resmi konurdu.
    Cağ ve Şiş : Çorap gibi eşyaların örülmesine cağ işi, fes ve kaşkol gibi eşyaların örülmesine de şiş işi denir. Cağ ve şiş ilerinde kullanılan iplikler, küçükbaş hayvanların yünlerinden elde edilir.
    Bu yünlerin iplik haline gelmesi için ilk önce, kırpılan yünlerin açılması, açılan yünlerin tarakta taranması, taranan yünlerin "yığ ve teşik" kullanılarak açılması gerekir.
#06.09.2005 09:58 0 0 0
  • Evet... şimdi bir çoğu bilinmeyen, nesilleri kesilmiş isimleri unutulmuş misali eskiden yaygın kullanılan erkek- kadın kiyafetleri ve süs eşyaları şunlardır.

    KADIN KIYAFETLERİ
    Çember : Kenarları işlemeli, sade, renkli veya motifli başörtü.
    Yaşmak : Kenarları işlemeli ve renkli başörtü. Genellikle çember üzerine takılarak kullanılır.
    Yazma : Yaşmağın büyüğüne denir.
    Atkı : Genellikle kadınların kullandığı büyük başörtü.
    Peştemal : Daha çok evli ve yaşlı bayanların kullanıldığı, bel örtüsü olarak da kullanılan ince çubuklu desenli başörtü.
    Makaslı Peştemal : Püsküllü ve delikli peştemal. Daha çok genç kızlar ve genç kadınlar kullanır.

    Kara Peştemal : Genellikle yaşlıların kullandığı, kenarları kırmızı kara peştemal.

    Çeşan : Başa veya bele takılan, geniş çubuk desenli bir tür peştemal, dolaylık da denir.
    Tepeluk : Gelinlerin giydiği ufak paralarla süslenmiş fes.
    Fistan : Oldukça bol ve uzun dikilen, altlı üstlü bütün giysi.
    Entari : Fistana entaride denir.
    Gozli Çarşaf : Altlı üstlü bele bağlanarak kullanılan beyaz çizgi desenli siyah çarşaf.
    Etekluk : Uzun eteklere denir.
    Üç Etek :Genellikle kadife bezden yapılan altlı üstlü bütün etek. Üst ceket kısmına Kutni denirdi.
    Geceluk : Kollu gecelik.
    Yun Çorap : Beş cağla dokunan, uzun veya yarım biçimde çorap.
    Şal Kuşağı : Yünden dokuma, daha çok kadınların ve yaşlı erkeklerin kullandığı kuşak.
    Don : Belden dize kadar çok geniş ve bacak kısımları lastikle tutturulan bir tür kısa şalvar.
    Tor kuşağı : Özel bir iplikten dokunan kemer.
    Patik : Ev içersinde terlik yerine kullanılan kısa yün çorap.
    Kongoş Çarık : İneklerin diz derilerinden hemen herkesin yapabildiği basit çarık.
    Çarık : Hasılsız deriden yapılan basit çarık.
    Hasıllı Çarık : Hasıllı deriden ancak ustaların yapabildiği çarık.
    Kontra : Genellikle zengin kadınların giyebildiği topuksuz ayakkabı.
    Tad :Deriden veya yünden dokunarak yapılan çarık biçimli, bağcıklı çocuk ayakkabısı
    Mes : Yaşlıların çorap üzerine giydikleri, ayakkabı içine soktukları deriden yapılmış bir tür çorap.
    Cizme :Deriden veya lastikten yapılan boğzlı bir tür ayakkabı.
    Hamal Lastik :Daha çok iş yapılırken kullanılan lastik.
    Lastik : Son dönemlerde giyilen, cizlavit de denilen en yaygın olan lastik ayakkabı.
    Nalım : Takunya da denilen ahşaptan yapılmış kaba terlik.
    Hedik : Ahşap malzemeyle yapılan, ızgara biçimli kar ayakkabısı
    Bu eşyaları tamamlayan kadın süs eşyaları da önemlidir.
    Hemayil :Üçgen veya dörtgen biçimli gümüş zincirli kap.
    Beşli : Kurdeleyle bağlanarak yakaya takılan altın süs eşyası.
    Kupli : Kurdeleyle boğaza takılan bir reşat altın değerindeki altın süslü.
    Yuzuk : Yüzük
    Kupe : Küpe
    Kaleçi : Daha çok çocukların kullandığı süs eşyası, boncuk Feritiko - Feletika

    Kendir elyafından dokunan bu bez, Arap ülkelerinin rağbet ettiği bir iç giyim bezi idi. Rizeli bir çok aile feritiko ticaretini kendine iş edinmişti. Eski dönemde Rizeli kadınların el emeğiyle gerçekleştirdikleri bu sanat Rize ekonomisine küçük çapta da olsa katkıda bulunuyordu.

    Kadınlar tarafından tarlalrın özellikle sulanabilir kısmında ekilip yetiştirilen kendirin lifleri çok yumuşaktır. Bu lifler önce suya batırılarak yumuşatılır, sonra elde eğirilerek ince iplik haline getirilir, daha sonra da o dönemde İngiltere'den ithal edilen Water cinsi pamuk ipliği ile el tezgahlarında dokunarak bez haline getirilirdi.

    Ham kendirin rengini ağartmak için, deniz kenarındaki çakıllar üzerine serilen bu bezler sık sık deniz suyuyla ıslatılarak güneşte kasarlanmaya tabi tutulurdu.

    Bu bez ince, aynı zamanda dayanıklı ve sağlamdı. bundan yapılan iç çamaşırı, vücudun terini emip tezden kurutalabildiği için için Arap ülkelerinde varlıklı kişilerin, şeyhlerin aradığı bir meta olurdu.




    --------------------------------------------------------------------------------

    ERKEK KIYAFETLERİ
    Başluk : Başa sarmak için dar ve uzun bir bez parçasından yapılır. Kukula da denir. Herkesin kendine has bir yöntemle bağlar, çoğunlukla her iki yana kulaklıklar bırakılırdı. Renk çoğunlukla haki olur ve elbiseye uydurulurdu.
    Fes : Yün iplikle cağla (şişle) dokunup başa takılırdı.
    Taka : Başa takmak için kumaştan yapılan başlık
    Mendil : El, yüz temizliğinde olduğu gibi cep süsü eşyası ve başlık olarak da kullanılırdı. Mendilin iki ucu düğümlenip başa takılacak hale getirilirdi.
    Yağluk : İki ucu düğümlenerek başlık olarak kullanılan bez parçası.
    Abaniye : İpekten , sarımtırak dallı nakışlarla işlenmiş, abani denilen bir bezin fes üzerine sarılmasıyla elde edilen sarık.
    Saruk : Daha çok din adamlarının giydiği beyaz başlık
    Mintan : Açık olan kısmı boğaza kadar düğmeli yakasız gömlek.
    İç Gömlek : Mintan altına giyilen bugünkü atlet görevini gören giysi
    Fanila : Atlet, kollu çamaşır.
    Yelek : Bugünkü yeleklere benzeyen, fakat yelekten daha bol olan giysi
    Çoha : yeleğe benzeyen, vücudu saran geniş ve kollu giysi
    Zıpka : Alt kısımları, dar üst kısımları geniş altlı üstlü bütün giysi. Zıpkanın uçkur denilen kısmı düğmeliydi. Bele bir kuşakla bağlanırdı. Genelde siyah bezden yapılır ve mintanla giyilirdi.
    İşdoni : Paçalı kilot
    Kanaviça Pantul : Şalvar biçimli, bele bir kuşakla bağlanan iri keten dokuma bezden yapılan pantolon. Genellikle çocukların giydiği bu pantolonu büyükler de giyerdi. Daha çok bir iş pantolonu kabul edilirdi.
    Kilot Pantul : Paçaları dize kadar dar, üst kısmı sağdan ve soldan bele kadar geniş olan pantolon. Dar olan kısım düğmelerle açılır ve kapatılırdı. Bele bir kemerle bağlanırdı.
    Golf Pantul : Paçası dize kadar dar, üst kısmı bol olan pantolon. Dize kadar dar olan kısım düğümlenirdi. 1940'lı yıllarda moda olan bir giysiydi.
    Yun Çorap : Beş cağla dokunan, uzun veya yarım biçimde çorap.
    Şal Kuşağı : Yünden dokuma, daha çok kadınların ve yaşlı erkeklerin kullandığı kuşak.
    Kongoş Çarık : İneklerin diz derilerinden hemen herkesin yapabildiği basit çarık.
    Çarık : Hasılsız deriden yapılan basit çarık.
    Hasıllı Çarık : Hasıllı deriden ancak ustaların yapabildiği çarık.
    Çapula : Hasıllı deriden yapılan kaliteli, çarık üstü bir ayakkabı. Çapula özel ustalarınyapabildiği ve zenginlerin giyebildiği bir ayakkabı çeşidiydi.
    Yemeni : Hasıllanmış siyah deriden altları kösele olarak yapılan, ancak zengin ve ağaların giyebildiğibir ayakkabı türü
    Tad : Deriden veya yünden dokunarak yapılan çarık biçimli, bağcıklı çocuk ayakkabısı
    Mes : Yaşlıların çorap üzerine giydikleri, ayakkabı içine soktukları deriden yapılmış bir tür çorap.
    Cizme : Deriden veya lastikten yapılan boğzlı bir tür ayakkabı.
    Hamal Lastik : Daha çok iş yapılırken kullanılan lastik.
    Nalım : Takunya da denilen ahşaptan yapılmış kaba terlik.
    Hedik : Ahşap malzemeyle yapılan, ızgara biçimli kar ayakkabısı.
    Bu erkek kiyafetlerini tamamlayan süsü eşyaları da önemlidir.
    Hemayil : Üçgen veya dörtgen biçimli gümüş zincirli kap.
    Köstek : Genellikle yelek üzerine asılan üç sıra gümüş saat zinciri.
    Picak :Daha çok morunmak için kın içersinde saklanan kesici alet. Genellikle iki tane taşınırdı. Birinin ucu sivri, diğerinin ise yuvarlak olurdu.
    Tapanca : Daha çok korunmak için taşınırdı.

    --------------------------------------------------------------------------------
#06.09.2005 09:59 0 0 0
  • Y. Mühendis Rahmi ARER'in "Türkiyede Çaycılık ve Turistik Sosyal Kültürel Ekonomik Rize" isimli 1969'da basılan eserinden alınmıştır. Teşekkürler

    Tabiatın cömert olmayışı eski devirlerde Rizeli'yi gurbete çıkarmak zorunluğunda bırakmıştır. 1914 Harbinden önce daha çok dış memleketlere olan gurbete göç, İstiklal harbinden sonra Türkiye içine yönelmiştir. Bugün Samsunun köy ve merkez nüfusunun %30'u İstanbul'da 300, Ankarada 150 bin civarında Rizeli bulunduğu meydandadır. Buralarda ev, yurt ve ticarethane sahibi oldukları halde çoğu doğduğu diyarla bağını kesmemiştir. İzmit ve Sakarya vilayetlerinde, Yalova, İzmir ve Bursa çevrelerinde büyük topluluklar halindedirler. Vilayet nüfusunun üç mislinden fazla Rizeli, Türkiyenin çeşitli diyar, şehir ve kasabalarında yerleşmiştir.
    Derinlemesine tetkike değer, başlı başına sosyal bir konu....

    Gurbet elinden, zati ihtiyaçları dışında, memlekette kalan aile efradına, geçim parası biriktirmek ve göndermek zorunluğu karşısında, (Tarık Bin Zeyyat) gibi ne olursa olsun muvaffak olmak zarureti her tehlikeyi göze almak mecburiyetile karşılaşmıştır. İcabında gemici, marongoz, kayıkçı, betoncudur; tüccar, armatör, fabrikatördür. Her işe atılır, şahsi bütün kabiliyetlerinden istifade eder. İstanbulda deniz ticaret ve nakliyeciliğinde, kereste ticaretinde önemli yeri olduğu gibi endüstri alanında da başarılar sağlamış, birçok fabrikaların da sahibidir.

    Göç ettiği yerlerde, tarım alnında da başarılı olmuştur. Bu başarısını Samsun Vilayetinin, Marmara Havzasının, İç Anadolunun birçok yerlerinde hatta Van ve Tatvanda izlemek kabildir. gittiği her yerde siyasi sahalarda parytilerin bütün kademelerinde, birinci planda yerleri elde ettiği, bütün siyasi teşekküllrin kurultaylarına, Türkiyenin bir çok vilayetlerinden delege temsilcisi olarak gönderildiklerini görmek mümkündür. Hayatta gözü pek olmadıkça başarı elde edilmez kanısındadır.

    İyi bir kolonizatör olduğunu, yerleştiği bazı illerde ispat etmiştir.

    Rizede iken, kendisinde mevcut aile, kabile bağlılıklarının yanısıra dışarda, hemşehri olarak da birbirlerini çok tutarlar, tesanüt bu defa tamdır.

    Rize dahil, şark vilayetlerinden büyük şehirlere, İstanbul'a ve sanayi mıntıkalarına, gurbetçi akınları olduğu ve devam ettiği bir hakikattır. ... Burada belirtilmek istenen nokta Karadeniz ve Rize halkının göç hareketinde başka güdülerin varlığını açıklamaktır. Orta Anadolu yerlisinin belki satın alma gücü, nakit parası yoktur, hiç olmazsa, buğdaya, hayvana, yani ekmeğe, süte, ete, gıdai maddelere bir nebze sahiptir, açlık korkusu yoktur.

    Fakat, tabi ürün kaynakları 3-4 aylık yiyecek ihtiyacını ancak temin edebildiğinden Rize köylüsü, İstanbulda Kasımpaşa da oturandan, çalışandan farklı durumda değildir. O da İstanbullu gibi günlük ekmeğini, sebzesini, yağını, tuzunu, giyeceğini satın almak zorunluğundadır. Ne köylüdür, ne de şehirli; köyde oturur, fakat yaşıyabilmel için şehirli gibi kazanması lazımdır...

    Gurbetçilik, bugün çay bölgesi olan sahil kısmında çok azalmış isede, diğer bölgeler halkı, hala bu yoldan geçim temini peşindedir.

    İş mevsiminde eli kolu iş tutan gider, 100 haneli köyde, bazen 7-10 ihtiyar erkek kalır. Erkeğin ayrılışı, bütün aile işini kadınlara yükler.
#06.09.2005 10:00 0 0 0
  • Doğu Karadeniz ve Rize'de oynanan halk oyunlarına horon denir, öyle horum, horom,horun, foron diye kitaplarda yazılanları pek yaygın değildir. Erkekler'in ve kadınların farklı oynayışlarına göre çeşitli adlar alır.
    Rize'de Hemşin ve Rize olmak üzere iki türlü horon vardır. Hemşin horonları genellikle tulum, Rize horonları kemençe eşliğinde oynanır. Rize Horonları İyidere, İkizdere'den Çayeli sahilini alacak bir alanda yayılır. Çayeli dağlıkkesimlerinden Fındıklıyı da içine alan bölümde ise Hemşin horonları vardır.
    Kadınlar tarafından oynananlar, kız horonu, kadın horonu ve sallama gibi isimler alır. Bunlar erkek oyunlarının daha yumuşak olan ve çömelme figürüne yer verilmeden oynanan "nanay" türündendir.
    Karışık oynananlar, eşler ya da yakın akrabalar kadın ve erkekler birlikte oynanır, rahat horon, alaca horon diye adlandırılırlar. Bunlar çömelmeden oynanırdı.
    Horon, çalgı ve türkü eşliğinde oynanır. Eskiden kaval , kemence, zurna, mızıka ve akordiyon eşliğinde oynanırdı. Şimdi ise daha çok kemence ile oynanır. Horon oynayanların sayısı belirsizdir birkaç kişi ile oynandığı gibi elli, yüz kişiyle de oynanır. Daha çok evlerde ve evlere yalın düzlüklere oynandığı için bu sayı sınırlıdır.
    Genellikle çember oluşturularak veya "kadıbağı" yapılarak oynanır. Horon'un başındakine horon başı, horon çeken derler
    Uyarmalar, "Dik oyna dik, al aşağı al, şaşma beri bak, yürü yürü, al geri al, yaylan yaylan, at belini at, kalk oyna, savuş savuş, gel içeri seslen, geldim beraber selen canlı, yaşşa tulum, ses ver canlı, enişteee... gibi sözlerle yapılır.
    Dizi oluşturulurken el ele tutuşulur. Horon da vücudun titretilmesi, diz kırma, sağa sola açılma, öne eğilirken ellerin aşağıya indirilmesi, ellerin yukarı kaldırılması, ayakların yere vurulması gibi figürler vardır.
    Düğün, nişan, eğratluk, harman, asker uğurlama gibi günler horon oynamak için bir bahane olur.
    Son zamanlarda artık düğün salonlarında oynanır oldu, artık öyle köy meydanlarında, ev avluları neredeyse bir nostalji olma yolunda.
    İlimizdeoynanan oyunlardan bazıları şunlardır : Hemşin, Rize,Yüksek Hemşin, Topaloğlu, Mehmetine, Rize Kız Horonu, Hemşin İki Ayak, Rize İki Ayak, Çinçiva, Papilat, Rize Sıksarayı, Sallama , Siya Siya, Atlama, Karadere, Bıçak Oyunu, Rahat Horon ve Alaca Horon
#06.09.2005 10:00 0 0 0
  • HEMŞİN YAYLALARINDAN DEYİŞLER

    --------------------------------------------------------------------------------
    Takmışım boğazuma
    Türki kufıçasını
    Soylıyeceğım burda
    Türkilerin hasını Gökyüzünde ay çalar
    Ay yıldızı parçalar
    Gitmelı zengin yere
    Ağır gelsın boğçalar Evımın arkasından
    Araba geçmeyecek
    Soylemışım yarıma
    Sıgara içmıyecek Duman dağın üstünde
    Esıyor serin serin
    Şımdı benım sevdığım
    Ah çeker derin derin Artık vaktım geçıyor
    Bende evleneceğım
    Yemın etmışım yarım
    Sevmeden alacağım
    Kararmış çiçeğinden
    Acı oldu balımız
    Sevdıkte alamadık
    Yok ıdı ıkbalumuz Bozuldu bucek punı
    Doldı bal peteğıne
    Dayanamam sevgilim
    Ayrılık köteğine Etmışım çam odunu
    Yonga yonga yakarum
    O cilveli boylara
    Bende döner bakarum Karşıda çifte çamlar
    Ne oldu da kurudu
    Bu sabah benim yarım
    Ne meraklan yurudu Yoğurdu koydum tasa
    Doğradum basa basa
    Canimin sağlığında
    Yaşa sevgilim yaşa
    İtti nişan yüzüğüm
    Kapıya taş üstünde
    Bulan versin kardaşlar
    Mujdesi baş üstünde Evun ardı yol oldu
    Ben geçtım de ne oldu
    Eller hep sevda etti
    Ben sevdumda ne oldu. İki türkü yazayım
    Oki geldi sırası
    Dökülsün haburaya
    Yüreğimizin borası
    Dereyi karşı beri
    Köprü olsa geçerdum
    bu merağun üstüne
    Rakı olsa içerdum
    Köprüden geçer iken
    Geçeceğim yoluna
    İstermisin sevdiğim
    Gül olayım dalına

    Elevit'in başına
    Duman gelir oturur
    Korkuyorum sevduğum
    Seni eller götürür
    Elevit'in deresi
    Akıyor rahat rahat
    Yarım geldide gitti
    Göremedim bir saat
    Odamın balkonunda
    Sarmaşığın saksısı
    Hep bana mı çatıyor
    Güzellerin aksisi
    Kara çamın dalları
    Neden meyve vermiyor
    Sevenler kavuştuda
    Felek bizi görmüyor
    Eşarbının ucuna
    Sakız bağlatur muyum
    Başkasını alur da
    Seni ağlaturmuyum

    Armuta attum değnek
    Değimişleri düşeyi
    Ettun başuma bela
    Emine'mlen Ayşe'yi
    Gürgen seni tanırum
    Ormanda fidan iken
    Korkma benim sevduğum
    Ben senin sevdan iken
    Kırat aldı gidiyor
    Evin hartumasını
    İnsan ele veriri mi
    Sevduğum sevdasını
    Giydiğin buluzuna
    İsmimi yazdırayım
    Verane İstanbul'da
    Sensiz nasıl durayım




    Kaynak: Hemşin Yaylalarından Deyişler, Derleyen: Erol Haberal, Çaykur Dergisi, Sayı:3,4, 1985-1986



    --------------------------------------------------------------------------------
    HEMŞİN DÜĞÜN ADETLERİ


    --------------------------------------------------------------------------------
    1950'lerden önce....

    Evlenecek olan erkeğin ailesi kız araştırır, uygun kız bulununca oğlanın fikri alınır. Oğlan uygun görürse kız ailesinden kız istenir. Bu arada kızın fikrine de başvurulur. Büyük bir tepki göstermezse bu iş olur. Hatta erkek tarafı daha önceden kızın tutumunu bir yoklar. eğer bu işe sert tepki gösterirse o kız istemekten vazgeçilir.
    Kız kaçırma olayı genellikle olmaz. Kızın oğlanın peşine gitmesine "Uyma" denir. Uyma türü kızın peşe gitmesi olaylarına zaman zaman rastlanılır. Bu olaydan sonra aileler karşılıklı yumuşatılır ve aralarında uzlaşma sağlanmaya çalışılır.
    Kız istemeye oğlanın babası, yoksa ağabeyi, veya amcası, kadınlardan büyükanne, veya anne veya akrabadan bir aile büyüğü gider.

    Nişan

    Söz kesildikten sonra taraflar; takıları, başlık parasını konuşup kararlaştırır. Nişan günü belirlenir. Nişanda içinde yüzük, bilezik, kolye, saat, puşi, takım elbiselik kumaş bulunan bir bohça hazırlanır. Oğlan tarafının hazırladığı bu bohça nişan akşamı kız tarafına bırakılır. Nişan hediyeleri teşhir edilmez ve kullanılmaz. Nişan bozulursa iade edilir. Nişan akşamı oğlan tarafından 3-5 erkekle 3-5 kadın kız evine gider. O akşam genellikle şerbet içilir ve konuşulan takılar formalite olarak dile getirilir.
    DÜĞÜN
    Düğün Pazartesi veya Perşembe günü yapılır. Yalnız düğünün başlangıç günü Pazartesi veya cuma günüdür. Ağırlıklı düğün kına gecesi ile düğün günüdür.
    Kına Gecesi
    Erkek evinde eğlence olmaz. Erkek tarafından kızlar ve oğlanlar yanlarında kına ile kız evine giderler. Kız evinde kına yakılır. Evin hayatında kızlar horon oynar. aileye çok yakın oğlanlar horana girebilir. Erkekler horon oynamaz.
    Düğün Günü
    Kız ve erkek tarafı yakınlarını ayrı ayrı düğüne davet eder. kız tarafının davetlileri kız evinde toplanır ve erkek tarafından gelecek olanlar beklenir. Erkek tarafından gelen davetliler eve yaklaştıklarında evin kapısı kilitlenir. Bunu kız tarafından her hangi birisi yapar. Bu kapının açılması için erkek tarafından bahşiş alınır. Damat kız almaya gelmez.
    Gelinin odasından almaya kayınpeder gelir. Yengeye ve geline bahşiş verir ve gelinin yüzünü açar. Gelinin kardeşi gelini kapıya kadar çıkarır ve erkek tarafına teslim eder. Erkek tarafı, en önde gelin, kız evini terk eder. Kız tarafı kızla beraber, arkadan oğlan evine doğru gelir. Oğlan evine yaklaştıkça kız tarafı naz yapmaya başlar. at ister, araba ister, halı ister, geniş yol ister, yolu süpürtürür. Bin türlü zorluk çıkartırır. Kız tarafı hizmetkar ister. Maksat damadı görmektir. Düğün amiri hizmetkar yok, efendi var der. Nihayet damat görünür. Elinde bozuk paralar vardır. Bunları gelinin başına atar. Bu paralar bereketli sayılır ve bunlarla kese dibi yapılır. Damat misafirlere hoş geldiniz der ve daha sonra yengesi ile eve çekilir. Gelin yengesi ile birlikte gelin odasına yerleşir. Kayınpeder yengenin getirdiği kete valizini, keteyi getirenden ücret karşılığı alır ve yengeye teslim eder.
    Evin müsait bir yerinde horon başlar. Erkekler oynar, kızlar oturur. Kızlar bu arada hem horonu hem gelini seyreder. Horon saatlerce sürer. İkindi ile akşam arası önce kız tarafına sonra erkek tarafına yemek verilir. Yemekten sonra bir kısım davetli dağılır. O gece sabaha kadar oyun oynanır. Erkekler evde kızlar hayatta oyun oynarlar. İki saatte bir şerbet veya yemiş ikram edilir. Sabah olunca erkek ve kız tarafının misafirleri dağılır. Yenge enişte ile beraber gelini alır kızın evine gelirler. Kızın evinde öğle yemeği verilir. Yemekten sonra kızın bir yakını, gelin ve enişte erkek evine dönerler. Yenge ve yakınları gelini bırakır ve gerdeğe girilir.

    Gelin Kıyafetleri

    Gelinlik ve çarşaf giyilmez ve gelin at üzerinde getirilmezdi. Gelin kadife foga giyer, başına İran şalı atardı. Gelin önden büzgülü, sırmalı, ipek bir elbise de giyerdi. ayaklarına ya ayakkabı ya da hasır çarık giyerdi. Düğün günü ya ayakta durur veya sandık üzerine oturtulurdu.




    --------------------------------------------------------------------------------

    KAVRAN'DA VARTİVOR *


    --------------------------------------------------------------------------------

    Kavran, halk diliyle (Kavron) Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Kaçkar Dağları'nın eteğinde şirin bir yaylamızdır. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinden, Ayder yolu üzerinde araba ile ulaşım sağlanan Kavran, geçmişte sadece yaylayken günümüzde hem yayla, hem de tatil beldesi görünümündedir. Doğu Karadeniz insanı hem rutubetli sıcaktan korunmak, hem de hayvanlarını geniş yayla mezralarında otlatmak için; ormanların seyrekleştiği 2000 m yükseklikteki dağlar arasındaki yaylalara çıkarlar. Yayla evleri genellikle yaşlı, tecrübeli, katık (yağ, peynir, minci vb.) yapmasını iyi bilen ebe ile hayvanlara çobanlık yapabilecek on-onbeş yaşlarında kız ya da erkek çocuktan oluşan iki kişilik evlerdir. Köylerdeki yerleşim dağınık olmasına karşın, yayla evleri birbirine çok yakındır.
    Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaz aylarına rastlayan çeşitli yayla şenlikleri geçmişten günümüze halen sürdürülmektedir. Bu şenlikler 'Çürük Ortası[/swf2][swf3]Yayla Ortası[/swf2][swf3]Okçular[/swf2][swf3]Vartivor' gibi adlarla yayla süresinin belli dönemini yansıtmaktadır. Genellikle de yaylaların en kalabalık olduğu, ot biçme işleminin bitimine ya da köydeki son işlerin bitirilip yaylada toplanma tarihine rastlar.
    Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi Ayder yaylalarından biri olan Kavran'da Vartivor, günümüzde de geçmişte olduğu gibi aynı görkem ve ihtişamla kutlanmaktadır.


    Vartivor, yayla halkının yaptığı bir şenlik olup, Temmuz ayının 15'inde başlayıp 25'ine kadar devam eder. Şenlikte dalikanlılar, kızlar horon oynar, birbirlerine mani söylerler. Vartivor gül bayramı, ot bayramı anlamına gelmektedir. Vartivor eskiden temmuz sonları, ağustos başlarında Ergenekon dolaylarında dağlarda yapılıyordu. Şimdi aynı görkemiyle, aynı tarihlerde Hemşin yaylalarında yapılmaktadır.
    Yayla halkı, kuşaktan kuşağa taşıyarak günümüze aktardığı Vartivor'u şöyle anlatmaktadır:
    'Hayvanlarımız otlasın, katığımız bol olsun diye yaylaya çıkarız. Yaylada her evde bir katık yapan, bir de sığırları otlatmak için çoban olur. Yazın köydeki işler ağustos başlarında biter. İşlet bitince köylü toplanır. Vartevor yapmak için yaylaya gelir. Köyden yaylaya gelenlere 'Vartevorcu' denir. Vartevorcularla yaylacılar yaylada eğlenirler, çalışmanın yorgunluğunu üzerlerinden atarlar, gece sabahlara kadar tulumla horon oynar, içki içip tabanca atarlar'.
    Vartevora giden köylüler en güzel giysileri giyerek sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Tulum çalıp, atma türkü söyleyerek, horon oynayarak, yaylanın yolunu tutarlar.
    Yaylacılar köyden gelen vartivorcuları büyük bir heyecan ve sevinçle karşılarlar. Vanrtivorcu yaylaya tulum eşliğinde büyük bir çoşkuyla girer. Bu çoşku yaylada on beş gün sürer. Vartivorcusu gelmeyen yaylacının, vartivoru hüzünlü geçer. Köyden vartivorcusu kalabalık gelen yaylacı gururlanır başı dik gezer.

    'Eskiden işler bitince köylüler, sabah namazıyla yola çıkardı. Türkü söyleyerek, tulum çalarak, Vice (Çamlıhemşin ilçesi) dibine gelirdik. Orda mola verir, yemek yer, tekrar yola koyulurduk. Ayder'de bir gece boş ambarlarda yatardık, sabaha kadar tulum çalar, horon oynardık. Ordan tekrar hep birlikte yola koyulur, öğleye doğru tüfek ata ata yaylaya girerdik. Yaylanın düzünde hemen horonu kurardık. Gece sabahlara kadar lamba, lüküs ateşiyle horon oynardık. On-onbeş gün böyle devam ederdi. Genç kızlar, delikanlılar en güzel elbiselerini giyerek vartevora gelirler. Sevdalıklar da vartevorda başlar, orda büyürdü. Genç kızlar, dalikanlılar sevdalarını atma türkülerle yine dile getirirlerdi'.
    Vartivor, halk arasında 'Yayla Ortası' olarak da bilinen yörenin en önemli şenliklerindendir. Kutlamaların dinsel bir yönü olduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. Ancak 'Hemşinliler Hristiyan adetlerini muhafaza edip, Vartevor Yortusu Günü hepsi de kiliseye gider' ifadesi kullanılmaktadır.
    Vartivor zaman olarak yayla döneminin tam ortasında rastgelmektedir. Bu dönem köylerde işlerin azaldığı, sıcaklık ve nem oranının arttığı, Ağustos ayının ilk on beş gününü kapsamaktadır. Yörede yaşlıların kullandığı 'Köy Hesabı' ya da 'Ay Takvimi' Hicri gün hesabıyla 20-22 Temmuz'da başlamakta, on beş gün sürmektedir.


    Şenlikler ciddi bir organizasyon çerçevesinde kutlanmakta, kutlamaların düzenli yapılması için Başkan ve Kutlama Komitesi oluşturulmaktadır. Şenliğin başlamasından bitimine kadar her aşamasından, Başkan ve Şenlik Komitesi sorumludur. Şenliğin maddi giderlerini yayla halkı karşılamakta, herkes gücüne göre katkı sağlamaktadır, zorlama yoktur.
    Vartivorda türkü söyleyip horon oynamanın yanı sıra, yaylanın belli yerlerine (Mezovit, Ovidin Düzü) gezintiler düzenlenmektedir. Bu gezilerde yemek yenilip, içki içilmekte genç kızlar ve erkekler yakan top oynamakta, delikanlılar balığa gitmektedirler.
    Şenliklerin en önemli kısmını horon oynamak için toplanan gruplar oluşturmakta, kızlar ve erkekler ayrı ayrı ya da birlikte oynamaktadırlar. Horonlar yayla halkının yaptığı çardaklarda veya büyük düzlüklerde oynanmakta, horon en önemli kısmını horon esnasında atılan silahlar oluşturmaktadır. Vartivorda 'Hoşmeli' ve 'lokum' gibi özel yiyecekler yapılmakta, yayla nüfusu iki üç misli artmaktadır.
    SONUÇ
    Vartivor geçmişte olduğu gibi günümüzde de halkın toplumsal ve psikolojik birçok gereksinimine yanıt vermektedir. Bir kültürel olgu toplumda işlevsel olduğu sürece varlığını gösterir ve kuşaktan kuşağa aktarılır.
    Vartivor yıl boyunca durmadan dinlenmeden çalışan yöre halkının; buluşma, kaynaşma yeridir. Sadece köyde yaşayanlar değil, büyük kentlere göç eden yöre halkı da vartivora gelmek için büyük bir gayret göstermekte, işlerini vartivora göre ayarlamaktadır. Vartivor yorgunluğun atıldığı, hasretin giderildiği, eğlenme, kaynaşma yeridir. Duygu ve düşünceler en güzel ve çarpıcı olarak türkü yoluyla vartivorda dile getirilir.
    Sevgililer sevgilerini, kırgınlıklarını, komşular beklentilerini, dargınlar yergilerini, gurbetçiler özlemlerini anlatır türkülerle. Bu nedenle şenlik bir anlamda da iletişim işlevi görüp, bireyi bilinç altına ittiği sıkıntılardan uzaklaştırıp, ruhsal doyuma ulaştırmaktadır. Birbirleriyle karışıp kaynaşan halkın ilişkilerini güçlendirmekte, toplumsal düzeni sağlamlaştırmaktadır.
    Vartivor şenliklerinin yukarıda anlatılan işlevlerden dolayı, biçimde değişime uğrasa da içerikte amacını koruyarak, kuşaktan kuşağa aynı görkem ve ihtişamla kutlanacak, Kavran Yaylası daha uzun yıllar şenliklere ev sahipliği yapacaktır.
    Kaynakça:
    Kavran'da Vartivor, Gülşen BALIKÇI, Folklor Araştırmacısı, Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü





    --------------------------------------------------------------------------------

    KIYAFETLER

    --------------------------------------------------------------------------------

    Cepken

    Aba denilen kalın kumaştan veya kadife kumaştan yapılmaktadır. Çeşitli kumaş parçalarından üzerine süslemeler yapılır. Gelinliğin üstüne giyilir. Yöredeki ismi entaridir. Cepken denilen giyisi zengin ailelerin kadın veya kızları tarafındanda giyiliyordu. Bugün yaşlı kadınlar tarafından giyilmektedir.
    Fermene
    Bu giyime üç etekte denir. Kutni denilen kumaştan dikilir. Çift kattır. Dışı kutni, iç astarı kendilerinin imal ettikleri lemza denilen kumaştan yapılmaktadır.
    Göğüslük
    Günlük kiyafetlerdendir. Kadife, kutni veya benzeri kumaşlardan yapılmaktadır. Boğazdan asılıp belden bağlanmak suretiyle kullanılmakta idi.
    Şal kuşağı
    Şal denilen iplikten işlenmiş kumaştan yapılmakta idi. Üçgen şeklinde katlanıp, arkadan bele sarılmaktadır. Kendine özgü dizbağı denilen bir kemerle bağlanıp, belden kaymaması sağlanır.





    --------------------------------------------------------------------------------
    MAHALLİ TABİRLER


    --------------------------------------------------------------------------------

    Afkurmak: Birinin hoşa gitmeyen sözler söylemesi karşı taraf açısından bu tabirle ifade edilir.
    Aha ki duydum: Şimdiye kadar duymamıştım ilk defa duydum.
    Çehluş olmak: Bir şeyin ayak altında kalıp iyice azilmesi, yamyassı olması.
    Çemur etmek: (Cemu etmek) Mısır ekmeğini erimiş yağın içersine doğrayıp ezmek.
    Çepuş olmak: Yanık veya başka nedenlerle deride içi su dolu kabarcıklar meydana gelmek.
    Çernaduş olmak: (Ceğnaduş olmak) Ayak altında kalıp çiğnenmek.
    Değmiş: Olgunlaşmış
    Dibinden aşağı gitmek: Cehennemi boylamak
    Eğreltiye halat atmak: Olmayacak işlere kalkmak.
    Ese vas pa!: Aniden ortaya çıkan durumlarda "Şimdi ne olacak?" anlamında hayret ve şaşkınlık ifade eden bir tabirdir.
    Evoy ana!: "Bu da neyin nesiydi?" anlamında üzüntü ile karışık bir hayret için kullanılır.
    Hartuma: Kiremit yerine kullanılan tahta parçası
    He mi?: Öyle mi? Yapılan bir açıklamanın arkasından onun doğruluğunu teyid etmek amacıyla soru edatı olarak kullanılır.
    Hoh etmek: Balgam tükürmak.
    Gogiç tutmak: Şiddetli öksürüğe yakalanmak.

    Ğarğesim olmak: Bitkin düşmek, iyice yorulmak.
    Ğoğol olmak: Karma karışık olmak, iyice birbirine karışmak. Mecazi manada; bir işin içinden çıkılmaz bir hal alması.
    Ka!: Kadına yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. Ancak bu hitap daha çok kişinin kendi emsali veya kendisinden daha küçük olanlar için kullanılır.
    Ka ne der?: O kadın ne diyor? anlamında olan bu tabir daha çok bir kadın tarafından söylenmiş olup iyice anlaşılmayan bir sözün karşısında duyulan hayret ve şaşkınlığı ifade için kullanılır. Kendinden büyük olan kadınlara yönelik kullanılmaz. Mesela bir kızın annesine veya bir gelinin kayınvalidesine "Ka" diye hitabı hoş karşılanmaz ve saygısızlık ifade eder.
    Ken etmek: Kin duymak. İntikam almak için bir fırsatını kollamak.
    Kuli baş olmak:Takla atmak. Ev, bina gibi şeyler için yıkılmak.
    Kuru teli kalmamak: Sırılsıklam ıslanmak
    Maladeç: Aferin sana, nazar değmesin
    Memecuş etmek: Parmak uçlarının soğuktan donup sızlaması.
    Odi kopmak: ani bir durum karşısında çok korkmak.
    Okçuş etmek: Boğazına bir şey takılıp kusacak gibi olmak.
    Ola veya Oro!: Erkeğe yönelik söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır. emsal ve küçüklere karşı kullanılır.
    Pecuş etmek: Sinekten rahatsız olan sığırların delicesine hoplayı zıplamaları, kuyruklarını havaya dikip koşmaları.
    Perenktüş etmek: Hapşırmak.
    Portopuş etmek: Canlı bir şeyi iyice hırpalamak, onu yara bere içersinde bırakmak.
    Sermeser olmak: Aniden yere düşüp boylu boyunca uzanmak.
    Socuşlamak: Ağacı yontmak. Sırığın ucunu sivriltmek.
    Taca etmek: Odunu üst üste yığmak. Mecazi manada bir şeyi üst üste yığıp biriktirmek.
    Todik sallamak: Can çekişmek
    Velalenmek: Bunamak, akli dengesini kaybetmek.
    Ye!: Kendisinden büyük olan kadın ve erkeklere yönelik olarak söze başlamadan önce dikkat çekmek için kullanılır.
    Yessirun Oleyim: Kulun, kölen olayım. Daha çok bir sevgi ya da yalvarma ifadesi olarak kullanılır.
    Zükem olmak: Nezleye yakalanmak, grip olmak.







    --------------------------------------------------------------------------------

    TARİHİ ESERLER


    --------------------------------------------------------------------------------
    Çamlıhemşin İlçesi'ndeki Eserler:
    1- Zil Kale:

    Bölgenin en dikkate değer eserlerinden birisidir. İlçe merkezinin 15 km. güneyinde, Fırtına Deresi'nin batı yamaçları üzerinde kurulmuştur. Kalenin üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi denizden 750 metre dere yatağından yaklaşık 100 metre yüksekliktedir.
    Kale; dış surlar, orta surlar ve iç kaleden meydana gelmektedir. Kale doğal bir kaya kütlesi üzerine kurulmuştur. Dış kalenin kapısına kuzeybatı yönündeki patika bir yolla ulaşılır. Kuzeydeki kapının söğe taşları sökülmüştür. Bir teras yardımıyla orta surlar seviyesine çıkılır. Buradan ikinci bir kapı yardımıyla kale içerisine girilir.
    Orta kale içerisinde üç önemli yapı bulunmaktadır. Bunlar muhafız binası, şapel ve başkuledir. Kulenin dört katlı olduğu duvarlardaki hatıl izleri ve kiriş deliklerinden anlaşılmaktadır. İçerisinde ince bir bölüntü duvarı ve dolgu toprak vardır. Duvarlar üzerinde doğu (vadi, manzara) yönünde kemerli pencereler, diğer taraflarda mazgal delikleri bulunmaktır. Kulenin üstünün dendanlı bir teras şeklinde olduğu belirlenmiştir. Duvarlar içerisinde dikey uzanan boru yuvaları belki de kapanmış sarnıçlara su akıtıyordu.
    Kalenin kesin yapılış tarihini belirtecek veriler yoktur, 14-15 yüzyıllara tarihlendirilmektedir. Bölgenin ilk çağları gibi orta çağ tarihi de karanlıktır. Hemşin yöresinin İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu zamanlarında tam olarak mı kısmen mi fethedildiğini bilmiyoruz. Varoş Kale, Zil Kale, Cihar Kale ve Pazar Kız Kaleleri hem yörenin, hem de Bayburt'a ulaşan önemli bir ortaçağ kervan yolu üzerinde güvenliği sağlıyorlardı.
    Osmanlıların bölgeyi fethinden sonra kale kullanılmaya devam etmiştir. Kalede bulunan iki el topu Trabzon Müzesindedir.
    2- Kale-i Balâ (Yukarı Kale)
    Çamlıhemşin İlçesi'ne 40 km. uzaklıkta Hisarcık Köyü sınırları içerisinde Fırtına Deresi'nin kaynaklarına hakim bir noktada kurulmuştur. Kaynaklarda geçen bir diğer adı da Varoş Kale'dir.
    Kalenin ana planı dikdörtgen olarak tanımlanabilir. Doğu, güney ve kısmen kuzey sarp kayalıktır. Batı tarafı eğimli bir arazi üzerindedir. Giriş kapısı kuzeybatıdadır.
    Kalenin kurulduğu yer ve duvar işçiliği bakımından Zil Kale ile ilişkisi açıktır. Zil Kale ile aynı tarihlerde yapılmış olmalıdır (14-15. yüzyıl)
    3- Şenköy Camii
    Son derece meyilli bir arazide yapılmıştır. İki katlı bir camidir. Zemin kat taş duvarlı, esas kat bütünüyle ahşaptır. Geniş saçaklı olan caminin dört omuzlu kiremit kaplı bir çatısı vardır.
    Bölgenin geleneksel ahşap camilerinden birisidir. Ahşap süsleme sadece mahfil korkuluğunda ve minberde görülür. Nakış ve kalem işi süslemeler sadedir. Cami M. 1900 yılında köy halkı tarafından yapılmıştır.
    4- Aşağı Çamlıca Köyü Camii
    Taş duvarlı iki katlı, kırma çatılı bir yapıdır. Zemin kat medrese olarak yapılmıştır. Medrese katına kuzeydoğu köşesindeki kapı ile girilir. Bu kısım epeyce elden geçmiştir. Sadece batı duvarında bir ocak kalmıştır. Harimin ahşap döşemesi son yıllarda betonarme olarak değiştirilmiştir.
    Caminin minberi çok iyi bir ahşap işçiliği gösterir. Sahte kemerli niş kompozisyonları üzerinde bir daireden çıkan S ve C kıvrımları yan yüzleri kaplar. Dilimli kemerlerle taçlandırılan nişler ve üçgen aynalık, sadeleştirilmiş bir barok üslubu yansıtır.
    5- Şenyuva Köprüsü
    Eski adıyla Cinciva Köprüsü bölgenin yaygın taş köprülerinden birisidir. Tek bir kemerle Fırtına Deresi geçilmiştir. Ayrıca korkuluk duvarı tamir edilerek üzerine demir bir kısım ilave edilmiştir. Köyün yaşlıları H. IIII/M. 1699 tarihli bir kitabesinin 1946 yılındaki bir selde kaybolduğunu kaydederler. Eğer bu doğru ise, yapı bölgenin en eski köprülerinden birisidir.
    6- Köprüköy Köprüsü
    Fırtına deresi üzerinde kurulu taş köprülerden birisidir. Köprünün batı ayağına küçük bir tabliye kemeri ilâve edilmiştir. Tabliyesi iki yandan dik olan köprünün korkuluk duvarları kısmen yıkılmıştır. Köprünün 19. yüzyıl sonlarında Türk ustalar tarafından yapıldığı bilinmektedir.
    Hemşin İlçesi'ndeki Eserler:
    1- Baltacılı Camii
    Baltacı Mahallesi'nde Hemşin Deresi'nin batı kenarında yer alır. 1791 yılında inşa edilmiş, taş duvarlı, kırma çatılı bir camidir.
    2- Bilen Köy Camii
    Köyün merkezinde iki katlı olarak yapılmıştır. Alt kat ve kısmen ahşap duvarlı olarak inşa edilmiş, medrese bölümüdür. Bu katta iki bölümlü bir dershane ve bir hoca odası bulunmaktadır. Dershanedeki taş ocaklar, eski sıra ve kürsü parçaları mevcuttur. Güneybatıda ocağı bulunan oda hocaya aittir.
    Caminin kuzey batısında hayat kısmı bulunur. Harim kısmına ahşap oymalı bir kapı ile girilir. Giriş bölümünün üzerinde yer alan mahfil U planlı olup yanlarda kıble duvarına kadar uzanır. Doğu taraftaki ahşap ayakların farklılığı, mahfil uzantısının geniş olması bu kısmın sonradan ilave edildiğini göstermektedir. Gerçekten de yaşlı köylüler caminin sonradan genişletildiğini söylemektedirler.
    Yapının ilk inşası 18. yüzyıla kadar inmektedir. Cami bugünkü şekline M. 1894 yılındaki onarımla kavuşmuştur.
#06.09.2005 10:01 0 0 0
  • KEMENÇE

    Fransızların pochette, İngilizlerin kit adını verdikleri yaylı çalgıyla akraba olan Kemençenin Karadenize nasıl geldiğini veya buradan oralara naıl gittiğini belirlemek güç.
    Kemence çalınırken, sol elle sapından havada tutulur: aynı elin parmaklarıyla tellere basılarak istenen sesler bulunur. Bir tel üstünde melodi çalınırken yay bu telin yanındaki telke de sürülür.
    Rize kemencesinin boyu 50-60 cm dir. Baş, boyun ve gövde kısımlarından oluşur.
    Baş: 9 cm. En üst bölümdür. Bir kalp şeklini andırır. Üzerinde üç teli akort edecek burgular vardır. Burgulara halk dilinde kulak denilir. Tellerin geçtiği yerede tel yeri denir.
    Boyun-Sap : Çevresi 9-10 cm'dir. Üst kısmında el yeri vardır.

    Gövde- Tekne : Üst sapla birleştiği yerde genişlik 5-6 cmdir, alt kısma doğru genişler.En geniş yer 8 cm olur.Teknenin yan taraflarında ikişerden dört delik olup sesin çıkmasını temin eder. Teller kapak denilen kısmın üzerinden geçer. Tellerin üzerinden geçtiği deliklere kaşlar denir. İki kaş arasında tellerin düzgün biçimde durmasını sağlayan eşek adlı bir parça vardır.
    Teller : Kemençede üç tel bulunur. Zil, sağır ve bağırsaktan yapılan bom.
    Kurbağa : Tellerin sicimle bağlandığı bölüme kurbağa veya akrep denir.
    Yay / Sayta : Kalemden biraz kalınca yuvarlak yahut dört köşe olup kemence tellerine sürülerek ses çıkmasını sağlar. Uç kısımlarına hayvan kılları istenilen sayıda bağlanır. Genellikle iyi ses çıkarması için reçine sürülür.
    Yapımı:
    Kurutulmuş erik veya dut ağacından yapılır. Yapılacak büyüklükteki ağaç kesilip pizma haline getirilir. Dış kasnağın şekli çizildikten sonra oyulur. Etraf şekillendikten sonra iç kısımlar özel aletlerle oyulur.Çevre kalınlığı 0.5 cm'dir. En son rotuştan sonra zımpara çekilir. Kapak tahtası çamdan hazırlanır. İyice inceltildikten sonra köprü yeri işaretlenir. Her iki yanına 1, 1,5 cm ara ile ince delikler açılarak orta kısmına yakın ince bir direk yerleştirilir. Üzerine kapak konarak yapıştırılır Etrafı cilalanır. Tel bağlama yeri, köprü, ve germe tıpaları konarak üç tel takılır. akortu yapılarak hazır hale getirilir

    TULUM
    Kafkasya'dan Türkiye'ye geldiği söylenir. Tulumla oynanan oyunlar daha ziyade Hemşin yöresinde gelişmiştir. 20 veya daha fazla oynanan oyunlardaoyunu idare eden bir kişi vardır.
    Tuluma bazı yörelerimizde Gada denilmektedir. Genellikle yol havalarında ve düğünlerde çalınan bu yöresel alet şimdilerde artık çoşkulu şenliklerin tümünde çalışmaktadır.
    Yapımı:
    Keçi yavrusunun derisinden yapılır. Oğlak derisi bütün olarak çıkarıldıktan sonra hasır denilen ilaçlama ve kurutma işlemlerine tabi tutularak, delik kısımları tıpalanıp bağlanır.Çalgı kısmına nav adı verilir. "L" biçiminde şimşir veya dut ağacından içi oyularak hazırlanır. İçine ses getirecek kamış dalından hazırlanmış eşit sesli, iki adet düdük yerleştirilir. Nav'ın karşılıklı beşer deliği mevcuttur. Tuluma doldurulan hava sıkıştırılarak nav kısmından dışarı çıkması sağlanır.
    Navın içine yerleştirilen zurna 7-8 cm. uzunluğundave eşit sesli olarak iki tane olur. Zurna kamışın ince kısmından hazırlanır.İyice kurumuş kamıştan kesilerek bir ucu kapatılır. Hemen altından başlayarak kapak olacak şekilde 2-3 cm kesilir. Kapak kısmı inceltilerek üflenince titreyecek hale getirilir. Sesleri eşit yaptıktan sonra beraberce nav'a takılır. Balmumu ile hava almayacak şekilde kapatılır. Üflenince hava sadece açılan kapağın altından geçer. Bu esnada kapak titreşir ve uyumlu ses meydana gelir
#06.09.2005 10:03 0 0 0
  • Karamışın dibine, karayemiş fidanı
    Benimi alacasun, yoksa eski sevdanı




    Vatanı Anadolu olup, yurt dışına giden ve isim değiştiren; Karayemiş de 1546 yılında bir Fransız tarafından Trabzondan toplanmış ve Trabzon Kirazı (Cerasus trapezuntuna) olarak adlandırılmıştır. Bitki aynı yıl İstanbul üzerinden İtalyaya, 1574de başka bir yabancı tarafından Viyanaya oradan da Fransa ve İngiltereye gönderilmiştir. 1600 yılından itibaren tüm Avrupada park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilmeye başlanmıştır.


    Karayemişin Latince adı Prunus laurocerasustur (Cerasustan dolayı orjini Giresun olması lâzım). Ülkemizde ise Taflan, Karamış, Kattak, Laz Üzümü, Laz-Gürcü Kirazı, Tçko, Tanal kısaca karayemiş olarak isimlendirilen bitkiye; Rize, Trabzon (Maçka - Meryemana Vadisi), Giresun, Sinop (Ayancık), Zonguldak (Devrek), Kastamonu, Bartın, Bolu, İzmit (Keltepe), Adapazarı, İstanbul (Belgrat Ormanı, Alemdağ), Bursa (Uludağ) ve Osmaniyede (Gâvurdağları) orman veya orman kıyılarında doğal olarak rastlanır.



    Karayemiş; 5-6 m boyunda veya boylu çalı şeklinde, kışın yaprağını dökmeyen ağaççıktır. Özellikle kayın ormanlarının altında yer alır. Ormancılık bakımından zararlı bir alt flora bitkisidir. Parkçılıkta gruplara karıştırıldığı gibi, tek olarak ta kullanılır. Makaslanmaya gelen bir çit bitkisidir. Güneşli, yarı gölge, kuytu (tam gölgeye dayanır), nemli deniz iklimlerinde, asitik, derin, nemli, humuslu-killi-kumlu topraklarda yetişir (800 rakımlı Ankarada da park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir). Üretilmesi tohum ve çelikle yapılan ve şimdiye kadar herhangi bir zararlı ve hastalığına rastlanmayan karayemiş; fındık bahçelerinin karayel yönüne dikilerek bahçenin rüzgârdan korunmasını sağladığı gibi, görülmesi istenmeyen helâ, depo vs. gibi yerlerin gizlenmesinde de kullanılır.
#06.09.2005 10:04 0 0 0
  • Kendir, yurdumuzun bir çok bölgelerinde yetişen sınai bir bitkidir. Elyafı dışında, tohumundan da yağ üretimi yolu ile faydalanır. Genellikle kendir elyafından halat, ip, sicim üretilir; iklimi sayesinde ise Rize de yetişeninden elde edilen liflerden gayet ince iplik bükülebilmekte ve bununla da gayet ince , nefis bezler dokunabilmektedir.

    Bize verilen teknik bilgiye göre, Rize ikliminin az güneşli ve çok yağmurlı oluşu, liflerin sertleşmesine engel olmaktadır. Kastamonu'dakinin halat yapımına, Rize'dekinin ince iplik ve bez dokumasına yararlı oluşu, bundan doğmaktadır.

    Rize ırmak ve dere sularında fazla oranda ozonun varlığı, kasarlamada bezlerin beyazlatılmasında önemli rol oynamaktadır. Bazen beyazlatma, deniz suyunda varolan klor sayesinde sahilde de yapılmaktadır. Rize suları kireç tenörü ölçeği 4 dereceden düşük olduğundan bu nitelik de üretiminden önemli rol oynamaktadır.

    Çayda olduğu gibi doğal şartlar bu endüstrinin Rize ilinde kurulmasını zorunlu kılmaktdır.

    Birinci Cihan harbinden önce, Rizede, geniş ölçüde 200 ton çevresinde Rize bezi dokunurdu. o günlerin şartlarına göre uluslararası önme taşıyan bir üretim dalımızdı.

    Erkeği gurbette bulunan kadın, talasından ihtiyacına göre elde ettiği kendir elyafından, kışın boş ve uzun günleri içinde, ancak 3 kilo kadar ipliği tükürükle bükebilirdi. 200 ton portesinde olan dokumadan halkın ihtiyacı dışında kalanı Arap memleketlerine, sıcak iklimli diyarlara ihraç edilirdi. iç çamaşır dokumasına çok elverişli olan iplikten üretilen bez ise pamukluya oranla dayanıklı, teri emme hassası yönünden ise çok sıhhidir.

    Çay üretimi başalayalı, kadınlar iplik bükmeye vakit bulamadıklarından, günümüzde üretim 15.000 topa (yaklaşık 10-15 tona ) düşmüştür.

    Bilgin ve uzmanların, ekli raporlarına göre bölge üretimi portresi 400 ton çevresinde görülmekte ise de, izlem ve incelemelerimiz, bunun 100-1200 tonun üstünde olduğunu göstermektedir. Rizede (Sağ) denilen dere kenarları düzlükleri, fazla kireçli olduğundan çay dikimine pek elverişli değildir. Önemli arazi parçasını kapsayan bu alanlar dışında ikizdere, Kaptanpaşa, Pazar ve Çamlıhemşinlerde de Kendir geniş ölçüde yetiştirilebilir. Buralarda bu işe kolaylıkla 50.000 dekar alan tahsis edilebilir. Ordudan bu yana geri kalan iller alanları bu kapsamın dışında kaldığı halde...

    Ayrıca Kastamonu'da olduğu gib ham kendir yolu ile tarlasından halk dönüm başına 800-1000 lira sağlayacaktır. Kışın bölgede zaten var olan el tezgahlarında 6 ay bez dokunacak, boş günler kıymetlendirilmiş olacaktır. Bu yoldan sağlanacak olan 150-200 milyon lira, çay dışı bölge halkını kalkınıracağı gibi çay üretimi konusunu da dolaylı olrak düzene sokacaktır. İl çapında dahi süre gelmekte olan sosyal ve ekonomik adaletsizlik de ortadan kalkmış olacak, İkizderelinin, Hemşinlilerin de yüzü gülmüş olacaktır.

    Bilindiği gibi İsviçre köylüsü, kışın boş günlerini saat montajı yolu ile kıymetlendirebilmektedir.

    Başlangıçta, halkı ekime teşvik için alıcısının garntilenmesi, yani devlet taafından yürütülmesi gerekmektedir. Bölgede ilk önce bir fabrika kurulması ile başlanmalı, zamanla beşe kadar çeşitli bölgelerde kurulmalıdır.

    Çayda olduğu gibi hataya düşülmemeli, devlet yerli kooperatiflerle ortaklaşa yürütüşü öngörmelidir. Zamanı gelince, devletçe açılacak kredi ile, fabrikalar kolayca halka devir edilebilir. Özel sektörde işe el atabilir. Ancak bütün başarı sırrı ilk önce kendir ürünü pazarının, alıcısının var oluşuna bağlı olduğu unutulmamalıdır. Çayın kuruluş günlerinde işlenen hatalardan ders alınmalıdır.
    Günümüzde, naylon ve benzeri sun'i iplik üretimi yanında keten endüstirisinin geleceği ne olabilir diye bir problem ortaya atılabilir. Mesela, ipek sanayiinde olduğu gibi gerileme durumu olabilir mi?...
    Rize'de yetişen kendir ipliği iklim şartları ile ketenden farksız yetişmektedir. Dönümde verim ise (bpyu 3-4 metreyi bulduğundan) kastamonunkinden çok fazladır. Çoğu hallerde sun'i iplik ketenin, kendirin, Rize bezinin yerini tutmamaktadır. Naylondan yapılan halatta kendirdeki elastikiyet bulunmadığından, üretimi durmuştur. İyi fabrikasyonla,keten ithalini durduracak ve döviz sağlayacaktır. Kendirden elde edilecek ipliklerin kalını ile dokunacak kumaşlarla askeri elbize yapmak mümkün olacak, pamuktan yapılanı 6 ay dayandığı halde kendirininkinin ömrü en aşağı 2 seneyi bulacaktur. Bugün, Türkiye'deki bütün kız sanat enstütüleri, Rize'den, el işlemeleri için kumaş istedikleri halde 1/50 si dahi karşılanamamaktadır. Geniş ölçüde ürettikleri jutun yanısıra kurdukları kendir ve keten sanayii üretimi ile Hindistan ve Pakistan, uluslar arası piyasada önemli yer tutmaktadırlar. Sonuç, üretilecek 1000-2000 ton kendir ve mamulleri, ihraç edilmezse dahi, ancak memleket ihtiyacının bir kısmını karşılayacak ölçüdedir.
    Memleketimizin iç bünyesine inildikçe daha nice imkanların bulunacağına inanmaktayız.Demokratik rejim, anayasımız da bu yolu sağlık vermektedir.
    Rize'de, çay sanayiinin yanında kendir sanayiinin gelişmesi sonucu doğacak kalkınmanın yanısıra ağaç sanayii, meyvecilik, balıkçılık gibi ikinci derece imkan ve üretimler çoğalacak, hayvancılık daha da gelişecek, bu nüve Doğu Karadenizde ferahlık yaratacak, zamanla daha da genişleyecek, etrafa yayılacaktır.
#06.09.2005 10:05 0 0 0