Sana Benzemeyeni Seveceksin

Son güncelleme: 01.11.2008 01:05
  • noimage

    SANA BENZEMEYENİ SEVECEKSİN

    Kocaman bir kedi gibi yatıyorum bazen gecenin içine.

    Ilık bir karanlığın örttüğü evlerdeki ışıklar tek tek sönüyor.

    Aniden bir ışık huzmesinden kanatları beyazlanarak bir kuş geçiyor.

    Sonra sessizlik...

    Öyle durup, ruhumun sessiz karanlığa akmasını, boşalmasını bekliyorum.

    Ağır bir yük ruhum bazen bana.

    Sandalyenin üzerine atılıvermiş bir gömlek gibi gecenin içine bırakmak istiyorum onu.

    İnsanlar birbirinden ne kadar değişik, ne kadar farklı...

    Biri diğerine benzemeyen onca insan hayatın içinde sürekli birbirlerine değerek, dokunarak yaşıyor, bazen dümeni kilitlenmiş gemiler gibi çarpışıyor, bazen dağ suları gibi çağıldayarak birbirlerinin içine akıyor, birbirlerine karışıyorlar.

    Ne istiyor tanrı bizden?

    Küçük bir gezegenin üstünde birbirine benzemeyen altı milyar insan yaratıp, altı milyarına da değişik parmak izleri veren o irade farklılığı neden bu kadar çok seviyor?

    Parmak uçlarımız bile farklı, şu küçücük parmak uçları...

    Parmak uçları bile benzemeyen insanların, zihinleri, düşünceleri, duyguları, bilincin karanlıklarına saklanmış gizli arzuları, kişilikleri nasıl benzer birbirine?

    Eğer duygularımız da parmaklarımız gibi dokunduğu yerde iz bıraksaydı, onların her birinde de diğerlerininkine benzemeyen çizgiler, kıvrımlar, helezonlar görürdük herhalde, herkesi duygu izlerinden tanıyabilirdik.

    Belli ki birbirimize benzememizi istemiyor tanrı.

    Her birimizin hayata başka bir biçimde değmemizi istiyor.

    Başka izler bırakmamızı...

    "Farklı olun" diye buyuruyor tanrı, "Birbirinize benzemeyin."

    Tanrının yarattıklarıyla, tanrının kitaplarında öğrendiğimiz dinlerin talepleri nasıl böylesine birbirine zıt peki?

    Tanrıdan değil, dinden de değil... Ama dini kavrayış biçimimizden kuşkulanmamız gerekiyor sanırım.

    Bir şeyi yanlış anlıyor olmalıyız.

    Her bir parmak ucunu bile diğerinden farklı yapan tanrının yarattığı bu dünyada, "birbirinize benzeyin" demek tanrının buyruğuna da karşı gelmek olmalı.

    Ne yaparsak yapalım, kim ne yaparsa yapsın, birbirimize benzemeyeceğiz.

    Tanrıyı ve hayatı anlayabilmek için bu farklılığın amacını anlamalıyız.

    Hayata biraz daha yakından bakmalıyız belki.

    Hayatı hayat yapan ne?

    Buna tek kelimeyle cevap verebilirim:

    Hareket.

    Hayat, hareketle var olur.

    Rüzgarı düşünün...

    Esip duran rüzgarı...

    O rüzgar, çiçeklerin polenlerini, ağaçların tohumlarını alıp savurur, çiçekler, bitkiler rüzgarla yayılır.

    Rüzgar olmasaydı, hava hareket etmeseydi, hayat dururdu, dünyanın bereketi kalmazdı.

    Çoğalmak, yayılmak, bereketi sürdürebilmek için insanların da sadece bedenleriyle değil ruhları, zihinleri, duyguları ve düşünceleriyle hareket etmeleri gerekiyor.

    Bütün düşünceler ve duygular birer rüzgar aslında.

    Dağla ova arasındaki fark suları akıtıp duran.

    İnsanlar da bunun için böylesine değişik.

    Bizim de dağlar, ovalar, vadiler gibi birbirine benzemeyen ruhlara ve zihinlere sahip olmamız, duyguların bir insandan bir insana hareket etmesini sağlıyor.

    Hepimiz birbirimize benzeseydik, düz bir toprak gibi olurduk, suların kımıldamayacağı gibi duygularımız da kıpırdamazdı.

    Herkes birbirine benzeseydi kimse kimseyi sevmezdi, aşık olmazdı.

    Aşkı, farklılıklar yaratıyor, bunu anlamak kolay.

    Tanrı, bize bunu söylemiyor.

    "Sevin" diyor.

    Ama nasıl?

    Bir insanın bir insanı sevmesi kolay mı?

    Annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, çocuklarımızı; hiç sorgulamadan, kuşkulanmadan, yargılamadan sevebilmemiz için daha doğarken içimize sevgileri konanları severken bile bunca zorlanıp acı çekerken, "başka" birini nasıl seveceğiz?

    Dağdan akan su bile nehre karışmadan önce nice kiri, çamuru, çöpü toplayıp taşırken, biz başka birine nasıl "tertemiz," kaygısız, kuşkusuz akacağız?

    Ve, tohumları taşıyan rüzgar, nehire karışan su gibi hareketlenip hayatın bereketini taşıyabilmek için öyle bir seveceğiz ki sevdiğimizin yanında en büyük korkumuzu, "ölümü ve zamanı" unutacağız.

    Onun yanındayken ölüm bizi telaşlandırmayacak.

    Sadece onu düşüneceğiz, sadece onu kaybetmekten korkacağız.

    Hatta onu kaybetme korkusu ölüm korkusundan bile büyük olacak.

    Birini böyle sevebilmek, ölüm korkusundan kurtulmak ancak kendinden vazgeçerek, kendine duyduğun tüm sevgiyi bir başkasına aktararak olabilir.

    Bu, nasıl mümkün ey tanrım? İnsan kendinden nasıl vazgeçer?

    Biliyorum, bu mümkün.

    Aşk dedikleri, insanların binlerce yıldır şiirlerde, şarkılarda, kitaplarda anlattıkları, her yerde arayıp, her yerde ondan kaçmaya çalıştıkları bu işte.

    Tanrının en tehlikeli mucizesi, bir insanın bir insanı sevmesi.

    İmkânsız görünen bir gerçek.

    Ama bir mucizeyi taşımak o kadar kolay değil.

    Tanrının bu mucizesiyle ödüllendirilenler, bir zaman sonra her işaretiyle "ben sizi farklı farklı yarattım" diyen tanrının buyruğuna isyankâr olurlar, sevdiklerini kendilerine benzetmeye uğraşırlar.

    Kendine benzemeyeni anlayamaz çünkü insan...

    Ve sevdiğin zaman anlamak istersin Ne düşünüyor, ne hissediyor...

    Onu kaybetmek korkusu ölüm korkusundan da ağırsa eğer, kendini ölümden korumaya çalıştığın gibi onu kaybetmekten de korumaya çalışırsın...

    Her duygu kıpırtısının peşine düşersin.

    Bir avcı gibi onun duygularının geçtiği yerlerde iz sürersin, nereye gittiğini, geri dönüp dönmeyeceğini kavramaya uğraşırsın.

    Kuruyup yırtılmış yapraklara, ağaç kabuklarına, çamur birikintilerine bakarken görürler seni, bir iz aradığını bilmezler, delirdiğini, hastalandığını düşünürler.

    Her yere bakarsın sen Her yere, her ize...

    Rüyalarını bile merak edersin, ama insan insana sırdır.

    Kimse kimseye benzemez çünkü. Tanrı "benzemeyin" buyurdu.

    Kimseyi kendine benzetemezsin, sen kimseye benzeyemezsin.

    Sana benzemeyeni sevmek zorundasın, bu da tanrının buyruğu çünkü:

    "Sana benzemeyeni seveceksin."

    Altı milyar insanın her birini diğerinden farklı yaratan, her birinin parmak izlerini bile değişik değişik yapan tanrı benzerlikten nefret ediyor.

    O, bütün düzenini benzemezlikler ve bu benzemezliklerin yaratacağı hareket üstüne kurmuş.

    Düzenini bozmaya kalkışanı cezalandırıyor.

    O yüzden belki, birini sevip de onu kendinize benzetmeye çalıştığınız anda acı çekmeye başlıyorsunuz.

    Mucizeyi bozuyor, onu kızdırıyorsunuz.

    Zor olanı yapmanızı istiyor sizden.

    Zebraların çizgilerini bile birbirinden farklı çizen tanrı, rüzgar olmanızı, su olmanızı, dağlardan, tepelerden, vadilerden aşmanızı istiyor.

    "Sana benzemeyene akacaksın."

    Tanrı bizi seyrediyor, onun emrine uyup sana benzemeyeni sevdiğinde mutlu oluyorsun, onun emrine karşı çıkıp sevdiğini kendine benzetmek için uğraştığında acı çekiyorsun.

    Zor iş bir insanın bir insanı sevmesi.

    Ama en korkuncu, insanın sevdiği birinin acı çektiğini görmesi, acısına bir çare bulamaması, teselli edememesi, onun derinlerinde neler oluyor bilememesi.

    İnsan kendi acısını taşır...

    Ama sevdiğinin çektiği acı, işte o kendi acından bile çok yaralar seni, tanrıya yakarırsın hatta, "bırak ben çekeyim acıyı, ona biraz sükun ver."

    Kocaman bir kedi gibi yatıyorum gecenin içine.

    Ruhum o ılık karanlığa aksın diye bekliyorum.

    Kanatları ışıktan bir kuş geçiyor.

    Sessizlik...

    Tanrım, sen şimdi neredesin?

    AHMET ALTAN
#31.10.2008 21:26 0 0 0
  • Daha önce okumuş ve çok sevmiştim yazıyı.
    Sana benzemeyeni sevmek... Ne kadar benziyor gibi gözüksekte herkes birbirinden çok farklı.
#31.10.2008 22:46 0 0 0
  • Ne kadar benziyor gibi gözüksekte herkez birbirinden farklı derken çok haklısınız, ama maalesef yaşamımızın bazı devrelerinde hepimiz aynı hatayı yapıp, farklı insanları kendimize benzetmeye çalışmıyormuyuz?
    (O yüzden belki, birini sevip de onu kendinize benzetmeye çalıştığınız anda acı çekmeye başlıyorsunuz.)
#01.11.2008 01:05 0 0 0