Türk Süsleme Sanatı Hat Sanatı

Son güncelleme: 08.11.2010 22:03
  • Hat Sanatı
    Türk Süsleme Sanatları

    noimage noimage noimage

    Hat sanatı denilince Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir. Bu sanat Arap harflerinin 6.-10. yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır.

    Türkler, Müslüman olduktan ve Arap alfabesini benimsedikten sonra uzun bir süre hat sanatına herhangi bir katkıda bulunmamışlardır. Türkler hat sanatıyla Anadolu'ya geldikten sonra ilgilenmeye başladılar ve bu alanda en parlak dönemlerini de Osmanlılar zamanında yaşadılar. Yakut-ı Mustasımi'nin Anadolu'daki etkisi 13. yüzyıl ortalarından başlayıp 15. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu yüzyılda yetişen Şeyh Hamdullah (1429-1520) Yakut-ı Mustasımi'nin koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak Arap yazısına daha sıcak, daha yumuşak bir görünüm kazandırdı. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah'ın üslup ve anlayışı 17. yüzyıla kadar sürdü. Hafız Osman (1642-98) Arap yazısına estetik bakımdan en olgun biçimini kazandırdı. Bu tarihten sonra yetişen hattatların hepsi Hafız Osman'ı izlemişlerdir.

    Türkler altı tür yazı (aklâm-ı sitte) dışında, İranlılar'ın bulduğu tâlik yazıda da yeni bir üslup yarattılar. Önceleri İran etkisinde olan tâlik yazı 18. yüzyılda Mehmed Esad Yesari (ölümü 1798) ile oğlu Yesarizade Mustafa İzzet'in (ölümü 1849) elinde yepyeni bir görünüm kazandı. Türk hat sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da parlaklığını sürdürdü, ama 1928'de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilince yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna geldi.


    noimage noimage noimage

    Yazı Türleri
    Hat sanatının doğduğu dönemde ortaya çıkan altı tür yazı ile İranlılar'ın bulduğu tâlik dışında başka birçok yazı türü daha vardır. Bunların bir bölümü fazla yaygınlaşamamış, bir bölümü de belli alanlarda kullanılmıştır. Örneğin Türkler'in geliştirdiği divani yazı yalnızca Divan-ı Hümayun'da yazılan önemli belgelerde, yazılması ve okunması özel eğitim gerektiren siyakat ise mali kayıtlarda kullanılmıştır. Kolay yazıldığı için günlük yaşamda yaygın olarak kullanılan bir yazı türü olan rik'a da 19. yüzyılda sanat yazısı durumuna gelmiştir. Rik'a ile altı yazı türünden biri olan rika birbirine karıştırılmamalıdır.

    Hat sanatında yazılar büyüklüklerine göre de farklı adlarla anılırdı. Duvarlara asılan levhalarda, cami, türbe gibi dinsel yapılardaki kuşak ve kubbe yazılarında, her tür yazıtta kullanılan ve uzaktan okunabilen yazılara iri anlamında celi adı verilirdi. Daha çok sülüs ve tâlik yazının celisi kullanılmıştır. Alışılmış boyutlardan daha küçük harflerle yazılan yazılara hurde, gözle kolay seçilemeyecek boyuttaki yazılara da gubari (toz) denilirdi.

    Yazı Araç Gereçleri
    Hat sanatında da yazının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılırdı. Kamışın ucu yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontulurdu. Celi yazılar ise ağaçtan yapılmış kalın uçlu kalemlerle yazılırdı. Çok ince yazılar için madeni uçlar da kullanılmıştır. Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanırdı. Yağlı isin çeşitli katkı maddeleriyle karıştırılmasıyla elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinirdi. Hat sanatında kullanılan kâğıtlar da özeldi. Mürekkebi emip dağıtmaması, kaleme akıcılık sağlaması için kâğıtlar âhar denilen bir maddeyle saydamlaştırılırdı.

    Hat Eğitimi
    Hat sanatıyla uğraşan kişiye "güzel yazı yazan sanatçı" anlamına gelen "hattat" adı verilir. Hattatlar yüzyıllar boyu usta-çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir. Hat sanatını öğrenmeye heveslenen kişi bir hattattan ders alırdı. Başlangıçta alıştırma niteliğinde çalışmalara dayanan ve "meşk" adı verilen bu dersler tek tek harflerin yazılışının öğrenilmesiyle başlar, harflerin birleşme biçimleriyle, sözcüklerin ve tümcelerin yazılış tarzlarının öğrenilmesiyle sürerdi. Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verirdi. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlardı. Buna, başarı ya da izin belgesi anlamına gelen "icazetname" adı verilirdi. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamazdı.
#11.11.2008 19:48 0 0 0
  • tşkler emeğine saglık
#21.11.2008 02:30 0 0 0
  • Peki arkadaşlar birşey rica etcektim eğer yardım edebilirseniz veya bir fikriniz varsa ben nişanlımla ikimizin adını bu yazı fontuyla yazmak istiyorum fakat, bu font türünü bulamıyorum veya böyle bir program varmı yazan saygılar...
#12.05.2009 20:32 0 0 0
  • Emeğine sağlık... Teşekkürler...
#12.05.2009 20:37 0 0 0
  • Hat Sanatı - Hat Sanatı Nedir? - Hat Sanatı Hakkında Bilgi - Hat Sanatında Kullanılan Araç ve Gereçler

    Hat sözlükte "ince, uzun doğru yol, birçok noktaların birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı" gibi anlamlara gelir. Bu kelime özellikle İslam kültüründe, yazı ve güzel yazı (hüsnü'lhat, elhattu'lhasen) manalarında kullanılmıştır. Hüsni hat, estetik kurallara bağlı kalarak , ölçülü, güzel yazma sanatıdır; fakat İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. İslam yazılarını güzel yazma ve öğretme hünerine sahip Sanatkara hattat, bu Sanata da hattatlık denilmiştir. Hat, sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtaları ile resmedilmesidir. Nitekim büyük matematikçi Öklid de aynı manaya işaretle; "Hat, her ne kadar maddi aletlerle meydana gelirse de o, ruha ait bir hendesedir" demiştir.

    Abbasiler devrinde gelişen hat Sanatı onbeşinci yüzyılda ünlü Türk hattatı Şeyh Hamdullah (1429-1520) ile yeni bir tavır ve şive kazanmış ve o zamanki İslam dünyasının bütün hattatlarının üstadı olmuştur. Onun üslubu Osmanlı hat Sanatının gelişmesine geniş ölçüde yol açan bir temel oluşturmuştur. Onbeşinci yüzyılda yetişen sanatkarlardan biride İstanbul Fatih Camii kitabesiyle Topkapı sarayında Sultan Ahmed çeşmesine bakan dış kapının kitabesini yazan Ali bin Yahya Sofi'dir. Süleymaniye Camii kubbesinde yazıyı yazan Karahisari Osmanlı Sanatına güzel fakat süreli olmayan bir üslup getirmiştir. Onyedinci yüzyılda Hafız Osman'la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı Sanatını benimsemişlerdir Sultan III Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasında idi. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur'an'larla Hafız Osman'ın şöhreti bugün Hindistan'a ve Cava'ya kadar bütün İslam alemine yayılmıştır. Bundan sonra Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesari on dokuzuncu yüzyılda, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ve Yesarizade Mustafa İzzet efendi çok tanınmış üstadlardır.

    Yazı başlı başına bir Sanat olduğu gibi dekoratif Sanatların zenginleştirilmesinde ve mimaride çok büyük rol oynamıştır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı mimarisinden yazıyı çıkaracak olursak bunların pek fakir bir manzara göstereceğine şüphe yoktur. Dekoratif Sanatlar içinde aynı şey söylenebilir. Yazı Sanatının yanında tuğraları da gözden geçirmek lazımdır. Her sultanın adına arma şeklinde tuğra denilen bir kompozisyon oluşturulmuş ve fermanlar ile önemli vesikaların başına da tuğra çekilmiştir.

    Arapça hüsn: "güzel", hat: "çizgi", yazı ve HÜSN-İ HAT olarakta bilinir.

    TÜRLERİ:

    Hazret-i Muhammet'den (s.a.v), Kuran-ı Kerim'in toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek mimarlık, bezeme gibi önemli sanat kolu olmuştur. Bu yazının ilk biçimi olan ve adını Kufe kentinden alan köşeli karakterli kufi "Ümmü'l-Hutut" (Hazret-i Ali'nin "kufi" hattı bulduğu söylenir) yazısının yerini IX. yüzyıldan sonra aklam-ı sitte almaya başladı. Aklam-ı sitteyi oluşturan muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rıka adlı altı temel yazıda yuvarlak çizgilerin hakim olması hattatlara büyük kolaylıklar sağlıyarak hat sanatının ufkunun gelişmesine yol açtı. Bağdatlı hattat İbn Mukle aklam-ı sitteyi belli kurallara oturttu. Bunun için kalemin ucuyla yapılan noktayı, standart bir elif harfini ve daireyi ölçü olarak kabul etti. Onun yolunda yürüyen İbnü'l-Bevvab yazıyı estetik bakımdan biraz daha ileriye götürdü. Son Abbasi halifesi Mustasım'ın saray hattatı Yakut-ı Mustasımi harflerin yapısına ayrı bir güzellik getirdi. Yakut'un ölümünden sonra hat sanatı İran ve Türk hattatlarının elinde gelişmeye ve güzelleşmeye devam etti. İran'lı sanatçılar aklam-ı sitteyi kendi anlayışlarına göre yazdılarsa da, genelde Yakut'un uslubundan ayrılmadılar. Oysa yazının estetik bakımdan çok eksikleri vardı. Bunu gidermeyi Osmanlı hattatları başardı. XV. yüzyılda II. Mehmed'in (Fatih Sultan Mehmed Han) ve oğlu II. Bayezid'in hattatlığını yapan ve Osmanlı-Türk hattatlarının babası sayılan Şeyh Hamdullah aklam-ı sitteye o zamana değin ulaşılamayan bir güzellik ve olgunluk getirdi. X VII. yüzyılda yaşayan Hafız Osman da Şeyh Hamdullah'ın eksiklerini tamamlayarak yazıyı güzelliğinin en üst doruğuna ulaştırdı.
    XI. yüzyılda ortaya çıkan talik yazı yalnız İran'da kullanıldı ve XIV. yüzyıldan sonra yerini nestalik'e bıraktı. Bu yazıda Ali Herevi ve İmad-ı Rum gibi ünlü İranlı hattatlar diğer ulusların sanatçılarına yol gösterdiler. Daha sonra Osmanlılarda da Yaseri Mehmed Esad ve oğlu Yaserizade Mustafa İzzet ile Sami Efendi gibi nestalik ustaları yetişti. Emeviler döneminden beri maliye ve tapu kayıtlarının tutulduğu siyakat Osmanlılarda da aynı amaçla kullanıldı. Kendine özgü harfleriyle bu, ancak bilenlerin okuyabildiği bir yazı idi. Divani ve celi divani ise Osmanlı hattatlarının oluşturduğu yazılardır. Bunlar Divan-ı Hümayun'da ve Bab-ı Ali kalemlerinde kullanılarak gelişti.
    Hat sanatında bir yazının irisi celi adını alır. Celi yazı da gene Osmanlılarda, XIX. Yüzyılda Mustafa Rakım'ın elinde gelişti ve olgunlaştı. Küçük yazılara hurde, daha küçük olanlara gubari, bütün harfleri birbirine bağlayarak yazılan yazıya müselsel denir. Kuralları kırılarak yazılan yazıya şikeste (kırık) adı verilir. Bir sözcüğün harflerinin ya da bir cümlenin hece ve sözcüklerinin güzel bir görünüm oluşturmak amacıyla birbiri üstüne bindirilmesine istif denir.
    Sultanların imzası olan tuğralar ise, tuğrakeş adı verilen kimseler tarafından hazırlanmaktaydı. Sultanların mührü niteliğindeki tuğraların, doğal olarak her sultanla birlikte, biçimi ve metni değişmekte, böylece zengin bir tuğra dizisi elde edilmiş bulunmaktadır. Tuğralar, fermanlarda, anıtsal yapıların girişlerinde ve gerekli diğer bölümlerinde sultanların simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fermanlardaki tuğraların tezhipli örneklerini bugün başta İstanbul olmak üzere müzelerde rastlamak mümkündür.

    TEKNİĞİ:

    Hat sanatında harflerin yazının türüne göre biçimlendirilmesinde temel alınan birime nokta denir. Nokta yazının yazılacağı kalemle konur ve eniyle boyu aynı olur. Başka bir deyişle nokta, kenar boyu, yazılacak yazının harf kalınlığına eşit bir karedir. Her yazı türünde tek tek her harfin baş, gövde, kuyruk vb gibi bölümlerinin uzunluğu, burun, kaş gibi kıvrımlı yerlerinin açıklığı, üst üste ve yan yana konan belli sayıda nokta ile saptanmıştır. Böylece her harfin genişliği, yüksekliği ve boyu, kalınlığı ile oranlanmış olur. Bu nedenle bir yazının daha iri ya da daha ufak boyda harflerle yazılması yalnızca harf kalınlığını değiştirir, harflerin biçimini etkilemez.

    ARAÇ ve GEREÇLERİ:

    KALEM:

    Hatta kullanılan en önemli araç kalemdir. Bunlar başlıca; kamış kalem, kargı kalem, tahta kalem ve demir kalemdir.

    KAMIŞ KALEM:

    Kamış kalemler genellikle koyu kestane rengindedirler. Sarı, alaca ve benekli olanları da vardır. Irak, İran, Cava ve Hind nev'ileri meşhurdur. En serti Cava ve en makbulü İran ve Irak kalemleridir.

    KARGI KALEM:

    Celi yazılar için kargı kalemler kullanılır. Kargı kalemler, kamış kalemlere göre daha kalındırlar. Fakat bunların kalınlıkları arttıkça, parmak arasında idareleri zorlaştığından, ince saplı tahta kalem kullanılması tercih edilir.

    TAHTA KALEM:

    Ihlamur veya gürgen ağaçından istenilen kalınlıkta yontularak yapılır. Sap tarafı, parmaklar arasında rahatça tutmağa ve hareket ettirmeğe elverişli olmalıdır. Tahta kalemin birkaç çeşiti vardır. Bir kısmının yalnız ortasında çatlağı bulunur. Bir kısmında ise, çatlağın iki tarafından kalınlığa göre iki veya daha fazla yuvarlak delikler bulunur. Kalem ağzı çok enli ise, bu deliklerden çatlağa giden ince yollar açılır. Mürekkep, deliklerde toplanıp yollardan çatlağa, buradan da ağıza akar.

    DEMİR KALEM:

    Nesih gibi ince yazılarda, kalemin ucu çabuk bozulmamak ve muhtevası zengin bir eserin başından sonuna kadar kalemin kalınlık ve keskinlik ayarını muhafaza etmek için, çelik kalem uçları, ağızları bileği taşından istenilen kalınlıkta bilenerek kesimi ayarlandıktan sonra, kamış kalemin ucuna takılarak kullanılır.

    MAKTA:

    Kamışın ucu önce elde yontulduktan sonra makta üstüne konup kalemtraş denen bıçakla kesilir. Makta, eni ekseriye 2-3 cm, boyu 15-20 cm, kalınlığı 1-2 mm kadardır. Kalem kesilecek tarafında, kalem yatağı veya kalem yuvası yahut hane-i kalem (= kalem evi) bulunan bir altlıktır; fildişi, boynuz, ya da kemikten yapılır.

    MÜREKKEP:

    Yazı genellikle, is, zamk, su ve daha başka katkı maddelerinin katılmasıyla hazırlanan siyah mürekkeple yazılır;

    HOKKA:

    Mürekkep hokka içinde saklanır. Camdan başka pişmiş topraktan, metalden, çeşitli ağaçlardan hokka yapılabilir. Kalem sokulduğunda uç dibine vurup bozulmasın diye hokkanın içine lıka denen bir tutam ham ipek konur. Mürekkebin akıcı olması, rengini solmadan uzun süre koruması gerekir.

    KAĞIT:

    Yazı da kağıtta önemli rol oynar. Hattatlar, kağıtlara yazacakları yazının değerine göre kıymet verirler Kağıdın mürükkebi yaymaması, silinmeye elverişli olması, üstünde kalem takılmadan yazılabilmesi gerekir. Bunların sağlanması için kağıtlar aharlanır. Kağıtların Abadi, Semerkandi. Hatayi, İstanbuli, Buhara, Venedik vb. çeşitleri vardır. Yazıda kullanılan kağıtların rengide çok önemlidir. Estetik bakımda en çok beyaz, sarı, kırmızı, yeşil, mavi ve kahvarengi renkleri tercih edilir.

    HAT EĞİTİMİ:

    Hat sanatı öğrenip hattat olabilmek için belli aşamaları olan sıralı bir eğitimden geçtikten sonra icazetname almak gerekir. Hattat adayının bir üstattan ders almasına meşk ya da meşketmek denir. Adayın kopya etmesi için üstadın yazdığı örnek yazıya meşk adı verilir. Başlangıçta harflerin tek tek yazılışları, sonra iki harfin birleşme biçimleri ve bunun kuralları öğrenilir. Ardından mürakkebat aşamasında ikiden fazla harfin birleştirilmesine geçilir. Bunun için genellikle önce uzunca bir kaside, sonra bazı ayet ve hadisler, dualar özlü sözler (kelam-ı kibar) yazılır. İcazetname ancak 5-6 yıl süren bir çalışmadan sonra elde edilebilir. Hattat adayının icazet almadan, yazdığı yazıların altına ketebe koymaya (imza atmak) hakkı olamaz.

    HATTATLIK:

    Hattatlar üç gruba ayrılırdı; Birinci grubu oluşturanlar okullarda yazı dersi veren meşk hattatlarıydı. Ama bunların arasında da çok ileri düzeyde olanlar bulunurdu. Yazma kitapları istinsah (kopya) eden ya da ısmarlama yazan hattatlar ikinci bir grup oluştururdu. Üçüncü grupta yer alanlar öğrenci yetiştiren ve özgün yapıt veren hattatlardır. Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisari, Hafız Osman, Mustafa Rakım, Sami Efendi gibi çok ünlü hattatlar hep bunların arasından çıkmıştır. Bu tür hattatların bazıları hem Divan-I Hümayun, Enderun-I Hümayun gibi resmi dairelerde ve okullarda, hem de özel olarak ders verirdi. Ama gelenek gereği hiç biri para almazdı. Bu gelenek bugün de sürdürülmektedir.

    Hattatlar arasında en kıdemli ve usta olana. Hattatların reisi (reisü'l-hattatin) adı verilirdi. Onun ölümünde yerine bir başkası geçerdi.
#03.06.2009 00:46 0 0 0
  • Hat Sanatı İle İsim Yazma - Hat Sanatı - Hat Sanatı İle İsim Nasıl Yazılır
    KALEM

    Hem musuki aleti(ney) hemde kalem olarak kullanılan kamış, bu kudretiyle İslam ve doğu aleminin esrarlı havasını aksettiren belki yegane alettir. Sıcak ülkelierin nehir ve göl kenarlarındaki sazlıklardan alınan kamış, koparıldığı haliyle kalem olma vasfından uzaktır. Sarımsı beyaz renkli olan bu kamışlar kurumaları için uzvi sıcaklığı daima muhafaza eden gübre içine konulur; burada yavaş yavaş suyunu kaybedip sertlik kazanırlar ve cinsine göre, kırmızımsı, kahve veya açık yahut koyu kahverengine, hatta siyaha dönerler.

    Kalem açılıpta kullanılmaya başlandıktan sonra, kağıda temas eden ağız kısmı zamanla bozularak yeniden açılmak icab eder. Ancak mushaf gibi yazılması uzun süren kitaplarda bunun mahzuru vardır. Kalem yeniden açılırken ağzının genişliği kıl kadar farklı olsa, bu, hele nesih gibi ince yazılarda büyük bir estetik kusur teşkil eder. Böyle uzun metinleri ince hat ile yazmak için Cava adasında yetişen bir tropikal ağacın yaprak diplerindeki siyah renkli sert, düzgün ve ince uzantıları işte bu maksadla kullanılır ve Cava Kalemi adıyla bilinir, bunun ağzı kolay aşınmaz.

    Yazının kalınlığı arttıkça kalemin ağzına da ona göre açabilmek için, ney kalınlığında kamışlardan (buna kargı kalem denir) veya sert bambu kamışlarından faydalanılır.Kamış kalem, açmak için sol elin içine yatırılarak,orta boşluğu ve cidari badem biçiminde görünene kadar,yukarıdan aşağıya meyilli olarak yontulur.

    Dil gibi uzadığı için kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı, kalem ağzının ne kadar genişlikte olması isteniyorsa, ona göre alınır. Kalemin ağız kısmının birkaç santimetre çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına kalem Şakkı denir. Bunun yapılışında kalemin boyuna paralel çatlatılması, eğri olmaması icab eder. Arada hasıl olan ve ince bir hazne vazifesi gören bu çatlağa mürekkep dolarak, yazarken devamlı bir şekilde aşağıya akar. Kalemin kalemtraş yardımıyla şakk edilirken makta (her ikiside ayrıca tanıtılacaktır) üzerindeki yive oturtulması lazım gelir. Kalemin ağzının kesilip düzeltilmesi de makta üzerinde yapılır.Bu kesme işlemine kalemi makta'a vurmak veya üzerinde yapılır.

    Bu kesme işlemine kalemi makta'a vurmak veya katt-ı kalem denilir.Kullandıkça ağzı bozulacağı için harfler pürüzlü olarak çıkmaya başlar Bu takdirde yeniden makta'a vurulur. Ta'lik kalemi sülüse nazaran daha az eğri ağızlıdır. Nesih kalemi ondan da az, rık-a kalemi ise düze yakın eğriliktedir.

    Kalemi ağzındaki eğrilik kağıda tamamiyle intibak edecek şekilde tutup, yukarıdan aşağı dik olarak hareket ettirmekle ince, sağdan sola yürütmekle kalın harf kısımları yazılmış olur. Harflerin ölçüleri nokta ile tespit edildiği, nokta da kalemin kalemin ağız genişliğine bağlı olduğu için, kalem hat sanatında estetiği sağlayan en önemli unsurdur.

    Kalemler bazen divit adıyla anılan yandan hokkalı kalem mahfazalarında, bazen de kalemdan (kalemlik) denilen, silindir yahut sandık biçimi, sade veya sanatlı kutular içinde saklanır. Kalemdanın silindir biçiminde olanlarının adı da kubur'dur

    KALEMTIRAŞ

    Zamanımızda kurşun kalemin içinde döndürülerek açıldığı kalemtıraşla, eskiden kamış kalem açmak maksadıyla kullanılan kalemtıraşın bir şekil benzerliği yoktur. Kalemtıraş tig denilen kesici kısım, kıymetli malzemeden yapılmış sap, bu ikisini birbirine bağlayan parazvanadan meydana gelir. Boyu 10-20 cm arasındadır

    MAKTA

    Makta 2-3cm eni,10-20 cm boyu olan, 2-3mm kalındığında kemik veya fil dişi bir plakadır. Bağa ve sedeften yapılan da makbuldür. Kalemin şakk ve katt ameliyesi, cam, mermer yahut maden gibi sert satıhlı yerde yapılırsa kalemtıraşın kesici ağzı zedelenip zamanla kullanılmaz hale gelir. Makta üzerinde, kamış kalemin çapına uygun yive bulunan küçük bir çıkıntı bırakılmıştır. Makta'ın bir ucuna doğru yer alan bu yive , kalemin sap tarafı , sağa sola kaçmaması için tespit edilir;kalemtıraşın keskin ağzı, kalemin boyuna paralel olarak tutulup iç veya dış tarafından kalem şakkolunur, yine yive oturtularak kalemin kattıda tamamlanır. Makta imalini bilhassa Mevlevi dervişler; çakı, mil ve kıl testere yardımıyla ince bir sanat haline getirmişler, eserlerini nakış, çiçek, yazı ve Mevlevi Sikkesiyle süsleyerek, bu aletin pek latif numunelerini ortaya koymuşlardır.

    KAĞID

    Eskiden kağıdlar bugün olduğu gibi doğrudan doğruya yazı yazabilecek şekilde fabrikadan çıkmazdı. Hariçten (Çin, Hindistan, Buhara, Avrupa...) olsun, yerli imalathanelerden (Kağıdhane, Yalova, Bursa, Beykoz...) olsun ; gelen kağıdlar, pürtüklü ve kalemin yürümesine müsait olmayan bir haldeydiler.

    Hatta bazıları mürekkebi yayarlardı. Bunları kullanabilmek için terbiye edilmeleri şarttı.

    Umumiyetle beyaz renkte olan bu "ham kağıd" lar gözü yorduğundan önce arzu edilen renge boyanır sonra aharlenir (cilalanır), nihayet aharin kağıda tesbiti ve pürüzlerin giderilmesi için mührelenir, yani tazyikle adeta ütülenip parlatılır.

    Kağıdı boyamak için, ekseriya nebatlardan istifade edilmiştir. Renk veren nebati madde kaynatılır o rengi alan su bir tekneye boşaltılır; kağıdlar içine batırılır, suyu emerler. Kurutulunca istenen rengi alırlar. Yahut da bu renkli su bir sünger veya pamuk yardımıyla kağıd üzerine sürülür, sonra kurutulur. Bu usulde sürülme yolları leke gibi belli olabilir. Kağıd boyamakta kullanılan maddelere ve verdikleri renklere birkaç misal: çay (krem rengi,) ,cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu (kahve rengi) , cehri tohumu (sarı), albakkam (kırmızı), mor bakkam (mor), şekerciocağı isi (şekerrengi) , soğankabuğu (kırmızımtırak)...En çok krem renginin tercih edildiği boyama işleminden sonra sıra aharlemeye gelir. Eski usulle cilalanmış kağıd bir koruyucu tabaka teşkil eden ahar, is ile hazırlanan mürekkebi kağıdın bünyesine geçirmeden, kendinde tutar.

    Bu hususta en çok kullanılan usul, şapla kestirilmiş yumurta akının kağıd üzerine 1-2 kat süngerle sürülmesidir. Aharlenen ham kağıd , eğer bir hafta içinde mührelenmezse, daha geç yapılacak mühreleme işlemi sırasında çatlamaya başlar, kağıdın terbiyesi için verilen emekler boşa gider. Mührelenecek kağıdlardan bir tabaka ,mühre tahtası veya pesterk denilen, damarsız olduğu için ıhlamur ağacından hazırlanması tercih edilen büyükçe bir tahta üzerine konulur. Tahtanın çok düzgün, içe hafif kavisli ve eksiz olması şarttır. Mührenin rahatça kayabilmesini sağlamak maksadıyla kuru sabuna sürülmüş bir çuha parçası, mührelenecek kağıdın üzerinde gezdirilir. Sonra çakmak mührenin tahtadan yapılmış iki kolundan tutularak, çıkıntılı taraftaki çakmak taşı alta gelecek şekilde, kağıda tazyikle sürülmeye başlanır. Kağıd serbest bırakılarak mühre ileri geri muhtelif istikametlerde hareket ettirilir. Kağıt hemen pırıl pırıl parlar ve ütülenmişçesine düzelir. Mührelenen kağıdlar üst üste konularak ağırlık yardımıyla baskıya alınırlar. Bir yıl kadar dinlendirildikten sonra kalemin rahatça yürüyüp yazabileceği bir hale gelirler.

    İS MÜREKKEBİ

    Tarihimizde ve bilhassa Hat sanatında kullanılan iş mürekkebinin, Çin, (veya Galat: çini) mürekkebiyle karıştırmamalıdır. Bu mürekkebinin yapılışı ve kullanılma yerleri çok ayrıdır. İs mürekkebinin terkibindeki is, yapılınca is veren bezir yağı, balmumu, neft yağı, gaz yağı gibi maddelerden elde edilir. Çıradan veya zeytinyağından çıkan is, çok yağlı olduğu için makbul sayılmaz. İs mürekkebinin terkibine giren ve onu kağıd üzerinde tespit eden arapzamkıdır. İs mürekkebi yapmak için pek çok formüller yazılı olarak devrimize kadar gelmiştir. Bu mürekkebin hazırlanış tarzı zamanla değişmiş ve nihayet en gelişmiş terkibin "İs, zamk eriyiği ve saf su" dan ibaret olduğu görülmüştür. Sanat eserlerini yazmak üzere kullanılan mürekkep, kendi kendine kurumaya terkedilirdi.

    Geçmiş yüzyıllarda okuryazar zümrenin hokka içinde daima yanında taşıdığı is mürekkebinin zamanla hiçbir surette solmadığından, Batı usulü mürekkebe karşı çok üstünlüğü vardır.

    Bugünkü kalem sisteminde kullanışlı olamaz: Kamış kalem için mükemmeldir. Modern çağda çıkan siyah boyaların hiçbiri onun yerine konamaz. Çünkü bu mürekkep bir is süspansiyonudur. Yani is parçacıkları erimeden zamkın yardımıyla suda asılı kalmışlardır. Aharli kağıda yazıldığı vakit satıhta kalır, silinip kazınmaya, hatta yalanmaya elverişlidir. Bu ise, eski sanat yazılarımız için gerekli olup okumuş yazmış kimseler hakkında kullanılan "fazla mürekkep yalamış" tabiride buradan gelir.


    Resmi yazıların kurutulması için yazının üzerine rıh (veya rik) denilen bir çeşit ince kum dökülürdü.

    RENKLİ MÜREKKEBLER

    Tarihimizde hayli değişik renklerde mürekkep yapılmışsa da, en ziyade kullanılanları sarı (zırnık), kırmızı (lal), beyaz (üstübeç), ve altın (zer) mürekkepleridir.

    Zırnık Mürekkebi : "Zırnık" adıyla bilinen tabiattaki sodyum ve arsenik sülfürün zahmetlice ezildikten sonra arap zamkı mahlulu ile karıştırılması, sarı renkli bu mürekkebi verir.

    Lal Mürekkebi : Lotur + Şekerci çöğeni + şap + su muayyen nisbetlerde karıştırılıp kaynatıldıktan sonra suyu alınır ve bunun içine "kırmızböceği" nin kurutulmuşu, iyice dövülerek ilave edilir. Tekrar kaynatılmakla elde edilen lal mürekkebinin, pek cazip kırmızı rengi vardır.

    Üstübeç Mürekkebi : Zırnık yerine üstübeç kullanılarak, aynı usulle yapılır. Bilhassa mushafların süre başlıklarını, altın zemin üstüne yazmakta kullanılır.

    Altın Mürekkebi : Hususi surette dövülerek mikronla ölçülecek kadar inceltilmiş yüksek ayarlı altın varaklarının koyu arap zamkı mahlulu veya bal yardımıyla bir çini tabakta uzun emekle ezilmesi ve suyla yıkanıp süzülerek bir başka tabağın dibinde toplanması, bize bu mürekkebin esası olan altın zerrelerini verir. Kullanılacağı zaman jelatinli su ilavesiyle ve fırçasıyla kamış kalemin ağzına sürülüp yazılır; Zer-endüd (sürme altın) yazıların esası budur.

    HOKKA

    Küçük Kutu" manasına gelen Arapça bir kelimedir. Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde hokka olarak okur-yazar zümrenin üzerinde taşıması için ise divit şeklinde mutlaka bulunan mürekkep hokkası, kültür hayatımızın en mühim unsurlarından biriydi. Madeni hokkalar, müstakil olmaktan ziyade, içine kamış kalemlerin konulduğu kubur denilen, silindir biçimindeki kalemdanların dip yanına çıkıntılı olarak tutturulurdu. Eski hokkalara mürekkep doğrudan doğruya konulma; Lika denilen ham ipekten bir tutam, hokkanın içine yerleştirilip de mürekkep bunun üzerine dökülürse, lika, mürekkebi sünger gibi emer ve kalemin hafifçe likaya bastırılmasıyla, lüzumu kadar mürekkebi kalemin ağzını bular.

    MİSTAR

    Yazı sanatında yer alan harf veya harfler topluluğunun satır içinde duruşu ve belli bir çizgi hizasında dizilişi, bir takım kaidelerle belirlenmiştir. Latin alfabesinde de bu böyledir. Tarihimizde satır çizgilerini belirtmeye yarayan ve mıstar (satırlık) adıyla tanınan bir basit alet benimsenmiştir.

    Yazma eserin tertibinde, yazının kaplayacağı sahadaki satır düzeni bu maksat için kullanılacak kamış kalemin nokta boyutuna göre hesaplanır ve sahife büyüklüğünde bir mukavva üzerine çizgiyle tespit edilir; satırın başı ve sonu iğne ile delinir.

    Mıstar'ın kullanılması şöyle olur. Aharlenmiş kağıdların her bir tabakası sahife düzenine göre mıstarın üstüne yerleştirilerek, henüz yıkanıp yağdan arındırılmış parmaklar,ibrişinin kabarıklığıyla hissedilmekte olan satır çizgileri üzerinde dolaştırılırsa, bunların izi kağıda çıkar ve metinler bu çizgi izine göre yazılır

    YAZI ALTLIĞI

    Eski hattatlar sandalyede oturup masa üzerinde yazmazlar, sedir veya mindere yerleştikten sonra, sağ dizlerini dikerek onun üstünde yazarlardı. Bakış açısının 90 derece olarak muhafazası ve kağıdın dizde düzgün durabilmesi, eskilerin zır-I meşk (meşk altı) dedikleri takriben 20*25 cm ebadında kaba kağıdların üstüstte tutturulmasıyla hazırlanan bir altlığın diz üstüne konulmasına bağlıdır. Sert bir satıh kullanılmayışı, ele serbest bir hareket imkanı sağlamak içindir.

    noimage

    tahta kalemin yapılışı , hat yapilişi , hat sanati ile isim yazma , kargı kalem yapılışı , hat sanatı ile isim yazma sitesi , msn de iki renk yazı yazabilme , türk hat sanatlari isimler , kalemin yapılışı , hat yapılışı , kısaca kalem yapılışı , hat şeklinde yazma , türk hat sanati , hat sanatının yapılışı , heykel sanatının yapılışı , hat sanatıyla isim yazmak
#27.07.2009 12:49 0 0 0
  • TEŞŞEKKÜRLER
#08.11.2010 22:03 0 0 0