Küllerin Nerde

Son güncelleme: 07.01.2009 17:06
  • Kadın sabah başlamıştı yine aylardan beri üzerinde çalıştığı portreyi çizmeye. Daha öncesinde de çok çalışmış ama bir türlü tam olarak oturtamamıştı ruh-beyin diyalektiğindeki tabloyu. Çizmek istediği portre aşık olduğu kişiydi. Aslında portre de denmezdi çizmeye çalıştığı şeye. Ana hatlarıyla bir kaç ana çizgiden ve bir kaç detay çizgiden oluşan bir yüz ifadesiydi. Çizim bittiğinde çok basit bir resim gibi görünmesi gerekiyordu ama aslında o kadar basit olmamalıydı gerçekte. Saçları, gözleri, çenesi, dudakları, kısaca gönül gözünün gördüğü o eşsiz yüz ifadesi düşmeliydi tuale. Öyle bir çizmeliydi ki; konuşabilmeliydi o resimle. Söyleyemediklerini anlatabilmeli, yaşayamadıklarını paylaşabilmeliydi onunla. Hatta resim de dile gelebilmeli, dertleşebilmeliydi onunla. O resme bakınca tıpkı O' nu ilk gördüğü gibi büyülenmeliydi. O' na bakınca umudu görmeli, anlamsızlıkları çözümlemeli, doğayı bilimsel bir gerçeklikte kabullenebilmeliydi. O' na bakınca kendine bakmalıydı. Sonunda bitirebilmişti resmi ve düşündüğüne en yakın tablo bu olmuştu. Rahatlamıştı ve sanki üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Yeni bir dünya yaratmış gibi gururlu ve sevinçliydi. Her şeyden önemlisi umutluydu artık.

    Dört yıl önce başlayan, bir masal gibi devam eden fakat altı ay önce biten bu aşktan ağır yaralı çıkmış hissediyordu kendisini. Son aylarında çok kırılmış çok yıpranmışlardı. Sihirli bir el değmişti aşklarına ve bu masalsı aşkın filmini koparmıştı.

    İşte şimdi bitmişti ve bu kutsal çizgilerdeki ifade tam karşısında duruyordu. Öyle bir bakıyordu ki kendisine, yüreğinden geçen bu ifadesi zor bakışlar, tatlı bir sızı bırakıyordu.

    Bir müzik sesi geliyordu derinlerden. Daha önce hiç duymadığı ama aşina bir müzik sesiydi bu. Hüzünlü ama insanı alıp uzaklara götürebilecek bir ses. Portre karşısında duruyordu ve konuşmaya başlamıştı.

    - Canım çok yandı. İçim acıyor. Hayalkırıklıklarımı sindiremiyorum. Çok sevmiştim seni. Tüm olumsuzluklara, imkansızlıklara, yasaklara rağmen çok sevmiştim seni. Zaten sevgi, aşk böyle bir şey değil mi? Başlayınca hiç bir şeye bağımlı kalmıyor. Kabullenmiştim her şeyi. Sen benim hayatım boyunca hayalimde canlandırdığım portreydin. Tıpkı şimdi karşımda durduğun gibi. Sonradan yaşadığım değişimler ve senin tepkilerin bitirdi bizi. Ne yapmalıyım? Seni mi suçlamalıyım, kendimi mi? Bütün bunlar anlamsız değil mi?

    Ağlamak istiyordu ama ağlayamıyordu. Aylarca yanaklarından dökülen gözyaşları kurumuş gibiydi. Müzik sesi gelmeye devam ediyordu. Nerden geliyordu bu inanılmaz güzel ezgi? Odanın penceresini açtı, dışarıyı yokladı ama ses dışardan değil odadan geliyordu. Bu çok garipti. Bunu düşünecek halde değildi ve yine portrenin karşısına oturdu. Müziğin sesi kısıldı ve bir konuşma sesi duyuldu.

    - Merhaba yaprağında çiğ tuttuğum Asil Gelincik. Merhaba lacivert gecelerimin açık mavi muamması. Merhaba umutlu ufuklarımın beyhude ütopyası. Merhaba cehennemler içinde cennet büyüttüğüm ince sızım. Merhaba kırgınlıklarımdaki kansızım.

    - Kimsin sen? diyebilmişti belli belirsiz ve titrek bir sesle.

    - Sesimi de unutmuşsun.Buna şaşırmamalıyım. O kadar çok ki unuttukların.

    - Kulaklarına inanamıyordu. Bu O' nun sesiydi. Çizdiği portredeki çizgiler konuşuyordu.

    - Evet benim. Deliler gibi sevdiğin, hayalindeki resmin, herşeyimle kabullendiğin ama sonra olumsuzluklarınla mücadele etmeyip gözden çıkardığın aşkın ta kendisi dediğin kişi. Şimdi aslında hiç yapmadığım bir şeyleri yapmak istiyorum. Yani benim hiç bir zaman tam olarak söyleyemediklerimi söylemek istiyorum sana.

    Ayrılığımızı ne kadar ve nasıl düşündün bilmiyorum. Bu sürecin başlama ve gelişmesi hakkında yüzeysel sonuçlara varabileceğini biliyorum. Ama bilmelisin ki aşk ise eğer yaşanan; yüzeysel nedenlerle bitmez. Birbirrimize ifade edemediğimiz ayrıntılarda yitip gittik ne yazık ki. İnsan doğası gereği olarak kabul edebileceğim suçlamaların vardı. Ama yine bilmelisin ki erdeme giden yol asfalt değildir. Ve patika yollarda ayaklarımıza takılan bir çok çakıl taşı olacaktır. Tökezleyecekde olsak, düşüp dizlerimizide kanatsak, ya o yolun sonuna gitmeliydik ya da o yolda ölmeliydik. Önce erdem sonra aşktı kavlimiz.

    - Ama! .

    - Susss. Bir kez olsun sadece beni dinle.
    Benim manevi engellerime maddi zorluklarım eklendikçe benden uzaklaşmıştın. Bunu bilinçsiz yapmış olduğunu düşünmek istiyorum. Ve asla bunu sana ifade edecek kadar onursuz olamazdım. Benim yaşam şartlarım güçleştikçe senin ki tam aksine iyileşiyordu. Farkında mıydın, değil miydin bilmiyorum ama değişiyordun. Benim sorumluluklarım artıkça ve buna bağlı direncim azaldıkça seni istiyordum yanımda. Oysa sen yeni insanlar, yeni ortamlar içinde kayboluyordun. Gözlerini yeni açmış bir bebek gibi keşfediyordun renkli ışıkları sanki. Oysa aşkın sadece bir kez yaşandığını bilmiyordun. Her geçen gün biraz daha kayıp gittin ellerimden. Zaman tüketiyordu bizi.Ve bitti.

    Şimdi canım çok yandı, içim acıyor diyorsun. Böyle olmamalıydı değil mi? Fiesta yaptığın her an için yandı yüreğim. Bak benim de canımdan küller kaldı. Şimdi bir şeyleri mi değiştirmek istiyorsun? Senin küllerin nerdeee?
    Ses kesilmişti. Müzik sesi gelmeye devam ediyordu. Zeynep içinin parçalandığını hissediyordu. Öylece kalmıştı oturduğu yerde resme bakarak. Şimdi bir gözyaşı belirmişti yaptığı resimde. Nutku tutulmuş, boğazı düğümlenmiş, nefes almakta güçlük çekiyordu.

    Birden ayağa kalkıp hızlı adımlarla odadan çıktı ve kendisini dışarıya attı. Bütün insanlar O'na benziyordu ilk baktığında ama O yoktu. Çılgın gibiydi. Son sözü kulaklarında çınlıyordu.

    - Senin küllerin nerdeee?


    Alıntı..
#07.01.2009 17:06 0 0 0