Beni Hatırıyormusun Baba

Son güncelleme: 16.01.2009 15:52
  • I. BÖLÜM

    1996 yılının sıcak bir eylül akşamıydı. Çınar Bingöl' ün Genç ilçesinde askerliğini yapmaktaydı. Bulunduğu askeri birim ilçenin tek caddesi üzerinde yol kenarındaydı. Yanında duvarları kurşun izleriyle dolu bir camii, sağ çaprazında bahçeli bir ev, önünde boş bir alan ve akabinde bir okul, okulun arkasında genelde çatışmaların olduğu kırsal alan ve tepeler vardı.

    Günlük rutin işler ile birlikte zaten sınırlı sayıda olan diğer asker arkadaşları gibi zamanı geldiğinde nöbete gidiyordu. Nöbetler ikişer saatlik bir süreden oluşuyordu ve günde ortalama üç-dört kez geliyordu. Bu da bir günün ortalama sekiz saatinin nöbette geçmesi anlamına geliyordu.

    Tarih ve mekan ilişkisini düşününce Çınar' ın askerlik yaptığı koşulların hassas ve zor olduğu kolaylıkla anlaşılabiliniyordu. Günlük işler, nöbetler, istisnasız ne şart olursa olsun gece 24.00 a kadar hazır kıta durumu (uyumama) , iki- üç günde bir çıkan çatışmalar nedeniyle gece geç saatlere kadar mevzilerde bekleme ve bütün bunların insan üzerindeki olumsuz etkiler...

    Çınar yirmidört yaşındaydı. Üç yıl geç başlamıştı askerlik görevine. Okul,iş hayatı derken tecil etmek zorunda kalmıştı. Nihayet kız arkadaşının ısrarıyla görevine başlamış ve çeşitli maceralardan sonra ülkenin o zamanlardaki en tehlikeli yerlerden biri olan bulunduğu bölgeye nakledilmişti.
    Başlayalı yaklaşık bir yıl olmuştu ve çeşitli deneyimler kazanmıştı.Yaşanan çatışmalar, silah sesleri ekmek yemek kadar doğal şeylerdi. Ve ateşli bir silahtan çıkan sesten ne tür bir silah kullanıldığını anlayabiliyordu. Ordaki stratejik ortam sebebiyle askerlerin yanlarından asla ayırmamaları gereken üç şey vardı. Birincisi silahları, ikincisi içi mermi dolu şarjörlerin bulunduğu hücum yeleği ve üçüncüsü de miğferleriydi.Bunlarla bütünleşmiş bir hayat sürüyorlardı. Onlarla yatıp onlarla kalkıyorlardı.

    On dakika sonra yine 22.00 - 24.00 nöbetini devralacaktı arkadaşından. Hazırlandı ve doldur-boşalt istasyonundaki rutin silah kontrolünden sonra nöbetine çıktı.
    Orda caddeden geçen insanların çoğunda silah vardı. Bunların çoğu da benzer kıyafetlerle dolaşırdı. O yüzden elinde silah olan birinin polis, asker, korucu, terörist olma ihtimali eşitti.
    Nöbetle birlikte düşüncelere dalmıştı Çınar. Ailesini düşünüyordu. Zaman zaman belirli aralıklarla annesi ve kardeşleriyle görüşüyordu telefonda ama uzun zamandan beri babası ile görüşememişti.Askerlik görevine başladığı ilk zamanlarda bir kez görüşmüş ondan sonra görüşememişti. Bir tuhaflık sezinliyordu ve fena halde canı sıkılıyordu.
    Farklı bir aile yapıları vardı. Babası ve annesi çeşitli nedenlerden dolayı çoğunlukla ayrı yaşarlardı. Babasının Trabzon ' da başka bir ailesi daha vardı. Sosyolojik, meterolojik ve annesiyle pek geçinemediğinden dolayı zaten yılda en fazla bir veya iki ay görüyordu babasını. Onsekiz yaşında üniversite eğitimi için Diyarbakır' dan ayrılması ile birlikte daha az görüşüyorlardı. Memleketten ayrıldıktan sonra askerlik görevine başlayıncaya kadar geçen zamanda sadece bir kez görüşmüşlerdi ve ne zaman görüşmek istedilerse bir aksilik çıkmıştı. Babasının yaşlı olması ve artık uzun yolculuklara dayanamaması, Çınar' ın çalıştığı yerde fazlaca sorumluluk almış olması ve çok çalışması engeldi görüşmelerine.

    Çocukluğundan beri babasıyla olan iletişimi diğer hiç bir kardeşinin hatta hiç bir baba-oğul ilişkisine benzemediğini düşünüyordu. Aralarında ifadesi zor bir bağ vardı ve bu bağın çok sağlam ve sıcacık olduğunu düşünüyordu. Bu yüzdendir ki çocukluğundan beri çok görmemesine rağmen son on aydır hiç aramamasına içerlemişti. Nöbet boyunca aile yapısını, eksik yaşadıklarını ve yaşayamadıklarını, bunların neden-sonuç ilişkilerini düşünüp durmuş, nöbet bitiminde bir mektup yazmaya karar vermişti.
    Sevgili Babacığım;

    Biliyorsun hiç sıradan biri olmadım. O yüzden klasik selam-sabah sözcüklerini yazmayacağım ama sen anla.

    En son seninle 1991 yılının bir kış ayında görüşmüştük. Ben henüz yükseköğrenimimi bırakmamıştım ve bir fırsat yaratıp Trabzon' a gelmiş bir hafta kalmıştım. Tıpkı çocukluğumda her yıl gelip yaklaşık bir ay kaldığım gibi.

    Babam:

    Bilirsin hiç birimiz sorgulamadık annemle olan iletişimsizliğini. Ve bunun bize yansımasını. Yine sorgulamayacağım. Ama belki bilmek istersin diye düşünüyorum. Senin baba olduğun bir ailedeki yapının biz çocuklar açısından görünen penceresi pek de aydınlık değil. Bunları okumak muhtemelen sana üzüntü ve efkar verecektir ama ben yinede hayatında bir kez olsun bizi kendi penceremizden görmeni ve realitelerimizin farkına varmanı istiyorum. Tüm cesaretimle bu enterteresan yerde ve gecenin bilmem kaçıncı saatinde bunları kaleme aldığıma göre en azından yaşadığımı anlayabilirsin ki aksi bir durum da her zaman olasıdır burda. Şimdi bunu ifade etmemin nedeni ise bunun senin için önemi bir detay olması gerekirken olmadığını anlamış olmamdır ne yazık ki.

    Eminim ki bütün bunları düşünüp değerlendirdiğinde, senin de kendine göre bir takım nedenlerin, açıklamaların vardır. Seni anlıyabiliyordum her zaman. Ama sende bizleri anlamalıydın. Her normal ailede olduğu gibi seni yanımızda görmek isterdim.

    Annem.
    Zavallı kadın.

    Ömrünü bizlere harcadı. Kendini çalışmak ve çocuklara bakmakla yükümlü ve sorumlu bulmuştu birden ve yazgısını kabullenmişti kısa bir sürede. Çok küçüktüm o zamanlar. Bulunduğumuz coğrafyada tek başına bir kadının hem çalışıp hem 4-5 çocuğa bakması, onları yetiştirmesi, büyütmesi, okutması kolay zanaat değildir vesselam. Ama annemin akşam her eve gelişinde sızlanmaları, asabiyet durumu ve bunların biz çocuklara yansıması tahmin edeceğin gibi huzurlu bir ortamda olmadığımızı gösterir.Annemi düşündüğümde çok kızıyordum ona durup dururken huzursuzluk yaratıyor diye. Ama sonradan anladım ki bu koşullar altında yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyordu biz çocukları için. Ve bence mükemmel bir anneydi. Aslında detay örnekler vermeliyim bunu anlayabilmen için ama anlatacağım her örnek farklı trajik bir öykü olur ve benim amacım ajitasyon yapmak değil. Çocukluğumuz ve gençliğimiz eksiklikler ve yalnızlıklar içinde geçti. Ve bu durumun annemim penceresindeki yansıması eminim ki çok daha elzem bir durumdur. Ama sonuçta büyüdük. Hem de erken büyüdük baba. Tıpkı şair Nevzat ÇELİK 'in ' Meraklı Bir Kızla Söyleşi ' şiirinin bir bölümünde söylediği gibi;

    ' Acılar erken büyütüyor bizim ülkenin çocuklarını '

    Hadi bütün bunları anladım da, kafama takıldı şimdi. Son on aydır görüşemiyoruz, aramıyorsun. Ben de arayabilirdim seni ama bu lanet olası yerde, her an çatışmaların, silah seslerinin arasında görev yapan benim değil mi?

    Beni hatırlıyor musun baba?
    Hani çok sevdiğin ve en küçük olan oğlun.
    Hani seni çok seven ve özleyen Çınar...


    II. BÖLÜM

    Bitirmişti sitem dolu, hazin duyguların dile geldiği mektubu. İçini boşaltabilmiş miydi acaba? Yinede çoktu yazmadıkları. Gecenin ikisi olmuş, arka bahçeye çıkmıştı. Derin derin nefesler almış ve sessizce ağlamıştı.

    Günler, haftalar aylar birbirini kovalamıştı mevcut şartlar ve psikolojik durum içinde. Sonunda terhis günü gelmiş ve Diyarbakır' a ailesinin yanına gitmişti. Öğlen vakti oraya vardığında ailesiyle hasret gidermişti. Akşam olunca evde annesi, kızkardeşi ve kendisinden başka kimse kalmamıştı.

    İçini kemiren bir soru vardı ve gurur yapıp annesine sormaktan kaçınmıştı. Çok geçmeden annesi durumu farketmiş olacak ki dönüp Çınar' a sordu.

    -- Oğlum babanı hiç aradın mı? ,
    -- Hayır anne aramadım. En son altı ay evvel bir mektup yazmıştım. Cevap bile gelmedi.
    -- Hımm. Peki oğlum.
    -- Neden sordun anne, bir sorun mu var? (Normal durumlarda annesinin soracağı ya da merak edeceği bir konu değildi bu ve bilmediği bir şeylerin olduğunu sezinliyor, sıkıntılanıyordu
    -- Hiç oğlum. Öylesine sordum. Ama bir ara istersen.
    -- Peki anne.

    Çınar' ın boğazında bir şeyler düğümleniyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Ahizeyi kaldırıp Trabzon' daki köy evini aradı.

    -- Aloo.
    -- İyi akşamlar Evin Ana. Ben Çınar. Nasılsın, iyimisin?
    --Uyy... Çınar uşağum, iyiyum yavrum. Sen nasılsın, bitti mi askerluğun?
    --İyiyim anneciğim. Evet askerliğimi bitirdim çok şükür. Şimdi Diyarbakır' da evdeyim. Sizleri merak ettim bir arayayım dedim.
    -- İyi ettun uşağum. (Karşısındaki ses titrek titrekti
    -- Herkes iyi mi anneciğim?

    Kısa bir sessizlikten sonra,
    -- Uşağum emcen oğlu Ahmet burda. Telefonu ona veriyrum. Öpiyrum yanaklarından.
    ' Anne dur, biraz konuşalım seninle, Ahmet abi ile yine konuşuruz sonra ' demeye kalmadan;

    -- Aloo... Çınar merhaba.
    -- Merhaba Ahmet Abi. Nasılsın?
    -- İyiyum. Sen nasılsın Çınar?

    Klasik hal hatır konuşmaları birbirini izledi bir müddet. Çınar' ı ter basmıştı. Daralmıştı. Kelimeler zorlukla çıkıyordu ağzından. Nihayetinde dayanamayarak, soğukkanlılığını toplayıp, içini kemiren o soruyu sordu.

    -- Ahmet Abi babam nerede?

    Sessizlik..................... .................

    Ahize yavaşça ellerinden kayarak düşmüştü. Gözleri dolmuş, göğsü patlamaya hazır bir balon gibi olmuştu. Susakalmıştı. Dünya durmuştu o anda. Zaman durmuştu. Aylarca çatışmalar içinde onca ateşli silahlarla haşır neşir olmuştu, bir kurşunun isabet etse bile teninden geçmeyeceğine inandırmıştı kendini. Oysa şimdi beyninde uçuşan düşünceler birer canas mermisi gibi saplanıyordu böğrüne. Annesi bozmuştu bu kayıp zamanı.

    -- Askerdin oğlum, söyleyemedik sana.
    -- Ne zaman anne? Tam olarak ne zaman?
    -- Altı ay evvel oğlum.

    Başına kaynar sular dökülüyordu sanki. Etinin çekildiğini hissediyordu. Tarifsiz acılar hissediyordu. İlk defa birinci dereceden bir yakınını kaybetmenin şaşkınlığını ve yıkımını yaşıyordu. Ağlayacaktı ama görülmesini istemiyordu tıpkı çocukluğunda olduğu gibi. Usulca ayakkabılarını giyip dışarı attı kendini. Ağır çekim bir zamanda yaşıyormuş gibi zihni bulanıklaşmıştı. Saatlerce tek başına dolaştıktan sonra cebinde bir gün sonrasına alınmış bir Trabzon bileti ile geri dönmüştü eve.

    Yolculuk onaltı saat sürmüştü. Ordaki abilerinden biri karşılamıştı Çınar' ı ve beraber bir minibüse binip köye doğru yol almışlardı. Altı yıl olmuştu görmeyeli bu toprakları. Geçtiği yollarda tek renk olan yeşil hakimiyeti tüm ihtişamı ile cenneti andırıyordu yine. Alabildiğine fındık, mısır ve fasülye tarlaları ortasından geçiyorlardı. Bir saat süren bu yolculuktan sonra köye ulaşmışlardı.Çocukluk zamanlarında, yaz aylarında burda geçirdiği o eğlenceli günleri hatırladı ve gayri ihtiyari bir tebessüm belirdi dudaklarında. Trabzon - Diyarbakır Çocuk Kültür Sentezi. (O zamanlarda kendince ürettiği komik bir oyundu bu
    Köy evine girmişler ve ordaki ailesi ve akrabaları ile kucaklaşmış, bir müddet söyleşmişlerdi. Ama havanın o kasvetli rengi hiç eksilmemişti.

    Aile mezarlığı evin sol tarafında biraz aşağıdaydı. Arazi engebelliydi ve inilmesi kolay değildi. Özellikle tek başına inmişti. Babasının mezarı, dedesi ve amcalarının arasında bir yere yapılmıştı. Mezarın kenarında birsaat kadar oturmuş kendi kendine konuşmuştu. Sonra eve dönmüştü. Abisini bir odada yalnız görünce içeri girmiş, bir müddet sessizce karşılıklı oturmuşlardı. Sonra abisi çekmeceden bir mektup ve eski tarihli bir otobüs bileti çıkarmış ve Çınar' a vermişti.

    Çınar mektubu hemen tanımıştı. Altı ay evvel babasına yazdığı sitem dolu mektuptu. Şimdi ne kadar pişmandı bu mektubu yolladığına. İkincisi ise Trabzon - Bingöl arası sefer yapacak bir yolculuk biletiydi. Biletin tarihine bakınca gözleri patlayacak gibi oldu. Şimdi daha iyi anlıyordu. Dudaklarından belli belirsiz bir cümle çıktı.

    -- Özür dilerim baba...
    Not:

    Çınar ' ın babasının vefat tarihi : 24 Eylül 1996
    Çınar' ın babasına yazdığı mektubun köye ulaşma tarihi : 25 Eylül 1996
    Babasının Çınar' ı görmek için aldığı Bingöl biletinin tarihi : 25 Eylül 1996
#16.01.2009 15:52 0 0 0