Nebe Suresi Tefsiri

Son güncelleme: 17.01.2009 22:45
  • NEBE SÛRESİ


    Mekke'de inmiştir, 40 ayettir.

    Takdim


    Nebe' (Amme) sûresi Mekke'de inmiştir. Bu sûre de kıyamet, öldükten sonra dirilme ve haşr hakkında önemli haber verildiği için buna Nebe' sûresi denir. Sûrenin ana konusu, müşriklerin öteden beri inkâr ede geldikleri "öldükten sonra dirilme" inancını isbat hakkındadır.
    Bu mübarek sûre, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve hesaptan haber vererek başlar. Bu konu, Mekke kâfirlerinden birçoğunun zihnini meşgul etmiş ve sonunda bu konuyu tasdik edenler ve yalanlayanlar olarak iki kısma ayrılmışlardır: "Birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberi mi?..."
    Daha sonra sûre, Alemlerin Rabbinin kudretini gösteren delilleri getirir. Son derece eşsiz ve güzel şeyleri yaratabilen, Allah, insanı öldükten sonra tekrar yaratmaktan âciz kalmaz: "Biz, yeryüzünü bir beşik, dağlan da birer kazık yapmadık mı? Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlendirici kıldık..."
    Bunun ardından sûre, öldükten sonra dirilmeyi anlatır. Onun zamanının sınırlı olduğunu bildirir. O gün, kullar arasında hüküm verme günüdür. Şöyle ki Allah, hesaba çekmek için, öncekileri ve sonrakileri bir araya toplar: "Şüphesiz adaletle hüküm verme günü, belirlenmiş bir zamandır. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz..."
    Bundan sonra sûre, Yüce Allah'ın, kâfirler için hazırlamış olduğu cehennemden ve oradaki zelil edici azap çeşitlerinden bahseder: "Azgınların barınağı olan cehennem de pusuda bekler. Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar."
    Bu mübarek sûre, kâfirlerden sonra takva sahibi mü'minlerden ve Yüce Allah'ın onlar için hazırlamış olduğu çeşitli nimetlerden bahseder. Bunları Kur'ân'm korkutmayı ve teşviki beraber yapan üslubu ile açıklar: "Şüphesiz takva sahipleri için kurtuluşa erme zamanı yeri ve orada bahçeler, üzüm bağlan, göğüsleri tomurcuklanmış akran kızlar ve içki dolu kâse*ler vardır".
    Bu mübarek sûre, kıyamet gününün dehşetini anlatarak sona erer. Şöyle ki, o gün kâfir, toprak olup da haşr edilmemeyi ve sorguya çekilmemeyi ister: "Biz, pek yakında gelecek bir azap ile sizi uyardık. Kişi, iki eliyle yaptıklannı o gün görecektir. Kâfir de, keşke toprak olsaydım, diyecektir".[1]

    Bismillâhirrahmânirrahîm
    1. Birbirlerine hangi şeyden soruyorlar?
    2. Büyük haberden mi?
    3. Ki onlar onda ayrılığa düşmüşlerdir.
    4. Hayır! Anlayacaklar!
    5. Yine hayır! Onlar (hakikati) anlayacaklar!
    6, 7. Biz, yeryüzünü bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı?
    8. Evet sizi çift çift yarattık.
    9. Uykunuzu bir dinlenme kıldık.
    10. Geceyi bir örtü eyledik.
    11. Gündüzü de geçimi kazanma zamanı yaptık.
    12. Üstünüzde yedi sağlam gökyüzü bina ettik.
    13. (Oraya) parlak kandiller astık.
    14, 15, 16. Size tohumlar, bitkiler; ağaçlan sarmaş dolaş olmuş bağlar ve bahçeler yetiştirmek için üstüste yığılıp sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indir*dik.
    17. Şüphesiz adaletle hüküm verme günü, belirlenmiş bir zamandır,
    18. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz.
    19. O gün gökyüzü açılır ve orada pek çok kapılar oluşur.
    20. Dağlar yürütülür, serap haline gelir.
    21, 22. Azgınların barınağı olacak cehennem de (avını yakalamak için) pusuda bekler.
    23, 24, 25, 26. (Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya da bir içimlik meşrubat tad-mazlar, ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık olarak kaynar bir su ve irin tadarlar.
    27. Çünkü onlar hesabı ummazlardı.
    28. Bizim âyetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.
    29. Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdir.
    30. (Bundan sonra onlara), "Tadın (azabı!) Size azaptan başka bir şeyi çoğaltmayacağız!" denilir.
    31, 32, 33, 34. Şüphesiz takvâlı kişiler için kurtuIuşa erme zamanı ve bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır.
    35, 36, 37. Rabbinden bir mükâfaat, bir hediye, bir hesap görme olarak cennette onlar ne boş bir lakırdı ne de birbirlerine karşı yalan işitirler. O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmandır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değillerdir (buna güçleri de yetmez).
    38. Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahmân'ın izin verdiklerinden başka orada bulunanlar
    hiç konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.
    39. İşte o, hak gündür. O halde dileyen Rabbine varan bir yol edinsin.
    40. Biz, pek yakında gelecek bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden ne yapmışsa onu görecek ve kâfir "Keşke toprak olsaydım!" diyecektir.


    Kelimelerin İzahı


    Sebt, lügatte, kesmek demektir. Gece iş yapmayı ve hareketi kestiği için ona "sübât" denişmiştir.
    Vehhâc yanan, parlayan manasınadır. Ateş parladığmda derler. Vehhâc, onların bu sözlerinden alınmıştır.
    Seccâc, şiddetli dökülen demektir. Bir şey çokça aktığında râ denir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Haccın en üstünü lebbeyk diyerek sesi yükseltmek ve kurban keserek kan akıtmaktır"[2]
    Kevâib, memesi belirmeye başlamış ve biraz kabararak yuvarlaklaşmış kız demektir.
    Dihâk, dolu manasınadır. Bir kimse, kâseyi doldurduğunda der. Şâir der ki:
    Amir, kendisini ağırlamamızı isteyerek bize geldi. Biz de onun için kadehdoldurduk.[3]

    Âyetlerin Tefsiri


    1. O inkarcılar birbirlerine hangi şeyden soruyorlar? kelimesinin aslı harfi, harfine idğâm edilmiş ve soru edatı olan nın elifi hazfedilmiştir. Burada maksat sadece "soru" değildir. Maksat durumun büyüklüğünü ve önemini ifade etmektir.[4]
    Müşrikler kendi aralarında, öldükten sonra dirilmeyi birbirlerine soruyorlar; inkâr ve alay maksadıyle hep bu konulardan söz ediyorlardı. Dolayisıyle, olayın önemini, dehşetini ve müşriklerin tutumlarından dolayı muhatapları hayrete düşürmeyi ifade etmek için söz soru şeklinde söylenmiştir.
    Bundan sonra Yüce Allah o önemli olayı anlatmak üzere şöyle buyurdu: [5]

    2. O önemli ve büyük olayı yani öldükten sonra dirilme olayını mı birbirlerine soruyorlar?[6]

    3. Meydana gelip gelmeyeceği hususunda şüpheye düşen ve onu yalanlayıp inkâr eden olarak ikiye ayrıldıkları olayı mı sorup duruyorlar? [7]

    4. Hayır, hayır! O yal ani ayıcı lar öldükten sonra dirilme hakkında birbirlerine soru sormaktan sakınsınlar. Dirilme olayının gerçek bir olay olduğunu ve alay etmelerinin de sonucunu gördükleri zaman işin hakikatini anlayacaklar. [8]

    5. Bu âyet, olayın korkunçluğunu ifade etmek suretiyle önceki tehdidi pekiştirir. Yani, başlarına gelecek olan azap ve cezayı yakında göreceklerdir.
    Bundan sonra Yüce Allah kudretini gösteren delillere işaret etti ki, kâfirlerin inkâr ettiği, öldükten sonra dirilme olayı hakkında aleyhlerine delil getirip onları sustursun. Sanki Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Bu büyük mahlûkâtı vücûda getirmeye gücü yeten ilah, insanları öldükten sonra diriltmeye de gücü yetendir. [9]

    6. içinde oturduğunuz şu yeryüzünü, üzerinde yerleşmeniz ve etrafında dolaşmanız için beşik haline getirmedik mi? Üzerinde yerleşmeniz çeşitli şeyler ekmek suretiyle geniş ovalarından yararlanmanız maksadıyle, yeryüzünü sizin için yatak ve yaygı gibi yapmadık mı? [10]

    7. Sizi sarsmaması için evin direklerle sabit kılındığı gibi,yeryüzünü sabit tutacak dağlan kazıklar gibi yapmadık mı? İbn Cüzey şöyle der: Dağlar yeryüzünün sarsılmasına mâni olduğu için, Yüce Allah onları kazıklara benzetti.[11]

    8. Ey İnsanlar! Sizleri erkek ve dişi diye sınıflara ayırdık ki, cinsî münâsebet ve çoğalma işi düzgün olsun ve yerküresi üzerinde hayat bitmesin. [12]

    9. Uykuyu bedenleriniz için bir dinlendirme vasıtası ve meşguliyetlerinizi kesici kıldık. Uyku sayesinde, gündüzleyin yaptığınız işlerin yorgunluğundan kurtulursunuz. [13]

    10. Geceyi, elbisenin sizi örttüğü gibi, karanlığı ile sizi örten ve kaplayan bir elbise gibi kıldık. Elbise, giyeni örttüğü gibi, gecenin karanlığı da sizi örter. İbn Cüzey şöyle der: Elbise, insan vücudunu gözlerden koruduğu için, Yüce Allah, geceyi elbiselere benzetti.[14]

    11. Gündüzü de geçiminizi sağlamak için bir sebeb kıldık. İhtiyaçlarınızı gidermek için gündüzleyin sağa sola gidersiniz. İbn Kesîr şöyle der: İnsanlar gündüzün geçim, kazanç, ticaret ve diğer şeyleri temin için, sağa-sola gidip gelmek suretiyle dolaşabilmeleri için gündüzü aydınlık kıldık.[15]

    12. Ey İnsanlar! Üzerinizde, sağlam yaratılmış ve eşsiz yapılmış, son derece muhkem ve sağlam yedi gök yaptık. Onlar asırların ve zamanların geçmesinden etkilenmez. Kudretimizle onları yarattık ki, yeryüzüne bir tavan gibi olsunlar. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Biz gökyüzünü, korunmuş bir tavan gibi yaptık"[16] "Göğü kendi ellerimizle biz kurduk. Ve biz onu genişleticiyiz."[17]

    13. Sizin için, aydınlatıcı bir güneş yarattık. Onun ışığı, bütün yeryüzündekiler için parlar ve onları ısıtır. O dâima sıcak ve ısıtıcıdır. Tefsirciler şöyle der: r-lij, Aşırı derecede alevli olduğu için, etrafa kıvılcım ve alev saçan, yanıcı ve çok parlayıcı şey demektir. İbn Abbâs, "Aydınlatan ve ışık saçan şeydir" der.[18]

    14. Yağmur yağdırma zamanı gelmiş olan bulutlardan çok ve kuvvetli akan su indirdik. İbn Cüzey şöyle der: "bulutlar" demektir. Sıkmak mânâsına gelen kelimesinden alınmıştır. Çünkü bulut sıkışır ve ondan su iner.[19] Burada, yağmur yağdırma zamanı gelen bulut, hayız görme zamanı yaklaşan cariyeye benzetilmiştir. [20]

    15. Bu suyla, insan ve hayvanlara gıda olması için, yeryüzünde biten çeşitli hububat ve ekinleri çıkaralım diye onu indirdik. [21]

    16. Ağaçlan ve dalları çok, ağaçlarının birbirine yakınlığı ve dallarının çokluğundan dolayı birbirine girmiş bağ ve bahçeler yetiştirelim diye o suyu indirdik. Yüce Allah, öldükten sonra dirilme ve haşrin mümkün olduğunu gösteren apaçık bir delil olarak, kudretini gösteren bu dokuz delili anlattı. Çünkü bu şeyleri yapabilenin, öldükten sonra diriltmeye ve hayat vermeye de kadirdir. Dolayısıyle Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [22]

    17. Hesaba çekme ve amellerin karşılığını verme, mahlûkât arasında hüküm verme gününün, Yüce Allah'ın ilim ve kazasında belirli ve sınırlı bir zamanı vardır. Ne öne geçer, ne geri kalır: "O gün, bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür. O gün, (mahrukatın) hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu ancak sayılı bir müddete kadar erteledik.[23] Kurtubî şöyle der: Yüce Allah o gün mahlukat arasında hükmedeceği için ona "yevmu'1-fasl" yani "hüküm günü" dendi. Allah o günü, öncekiler ve sonrakiler için muayyen bir zaman kıldı.[24]

    18. Bu hükmetme günü, sûr'a, kabirlerden kalkma üfürüşünün yapıldığı gündür. O zaman, siz hesap ve amellerin karşılığını almak için gurup, gurup zümre zümre gelirsiniz.
    Bundan sonra Yüce Allah, o korkunç günün niteliklerini anlatmak üzere şöyle buyurdu: [25]

    19. O günün dehşetinden gök her taraftan yarılır. Hattâ orada, duvarlardaki kapılar gibi çatlaklar ve gedikler oluşur. Nitekim Yüce Allah, meâlen, "Gök yarıldığı zaman'[26] buyurmuştur. Hâdise kesin olarak meydana geleceği için, Yüce Allah, " yarıldı" şeklinde geçmiş zaman kipini kullandı. [27]

    20. Dağlar yerlerinden sökülüp savrulur. Hattâ bakan, onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir. Bu serap gibidir. Serabı gören su sanır, halbuki o su değildir. Taberî şöyle der: Dağlar savrulduktan sonra, bakan kimsenin gözüne, dağılmış toz duman gibi görünür. Bu seraba benzer ki, serabı gören onu su zanneder, oysa gerçekte o bir hiçtir.[28]

    21. Şüphesiz cehennem, kâfir konuklarını bekleyip gözetler. Onun gözetlemesi, insanın, gaflet anında düşmanını yakalamakiçin gözetlemesine benzer. Tefsirciler şöyle der: kişinin, düşmanını gözetlediği yerdir. Cehennem, alevi ile Allah düşmanlarına azap etmek için gözetler. Üzerinden geçen kâfirleri çekip içine almak için gözetlemektedir. [29]

    22. Cehennem, azgın suçluların dönüp girecekleri evleri ve barınaklarıdır. [30]

    23. Cehennemde, sonsuza kadar, birbirinin ardından gelen asırlarca kalacaklardır.[31] Kurtubî şöyle der: Asırlar devam ettikçe onlar cehennemde kalırlar. Her asır geçtikçe, başka bir asır gelir. Çünkü âhiretin asırları sonsuzdur.[32] Rabî ve Katâde de şöyle derler: Bu asırlar ne sona erer, ne de biter.[33]

    24. Cehennemde ateşin sıcağını onlardan hafifletecek bir soğukluk ve orada susuzluklarını giderecek bir içecek tatmazlar. [34]

    25. Ancak son derece kaynar bir su ve cehennem ehlinin derilerinden akan bir irin tadarlar. [35]

    26. Allah, kötü amellerine uygun olarak onları bu şekilde cezalandırır. [36]

    27. Muhakkak ki onlar hesap ve cezayı beklemiyorlardı. Allah'a kavuşacaklarına da inanmıyorlardı. Dolayısıyle Allah onları bu âdil ceza ile cezalandırır. [37]

    28. Allah'ın, öldükten sonra dirilmenin olacağını gösteren âyetleri ile Kur'ân âyetlerini şiddetle yalanlıyorlardı. [38]

    29. Onları, yaptıklarına karşılık cezalandırmamız için, işlemiş oldukları bütün günah ve suçlan bir kitapta kaydettik. [39]

    30. Ey Kâfirler Topluluğu! Azabı tadın. Yardım istemenize karşılık size, azabınızın üzerine bir azap daha katmaktan başka bir şey yapmayacağız. Tefsirciler şöyle der: Kur'ân-ı Kerim'de, cehennem ehline bu âyetten daha ağır gelen bir âyet yoktur. Çünkü onlar bir azap türüne karşı yardım istedikçe, onlara daha şiddetli bir azap ile karşılık verilir.[40]
    Yüce Allah cehennem ehli bedbahtların durumunu anlattıktan sonra itaatkâr ve mutlu kimselerin durumlarım anlatmak üzere şöyle buyurdu: [41]

    31. Kuşkusuz dünyada Rablerine itaat eden iyi mü'minler için Naîm cennetlerini elde edecek ve cehennem azabından kurtulacakları makamlar ardır.
    Bundan sonra Yüce Allah, o elde edilecek nimetleri açıklamak üzere şöyle buyurdu: [42]

    32. Onlar için, içinde her türlü ağaçlar, çiçekler ve canların istediği çeşit çeşit üzüm bağları bulunan güzel bahçe ve bostanlar vardır. [43]

    33. Onlar için, göğüsleri yeni çıkarak tomurcuk gibi kabarmış bakire ve akran kızlar vardır. İbn Cüzey şöyle der: göğüsleri kabarmış câriye mânâsına gelen kelimesinin çoğludur.[44]

    34. Yine o takva sahibi mü'minler için, içi saf şarap dolu kadehler vardır. Kurtubî şöyle der: ten maksat şaraptır. Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: Sıkılıp saflaştırılarak kadehe doldurulmuş şarap vardır.[45]

    35. Cennette, ne faydasız boş bir lakırdı, ne de yalan söz işitirler. Çünkü cennet, esenlik ve selâmet yurdudur. Orada bulunan her şey bâtıldan ve eksiklikten uzaktır. [46]

    36. Allah amellerine karşılık, kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak, onları bu büyük mükâfaatla ödüllendirir. [47]

    37. Bvı mükâfat, rahmeti her şeyi kapsayan Rahman tarafından verilmiştir. O gun Yüce Allah'ın heybet ve azametinden dolayı, belâyı savma veya azabı kaldırma hususunda, hiç kimse O'nunla konuşamaz. [48]

    38. O korkunç günde, Cebrail ve diğer melekler huşu içinde saf olurlar. Allah'ın kendi*lerine konuşma, şefaat ve doğruyu söyleme izni verdikleri dışında onlardan hiçbir kimse konuşamaz. Sâvî şöyle der: Allah'ın yarattıklarının en üstünü ve Ona en yakın olan melekler, Allah'ın izni olmadan şefaat edemezlerse, diğerleri nasıl şefaat edebilir?![49]

    39. Bu, gerçekleşmesi kesin ve mutlak olan bir gündür, Kim iman edip sâlih amel işleyerek, Rabbine giden bir dönüş yoluna girmek isterse, bunu yapsın. Bu âyette teşvik ve özendirme vardır. [50]

    40. Bu hitap, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyş kâfirlerine dır. Yani, biz sizi, meydana gelmesi yakın olan bir azapla, âhiret azabıyla korkuttuk. Her gelecek yakın olduğu için, Yüce Allah bu azaba "yakın" mânâsına gelen sıfatını verdi. O gün her insan, önceden gönderdiği hayır ve şer olarak ne varsa, hepsini defterinde tesbit edilmiş bulur. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Böylece, yaptıklarını hazır bulmuşlardır"[51] buyurmuştur. Kâfir, yaratlmamış ve mükellef tutulmamış olmayı temennî ederek şöyle der: Keşke toprak olsaydım da, ne hesaba çekilseydim, ne de azab edilsey-dim. Tefsirciler şöyle der: Bu şöyle olalcaktır. Allah kıyamet günü hayvanları hasredeceği zaman, kısas yaparak, boynuzsuz hayvanın hakkım boynuz*ludan alır. Bundan sonra onları "toprak haline getirir. İşte o zaman kâfir, böyle olup ta azap görmemeyi temennî eder. [52]

    Edebî Sanatlar


    Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
    1. "Hayır, yakında bilecekler. Yine hayır! Yakında anlayacaklar" cümlelerinde, tehdit ve korkutma gayesiyle, cümle tekrarlanarak itnâb yapılmıştır.
    2. "O büyük haberi mi?" cümlesinde, daha önce geçen fiilden anlaşıldığı için, aynı fiil burada hazfedilerek îcâz yapılmıştır. "O büyük haberi mi birbirlerine soruyorlar?" demektir.
    3. "Yeryüzünü bir beşik, dağları da kazıklar kılmadık mı?" cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Sözün aslı şöyledir: "Yeryüzünü, uyuyan kimsenin yatak edindiği beşik gibi, dağları da, sütunları sabit tutan kazıklar gibi kıldık" Benzetme edatı (teşbih edatı) ile benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur. "Geceyi bir elbiese kıldık" âyeti de bunun gibidir. Yani, "Geceyi, örtme ve gizleme hususunda bir elbise kıldık" demektir.
    4. "Geceyi bir elbise kıldık" ile, "Gündüzü de kazanma zamanı yaptık" âyetleri arasında güzel bir mukabele vardır. Yüce Allah gecenin karşılığında gündüzü, çalışmanın karşılığında dinlenmeyi zikretti. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
    5. "Gök, kapılar oldu" cümlesinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani, yarılma ve çatlama hususunda kapılar gibi oldu. Teşbîh edatı ile vech-i şebeh zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur;
    6. "Tadın! Size, azaptan başka bir şeyiçoğaltmayacağız" âyetindeki emir, horlama ve küçümseme ifade eder. Aynı zamanda bu âyette, daha fazla kınamak ve horlamak için, III. şahıstan II. şahsa dönüş vardır.
    7. "soğuk" ile " kaynar" arasında tıbâk vardır.
    8. "O gün Ruh (Cebrail) ve melekler ayakta saf olur" âyetinde, husûsî olandan sonra umûmî olan şey zikredilmiştir. Zira Cebrail (a.s.) meleklere dahildir. Burada Cebrail (a.s.)'in kadrinin yüceliğine dikkat çekmek için, o bir kere özel olarak, bir kere de meleklerin içinde zikredilmiştir.
    9. gibi âyet sonlarında seci' murassa' vardır. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
    Yüce Allah'ın yardımı ile "Nebe' Sûresi"nin tefsiri bitti. [53]
#17.01.2009 22:45 0 0 0