Kalem Suresi Tefsiri

Son güncelleme: 03.03.2009 22:39
  • KALEM SURESİ


    Mekke'de inmiştir. 52 âyettir.

    Takdim


    Kalem sûresi Mekke'de inen, iman ve inanç esasları üzerinde duran sûrelerdendir. Bu sûre, şu üç ana konuyu ele alır:
    a- Peygamberlik ve Mekke kâfirlerinin, Hz. Muhammed (a.s.)'in daveti konusunda yaymaya çalıştıkları şüpheler.
    b- Allah'ın nimetlerine karşı nankörlüğün neticesini açıklamak gayesiyle anlatılan "Bahçe sahipleri"nin kıssası
    c- Ahiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri Allah'ın, müslüman ve kâfirler için hazırladığı şeyler.
    Fakat bu mübarek sûrenin üzerinde durduğu ana konu, Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğini isbat konusudur.
    Bu sûre-i celîle, Rasulullah (s.a.v)'m kadrinin yüceliğine, şerefine ve müşriklerin ona yapıştırmak istedikleri -haşa- delilik ithamından uzak olduğuna dair yeminle başlar. Onun yüce ahlâk ve menkıbelerini anlatır: "Nûn, kaleme ve onların yazdıklarına and olsun ki, sen, Rabbinin nimeti sayesinde de deli değilsin. Hiç şüphesiz senin için, bitmeyen bir mükâfaat vardır. Sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin."
    Sonra sûre, kâfirlerin, Rasulullah (s.a.v)'m daveti karşısındaki durumlarını ve Allah'ın onlar için hazırlamış olduğu hesap ve cezayı ele alır: "O halde, yalanlayanlara boyun eğme. Onlar isterler ki, sen yumuşak davra-nasm da, onlar da sana yumuşak davransınlar. Çok yemin eden, aşağılık, hiçbir kimseye itaat etme..."
    Bundan sonra sûre, Mekke kâfirlerinin Yüce Allah'ın kendilerine peygamberlerinin sonuncusunu göndermek suretiyle ihsan ettiği en büyük nimete nankörlük etmeleri ve onu yalanlamaları hususunda, ağaçlı, ekinli ve meyveli bahçe sahiplerinin kıssasını misal getirir. Şöyle ki, bahçe sahipleri Allah'ın nimetine nankörlük etmişler, fakir ve düşkünlerin haklarını vermemişlerdi. Allah da bahçelerini yaktı ve onların kıssasını ibret alacaklar için bir ibret yaptı: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi bunlara da bela verdik. Hani o bahçe sahipleri, sabah olurken, onun mahsullerini devşireceklerine, hiç istisna etmeden yemin etmişlerdi. Fakat onlar daha uykuda iken, Rablerinin katından bir âfet bahçeyi sarıverdi de biçilmiş gibi oldu,"
    Bundan sonra sûre, Kur'ân'ın kullandığı korkutma ve teşvik etmeyi birlikte yapma üslubuna göre, mü'minlerle kâfirleri beraber anlatarak mukayese etti: "Öyle ya, teslimiyet gösterenleri günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?!.."
    Bu mübarek sûre, kıyameti onun sıkıntılı ve dehşetli hallerini ve kâfirlerin bu zor günde durumlarını ele alır. Bu öyle bir gündür ki, kâfirler o gün, Âlemlerin Rabbine secde etmeleri kâfirlerden istenir, fakat bunu yapamazlar:
    "O şiddetine dayanılamayan ve secdeye davet edilip da bunu yapa*madıkları günde"
    Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v)'a, müşriklerin yaptıkları eziyetlere sabretmesini, Yunus (a.s)'un yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesini emrederek sona erer. Yunus (a.s.) kavmini bırakmış ve denizden öteye geçmeye koşmuştu: "Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti..."[1]

    Bismillâhirrahmânirrahîm
    1, 2. Nûn, Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûl'üm), sen Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.
    3. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfaat vardır.
    4.Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.
    5, 6. Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da.
    7. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidâyete erenleri de en iyi bilen O'dur.
    8. O halde, yalanlayanlara boyun eğme!
    9. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.
    10, 11, 12, 13, 14. (Resulüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, dâima kusur arayıp çekiştiren, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecaviz, günaha dalmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine mal ve oğulları vardır diye sakın uyma.
    15. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, o "Öncekilerin masalları!" demiştir.
    16. Biz vakında onun burnuna damga vuracağız.
    17. Biz, vaktiyle "bahçe sahipleri"ne belâ verdiğimiz gibi, bunlara da belâ verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (n mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.
    18. Onlar istisna da etmiyorlardı.
    19, 20. Fakat onlar daha uykudayken Rablerinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de, bahçe kapkara kesildi
    21, 22. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken, "Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsûlünüzün başına gidin!" diye birbirlerine seslendiler.
    23, 24. Derken, "Aman, bugün orada hiçbir fakir yanınıza sokulmasın!" diye birbirlerine seslendiler.
    25. Güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek gayesiyle erkenden yola düştüler.
    26. Fakat bahçeyi gördüklerinde, "Mutlaka yolu*muzu şaşırmış olmalıyız!" dediler.
    27. "Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!"
    28. Ortancaları, "Ben size, Rabbinizi teşbih etmeniz gerekmez mi, diye söylemedim mi?" dedi.
    29. "Rabbimizi teşbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz." dediler.
    30. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar.
    31. (Nihayet) şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.
    32. Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi arzuluyoruz."
    33. İşte azap böyledir. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
    34. Şu da muhakkak ki, takva sahipleri için Rabb-leri katında nimetleri bol cennetler vardır.
    35. Öyle ya, (Allah'a) itaat edenleri, (o) âsîler gibi tutar mıyız hiç?
    36. Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
    37. Yoksa size ait bir kitap var da, onda mı okuyorsunuz?
    38. Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi okuyorsunuz)?!
    39. Yoksa, "Ne hükmederseniz mutlaka sizindir" diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?
    40. Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?
    41. Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi, getirsinler ortaklarını!
    42. O günün şiddetine dayamlamaz ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.
    43. Gözleri düşük bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı.
    44. Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak. Yakında biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırırız.
    45. Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim intikamım çok çetindir!
    46. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
    47. Yahut gaybin bilgisi onların nezdinde de, onlar bunu ordan mı yazıyorlar?
    48. Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.
    49. Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.
    50. Fakat ardından, Rabbi onu seçti ve onu sâlih-lerden kıldı.
    51. O inkâr edenler Kur'an'ı işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâlâ da "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler.
    52. Oysa o Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür.

    Kelimelerin İzahı


    Yazıyorlar. "İlmi kalemle yazdı" mânâsına denir.
    Memnun, kesilen demektir. Bir kimse ipi kestiğinde der.
    katı, kaba, çabucak kötülük yapan demektir. Şiddetle çekmek mânâsına gelen kökünden alınmıştır: " Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin"[2] Cevherî şöyle der: Bir kimse bir adamı tutup şiddetle çektiğinde der.[3]
    Zenîm, bir toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan. Babası tanınmayan evlatlık manasınadır. Şâir şöyle der:
    Babasının kim olduğu bilinmeyen bir nesepsiz. Annesi zina eden, adî soylubir kişi.[4]
    Sârimin, kesenler demektir. "Bir şeyi kesti. Hurma ağacının meyvesini devşirdi" demektir.
    Hard; kasıt ve azim demektir.
    Zeîm, kefil manasınadır.
    Mekzûm, öfke ve keder dolu manasınadır. [5]

    Âyetlerin Tefsiri


    1. Nûn, hurûf-u mukattaadan bir harftir. Kur'ân'm îcâzına dikkat çekmek için söylenmiştir.[6] Yüce Allah, insanların ilim ve bilgileri yazdıkları kaleme yemin etti. Kalem, dilin kardeşidir. Bu, Allah'tan kullarına verilmiş bir nimettir. Yani, Muhammed'in doğruluğuna ve kâfirlerin ona nisbet ettiği beyinsizlik ve delilikten uzak olduğuna dâir, kaleme ve yazanların yazdıklarına yemin ederim. Kaleme ve yazıya yemin edilmesinde, okuma ve yazmanın faziletinin yüceliği ifade edilmiştir. Allah, diğer mahlûkât arasından sadece insana yazma bilgisini verdi ki, içinden geçenleri güzelce açıklayabilsin "İnsana, kalemle öğreten. İnsana, bil-nediklerini öğreten"[7] Kalemin şerefine delil olarak, Allah'ın bu sûrede, yabanların şanını yüceltmek ve âlimlerin kadrini âlî kılmak için kaleme yenin etmesi yeter. Dil ile olduğu gibi, kalemle de açıklama yapılır. İlimlerin ve bilgilerin ayakta durması kalem sayesinde olur. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah'ın âyetinden anlaşılan şudur ki, kalemden makat, kendisiyle yazı yazılan kalem cinsidir. Bu, Yüce Allah'ın insanlığa lutettiği, ilimlerin elde edilmesine vesile olan yazıyı öğretme nimetine insanlığın dikkatini çekmek için yaptığı bir yemindir.[8]

    2. Ey Muhammedi Allah'ın lütfü ve sana peygamberlik ihsan etmesi sayesinde sen deli değilsin. Câhil kâfirlerin dediği gibi deli değilsin. Allah'a hamd olsun sen akıllısın. Kâfirlerin dediği gibi değilsin. Onlar, "Ey, kendisine Kur'ân indirilen! Sen, kesinlikle bir delisin"[9] demişlerdi. İbn Atıyye şöyle der: bu, yeminin cevabıdır, âyeti ise, ara cümlesidir. Nitekim sen, birine: "Sen, Allah'a hamd olsun, faziletli bir kişisin" dersin.[10]

    3. Şüphesiz, Allah'ın davetini tebliğ uğrunda katlanmış olduğun eziyetlerden dolayı, senin için eksilmeyen ve kesilmeyen Dir mükâfaat vardır. [11]

    4. Ey Muhammedi Hiç kuşkusuz sen, çok yüksek bir erbiye ve çok üstün bir ahlâka sahipsin. Allah sende bütün faziletleri ve olgunlukları toplamıştır... Allah'ım! Bu, ne büyük bir şeref. Hiçbir insan onuneviyesine ulaşamamıştır. İzzet sahibi Yüce Allah, Muhammed'i (s.a.v.) bu güzel vasıfla yani "Sen, yüce bir ahlâk üzerinesin" diyerek vasiflamıştır. İlim, hilim, aşırı haya, çok ibadet ve çok cömertlik, sabır, şükür, alçak gönüllük, zühd, merhamet, şefkat, iyi geçinme, edepli olma ve benzeri güzel huy ve hoşa giden davranışlar onun güzel ahlâkmdandır.[12] Şâir ne güzelsöylemiştir:
    Allah seni, övmeye layık olan bir şeyle övdüğünde, insanların övmesinin nedeğeri olur? [13]

    5. Ey Muhammed! Kavmin ve muhaliflerin olan Mekke kâfirlerine azap indiğinde, sen de göreceksin, onlar da görecek. [14]

    6. Hanginiz deliliğe yakalanmış? Onların iftira ettiği gibi sen mi yoksa, inkâr etmeleri ve hidayetten yüz çevirmeleri sebebiyle onlar mı? Kurtubî şöyle der: Meftun, "Şeytan çarpmış deli" demektir. Bu sûrenin büyük bir kısmı Velîd b. Muğîre ile Ebû Cehil hakkında inmiştir. Müşrikler, "Muhammed'in içinde bir şeytan var" diyorlardı." Mecnûn" sözüyle bunu kastediyorlardı. Yüce Allah, "Yarın hangisinin deli olduğunu bilecekler" buyurdu; Yani hangisinin içinde, cin çarpması yüzünden delilik ve akıl karışıklığından meydana gelen şeytan olduğunu bilecekler.[15]

    7. Kuşkusuz !Rabbin Allah, dininden ve hidayet yolundan çıkan bedbahtı bilir. O, hak dine giden yolu bulan, takva sahibini de iyi bilir. Bu, bölüm önceki kısmın sebebini bildirmekte ve vaad ve tehdidi te'kîd etmektedir. Sanki, Yüce Allah şöyle diyor: Gerçekte deli, sen değil, onlardır. Onlar delilerin ta kendileridir. Çünkü akılları var, fakat ondan faydalanmıyorlar, Akıllarını, kendilerini kurtaracak ve mutlu edecek bir yerde kullanmıyorlar. [16]

    8. Peygamberliğini ve Kur'ânpı yalanlayan o sapık ve kâfirlerin reislerine, seni çağırdıkları şeylerde itaat etme. Râzî şöyle der: Mekkelilerin reisleri, Hz. Peygamber (a.s.)'i babalarının dinine çağırdılar. Dolayısıyle Yüce Allah, O'nu onlara itaat etmekten men etti. Bu, Hz. Peygamber (a.s)'in kâfilere şiddetle muhalefet etmesi için, Allah tarafından bir teşvik ve galeyana getirmedir.[17]

    9. Ey Muhammed! Onlar, kendilerine yumuşak davranmanı ve onları memnun etmek için, hoşlanmadıkları bazı şeyleri bırakmanı isterler. Böyle yaparsan sana yumuşak davranacaklarını ve aynı şeyi yapacaklarını söylüyorlar. İbn Cüzeyy şöyle der: Müdâhene lüzumsuz yere yumuşak davranmak ve yağcılık etmektir. Rivayete göre, kâfirler Hz. Peygamber (a.s.)'e, "Sen bizim ilahlarımıza ibadet edersen, elbette biz de senin ilahına ibadet ederiz" dediler ve bunun üzerine bu âyet indi.[18]

    10. Allah'ın yüceliğim hafife alarak, hak ve bâtıl adına çokça yemin eden âdi kâfire asla uyma. [19]

    11. O, ayıplayıp kusur bularak, insanların etini yiyeno, insanların aracını bozmak için aralarında söz taşıyan koğucua uyma. O, bir fitnecidir. Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur: "Hiçbir koğu cennete giremez"[20]

    12. Cimri olup Aİlah yolunda harcamayana, zulüm ve aşkmlık yaparak haddi aşana, çok günahkâr ve suçlu hiç kimseye uyma. âyetlerde sıfatlar, çokluk ifade etmesi için şeklinde nubâlağa kipleri ile gelmiştir. [21]

    13. Kaba, katı kalpli ve anlayışsıza uyma. Yukarda kötü özelliklerden sonra, ayrıca o veled-i zinadır, işte bu onun, en kötü ve çirkin ayıbıdır. O, sahih bir nesebi olmayan soysuz bir veled-i zinâ-lır. Tefsirciler şöyle der: Bu âyetler, Velîd b. Muğîre hakkında inmiştir. Velîd, Kureyş'ten olmayıp onlar arasında bir veled-i zina idi. Daha önce babası bilinmezken, 18 sene sonra babası onu evlatlık edinmiş ve onun nesebini kendine bağlamıştı. Tbn Abbâs der ki: Allah'ın bu adamdan başka, bu ayıplarla tanıttığı birini bilmiyoruz. Allah ona, ebediyyen kendisinden ayrılmayacak bir aybı vermiştir. Habîs meniden habîs çocuk olacağı için Velîd bununla yerilmiştir. Rivayete göre bu âyet inince, Velîd gelip annesine dedi ki: "Muhammed benden dokuz sıfatla bahsetti. Bunların hepsi bende var, biliyorum. Ancak, dokuzuncusunu yani veled-i zina olduğumu bilmiyorum. Bana doğruyu söylemezsen, boynunu kılıçla vururum. Annesi dedi ki: Baban iktidarsız, kadınlarla cinsî münâsebette bulunamayan biriydi. Mal için endişelendim ve kendimi bir çobana teslim ettim. İşte sen, o obanın oğlusun. Bu âyet ininceye kadar onun veled-i zina olduğu bilinmiyordu.[22]

    14. O, mal ve çoluk-çocuk sahibi olduğu için, Kur'ân hakkında söylediklerini söyledi ve Kur'ân'm, öncekilerin efsaneleri olduğunu iddia etti.[23] Nimete karşılık inkâr etmesi ve yalanlaması değil, şükretmesi gerekirdi. [24]

    15. O kâfire Kur'ân âyetleri okunduğunda alaycı bir ifadeyle şöyle der: "Bunlar, öncekilerin hurafeleri ve bâtıl sözleridir. Bunları Muhammed uydurup Allah'a nisbet etmiştir." Yüce Allah onu azapla tehdit ederek şöyle cevap verdi: [25]

    16. Burnunu dağlamak suretiyle, burnu üzerinde, Ölünceye kadar tanınacağı bir alâmet kılacağız. Yüce Allah, onunla alayyollu, burnu yerine kinaye olarak hortumu zikretti. Çünkü hortum, fil ve domuzda bulunur. İnsanın burnu buna benzetilince, bu onu son derece zelil kılıcı ve alçaltıcı olur. Bu insan dudaklarının deve dudaklarıyle, insanın el ve ayaklarının da, deve ve sığır tırnaklarıyla ifade edilmesine benzer. İbn Abbâs şöyle der: Onun burnuna kılıçla vurup yaşadığı sürece, burnu üzerinde kalacak bir alamet yapacağız. Nitekim Bedir savaşında, kılıçla burnuna vurulmuştur.[26] Fahreddin Râzî şöyle der: Yüz, bedenin en değerli yeri, burunda ondan yüksek olduğu için yüzün en değerli yeri olunca, burnu izzet ve gurur yeri yaparak izzet-i nefis mânâsına gelen "enfe" kelimesini ondan türetmişler ve zelil kimse için de " Burnu yerde sürtsün" demişlerdir. Aynı şekilde, son derece zelil ve hor kılma da, hortum üzerine damga vurmakla ifade edilmiştir. Çünkü yüz Üzerinde damga çirkinliktir. Yüzün en değerli yeri üzerinde olursa nasıl olur?![27]
    Bundan sonra Yüce Allah, bahçe sahiplerinin kıssasını ve onların başlarına getirdiği ekin ve meyveleri telef etme belasını anlattı ve bunu Mekke kâfirleri için misal getirmek Üzere şöyle buyurdu: [28]

    17. içinde her türlü meyve bulunan bahçenin sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber'in, davetini yalanlayan Mekke'lileri de açlık ve kıtlıkla imtihan ettik. Bahçe sahiplerini şükretmek ve fakirlere haklarım vermekle yükümlü kıldığımız gibi, Mek-kelileri de nimetlere karşılık Rabblerine şükretmekle yükümlü kıldık. Tefsirciler der ki:
    Müslüman bir adamın, San'â şehri yakınlarında bir bahçesi vardı. Bu bahçede her türlü meyve ekin ve hurma ağaçlan bulunuyordu. Hasat zamanı gelince fakirleri çağırır bahçeden onlara bolca pay verir ve onlara ikram ederdi. Baba Ölünce, üç oğlu onun mirasına kondu. Dediler ki: Aile fertlerimiz çok, mal azdır. Babamızın yaptığı gibi yoksullara vermemiz mümkün değil. Aralarında istişare edip hiçbir fakire herhangi bir şey vermemeye ve gizlice, sabahleyin meyveleri toplamak üzere anlaşıp buna yemin ettiler. Allah da, geceleyin o bahçeye bir ateş gönderdi. Bu ateş ağaçlan yakıp meyveleri telef etti. Sabahleyin bahçelerine gittiler, fakat orada ne bir ağaç, ne de bir meyve görebildiler. Yolu şaşırdıklarını sandılar. Daha sonra anladılar ki, orası kendilerinin bahçesidir. Kötü niyetleri yüzünden, Allah'ın kendilerini cezalandırdığının farkına vardılar. İş işten geçtikten sonra pişman olup tevbe ettiler.[29] Sabahleyin, fakirler onlarm yanlarına gelmeden önce, bahçenin meyvelerini toplamaya yemin ettikleri zaman onları imtihan etmiştik. [30]

    18. Bu işten son derece emin imişler gibi, yemin ettiklende "inşâallâh" demeden yemin ettiler. [31]

    19. Uykuda oldukları için, olup bitenle-n farkına varmadan, Allah'ın azabından bir azap o bahçeye geliverdi.
    der ki: Allah, gökten bahçeye bir ateş gönderdi de onlar uyurken bahçean iv erdi. [32]

    20. Böylece bahçe, kuruduğunda biçilmiş olan ekin hane geldi. İbn Abbâs şöyle der: Siyah kül gibi oluverdi. Günahları yüzünden ahçelerinin faydasından mahrum oldular. [33]

    21. Sabaha vardıklarında, anlaştıkları vakit bahçelerine itmek için birbirlerine seslendiler. [34]

    22. Eğer meyveleri toplayıp devşirmek itiyorsanız, meyvelerinize, ekinlerinize ve üzümlerinize erkenden gidin.[35]

    23. Fakirlerin, farkına varmasından korktukları için izlice konuşarak bahçeye doğru gittiler. Şöyle diyorlardı: [36]

    24. Fakirlerden herhangi birini sakın bugün lahçeye sokmayın ve girmesine imkan vermeyin. [37]

    25. İstediklerini yerine getirebileceklerini sanarak ararlılık ve kudretle gittiler. İbn Abbâs şöyle der: Kudret ve kesin ıir niyetle demektir, Süddî de şöyle der: "Kin ve öfkeyle gittiler." Hasan lasrî ise, "Yoksulluk ve ihtiyaç içinde gittiler" der.[38] İbn Abbâs'ın görüşü I aha açıktır. [39]

    26. Bahçelerini yanmış, güzellik ve parlaklıktan iyahlık ve karalığa dönmüş görünce, "Biz bahçenin yolunu şaşırmışız, bu izim bahçemiz değil" dediler. Ebû Hayyân şöyle der: Bu, bahçeye ilk 'ardıklarmda söyledikleri söz oldu. Oranın kendi bahçeleri olduğuna inana-nadılar ve yolu şaşırdıklarını sandılar. Sonra oranın kendi bahçeleri olduğunu ve Allah tarafından, bahçenin, ürününü yok eden bir azaba uğradıkları-ıı anlayınca dediler ki:[40]

    27. Yolu şaşırmış değiliz. Aksine mahrum edilmişiz. endimize karşı işlediğimiz suçtan dolayı, bahçenin meyve ve gelirindennahrum edildik. [41]

    28. En akıllı ve en iyi görüşe sahip lanları dedi ki: "Allah'a teşbih edip te 'sübhânallah' veya 'inşâallâh' deşeydiniz ya! Ebû Hayyân şöyle der: Akıllı olan, teşvik ettiği teşbihi yapmadıkları için onları uyarıp kınadı. Allah'ı ve onlara verdiği nimeti hatirla-salardı. elbette. Allah'ın emrettiği düşkünlere yardım emrine sarılırlar ve bu hususta babalarının yoluna uyarlardı. Allah'ın zikrinden gafil olup fakirlere vermemeye azmedince, Allah da onlara bela verdi.[42] Râzî şöyle der: Bu topluluk zekâtı vermemeye azmedip mal ve güçlerine aldanınca ortancaları dedi ki: Azap inmeden önce bu günahtan tevbe edin. Bahçenin halini gördüklerinde ilk sözünü onlara hatırlattı. Tevbeye koyuldular. Fakat Basra harap olduktan sonra![43] (Yani iş işten geçtikten sonra) [44]

    29. O zaman dediler ki: Rabbimiz Allah, yaptığı şeylerde zulmetmekten uzaktır. Aksine biz, fakirlerin hakkını vermemekle kendimize zulmedenler olduk. [45]

    30. Birbirlerini kınamaya başladılar. Biri, "Bu görüşü bana sen işaret ettin", öteki de, "Hayır sen bana işaret ettin", bir diğeri ise, "Bizi fakirlikle korkutup mal biriktirmeye teşvik eden sensin" dedi. İşte birbirini kınamanın manası budur.[46]

    31. "Rabbimiz bizi bağışlamazsa mahvolduk, vay halimize. Fakirlere haklarını vermemek ve Allah'a tevvekkül etmemekle âsî ve azgınlar olduk" dediler. Râzî şöyle der: Bu, onların, suçlarını büyük gördüklerini gösterir.[47]

    32. Umulur ki Allah tevbelerimizi ve hatalarımızı itiraf etmemiz sebebiyle bize ondan daha iyisini verir. Biz, Rabbimizin affını umuyor ve onun lütuf ve ihsanını istiyoruz. Yüce Allah bu kıssayı getirdi ki, cimrinin ve zekât vermeyenin varacağı yerin helak olduğunu bize öğretsin. O, malının bir kısmını Allah yolunda vermekten sakınır da dolayısıyla, Allah'ın gazabına uğramakla birlikte ma*lının tümü helak olur. Bunun içindir ki Yüce Allah, bu kıssanın ardından şöyle buyurdu: [48]

    33. Bahçe sahiplerinin başına gelen bu azabın benzeri Kureyş'in de başına gelir. Âhiret azabı ise dünya azabından daha büyük ve şiddetlidir. Keşke bilip anlasalardı. İbn Abbâs şöyle der: Bu, Mekke'lilere getirilmiş bir misaldir. Onlar Bedir savaşına çıktıkları zaman Muhammed (a.s.)'i ve arkadaşlarını öldürmeden, orada içkiler içmeden ve ölülerinin başında şarkıcılar tef çalmadan Mekke'ye dönmeyeceklerine yemin ettiler. Allah, düşündüklerinin aksini meydana getirdi. Kendileri öldürüldü, esir edildi ve bahçenin meyvelerini toplamaya azmederek çıkıp hüsrana uğrayan bahçe sahipleri gibi hezimete uğradılar.[49]
    Yüce Allah, Mekke kâfirlerinin durumunu anlattıktan sonra takva sahibi mü'minlerin durumunu anlatarak şöyle buyurdu: [50]

    34. Takva sahipleri için âhirette bağlar ve bahçeler vardır. Orada halis ve saf nimetten başka bir şey yoktur. Dünyada olduğu gibi o nimetin tadını kaçırıp bulandıracak herhangi bir şey yoktur. [51]

    35. Bu, inkâr ve kınama ifade eden bir sorudur. Yani, itaat eden ile isyan edeni, güzel iş yapan ile suçluyu bir mi tutacağız?! [52]

    36. Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Bu, onların durumuna hayret edildiğini gösterir. Şöyle ki, onlar itaat eden ile isyan edeni, mü'min ile kâfiri bir tutuyorlar. Bu tür bir şeyi akıllı bir kimse yapmaz. [53]

    37. Yanınızda gökten inmiş bir kitap var da onu mu okuyup inceliyorsunuz? [54]

    38. Bu cümle, fiilinin mefûlüdür. Yani, o kitapta, istediğiniz ve arzu ettiğiniz şeylerin sizin için var olduğunu mu okuyorsunuz? Bu, müşriklerin iddia ettiği bâtıl şeyler hususunda onlar için başka bir kınamadır. Zira onlar şöyle demişlerdi: Eğer öldükten sonra dirilme ve ceza varsa, bize dünyada verildiği gibi, orada da, mü'minlere veri*lenlerden daha iyi şeyler verilecektir. Taberî şöyle der: Bu, söyledikleri bâtıl sözlerde ve temenni ettikleri boş kuruntu da o kavim için bir kınama ve azarlamadır.[55]

    39. Yoksa sizin için, tarafımızdan verilmiş kuvvetli ve kıyamet gününe kadar geçerli sözler ve ahitler mi var? Bu, sorunun cevabıdır. Yani, isteyeceğiniz ve hükmedeceğiniz şeylerin sizin için var olduğuna dâir verilmiş bir söz mü var? İbn Kesîr şöyle der: Yani, istediğiniz ve arzu ettiğiniz şeylerin sizin için meydana geleceğine dâir size verilmiş sağlam söz ve ahitler mi var?[56]

    40. Ey Muhammedi O ki birlenen tere sor iddia ettikleri bu şeye hangisi kefildir, hangisi garanti verebilir? Burada kâfirlerle bir tür alay vardır. Çünkü onlar, mantığın reddettiği ve adaletin kabul etmediği, akıl dışı şeylerle hükmediyorlar. [57]

    41. Yoksa onların, bu hususta kendilerine kefil olan ortakları ve sahipleri mi var? İddialarında doğru iseler onları getirsinler. İbn Cüzeyy şöyle der: Bu, kâfirlerin âciz olduklarını ifade eder. Yani, bir şey yapabilecek ortaklarınız varsa, onları getirin de hallerini bir görelim.[58]
    Yüce Allah, kâfirlerin iddialarını boşa çıkardıktan ve beyinsiz olduklarını bildirdikten sonra, şöyle buyurarak âhiret sıkıntı ve belalarım açıkladı: [59]

    42. Ey Muhammedi Kavmine o çetin günü hatırlat. O gün, son derece şiddetli ve sıkıntılı şeyler ortaya çıkar. İbn Abbâs şöyle der: O, sıkıntı ve şiddet günü olan kıyamet günüdür.[60] Kurtubî şöyle der: Bu ifadenin aslı şudur: Ciddî olmak ihtiyacında olduğu bir durumla karşılaşan kimse, paçaları sıvar. Burada, paça ve paçaların sıvanması "sıkıntı" ye-rinde müstear olarak kullanılmıştır.[61] Nitekim şâir şöyle der:
    Savaş şiddetlendi, işi sağlam tutun. Savaşınız ciddileşti, siz de ciddîolunuz. Kâfirler, Alemlerin Rabbine secde etmeyeçağrılırlar, fakat bunu yapamazlar. Çünkü sırtları tek bir saç haline gelir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Her inanan erkek ve kadın Allah'a secde eder. Dünyada riya yaparak ve işitsinler diye secde edenler, kalır. Onlar da secde etmeye çalışırlar, fakat sırtları tek bir saç haline gelir.[62]

    43. Gözleri zelil ve alçalmış haldedir, onları kaldıramazlar. Kendilerini de zillet ve horluk kuşatıp bürür. Oysa onlar, dünyada bedenleri sıhhat ve afiyet içinde iken secdeye davet ediliyorlardı da, secde etmiyorlardı. Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar kulluk için ve mükellefiyetten dolayı secdeye çağrılmazlar. Fakat dünyada secde etmedikleri için, kınamak ve azarlamak maksa-dıyle secdeye çağrılırlar. Sonra Allah onların secde etme güçlerini ellerinden alır, secde etmelerine imkân vermez. Neticede, elleri ve ayakları tutarken secdeye çağrıldıklarında yapmadıklarından dolayı hasret ve pişmanlıkları artar.[63]

    44. Ey Muhammedi Beni ve bu Kur'ân'ı yalanlayanları bırak da, onların kötülüğüne karşı sana yeteyim ve onlardan senin intikamını alayım. İşte bu, en büyük tehdittir. Nimet verip derece derece helak ve yok olmaya götürme usulüyle, onlarıhiç farkına varmadan yakalayacağız. Hasan Basrî şöyle der: Nice kimseler vardır ki, kendisine yapılan övgülere aldanmıştır. Nice kimseler de vardır ki, suçunun örtülmesine aldanmıştır.[64] Râzî de şöyle der: İstidrâc, birini, derece derece, kurtuluşu olmayan bir yere düşünceye kadar indirmektir. Suçlular günah işledikçe Allah onlara yeni bir nimet verir ve onlara, af istemelerini unutturur. İstidrâc, onlara nimet verme yoluyla meydana gelir. Çünkü onlar bunu, Allanın kendilerini mü'minlere üstün kılması şeklinde bir zanna kapılırlar. Oysa gerçekte bu, helaklerinin sebebidir.[65]

    45. Günahları artsın diye, onlara mühlet verip ömürlerini uzatırım. Şüphesiz, Benini kâfirlerden intikamım şiddetli ve çetin olacaktır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Allah zalime mühlet verir. Neticede onu yakaladı mı bir daha bırakmaz. Sonra Rasulullah (s.a.v) şu mealdeki âyeti okudu: "Rabbin, haksızlık eden memleketleri yakaladığında. O'nun yakalayışı işte böyledir. Çünkü O'nıın yakalaması pek elem verici, pek çetindir"[66] Yüce Allah, ihsanda bulunmasına, tuzak şeklinde olduğu için istidrâc adını verdiği gibi, ona "tuzak" adını da verdi. Onlara verilen rızık bolluğu, uzun ömür, beden sağlığı, görünüşte bir ihsan, gerçekte bir bela ve musibettir. Çünkü maksat, bununla onları cezalandırmak ve azap etmektir. [67]

    46. Ey Muhammedi Peygamberlik görevini tebliğe karşılık onlardan mali bir yükümlülük altına girmelerini istiyorsun da, onlar, mallarını harcamak suretiyle girdikleri bu ağır borçlanmadan dolayı mı imandan yüzçeviriyorlar? Bundan maksat, iman etmedikleri için onları kınamaktır. Çünkü Peygamber, onlardan herhangi bir ücret istemez. Hâzin şöyle der: Sen onlardan herhangi bir ücret istiyorsun da, bu mâlî yükümlülükler onlara ağır gelip onları imandan alı mı koyuyor?[68]

    47. İçinde gayba ait bilgiler bulunan Levh-i Mahfuz, onların yanında mı da, onlar kendilerinin mü'mini erden daha iyi olduğunu buradan naklediyorlar? Bunun için mi inkâr ve taşkınlıkta ısrar ediyorlar? Bu inkâr ve kınama yollu bir sorudur. [69]

    48. Ey Muhammed! Eziyetlerine sabret ve sana emrolunan, Rabbinin emirlerini tebliğ görevine devam et. Sızlanma ve acele etme hususunda Yûnus b. Mettâ (a.s) gibi olma. Yûnus (a.s.), kavmi iman etmediği için kızıp onları bırakmış ve denize açılmıştı. Sonra balık onu yutmuş ve basma gelenler gelmişti. Hani o,balığın karnında keder ve öfke dolu bir halde Rabbine şöyle dua etmişti: "Senden başka hiçbir İlah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zâlimlerden oldum'[70]

    49. Allah'ın rahmeti ona yetişmemiş olsaydı, o, yaptığından dolayı kınanmış olarak, dağsız ve ağaçsız geniş bir boşluğa atılacaktı. Fakat Allah tevbe etmeye muvaffak kılarak ona lütuf ta bulundu da kınanmış olarak kalmadı.[71]

    50. Rabbi onu seçip kendine tercih etti ve yakınlarından kıldı. İbn Abbâs der ki: Allah tekrar ona vahyetti ve kavmi hakkında onu şefaatçi kıldı.[72]

    51. Ey Muhammed! Kâfirler sana olan şiddetli düşmanlıklarından dolayı, neredeyse gözleriyle seni devirip helak edecekler. Bu, Arapların, Bana övle bn batktı ki, neredeyse beni yıkacaktı" sözündendir. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyette nazarın, ve tesirinin, Allah'ın izniyle hak olduğuna delil vardır. "Kaderin önüne geçecek bir şey olsaydı, onu göz geçerdi"[73] hadisi de bunu destekler, Onlar, Kur'ân okuduğunu işittiklerinde böyle yapar, kin ve kıskançlıklarının şiddetinden, "Muhammed bir delidir" derler. Yüce Allah onlara cevap olarak şöyle buyurur: [74]

    52. Bu mucize Kur'ân, insanlar ve cinler için bir öğüt ve nasihattan başka bir şey değildir. O halde, kendisine Kur'ân inen kimseye nasıl "deli" denilir.
    Yüce Allah sûreye Peygamberimizin (s.a.v.) yüceliğini anlatarak baş*ladığı gibi, Kur'ân'm yüceliğini anlatarak, bitirdi ki, bidayet ile nihayet, en parlak bir açıklama ve en güzel bir sona ermede birbirlerine uygun düşsün. [75]

    Edebî Sanatlar


    Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;
    1. İkinci harfin farklılığından dolayı, ve kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.
    2. "Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da görecek." Âyetinde tehdit vardır. Korkutma için, mefûl zikredilmemiştir.
    3. Kelimeleri mübalağa sıygalarıdır. ve kelimeleri de böyledir.
    4. "Hortum üzerine damga vuracağız" âyetinde parlak bir istiare vardır. Yüce Allah, "burun" için, müsteâr olarak "hortum" kelimesini kullandı. Hortum aslında filde olur. insanın burnu için müsteâr olarak kullanılması, onu eşsiz bir sanat yapar. Çünkü maksat o insanı küçümsemek ve hafife almaktır.
    5. arasında tıbâk sanatı vardır. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır.
    6. arasında cinâs-i iştikak vardır.
    7. "Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?! Yoksa bir kitabınız var da, onu mu okuyorsunuz?" âyet-leriyle bunlardan sonra gelen cümlelerde kınama ve azarlama vardır.
    8. "Müslümanları kâfirler gibi mi tutacağız?" âyetinde teşbîh-i maklûb vardır. Müşebbehün bih müşebbeh, müşebbeh de müşebbehün bih yapılmıştır. Çünkü aslı şöyledir: " Sevap ve mükâfatta, kâfirleri müslümanlar gibi mi yapacağız?" Daha beliğ ve parlak olması için, teşbih ters çevrilmiştir.
    9. "O gün bacak açılır" cümlesinde parlak ve üstün bir kinaye vardır. Kıyamet gününde büyük olayların meydana gelmesinden ve şiddetin artmasından kinayedir.
    10. âyetlerinde, dizilmiş inci gibi sağlam bir sec'i murassa vardır. Kur'ân'ın bu âyetlerim bir oku. Bu âyetlerin parlaklığını düşün.
    Yüce Allah'ın yardımiyle "Kalem Sûresi"nin tefsiri bitti. [76]
#03.03.2009 22:39 0 0 0