İlk Osmanlı Medreseleri

Son güncelleme: 26.03.2009 15:32
  • İLK OSMANLI MEDRESELERİ*

    Giriş: Osmanlılardan Önce İslâm Dünyasında Medreseler

    Şüphesiz ilk eğitim-öğretim kurumlarından medreselere geçişin en önemli sebebi Şiî ve Bâtınî propogandalarına kuvvet yerine düşünce ile karşılık verme arzusu etkili olmuştur. İslâm aleminde ilk defa medrese yaptıran Türk emirlerinden Nisabur hâkimi Emir Nâsır B. Sebuktekin'dir. Bu zat 1033 tarihinde Nisabur'da kendi adıyla anılan Medrese-i Nâsırî'yi yaptırmış, idamesi için de bir çok vakıf tahsis etmiştir.
    Alparslan ve Melikşah'ın veziri Nizamülmülk ise devlet eliyle ilk düzenli medreseleri Bağdat'da 1066 tarihinde inşa ettirmiştir.
    Büyük Selçuklular dan sonra medrese tesisi bir gelenek haline geldi. Teşkilat ve işleyiş bakımından nizamiyeler örnek alınarak köylere varıncaya kadar her yerde medreseler açıldı.
    Şam ve Musul çevresine hakim olan Atabek'lerden Nureddin Zengî'nin hanefîler için Şam'da kurduğu büyük ve küçük medreseleri, Mısır, Suriye ve Filistin'de hüküm süren Eyyûbî'lerden Sultan Selahaddin'in Kahire'de yaptırdığı medrese anılmaya değer. Yine Melik Zâhir Baybars'ın oğlu el-Melikü's-Said de Şam'da Dâru'l-Atîkî medresesini Hanefî ve Şâfiî fıkhı okutmak üzere tamamlatmıştır.
    Abbasî halifelerinin de medreselerin ortaya çıkmasından sonra memleketlerinde medreseler kurdukları görülmektedir. el-Mustansır'ın tesis ettiği muhtelif medreseler arasında Mustansıriyye Medresesi, Osmanlılar devrinde de aynı maksatla kullanılmıştır.
    Türkistan'da muhtelif devirlerde müteaddit medreseler tesis edilmiştir. Hülâgu'nun annesi Buhârâ'da her biri bin talebeyi barındıran iki büyük medrese inşa ettirmiştir. Timur, Semerkant'ta birçok medrese yaptırmış, Kadı Zâde-i Rûmî ve talebesi Ali Kuşçu gibi Osmanlı medreselerinde aklî ve tecrübî ilimlerin kurulup gelişmesinde etkili olan müderrisler Timur'un torunu Uluğ Bey'in Semerkant'ta kurduğu medreselerde yetişmişlerdir.
    Gerek yapı gerekse teşkilat olarak Büyük Selçuklular'ı örnek alan Anadolu Selçukluları da daha sonra Osmanlılara kaynaklık edecek birçok medrese yapmışlardı. Bunların en eskisi Konya'da II. Kılıçarslan zamanında yapılmış Altun Aba Medresesi'dir. Bundan sonra yine Konya'da Sırçalı Medrese, Karatay Medresesi, Hatuniye; Kayseri'de Sahibiye ve Hacı Kılıç Medreseleri; Sivas'ta Gök Medrese gibi medreseler tesis edilmiştir.
    Anadolu'da kurulan çeşitli Türk Beylikleri de medreseler tesis etmede Selçuklular'ın yolunu izlemişlerdir.

    İlk Osmanlı Medreseleri
    İlk Osmanlı Medreseleri deyince Osmanlı Devleti'nin ilk medresesi olan İznik'te Orhan Gazi Medresesi'nden Sultan II. Murat devrinin sonuna kadar kurulmuş olan medreseler anlaşılır.
    Osmanlı Devletinde daha kuruluş devrinden itibaren başlayan kültür hareketleri çeşitli safhalar geçirmiştir. Türklerin Anadoluya yerleşmesi ile birlikte siyasal gelişmeye paralel olarak kültürel faaliyetlerin de geliştiğini görürüz.
    Osmanlılarda ilk medrese 1330 tarihinde Orhan Bey tarafından o tarihte küçük beyliğin merkezi olan İznik'te yapılmış ve buraya ilk müderris olarak Türk alim ve mütefekkirlerinden Şerefüddin Davud b. Mahmud b. Muhammed el-Kayserî ile Konya'da Siraceddin Urûmî'nin talebesi olan Taceddin Kürdî tayin edilmiştir. Hatipliği de Kara Hoca adında birine verilmiştir. Bununla beraber bazı kaynaklarda ilk Osmanlı Medresesinin İznik'ten önce İzmit'te fethi müteakip yine Orhan Gazi tarafından kurulduğunu, ancak İzmit'in memleket merkezinin uzağında olması sebebiyle fazla şöhret bulmadığı belirtilmektedir. İznik'de ikinci medrese Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından kurulmuştur. Süleyman Paşa da medresesine İznik şehrinde bir bostan, kale içinde bir bağ ve kuyunun gelirini vakıf olarak tahsis etmişti. Orhan Gazi zamanında İznik'te kurulan bir başka medrese ise Mevlana Alaaddin Medresesi'dir.
    İznik medreselerinden başka Osmanlılar diğer şehirlerde de medreseler vücuda getirmişlerdir. Nitekim Orhan Gazi Bursa'nın fethini müteakip burada bulunan şehrin en büyük manastırını medreseye çevirdiği gibi (Manastır Medresesi) ayrıca 1335 de şimdiki Orhan Camii'nin yanında iki medrese daha yaptırmış ve her iki medreseye de vakıflar tahsis etmişti. Öte yandan Bursa'da daha bir çok medrese inşa edildiğini görmekteyiz. Bunlardan Orhan Gazi'nin büyük kumandanlarından Lala Şahin Paşa tarafından, İznik fethinde görülen yararlılığına mükafat olarak kendisine bağışlanan bir çok ganimet malının tutarı ile Bursa'da kurduğu medresesi , I. Murad dönemi medreselerinden Çekirge mevkiinde yer alan Hüdâvendigâr Medresesi, Ulu Cami civarında bulunun Esediye Medresesi, Yıldırım zamanında yapılan Çandarlı Hayrettin Paşa'nın oğlu Ali Paşa Medresesi, Ebû İshak Medresesi, I. Murad'ın hanımı Gül Çiçek Hatun Medresesi, Eyne Bey veya Molla Yegan Medresesi, Eynebey Subaşı Medresesi, Ferhâdiye Medresesi, Molla Fenârî Medresesi, Yıldırım Medresesi, Çelebi Mehmet devrinde Beyazıt Paşa Medresesi, Çelebi Mehmet tarafından kurulan Yeşil Medrese veya Bursa Sultâniyesi, II. Murat devrinde Fazlullah Paşa Medresesi, Karahasan Paşa Medresesi, İsa Bey Medresesi, Sultan II. Murad'ın Muradiye Medreseleri sayılabilir. Bu medreselerin hepsine vakıflar bağlanmak suretiyle varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunlardan özellikle Orhan Gazi'nin Manastır Medresesi, I. Murad'ın Hüdâvendigâr Medresesi, I. Beyazıt'ın Yıldırım Medresesi, Çelebi Sultan Mehmed'in Yeşil Medresesi, Hacı Ivaz Paşa Medresesi ve II. Murad'ın Muradiye Medresesi birinci derecede eğitim ve öğretim kurumları olarak vazife görmüştür.
    Osmanlı sultanları ve devlet adamları Edirne'nin fethini metakip burada da medreseler inşa ettirmişlerdir. Bunlardan Çelebi Mehmet Medresesi (Câmi-i Atik Medresesi) adından da anlaşılacağı üzere, Çelebi Mehmet tarafından eski caminin arkasında 1413 yılında inşa ettirilmiştir. Medreseye Yıldırım Beyazıt zamanında bazı yerlerin gelirleri vakıf oalrak bağlanmıştır. Öte yandan Edirne'de Sultan II. Murad'ın yaptırdığı Dâru'l-Hadis Medresesi ile Üç Şerefeli Saatli Medrese, ilmî derece yönünden önemli bir seviyede olup, bu hususiyetini uzun süre devam ettirmiştir. Bunlardan ayrı olarak Üç Şerefeli Medrese yanında Fatih Sultan Mehmed de Peykler Medresesi ismini taşıyan bir medrese inşa ettirmiştir. Yanyana duran bu iki medrese daha sonra Çifte Medrese olarak anılmış, bunlardan II. Murad'ın medresesine 'eski', Fatih'inkine de 'yeni' medrese adları verilmiştir. Eski medrese derece itibariyle 'Ellili' tabir olunan medreselerden olup müderrislerine 50 akçe yevmiye verilmekteydi. Medresenin toplam 317217 akçe vakfı bulunuyordu.
    Bunlardan ayrı olarak Edirne'de II. Murad zamanında Rumeli Beylerbeyi olan Sinan Bey tarafından yaptırılan Beylerbeyi Medresesi, Kürt Hoca Medresesi, Yıldırım Beyazıt, Fetret Devri, Çelebi Mehmet ve Sultan II. Murad devri devlet ileri gelenlerinden Musa Çelebi'nin lalası Şah Melek b. Şadi Medresesi, Çelebi Mehmet Devri meşâyihinden II. Murad devrinde de yaşamış olan Şeyh Şucâ Medresesi, enderundan yetişerek II. Murad devrinde beylerbeyi olan Saruca Paşa Medresesi ve yine II. Murad tarafından yaptırılan Halebiye Medresesi sayılabilir. Bu medreselerin her birinin de ayrı birer vakfiyesi olup vakıfların gelirleri ile müderrislerin ve diğer medrese mensuplarının maaşları karşılanmaktaydı.
    İznik, Bursa ve Edirne dışında diğer Osmanlı şehirlerinde de medreseler inşa edilmişti. Bunlardan II. Murad devrinde yapılmış olan Umurbey Medresesi, Alaşehir'de Yıldırım Medresesi, Amasya'nın Yıldırım Beyazıt tarafından fethini müteakip burada kurduğu kendi adıyla anılan medresesi, yine Amasya'da Çelebi Mehmet ve II. Murad Medresesi, Yarguç Paşa Medresesi, Balıkesir'de Yıdırım Medresesi, Bergama'da II. Murad zamanında yapılmış Hatip Paşa ve Umurbey Medreseleri, Bolu'da Yıldırım Medresesi, Çorum'da II. Murad Medresesi, Dimetoka'da Oruç Bey Medresesi, Filibe'de II. Murad devrinde Rumeli Beylerbeyi bulunan Kula Şahin Paşa tarafından yaptırılan Medrese, Gelibolu'da II. Murad devri vezirlerinden Saruca Paşa'nın yaptırdığı medrese ile Balaban Paşa ve Mihalıç Hatip Medreseleri, İştip'de Murad Hüdâvendigâr Medresesi, İzmit'de Süleyman Paşa Medresesi ile Kütahya, Malkara, Merzifon, Milas, Mudurnu, Sapanca, Tire, Tokat, Üsküp, Yenişehir'deki medreseler sayılabilir. Bu medreselere ayrıca devlet desteği de sağlanmıştı.

    İlk Osmanlı Medreselerinin Dereceleri
    Osmanlılarda medreseler yaptıkları ilim faaliyetlerine göre derece ve sınıflara ayrılmıştı. Mesela, kuruluşta İznik Medresesi beyliğin birinci derecede medresesi olurken, Bursa'nın fethinden sonra burada yaptırılan Manastır Medresesi I. Murad'ın Çekirge'deki medresesi, Yıldırım Medresesi, Çelebi Mehmed'in Yeşil Medresesi, İznik Medreselerini ikinci plana düşürmüştür. Bursa medreselerinin ehemmiyeti de II. Murad'ın Edirne'ye yaptırdığı Dâru'l-Hadis ve Üç Şerefeli Medreseler'in tesisine kadar devam etmiştir. Edinre külliyesinde yer alan Dâru'l-Hadis, medreselerin en yüksek derecede olanı idi. Hatta İstanbul'da Sahn-ı Seman'ın yapılmasından sonra bile Edirne medreselerinin ehemmiyeti bir müddet daha devam etmiştir.
    II. Murad Edirne'ye ehemmiyet vermekle birlikte Bursa'yı da ihmal etmemiş Muradiye Medreseleri'ni kurmuştur.
    Edirne'de Üç Şerefeli Cami yanındaki Büyük Medrese ile Dâru'l-Hadis o tarihte Osmanlı ülkesindeki medreselerin en üstünde yer alırdı. Tedris ve tahsisatı itibariyle Bursa'daki Çelebi Sultan Mehmed Medresesi ikinci dereceye indi. Üç Şerefeli Medrese müderrisine o tarihe kadar hiç bir müderrise verilmeyen 100 akçe yevmiye verilmiştir. Halbuki İznik Medresesi müderrisinin günlüğü 30, Bursa'daki Sultan Medresesi müderrisinin günlüğü ise 50 akçe idi.
    İlk dönem medreseleri 'yirmili', 'otuzlu', 'kırklı', 'hariç', 'dahil' şeklinde derecelerle anılıyordu.

    İlk Osmanlı Medreselerinin İşleyişi ve Teşkilatı
    Genellikle Anadolu medreseleri birer vakıf müesseseleri olarak kabul edilmişti. Devlet ileri gelenleri, sultanlar, alimler veya kumandanlar bir medrese kurarlar ve bu medreseye ait bir vakfiye tanzim ederek tesislerinin devamlılığını teminat altına alırlardı. Anadolu medreseleri ile ilgili bu kabil vakfiyelerde giderlerin yanında, bu giderleri karşılayacak gelir kaynakları da açık olarak belirtilmişti. Bu bakımdan medreselerde öğretim parasız olup öğrencilerin yiyecek ve yatacak masrafları vakıf gelirlerinden vakfiyelerde gösterildiği şekilde karşılanır, ayrıca kendilerine burs verilirdi.
    Medreselerde ders verme şekli Türkçe olmakla beraber çoğunlukla dini ve Arapça yazılmış eserleri anlama yönünden Arapça üzerinde geniş bir şekilde duruluyordu. Medrese hocalarının ve talebelerinin Arapça'yı iyice öğrendiklerinden şüphe yoktur. Zaten müderrislerin bir çoğu yurt dışında tahsil görmüşler ve hac vesilesiyle Arap memleketlerine giderek oralarda bir kaç sene kalıyorlardı.
    Medresede ders okutan hocaya 'müderris' denildiğini biliyoruz. Müderris olmak medresede okunması gerekli olan dersleri okuyup icâzet almaya bağlıdır. İlk Osmanlı medreselerinde tedris işi ile vazifeli tek bir müderris bulunurdu.
    İlk devir Osmanlı medreselerinde, Selçuklularda olduğu gibi ehl-i sünnet mezheplerinden hanefî fıkhı üzerinde ders verilirdi. Osmanlı medreselerinde baştan itibaren müderrisler hep maaşlı olmuşlardır. Müderrisler için bundan başka, lojman ve özel vakıflar da tahsis edilmekteydi. Maaş yanında müderrislere 'muîd' ve talebelere de yiyecek yardımında bulunulduğu bilinmektedir. Müderrislere günlük maaş yanında daha bir takım yan ödemeler yapılırdı. Bunlar, senelik veya mevsimlik hesabıyla olur ve 'lahmiye', 'bahâriye', 'yaylâkiye' ve 'taamiye' isimlerini alırdı. Nakdî verilen maaş yanında taamiye olarak buğday, arpa ve kışlık yakacak olarak da odun verilirdi.
    Müderrislerle ilgili konulardan biri de müderrislerin tayin ve azil durumlarıdır. İlk devirlerde müderrislerin o medreseyi kuran Padişah veya Paşa tarafından tayin edildiği bilinmektedir. Nitekim, Dâvud-i Kayserî'nin ve onu takip eden müderrislerin tayini bu şekilde olmuştur. Daha sonra müderrislerin tayinleriyle beraber azil durumları da divanlarda görüşülmüştür.
    İlk devirlerde müderrislerin azledilme durumlarına pek rastlanmamakla birlikte işe devamsızlık, şer'î kanunlara aykırı beyanlarda bulunmak ve sözler söylemek gibi fiiller azil sebebi sayılmıştır. Çoğu vakıflarda ise, azil yetkisi vakıf mütevellisine verilmiştir.
    Müderrislerin toplum içinde oldukça itibarlı bir konumları vardı. Vakfiyelerin çoğunda, sonlarındaki şahitler (şuhûdü'l-hâl) kısmında bölgenin kadısı, kazasker ve müderris efendinin isimleri yer alırdı.
    Müderrisler arasında bütün gün öğretim ile meşgul olanlar olduğu gibi, yarım gün ders ile meşgul olanlar ve hatta evinde para ile özel ders veren müderrislere de rastlamak mümkündür. Medreseler, Yıldırım Beyazıt zamanında bir organizasyona tabi tutulduktan sonra müderrisler günde en az dört ders vermekle yükümlü tutuldular. Tedrisat medreselere ve müderrislere göre haftanın en çok üç günü (Salı-Perşembe-Cuma) tatil olmak üzere devam ederdi. Bazı müderrisler ise sadece Cuma günü tatil yapar, sair günlerde öğretime devam ederlerdi.
    İcâzetini alan bir talebe, şayet müderrisinin gözüne girebilmiş ise 'muîd' olarak tayin olunur, muayyen bir müddet muîdlik yaptıktan sonra yine müderrisin referansı ile kendisine bir medrese verilirdi. Medreseye tayinlerinde müderrislere berat verilirdi.
    İlk Osmanlı medreselerinde müderris olanlardan bütün tahsilini Anadoluda tamamlayanlar olduğu gibi, ilk tahsilini burada tamamlayıp diğer yüksek ilimlerden icazet almak üzere İslâm aleminin belli başlı ilim merkezlerine gidenlerin sayıları da bir hayli kabarıktı.
    XIV ve XV. asırlarda Osmanlı uleması Mısır, İran ve Türkistan'a seyahat etmişler ve oradaki alimlerden tahsillerini tamamlamak üzere istifade etmişlerdir. Tefsir, Fıkıh ve Mantık tahsil etmek için genellikle İran ve Mısır'a gidilmiştir. Matematik ilimlerini tahsil etmek için Osmanlı alimleri sonradan Semerkand'a gitmişlerdir.
    Talebeler, ilk Osmanlı medreselerinden başlayarak bütün Osmanlı tarihi boyunca kurulan tesislerin vakfiyelerinde tespit edildiği şekilde burs almış, yiyecek yardımı görmüştür. Tedris işinde ana unsurlardan biri olan talebe, her devirde himaye görmüştür.
    Osmanlılarda ilk devirlerde medreselerde derecelerine göre çeşitli zamanlarda değişik dersler okutulmuştur. Ancak bu derslerin hangileri olduğu hakkında kesin bir bilgi elde edilememektedir. Buna mukabil, diğer İslâm ve Türk devletlerinde okutulmakta veya okutulmuş olan Fıkıh, Hadis, Tefsir, Usul-i Fıkıh türünden dersler (naklî ilimler) ile Mantık, Kelâm, Belâğat, Lügat, Nahiv, Hendese, Hesap, Heyet ve Felsefe gibi dersler (aklî ilimler) okutulduğu biliniyordu. Zira, bu devirde tayin edilen müderrisler aklî ve naklî ilimlere vâkıf kimselerdi.

    Osmanlı Devletindeki İlk Devir İlim Adamları
    Şerefüddin Davud b. Mahmud b. Muhammed el-Kayserî, İznik'te Orhan Gazi Medresesi'nin ilk müderrisi olması hasebiyle Osmanlı devletinde ilk müderris vasfını kazanmıştır. İlk tahsilini Karaman beldesinde yaptıktan sonra Kahire'ye gitmiş ve orada Hadis, Tefsir ve Fıkıh Usûlü ilimlerini okumuştur. Mısır'da ancak bir kaç sene kalmış, Anadolu'ya gelişinde bir müddet Bursa'da ikamet etmiştir. Tasavvuf üzerine geniş bir bilgisi olan Davud-i Kayserî, Muhyiddin İbnu'l-Arabî'nin Fusûsu'l-Hikem isimli meşhur eserine geniş bir şerh yazmış ve bu şerhin başına bir mukaddime eklemiştir. Burada tasavvuf ilminin esaslarını açıklamıştır. 1351 yılında İznik'te vefat etmiş, kabri de burada bulunmaktadır. Hadis, Tefsir, Fıkıh ve Tasavvuf ilimlerine dair 24 eseri vardır.
    Davud-i Kayserî'den sonra İznik'deki Orhan Gazi Medresesi'ne Tâceddîn-i Kürdî ve Alaaddîn Esved müderris olarak atanmışlardır. İznik Medresesi, ilim adamlarından bir başkası Şemseddin Mehmed b. Hamza el-Fenârî, hem tasavvuf, hem de mantık ve diğer aklî ilimlerde söz sahibi idi. Molla Fenârî adıyla şöhret bulmuş olan bu zatın Üveysatü'l-Efkâr ismini taşıyan aklî ilimlere dair bir eseri vardır.
    Diğer bir ilim adamı matematikçi ve astronom Kadızâde-i Rûmî adıyla şöhret bulan Musa Paşa'dır. Kadızâde, aslen Bursa'lı olup burada tahsilini tamamladıktan sonra önce Horasan'a, sonra da Türkistan'a giderek ders görmüş ve Semerkant'da rasathâne müdürlüğüne, daha sonra da Semerkand Medresesi başmüderrisliğine yükselmiştir.
    Fatih'e kadar olan dönemde bunlardan başka tıp alanında Murad b. İshak, Hacı Paşa adıyla meşhur Celâleddin Hızır, Şeyh Cemâleddin Aksarayî, Taceddin İbrahim, Hüsameddin Tokadî ve Mehmed Kadı-i Manyas gibi alimler yetişmiştir.

    Sonuç
    Nizâmülmülk'ün önderlik ettiği Türk tipi medreselerin en çok gelişme gösterdiği yer şüphesiz Türklerin yeni vatanları Anadolu'dur. Orhan Gazi'nin İznik'te yaptırdığı ilk Osmanlı medresesinden itibaren, İznik, Bursa ve Edirne bir ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Bu merkezler dışında Anadolu'da köylere varıncaya kadar çeşitli medreseler inşa edilmiştir. Bu arada ilim bakımından ileri olan İslâm ülkelerinden alimler davet edildiğini görüyoruz. Türklerin ilim adamlarına olan derin hürmetini duyan alimler, Maverâünnehir, İran, Mısır, Suriye ve diğer bölgelerden kalkıp Anadolu'ya gelmişlerdir. İlk devir Osmanlı alimlerinin yetişmesinde bu seyyah alimlerin çok faydası olmuştur. İlk Osmanlı alimlerinin yetişmesinde seyahatler de önemli rol oynamış, bir çok Anadolu'lu Türk çocuğu İslâm aleminin belli başlı ilim merkezlerine giderek oralarda yetişmişler, gelip Anadolu'da açılmakta olan medreselerde müderris olarak tayin olunmuşlardır.
    Mükemmel bir teşkilata ve işleyişe sahip olan ilk Osmanlı medreseleri, tahsis edilen çeşitli vakıflarla devlete hiç yük olmadan eğitim ve öğretim faaliyeterini devam ettirmişlerdir. Bu medreseler aynı zamanda Fatih dönemindeki Sahn-ı Semân Medreselerinin çekirdeğini oluşturmuşlardır.
#26.03.2009 15:32 0 0 0