Fetih Suresi Tefsiri

Son güncelleme: 06.04.2009 21:21
  • FETİH SURESİ


    Medine'de inmiştir. 29 âyettir.

    Takdim


    Bu mübarek sûre Medine'de inmiş olup muamelât, ibâdet, ahlâk ve yönlendirme gibi esas hükümleri ele alan Medine'de inmiş diğer sûreler gibi ahkâm yönüne ağırlık verir.
    Bu mübarek sûre, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber (a.s.) ile müşrikler arasında yapılan Hudeybiye barışını anlatır. Bu barış büyük fetih "Mekke Fethi" için bir başlangıç olmuştur. Mü'minlerin üstünlüğü, zaferi ve hükümranlığı bu fetihle tamamlanmış, insanlar bölük bölük, Allah'ın dinine girmişlerdir: "Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik..."
    Sûre, mü'minlerin cihâdından ve Sahâbe'nin (r.anhum), ölünceye kadar Allah yolunda cihâd edeceklerine dâir Rasulullah (s.a.)'a verdikleri sözden "Bîatu'r-rıdvân"dan söz eder. Bu bîat, şanı yüce bir biattir. Onun içindir ki, Yüce Allah bunu mübarek kıldı, bîatı edenlerden razı oldu ve onu yüce kitabına nurdan satırlarla yazdı: "Andolsun ki, o ağacın altında sana bîat ederlerken, Allah mü'minlerden razı olmuştur."
    Bu sûre, Rasulullah (s.a.v) ile birlikte çıkmayanlardan bahseder. Bunlar kalplerinde hastalık bulunan Bedevilerle, Rasulullah (s.a.v) ve mü'min-ler hakkında kötü zanlarda bulunup onlarla birlikte çıkmayan münafıklardır. Bu âyetler onların sırlarını açığa çıkarmak ve rezil etmek üzere gelmiştir: "Bedevilerden geri kalmış olanlar. Sana diyecekler ki: Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu..."
    Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v)'in Medîne-i Münevvere'de gördüğü ve arkadaşlarına anlattığı rüyadan bahseder. Ashâb (r.anhum) bu rüyaya sevinmiş ve mutlu olmuştu. Bu rüya, Rasulullah (s.a.v)'in, müslümanlarla emniyet ve huzur içersinde Mekke'ye girdiğini gördüğü rüyadır. Bu sâdık rüya gerçekleşmiş ve mü'minler emniyet ve huzur içinde, umre yapmak üzere Mekke'ye girmişlerdir: "Andolsun ki Allah, Resulünün rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, güven içersinde, başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz.."
    Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v)'ı ve onun seçkin ve temiz Ashabını överek sona erer: "Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler..." [1]

    İsmi

    Yüce Allah bu sûrede, mü'minlere Feth-i mübîn'i müjdelediği için buna Fetih Sûresi adı verildi: "Biz sana, apaçık bir fethi ihsan ettik.." [2]

    Fazileti

    Bu mübarek sûre, Rasulullah (s.a.v) Hudeybiye'den döndükten sonra inmiştir. Bu sûre inince Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Andolsun bu gece bana öyle bir sûre indi ki, o bana, dünyadan ve içinde bulunanlardan daha sevimlidir: "Biz sana apaçık bir fetih nasip ettik..."[3]

    Bismillâhirrahmânirrahîm.
    1. Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.
    2. Allah, bunu senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlamak, Sana olan ni'metini tamamlamak, seni doğru bir yola iletmek
    3. Ve sana şanlı bir zaferle yardım etmek için yaptı.
    4. İmanlarına îman katsınlar diye mü'minlerinkalblerine sekînet (güven) indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, hikmet sa*hibidir.
    5. (Bütün bu lütuflar) mü'min erkeklerle mü'minkadınları, içinde ebedî kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
    6. (Bir de bunlar) Allah hakkında kötü zanda bulunanlar münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelsin. Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!
    7. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allahazizdir, hakimdir.
    8, 9. Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. (Ey insanlar!) Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz, O'na yardım edesiniz, O'na saygı göste-resiniz ve sabah akşam O'nu teşbih edesiniz diye böyleyaptık.
    10. Muhakkak ki sana bîat edenler ancak Allah a bîat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
    11. Bedevilerden (seferden) geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile." Onlar kalblerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: Allah size bir zarar gelmesini dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse, O'na karşı sizin için, kim bir şeye sahiptir. Kaldı ki, Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.
    12. Aslında siz Peygamberin ve mü'minlerin ailelerine bir daha asla dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz.
    13. Kim Allah'a ve Resulüne îman etmezse şüphesiz biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışadır.
    14. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
    15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar "Bırakın, biz de arkanıza düşelim" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle asla gelmeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.
    16. Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşmaya çağırılacaksınız. Onlarla savaşırsınız veya müslüman olurlar. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi acıklı bir azaba uğratır.
    17. Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.

    Kelimelerin İzahı

    Sekine, huzur, sükûn ve sebat demektir.
    Sev', keder, üzüntü ve elem manasınadır. Cevheri şöyle der: Bir kimse birini üzdüğünde denir. Mastarı, gelir. Bu, " onu sevindirdi" sözünün zıddıdır. » (üzme), bu mânâda bir isimdir. " hezimet ve şer" manasınadır. ise, üzüntü mânâsına gelen ö kokündendir.[4]
    Ona saygı gösterir, yardım eder ve eziyet görmesine engel olursunuz. Şer'î cezalardan birisi olan "ta'zîr"e de, kötü iş yapmaya engel olduğu için bu isim verilmiştir.
    Bîatı ve ahdi bozdu.
    Bûr, "helak olmuş" demektir. Cevherî şöyle der: Bûr; bozulmuş helak olmuş, kendisinde hiç hayır kalmamış kişi demektir, kelimesinin çoğuludur. " Falanca helak oldu" demektir.[5] Haraç, günah manasınadır. [6]

    Nüzul Sebebi

    İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur; Rasulullah (s.a.v.) Fe*tih yılında Mekke'ye sefere çıkmak isteyince, Medine Bedevileri Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıkmadilar. Halbuki Rasulullah (s.a.v) Kureyş'ten çekinerek, onların da kendisiyle birlikte sefere çıkmalarını istemişti. Rasulullah (s.a.v) umre için ihrama girmiş ve insanların, kendisinin savaş yapmak istemediğini anlamaları için beraberinde kurbanını da sevketmişti. Bedeviler, Rasulullah (s.a.v.)la beraber sefere çıkmadılar ve sebep olarak meşguliyetlerini gösterdiler. Bunun üzerine, "Bedevilerden geri kalmış olanlar, sana diyecekler ki, "Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti. Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile..."[7]

    Âyetlerin Tefsiri

    1. Ey Muhammedi Sana Mekke'nin fethini, apaçık bir fetih olarak nasip ettik. Düşmanlarına karşı, senin lehine apaçık bir fetihle hükmettik. Ayetteki fetihten maksat, Mekke'nin fethidir. Yüce Allah, meydana gelmeden önce, bu fethin olacağını va'detmiştir. Mutlaka gerçekleşeceğini bildirmek için, geçmiş zaman kipini kullanmıştır. Bu vaad, Yüce Allah'tan Peygambere (s.a.v.) ve mü'minlere büyük bir müjdedir. Zemahşerî şöyle der: Bu fetih, Mekke'nin fethidir. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v) Hudey-biye yılında Mekke'den dönerken inmiştir. Bu Rasulullah'a verilmiş bir fetih sözüdür. Yüce Allah'ın verdiği haberler kesin olarak gerçekleşme hususunda, "Meydana gelmiş olay" gibi sayılacağından, izzet sahibi ve noksan sıfatlardan uzak olan Yüce Allah'ın haberleri vermedeki âdeti üzerine burada da geçmiş zaman kipi kullanıldı. Burada, fethin şanının yüceliğini gösteren açık ve büyük delil vardır.[8]

    2. Ey Muhammedi Rabbin, daha iyi olanı yapmamandan dolayı senden meydana gelecek bütün kusurları bağışlamak için bu fethi sana nasip etti. Ebussuûd şöyle der: Daha iyi olanı yapmamasının günah diye isimlendirilmesi, Rasulullah (s.a.v)'in yüce makamına nazarandır.[9] İbn Kesir şöyle der: Bu şekilde bağışlanma, Hz. Peygamber (a.s.)'in hususiyetlerinden olup bunlarda hiç kimse onun gibi olamaz, O bütün işlerinde, ne Öncekilerden ne de sonrakilerden başka hiç kimsenin ulaşamadığı itaat, iyilik ve doğruluk üzeredir. O, dünyada ve âhirette, mutlak olarak insanların en mükemmeli ve efendisidir. Yüce Allah'ın yarattıklarının en itaatkârı olduğu için Allah ona feth-i mübîni müjdelemiş ve onun geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır. Onun içindir ki, burada Rasulullah (s.a.v)'a verilmiş büyük bir şeref vardır.[10] Dini yüceltmek ve onun ışığını yükseltmek suretiyle sana olan nimetini tamamlamak, ve senm içm gönderdiği yüce din ile, seni, Naîm cennetlerine götüren dosdoğru yola iletmek için bunu yaptı. [11]

    3. Ve bunu, düşmanlarına karşı, sana güçlü ve sağlam bir zafer nasip etmek için yaptı. Bu zaferde izzet ve üstünlük vardır. Bu zafer sana, hem dünya hem de âhiret üstülüğünü kazandıracaktır. [12]

    4. O Yüce Allah, mü'minlerin kalplerinde huzur ve sükûn verendir. İnancın ve gaybı pek iyi bilen Allah'a tevekkülün kalplerde yerleşmesi suretiyle, kesin inançlarının daha da artması ve tasdiklerinin daha da kuvvetlenmesi için böyle yaptı, Melekler, cinler, hayvanlar ve helak edici gürültüler, zelzeleler, yere batmak, suda boğulmak gibi, göklerin ve yerin bütün orduları Yüce Allah'ındır. Bu ordular sayılamayacak ve mağlup edilemeyecek kadar çoktur. Allah onları dilediğine musallat kılar. İbn Kesir der ki: Eğer Allah onların üzerine bir tek melek gönderse, büyük çoğunluğunu helak ederdi. Fakat o, kullarına cihâdı farz kıldı. Çünkü cihadda kesin bir delil ve derin bir hikmet vardır.[13] Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, "Allah, yarattıklarının hallerini pek iyi bilen ve takdir ve tedbirinde hikmet sahibidir" buyurdu. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah'ın, kalplerine sükûnet indirdiği mü'minlerden maksadı, Hudeybiye'de Mekkelilere karşı savaşmak üzere Resulullah (s.a.)'e bîat eden mü'minlerdir. Bu bîat, Mekkelilerin, müslümanların Mekke'ye girmelerini engellemeleri ve maksadlarına ulaşmadan geri dönmeleri gibi can sıkıcı ve kalpleri kaydırıcı olayların meydana gelmesinden sonra olmuştur. Ancak mü'minlerin bu olaya son derecede kızmalarına, gazaplanmalarına rağmen hiç kimse dinden dönmemiştir. Müslümanlar büyük bir sarsıntı geçirmiş, hattâ Ömer b. Hattâb (r.a.) Resulullah (s.a)'e gelerek ona, "Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin? dedi. Resulullah (s.a) "evet" dedi. Ömer (r.a.), "Düşmanlarımız bâtıl yolda, biz hak yolda değil miyiz?" dedi. Resulullah (s.a), "evet" diye cevap verdi. Ömer (r.a.), "O halde, dinimiz hususunda niçin bu zilleti gösteriyoruz" Bunun üzerine Resulullah (s.a) buyurdu ki,"Şüphesiz ben Allah'ın Resulüyüm, ben O'na âsi değilim. O, benim yardımcımdır"[14]

    5. Allah, cihâdla-rı ve itâatlarından dolayı mü'minleri, içinde cennet nehirleri akan güzel bağlara ve bahçelere soksun diye böyle yaptı. Onlar, cennetlerde ebedî kalacaklardır. Bir de hata ve günahlarını silmesi için bunu yaptı. İşte bu cennetlere sokulma ve günahların bağışlanması Allah katında büyük bir kazanç ve mutluluktur. Bundan daha büyük kazanç olmaz. Çünkü cennet nimetlerinden öteye nimetler yoktur. [15]

    6. Aynı zamanda Rableri hakkında kötü zanda bulunan münafıklarla müşrikleri cezalandırmak için böyle yaptı. Onlar, Yüce Allah'ın, peygamberine ve mü'minlere yardım etmeyeceğini; müşriklerin, tüm müslümanların kökünü keseceklerini sanıyorlardı. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle buyurmuştur: "Bilakis siz, Peygamber ve mü'minlerin bir daha ailelerine dönmeyeceklerini sandınız".[16] Münafıklar, açıkça inkâr eden kâfirlerden daha tehlikeli ve daha zararlı oldukları için Yüce Allah âyette münafıkların cezalandırılacağını önce söyledi. Kurtubî şöyle der: Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye'ye gittiğinde münafıklar onun ve arkadaşlarından herhangi birinin artık Medine'ye geri dönemeyeceğini sanmışlardı.[17] Bu, onlar için bir bedduadır. Yani, düşündükleri kötü şey ve mü'minler için bekledikleri helak ve ölüm başlarına gelsin! İnkarları ve münafıklıkları yüzünden Yüce Allah onlara kızmış ve onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için âhirette alevli bir ateşi yani cehennemi hazırlamıştır. Sapık ve münafıklar için orası dönüp varılacak ne kötü bir yerdir! [18]

    7. Göklerde ve yerdeki ordular Allah'ındır. Bu âyet münafık ve kâfirlerden intikam almak için, önceki âyeti tekid için tekrar zikredildi. Râzî şöyle der: Yüce Allah önceki âyetin lafzını tekrar etti. Çünkü orduların indirilmesi bazen rahmet için bazen de azap için olur. Yüce Allah orduları önce mü'minlere rahmeti bildirmek, ikincisinde ise kâfirlere azabın indirileceğini açıklamak için zikretti.[19] Allah mülk ve saltanatında güçlüdür, yaptığında ve idaresinde hikmet sahibidir. Sâvî şöyle der: Yüce Allah bu âyeti önce, mahlûkâtm yaratılışı ve idaresini açıklarken zikretti ve sonunda " O, bilendir, hikmet sahibidir" buyurdu. Aynı âyeti ikinci kez intikam alacağını anlatırken zikretti ve sonunda " Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." buyurdu.[20] Bu, sonderece güzel bir tertiptir. Çünkü Yüce Allah mü'minlere yardım için rahmet ordularını, kâfirleri helak etmek için de azap ordularını indiriyor.
    Bundan sonra Yüce Allah Resulü Ekrem'ine (s.a.v.) onu peygamberlikle şereflendirdiğini ve bütün insanlara gönderdiğini bildirmek üzere şöyle buyurdu: [21]

    8. Ey Muhammedi Seni kıyamet gününde bütün insanlara bir şahid, mü'minlere cenneti müjdeleyen ve cehennem ateşine karşı, kâfirleri uyarıcı olarak gönderdik. [22]

    9. Ey insanlar! Peygamberi gönderdik ki Rabbinize ve Peygamberinize hakkıyla iman edip şek ve şüphe karişmaksızm kesin bir şekilde manasınız. O Peygambere hürmet ve tazim İle birlikte işini yüce Oltasınız. Rabbinizi de sabah akşam teşbih edesiniz[23] ki kalp her an Allah ile beraber olsun. Bu bölümdeki ilk iki zamir Peygambere (s.a.v.) râcidir. [24]

    10. Ey Muhammedi Hudeybiye'de Allah'ın razı olacağı bir şekilde "Bîatu'r-ndvân" da sana bîat edenler var ya, onlar, gerçekte Allah'a bîat etmişlerdir. Bu, Peygamberi (s.a.v.) şereflendirmeyi ifade eder. Şöyleki Yüce Allah, Peygambere (s.a.v.) yapılan bîatı kendisine yapılmış bîat saymıştır. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Allah adına konuşan bir elçidir. Tefsîrciler şöyle der: Bu Mattan maksat, Hudeybiye'de yapılan "Bîatu'r-rıdvân"dır. O zaman Sâhâbe (r. anhum) Ölünceye kadar savaşacağına dâir Peygambere (s.a.v.) bîat etmişti. Nitekim Buhârî ve Müslim, Seleme b. el-Ekva'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biz ölünceye kadar savaşacağımıza dâir Resulûllah (s.a)'a bîat ettik."[25] Yüce Allah, meâlen, "Allah mü'minlerden razı olmuştur. Çünkü onlar ağacın altında sana bîat ediyorlardı..."[26] buyurduğu için buna "Bîatu'r-ndvân" denilmiştir. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah onlarla beraberdir, sözlerini işitir, yerlerini görür, içlerini ve dışlarını bilir. Yüce Allah'a Resulü vasıtasıyla bîat edilmiştir.[27] Zemahşerî de şöyle der: Yüce Allah, bîat edenlerin elleri üzerinde olan Resûlullah (s.a)'in elinin Allah'ın eli olduğunu kasdediyor. Yani, kim Peygambere (s.a.v.) bîat ederse Allah'a bîat etmiş olur. Bu, Yüce Allah'ın, "Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur"[28] mealindeki sözüne benzer.[29]Kim bîatı bozarsa, onun bozmasının zararı kendi aleyhine olur. Çünkü o Rabbi ile yaptığı ahdi bozması ve O'na verdiği sözden dönmesi sebebiyle kendisine sevabı haram kılmış ve sürekli azaba sokmuştur. ahdini yerine getirirse Allah ona bol sevap, yani iyiler yurdu cenneti verecektir. [30]

    11. Ey Muhammedi Hudeybiye yılında, Medine Bedevilerinden seninle birlikte çıkmayan o münafıklar sana diyecekler ki, mal ve çocuklarımız bizi seninle beraber çıkmaktan alıkoydu. Bizim için Allah'dan bağış dile! Çünkü bizim geri kalıp sefere çıkmamamız, isteyerek değil, bir zaruretten dolayıdır. İbn Cü-zeyy şöyle der: Resulullah (s.a) umre yapmak için Mekke'ye gitmek üzere yola çıktığı zaman bir grup geri kalıp Hudeybiye gazvesine katılmadıklarından dolayı Yüce Allah onlara "geride kalanlar" mânâsına dedi. Ayette geçen dan maksat, çölde yaşayan Bedevi Araplardır. Bunlar Resulullah (s.a)'in Kureyş ve diğer kabilelerden bir çok düşmanla karşılaşacağı kanaatında oldukları için onunla birlikte sefere çıkmayıp geri kalmışlardı: Bunların imanları henüz yerleşmemişti. Resulullah ve mü'minlerin artık bu seferden dönemeyeceklerini sandılar. İşte Yüce Allah bu sûrede, onları rezil etti ve onların yanma varmadan önce söyleyecekleri sözlerini ve gösterecekleri özrü Resulüne bildirdi. Aynı zamanda onların özür dileme hususunda yalancı olduklarım da haber verdi.[31] Onlar, gizlediklerinin aksini söylüyorlar. Bu ise sırf münafıklıktır. Onlar, mazeret gösterme ve mağfiret dileme hususunda yalancıdırlar. Çünkü onlar bunu doğru olduklarından ve tevbe ettiklerinden değil, riya olarak söylediler. Ey Mu-hammed onlara de ki: Allah, size mağlubiyet gibi zarar verecek veya zafer ve ganimet gibi fayda sağlayacak bir şeyin gelmesini isterse onun dilemesi ve hükmünden sizi kim koruyacak? Kurtubî şöyle der: Bu âyet münafıkların görüşlerini reddetmektedir. Zira onlar, Peygamber'le (s.a.v.) birlikte sefere çıkmamanın kendilerinden zararı savacağını ve onlar için çabucak menfaat sağlayacağını sanmışlardı.[32] Hayır, İş sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Bilakis Yüce Allah, kalplerinizdeki yalan ve münafıklıktan haberdardır. [33]

    12. Ey münafıklar! Aslında siz, Muhammed ve Ashabının asla Medine'ye dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sapıklık sizin gönüllerinize güzel gösterildi de, mü'minlerin tamamen öldürülüp yok edileceklerini vehiçbirinin geri dönmeyeceğini zannettiniz. Böylece, Allah katında yok olan ve Allah'ın Öfke ve azabına müstehak bir topluluk oldunuz. [34]

    13. Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v) ile beraber sefere çıkmayanların durumlarını anlatıp onların kötü zanlarını ve bu zannın, sahibini küfre götüreceğini açıkladıktan sonra, genel ifadeler kullanarak onları imana ve tevbeye teşvik etti. Yani, kim ihlas ve sadık imanla, Allah ve Rasulüne iman etmezse bilsin ki, biz, kâfirler için çılgın alevli bir ateş hazırladık. Bu, münafıklara yapılan şiddetli bir tehdittir. [35]

    14. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi yüce olan Allah'ındır. O her şeyde, dilediği gibi tasarrufta bulunur. O, dilediği kuluna merhamet, dilediğine de azap eder. Bu âyet, münafıkların, Rasulullah (s.a.v)'ın kendileri için mağfiret talep edeceğine dâir olan ümitlerini kırmaktadır. Allah, bağışlaması bol, rahmeti çok olandır. [36]

    15. Rasulullah (s.a.v) ile beraber Hudeybiye umresine çıkmayanlar, siz Hayber ganimetlerini almak için gittiğinizde, "Bırakın bizi de, sizinle beraber savaşmak için yanınızda Hayber'e gidelim" diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın, Hudeybiye'ye katılanlar hakkında yaptığı, "Hayber ganimetlerinin sadece onlara verileceği, bu hususta hiç kimsenin onlara ortak olamayacağı"na dâir vaadini bozup değiştirmek isterler. Kurtubî der ki: Yüce Allah, Hudeybiye'ye katılanlar oradan sulh yaparak döndükleri zaman, Mekke fethine bedel olarak onlara Hayber ganimetlerini tahsis etmişti.[37] Onlara de ki: Bizimle gelmeyin. Sizin asla Hayber ganimetlerinden bir payınız olmayacak. Biz Hudeybiye'den dönmeden önce, Yüce Allah şu kesin hükmünü vermiştir: "Hayber ganimeti Hudeybiye'ye katılanların hakkıdır. Bu ganimette, onlardan başkasının bir payı yoktur". Onlar ise, "Hayır, bu Allah'ın hükmü değildir. Aksine siz, bizim size ganimette ortak olmamızı kıskanıyorsunuz" diyecekler. Yüce Allah onlara cevap vermek üzere şöyle buyurdu: Bilakis onlar pek az anlıyorlar. Bu, onların, ganimetlere ve dünya işlerine düşkünlüklerini göstermektedir. [38]

    16. Hudeybiye'yekatılmayan o kimselere de ki: "Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı savaşa çağrılacaksınız" Onlar, Müseylemetu'l-Kezzâb'm kavmi olan Hanîf oğullan yani mürtedlerdir. Yüce Allah, yaptıkları işin kötülüğünü göstermek ve aşırı derecede yermek için onları "katılmayıp geri kalanlar" diye tekrar niteledi. Ya onlarla savaşırsınız veya savaşmadan sizin dininize girerler. Eğer davete icabet eder, onlarla savaşa çıkarsanız, Allah size dünyada ganimet ve zafer, âhırette ise cenneti ihsan eder. Ama' Hudeybiye'ye gidilirken yaptığınız gibi yine geri kalır gitmezseniz, Allah cehennem ateşinde sizi, çok şiddetli ve elem verici bir azaba uğratır. Bundan sonra Yüce Allah, cihâdı terketme hususunda özürlü sayılanları anlatmak üzere şöyle buyurdu: [39]

    17. Hastaya, görülen bu özürlerinden dolayı savaşa gitmeme hususunda bir ve*bal veya günah yoktur. Kim, Allah'ın ve Rasulünün emrine itaat ederse, Allah onu, içinde ebedî kalmak üzere Naîm cennetlerine sokar. Kim de' özürsüz ola" rak savaştan geri kalırsa, Allah onu dünyada rezillik ve âhırette de ateşle,şiddetli bir azaba uğratır. [40]

    18. Andolsun ki o ağacın altında sana bîat ederlerken Allah, mü'minlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş, onlara sekînet indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.
    19. Yine onları elde edecekleri bir çok ganimetlerle de mükâfatlandırdı. Allah üstündür, hikmet sahibidir.
    20. Allah size, elde edeceğiniz bir çok ganimetler va'detmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, mü'minlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin.
    21. Bundan başka sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın kuşattığı ganimetler de vardır. Allah her şeye kadirdir.
    22. Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.
    23. Allah'ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
    24. O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.
    25. Onlar, inkâr eden ve sizin Mescid-i Harâm'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı, (Allah savaşı önlemezdi.) Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri, elem verici bir azaba çarptırırdık.
    26. O zaman inkâr edenler , kalblerine taassubu, Câhiliyyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve mü'minlere sekînet ve güvenini indirdi, onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zâten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.
    27. Andoisun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz emniyet içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.
    28. Bütün dinlerden üstün kılmak için, Peygam-ber'ini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit o-larak Allah yeter.

    29. Muhanımed Allah'ın resulüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah, onlar sebebiyle kafirleri kızdırmak için böyle yaptı. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va'detmiştir.

    Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

    Yüce Allah Önceki âyetlerde, Rasulullah (s.a.v) ile beraber Hudeybiye'ye gitmeyen münafıkların durumlarını açıkladıktan sonra, burada da, Hz Peygamber (a.s)'le "Bîatu'r-rıdvân"ı gerçekleştiren mücâhid mü'minlerin durumlarını anlattı ki, Allah'ın onlardan razı olduğunu kayda geçirsin ve onların övgüye değer iyi işlerini ebedîleştirsin. [41]

    Kelimelerin İzahı

    Sizi galip ve üstün kıldı. Bir kimse bir şeyi yendiğinde denir, onu kazandırdı, demektir.[42]
    Ma'kûf, hapsedilmiş demektir. Bu kelimenin kökündendir.
    Mearra, ayıp ve insanda devamlı bulunan sıkıntı ve meşakkat demektir. "Ayıp" mânâsına gelen kökünden türemiştir. Ayrıldılar.
    Hamiyyet, izzet-i nefis ve şiddetli öfke demektir. Sîmâhum, "alâmetleri" demektir.
    Şat'ehu, "onun filizi" manasınadır. Şat', "Filiz" demektir.
    Cevherî şöyle der: iki, Ekin ve bitkinin filizi manasınadır. Çoğulu gelir.[43]
    Onu kuvvetlendirdi, ona yardım etti ve destekledi, demektir. [44]

    Nüzul Sebebi

    Enes (r.a.)'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Seksen Mekkeli, Rasulullah (s.a.v) ve Ashabına (r. anhum) hainlik yapmak isteğiyle, silahlı olarak Ten'im'den Hz. Peygamber (a.s.)'ın bulunduğu yere indiler. Biz onları esir aldık. Bunun üzerine Yüce Allah, "Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden sizin ellerinizi de onlardan çekendir..." mealindeki âyeti indirdi.[45]

    Âyetlerin Tefsiri

    18. Âyetin başındaki mahzuf bir yeminin cevabının başında gelmiştir. Yani, Ey Muhammedi Andoisun ki Allah, Hudeybiye'de ağacın gölgesinde sana bîat ederek, "Bîatu'r-Rıd-vân"ı gerçekleştirirlerken, o mü'minlerden razı olmuştur. Tefsirciler der ki: Bu bîatın sebebi şudur: Rasulullah (s.a.v.) Hudeybiye'ye ulaşınca, umre içingeldiğini, harp yapmak istemediğini haber vermek üzere, Osman b. Affan'ı (r.a.), Mekkelilere gönderdi. Osman (r.a.), Mekke'ye gidince Mekkeliler onu yanlarında alıkoydular. Rasulullah (s.a.v.)'a, Osman'ın (r.a.) öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.) müslümanlan, harp yaparak Mekke'ye girmek üzere kendisine bîat etmeye çağırdı ve onlar da Ölmeyi kabul ederek ona bîat ettiler. Bu yapılan bîat, "bîatu'r-rıdvân" idi. Bu haber müşriklere ulaşınca onları bir korku sardı ve gelecek yıl gelip Mekke'ye girerek orada üç gün kalmasını teklif ederek Hz. Peygamber (a.s.)'den sulh talebinde bulundular. Bu bîat, Hudeybiye'de 'semure' ağacı altında yapılmış ve buna "Bîatu'r-rıdvân" denilmişti. Müslümanlar üzgün ve kederli olarak geri dönünce, Yüce Allah onları teselli edip kederlerini gidermek istedi ve Rasulü (s.a.v.) Hudeybiye'den döndükten sonra ona bu sûreyi indirdi: "Doğ*rusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik..." Rasulullah (s.a.v.)'a bîat edenler 1400 kişi idi. Bunlar hakkında "Andolsun ki, o ağacın altında sana bîat ederlerken Allah, mü'minlerden razı olmuştur..." mealindeki âyet inmiştir. Bu bîattan, münafıklardan Ced b. Kays dışında kimse dönmedi. Bu bîatta, Rûhu'1-kuds olan Cibrîl-i Emin de bulunmuştu. Onun içindir ki, bu bîat, Kur'an-ı Kerîm'de yazılıp anlatıldı.[46] Yüce Allah, düşmanla harp etmek üzere sana bîat ettikleri zaman, onların kalplerindeki doğruluk ve vefayı bildi, Bîat sırasında onlara huzur ve güven verdi. bu bîat sebebiyle onları, Hayber'in fethiyle ve bu fetih sayesinde elde edilen zafer ve ganimetlerle mükâfaatlandirdı. [47]

    19. Ayrıca onları, Hayber'den elde ettikleri birçok ganimetle de mükafatlandırdı. İbn Kesir der ki: Bu, Yüce Allah'ın mü'minler vasıtasıyle, onlarla düşmanları arasında gerçekleştirdiği bir anlaşmadır. Yüce Allah bu anlaşma sayesinde, Hayber'in fethi, sonra diğer ülke ve bölgelerin fethi dünya ve âhirette elde ettikleri kuvvet, zafer ve şeref gibi genel menfaatler gerçekleştirmiştir.[48] Allah, işinde, üstün yapmasında ve idaresinde hikmet sahibidir. Onun içindir ki, onlara karşı size yardım etti ve onların topraklarını, yurtlarını ve mallarını size ganimet olarak verdi. [49]

    20. Ey mü'minler topluluğu! Allah, cihâdınıza ve sabrınıza karşılık size birçok fetih ve düşmanlarınızdan alacağınız bol ganimetler va'detti. İbn Abbas der ki: Bunlar, kıyamete kadar devam edecek olan ganimetlerdir.[50] Ebû Hayyân da der ki: İslam devletinin sınırları genişledi, müslümanlar sayılamayacak kadar fetihler yaptılar ve birçokganimet elde ettiler. Bu fetihler, Allah'ın va'dini gerçekleştirmek üzere doğuda Hind, batıda Sudan'a kadar ulaşmıştı. Bizim yanımıza, Tekrur bölgesinin Gana krallarından biri gelmişti. Bu kral, Sudan ile mıntıkasında 25 Krallığı fethetmişti. O krallar da bununla beraber müslüman olmuşlar ve onlardan biri bununla birlikte haccetmek üzere bize gelmişti.[51] Yüce Allah ganimetlerini, savaşmadan ve yorulmadan, size hemen verdi. İnsanların ellerinin, kötülükle size uzanmasını engelledi. Tefsirciler şöyle der: Bundan maksat, Hayberlilerle onların müttefikleri olan Esed ve Gatafan kabileleridir. O zaman bu kabileler Hayberlilere yardıma gelmiş, Allah da onların kalplerine korku salmıştı. Ganimetler, Mekke'nin fethi ve Mescid-i Haram'a giriş Hz. Peygamber (a.s.)'in, Allah'tan size haber verdiği hususlarda doğru sözlü olduğunu anlamanız için açık alâmet olsun ve Yüce Allah sizi, cihâdınız ve İhlasınız sebebiyle, Naîm cennetlerine götüren dosdoğru yola iletsin diye böyle yaptı. Fahreddin Râzî şöyle der: Bu âyet, Allah'ın, mü'minlere ihsan ettiği fetih ve ganimetlerin, sevabın tümü olmadığını, aksine mükâfa-atm ilerde, önlerinde olduğuna işaret etmektedir. Bu verilenler, sadece, mü'minlerin yararlanmaları ve onlardan sonraki mü'minler için de bir alâmef "olması için Allah'ın size hemen verdiği ganimetlerdir. Bunlar, Allah'ın va'dinin size ulaştığı gibi onlara da ulaşacağı hususundaki doğruluğuna delalet eden alâmetlerdir.[52]

    21. Size ihsan ettiği başka bir ganimet daha var ki, siz kendi gücünüzle onu alamazdınız. Fakat Allah, lütuf ve keremiyle o fethi yani Mekke'nin fethini size nasip etti. Allah, gücüyle orayı istila etti ve onu size hibe etti. Orası, etrafı kuşatılmış ve sizin için tutulmuş, elinizden kaçırmayacağınız bir yer gibidir.Allah'ın her şeye gücü yeter. Onu hiçbir şey asla âciz bırakamaz. O, dostlarına zafer ihsan etmeye, düşmanlarını yenmeye kadirdir. İbn Kesir der ki: Yani, başka bir ganimet ve belirlenen başka bir fetih var ki, siz onu gerçekleştiremiyordunuz. Fakat Allah onu size kolaylaştırdı ve sizin için onu kuşattı. Çünkü Yüce Allah, takva sahibi kullarına bilmedikleri bir taraftan rızık verir. Bu âyetteki ganimetten maksat Mekke'nin fethidir. Bu, Taberi'nin tercihidir.[53]

    22. Bu, mü'minlere başka bir nimeti hatırlatmaktadır. Yani, sizinle Mekkeliler arasında anlaşma yapılmayıp Mekkeliler size karşı savaşsalardı, mutlaka önünüzde mağlup olup hezimete uğrarlar, karşınızda duramazlardı. Sonra da, korumak ve kollamak üzere işlerini üstlenecek ve onları Allah'ın azabına karşı koruyacak kimse bulamazlardı. [54]

    23. İşte bu Yüce Allah'ın, geçmiş milletler hakkında, kâfirlerin mağlup edileceğine, mü'minlere ise zafer kazandırılacağına dair koyduğu kanunu, âdeti ve uyguladığı usûldür. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, nebileri ve rasulleri için ezeli bir kanun koymuştur. O da, "Allah, elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır" mealindeki âyettir.[55] Yüce Allah'ın kanunu değişmez, bozulmaz. [56]

    24. Yüce Allah kudreti ve iradesiyle. Mekke yakınındaki Hudeybiye'de sizin ellerinizi kâfirlerden çevirdiği gibi, şimdi de Mekke kâfirlerinin ellerini sizden çevirdi. İbn Kesir der ki: Bu, Yüce Allah'ın, mü'min kullarına bir lütfudur. O zaman, müşriklerin ellerini mü'minlerden çevirdi. Dolayısıyle onlardan mü'minlere herhangi bir kötülük gelmedi. Mü'minlerin ellerini de müşriklerden çekti. Böylece Mescid-i Harâm'da onlarla savaşmadılar. Evet, Yüce Allah bu iki gruptan herbirini korumuş ve aralarında barış antlaşması yapmalarını sağlamıştır. Bu anlaşmada mü'minler için büyük bir fayda ve onlar için dünya ve âhirette iyi sonuç vardır.[57] Bu olay, siz onları esir aldıktan ve onlara karşı tam bir üstünlük sağladıktan sonra olmuştur. Celâleyn yazan şöyle der: Bu, şöyle olmuştur: Müşriklerden seksen kişi, mü'minlere vurmak için, Onların karargâhının etrafında dolaştılar. Bunlar mü'minler tarafından yakalanıp Rasulullah (s.a.v)'a getirildiler. Rasulullah (s.a.v.)'da onları affedip serbest bıraktı. Bu olay, barışa vesile oldu.[58] İbn Cüzeyy de şöyle der: Bu olayın sebebinde, şöyle bir rivayet vardır: Kureyş savaşçılarından bir grup, Rasulullah (s.a.v)'m askerlerini vurmak için Hu-deybiye'ye çıkmıştı. Hz. Peygamber (a.s.) onlara karşı, Halid b. Velid komutasında bir grup müslümanı gönderdi. Müslümanlar onları mağlup edip bir grubu esir aldılar ve onları Hz. Peygamber (a.s.)'in yanına getirdiler. Rasulullah (s.a.v) onları serbest bıraktı.[59] İşte, "kâfirlerin ellerini çekmek"ten maksat, bu mağlup ve esir edilmeleridir. "Mü'minlerin ellerini kâfirlerden çekmek" ise, Hz. Peygamber (a.s.)'n onları esirlikten serbest bırakması veöldürülmekten kurtarmasıdır.[60] Yüce Allah, amellerinizi ve durumlarınızı görendir. O, sizin faydanıza olanı bilir. Onun içindir ki, size bir rahmet ve içinde kan dökülmesin diye Beytullah'a hürmet olarak sizin kâfirlerle savaşmanıza engel oldu.
    Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin azap ve helake müstehak olduklarını anlatmak üzere şöyle buyurdu: [61]

    25. Onlar, Allah ve Rasulünü inkâr eden, mü'minleri Hudeybiye yılında, umre ibadetlerini yerine getirmek için Mescid-i Haram'a girmekten alıkoyan zâlim Kureyş kâfirleridir. Aynı zamanda onlar, bekletilen kurbanın, kesileceği yer olan Harem'e ulaşmasını engelleyenlerdir. Âyetteki "hedy"den maksat, Ha-rem-i Şerifin fakirlerinin yemesi için Beytullah'a gönderilen kurbanlıktır. Kurtubî şöyle der: Yani, Kureyş, Hudeybiye yılında, Rasulullah (a.s.)'rn, ar*kadaşlarıyla birlikte umre için ihrama girdiği zaman, müslümanlann Mescid-i Haram'a girmesini engellemiş ve kurbanın, kesileceği yere varmasına mani olmuşlardı. Ancak onlar, bunun doğru olduğuna inanmıyorlardı. Fakat izzet-i nefisleri ve Câhiliyye gururları, onları, dinen doğru olduğuna inanmadıkları bu işi yapmaya şevketti. Dolayısıyle Yüce Allah onları kınadı ve bu sebeble tehdit etti. Açıklama ve vaadiyle, Rasulullah (s.a.v)'a huzur verdi.[62] Eğer Mekke'de müşriklerden korktuğu için imanlarım gizleyen, ve onlara karıştıkları için kendilerini tanıyamadığınız zayıf durumdaki erkek ve kadın mü'minler olmasaydı size Mekke'ye girme izni verirdi. O mü'minlerle savaşmanızı ve iman ettiklerini bilmeden onları öldürmenizi ve bu sebeple size günah ve ayıp gelmesini istemediği için izin vermedi. Ayetteki nın cevabı söylenmemiş olup takdiri: "Mekke'ye girmenize mutlaka izin verir ve sizi müşriklere hâkim kılardı" şeklindedir. Sâvî şöyle der: Cevap söylenmemiş olup, Celaleyn yazarı, "Size mutlaka fetih izni verirdi" şeklinde takdir etmiştir. Yani, bilmeyerek, kâfirler arasında bulunan mü'min insanları helak etmenizi ve onları helak etmeniz yüzünden başınıza hoş olmayan bir şey gelmesini istememiş olsaydı, mutlaka sizin ellerinizi onlardan çeker[63] ve size Mekke'yi fetih izni verirdi. Allah, müşriklerin arasından mü'minleri kurtarması ve onların birçoğunun İslamagirmesi için bunu yaptı. Kurtubî şöyle der: Mekke halkından, müslüman olacağına hükmettiği kimselerin, barış antlaşmasından sonra İslama girmeleri için, Allah size müşriklerle savaş izni vermedi. Ve böyle de oldu. Onlardan birçok kişi İslamı kabul etti ve İslamı güzel yaşadı. Böylece Allah'ın rahmetine ve cennetine girdiler.[64] Eğer mü'nıinler kâfirlerden ayrılmış olsalardı, elbette Allah onlardan kâfir olanları öldürmek, esir etmek ve yurtlarından sürmek suretiyle şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. [65]

    26. O zaman kâfirlerin kalplerine izzet-i nefis ve bâtıl şeylerle kibirlenme duygusu girdi de anlaşma metnine Muhammed, Allah'ın elçisidir" cümlelerinin yazılmasını kabul etmediler. Dediler ki: "Senin Peygamber olduğunu bilsek, sana mutlaka uyarız. Sen kendi adım ve babanın adını yaz"Bu, câhiliyye izzet-i nefsi, gururu ve bağlılığı idi. Allah, Peygamberin ve mü'minlerin kalplerine vakar ve sükunet yerleştirdi. Müşriklere gelen câhiliyye duygulan onlara gelmedi.[66] Allah onlar için, takva kelimesini, şeref ve itibar kazandırma türünden olmak üzere mecbur etti. Bu kelime, kelime-i tevhididir. Bu, cumhurun görüşüdür. Açık olan şudur: "Takva" kelimesinden maksat, onların ihlası, Allah ve Rasulüne itaati ve anlaşma maddeleri yazılırken ihtilaf çıkarmamalarıdır. Bu, görünüşte müslümanların haklarını yok edici idi. Allah mü'minleri Rasulullah (a.s.)'a itaatta sabit kıldı. Bu barış, tamamen müslümanların lehine olmuştur.[67] Bu fazilete, mü'minler Mekke kâfirlerinden daha layıktırlar. Çünkü Allah, onları kendi dini için ve Peygamberine (s.a.v.) Ashâb (r. anhum) olmak üzere seçmiştir. Allah, fazilete layık olanı bilir ve ona çokça hayır verir ve ikramda bulunur.
    Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v)'m gördüğü hak rüyayı haber verdi. Çünkü hak rüya, vahyin bir parçasıdır. [68]

    27. Buradaki mahzuf bir yeminin cevabıdır, ise, kesinlik ifade eder. Yani, Allah'a andolsun ki, Allah, peygamberinin rüyasını sadık kıldı ve onu gerçekleştirdi. Şeytan ona müdahele edememiştir. Çünkü o hak rüyadır. Tefsirciler der ki: Rasulullah (s.a.v) rüyasında, arkadaşlarıyla birlikte Mekke'ye girip Beytullah'ı tavaf ettiğini, bazılarının, saçlarını tıraş ettiğini, bazılarının kısalttığını görmüştü. Bunu arkadaşlarına anlatmış, onlar da sevinmişlerdi. Rasulullah (s.a.v) arkadaşları ile beraber Hudeybiye'ye çıktığı ve müşriklerin, onların Mekke'ye girmesini engellediği zaman aralarında barış yapılınca, münafıklar kuşkuya düşerek şöyle dediler: Allah'a andolsun ki, biz saçımızı ne traş ettik, ne kısalttık, ne de Beytullah'ı gördük. Hani nerede o rüya? O zaman bazı müslümanların kalbine de kuşku düştü. Bunun üzerine, "Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı, mealindeki âyet indi. Yüce Allah, Rasulünün rüyasının hak olduğunu, onun, gördüğü şey hakkında yalan söylemediğini haber verdi. Fakat rüyada, Rasulullah'ın, hicretin 6. yılında Mekke'ye gireceğine dair bir şey yoktu. Allah ona sadece giriş şeklini mücerret olarak gösterdi. Allah bunu Rasulü için, bir sene sonra gerçekleştirmiştir. Şu âyet bunu anlatır: Ey Muhammed! Sen ve arkadaşların, Allah'ın dilemesiyle, mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Sonra da bir kısmınız başını tıraş edecek, bir kısmınız da saçını kısaltacaktır. Oraya hiç korkmadan gireceksiniz. Bu ifadede tekrar yoktur. Çünkü maksat girerken, orada dururken ve çıkarken emin olacaksınız demektir. Yüce Allah, bu barış anlaşmasında sizin bilmediğiniz, yararınıza olan hikmet, hayır ve menfaati bilir. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah burada, o müddet içersinde, takdir ettiği, İslamın zuhurunu kastediyor. Çünkü barış anlaşması yapılıp da savaş ortadan kalkınca insanlar İslama rağbet ettiler. Rasulullah (s.a.v) Hudeybiye seferinde 1400 kişinin başında idi. Bundan iki sene sonra Mekke seferine çıktığında beraberinde "Onbin" kişi vardı.[69] Bundan önce de size yakın bir fethi, yani Hudeybiye barışını nasip etmişti. Bu olay üzerine büyük ve iyi neticeler elde edildiği için, buna "Fetih" denilmiştir. Onun içindir ki Buhârî Berâ (r.a.)'dan şu rivayeti yapmıştır: Siz, "Fetihten maksat, Mekke'nin fethidir" diyorsunuz. Şüphesiz Mekke fethi, bir fetihti. Ancak bize göre fetih, Hudeybiye günü yapılan "Bîatu'r-rıdvân"dır."[70]

    28. O Yüce Allah, Muhammed'i tam, kapsamlı, mükemmel hidayet ve dosdoğru hak din, yani İslam dini ilegönderendir. İslam'ı bütün dinlerden üstün kılmak ve diğer semavî dinlerden daha yüksek tutmak için onu gönderdi, Muhammed'in, Allah'ın rasûlü olduğuna şahit olarak Allah yeter. Bundan sonra Yüce Allah, Rasulullah'm (s.a.v.) Ashabını (r.anhum) güzel bir şekilde övdü ve peygamberinin risaletinin doğruluğuna şahitlik etti: [71]

    29. Muhammed adı verilen bu peygamber, Allah'ın gerçek peygamberidir. O, müşriklerin dediği gibi değildir. Onun seçkin ve değerli arkadaşları, kâfirlere karşı sert; kendi aralarında birbirlerine m e rham etlidirler, Nitekim Yüce Allah, mealen şöyle buyrmuştur: "Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum..'[72] Ebussuud şöyle der: Dinlerine muhalefet edenlere karşı şiddet ve sertlik gösterirler.. Dinlerine muvafakat edenlere karşı da merhametli ve şefkatli davranırlar.[73] Tefsirciler şöyle der: Bu, Yüce Allah, "Onlar sizde bir sertlik bulsunlar"[74] mealindeki âyetle onlara karşı sertliği emrettiği içindir. Onların kâfirlere karşı sertlikleri o dereceye ulaşmıştır ki, kâfirlerin elbiselerinin bile bedenlerine değmesinden sakınırlardı. Halbuki kendilerinden bir din kardeşini görünce onunla tokalaşır ve kucaklaşırdı.
    Ey muhatap! Sen o mü'minleri, çok namaz kıldıkları ve ibadet ettikleri için, rüku ve secdede görürsün. Gece ibâdetle meşgul olurlar, gündüzleyin ise birer aslandırlar, İbadetleriyle, Allah'ın rahmetini ve rızasını ararlar. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, onları, amellerin en hayırlısı oîan namazı çok kılmakla ihlas ve O'nun katında bol sevap bekleme sıfatlarıyle niteledi. Bol sevaptan maksat da, Allah'ın lütuf ve rızasını içine alan cennettir.[75]
    Çok secde etmeleri ve namaz kılmalarından dolayı, onların alâmetleri almlarındadır. Kurtubî şöyle der: Yüzlerinde gece teheccüd namazı kıldıklarının ve uykusuz kaldıklarının alameti görünür. İbn Cüreyc der ki: Alâmetten maksat, vakar ve güzelliktir. Mücâhid de: Bundan maksat, huşu ve tevazudur der. Mansür der ki: Mücâhid'e, Yüce Allah'ın, "Onların alâmetleri yüzlerindedir" mealindeki âyetinden maksat, kişinin iki gözü arasında bulunan iz midir? diye sordum. Hayır, dedi. Bazan, kişinin iki gözü arasında, keçi dizine benzer bir şey bulunur. Hal*buki onun kalbi taştan daha serttir. Fakat mü'minin alâmeti, yüzünde huşûdan meydana gelen bir nurdur.[76] Kâfirlere karşı sertlik, mü'minlere karşı merhametli olma, namazı çok kılma ve secdeyi çok yapma sıfatları, onların Tevrat'taki sıfatlarıdır. İncil'deki sıfatları ise, filiz ve dal çıkaran ekinin sıfatına benzer, Bu onu kuvvetlendirir ve neticede sertleşir. Böylece ekin, kökleri üzerinde dimdik durur. Bn ekin, kuvveti, yoğunluğu ve güzel görünüşüyle çiftçilerin hoşuna gider ve böylece oların çoğalmasıyla kâfirler kızar. Dahhâk şöyle der: Bu, son derece açık bir temsildir. Ekin, Muhammed'dir (s.a.v.). Filiz de Ashabıdır (r. anhum). Onlar az idi, çoğaldılar. Zayıf idiler, kuvvetlendiler. Kurtubî de şöyle der: Bu, Yüce Allah'ın, Peygamber (a.s)'in Ashabı (r.anhum) hakkında getirdiği bir darb-ı meseldir. Yani, onlar az idiler, sonra çoğaldılar. Peygamber (s.a.v) davete başladığında zayıftı. Ashâb (r.anhum) birer birer onun çağrısını kabul etti. Neticede işi sağlamlaştı. Bu, şu ekinin durumuna benzer ki, tohum olarak ekilince zayıfça ortaya çıkar, zamanla kuvvetlenir. Sonunda bitkisi ve filizleri sertleşir. Bu, en doğru temsil ve en parlak bir açıklamadır. Yüce Allah onlara âhirette tam bir bağışlama, büyük mükâfat ve Naîm cennetlerinde güzel nzık va'detti. Ey Allah'ım! Bizi onların sevgisiyle rızıklandır. Ey Alemlerin Rabbi! [77]

    Edebî Sanatlar

    Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
    1. Geçen ile gelecek müjdeleyici ile korkutucu, sabah ile akşamleyin, ahdini bozdu ile sözünde durdu,
    zarar ile fayda, bağışlar ile azap eder, tıraş olanlar" ile kısaltanlar ve sertler ile merhametliler arasında tıbâk vardır.
    2. "Mü'min erkeklerle mü'min kadınları sokması için" ile " Münafık erkeklerle münafık kadınları cezalandırması için" âyetleri arasında mukabele vardır.
    3. "Sana bîat edenler, ancak Allah'a bîat etmektedirler. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir" âyetinde, istiâre-i tasrîhîyye-i mekniyye vardır. Yüce Allah, rızasını istemek için kendi uğrunda canları feda etmek üzere onlardan aldığı sözü, malların karşılığı olarak verilen ticaret eşyasına benzetti. Müşebbeh için, "müşeb-behun bih"in ismi müsteâr olarak kullanıldı ve bey' kelimesinden, "Allah yolunda canlarını feda etmeye söz verirler" mânâsına gelen fiili türetildi, cümlesinde de istiâre-i mekniyye vardır. Yüce Allah, mü'minlerin bîatlanndan haberdar olması ve itaatlarından do*layı onları mükafatlandırmasını, elini, komutanın ve halkının elinin üzerine koymuş olan krala benzetti. "Müşebbehûn bih"i hazfedip ona, levazımından biri olan el ile, istiâre-i mekniyye yoluyla işaret etti. Böylece bu âyette iki istiare vardır.
    4. "Arkalarını döndüler" cümlesi, hezimetten kinayedir. Çün*kü hezimete uğrayan kimse, kaçmak için, düşmana sırtım çevirir.
    5. "Allah mü'minlerden razı oldu. Hani onlar sana bîat ediyorlar" âyetinde, bîatın şeklini zihinde canlandırmak için, geniş zaman kipi ile ifade edilmiştir.
    6. "Kalplerinde olanı bilmiş ve onlara güven indirmişti" âyetinden sonra, Allah size ganimetler vadetmiştir" âyetinin getirilmesiyle, III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönülmüştür. Bu, ihsan etme makamında mü'minleri şereflendirmek içindir.
    7. "Köre vebal yoktur. Topala da vebal yoktur. Hastaya da vebal yoktur" âyetinde, "vebal" kelimesi tekrar edilerek itnâb yapılmıştır. Bu, o özür sahiplerine bir vebal olmadığını vurgulamak içindir.
    8. "Onlar, filizini yarıp çıkmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler..."âyetinde teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır.
    9. Âyet sonlarının uygunluğuna riayet edilmiştir. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
    Allah'ın yardımıyle "Fetih Sûresi"nin tefsiri bitti. [78]
#06.04.2009 21:21 0 0 0