Osmanlıca - Türkçe Sözlük A - B

Son güncelleme: 19.04.2009 22:06
  • osmanlıca - türkçe sözlük

    ÂBÂ VÜ ECDAD: Babalar, dedeler, atalar.
    ABÂ: Bazı dervişlerin ve ilmiye mensuplarının giydikleri yünden yapılmış bir giysi.
    ABD: Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil Müslüman.
    ABD-İ MEMLUK: Kul, köle.
    ABES: Boş, saçma.
    ÂB-I HAYAT: Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.
    ÂBİR-İ SEBÎL: Yolda giden yolcu.
    ACÂİB VE GARÂİB: Anlaşılmaz ve tuhaf.
    ACÂİB-İ DEKÂİK: Anlaşılmaz hileler, ince oyunlar.
    A'CEMÎ: Arap olmayan.
    ACÎB: Şaşılacak ve hayret edilecek şey.
    ACÛZ: Âcizler, beceriksizler, yaşlı kadın.
    ACZ-I BEŞERÎ: İnsanın acizliği, güçsüzlüğü.
    ACZ-I KÜLLÎ: Tam güçsüzlük.
    A'DÂ: 1. "Adüvv"ün çoğulu. Düşmanlar. 2. Pek zâlim, pek gaddar.
    A'DÂD: "Aded"in çoğulu. Sayılar.
    ÂDÂT-I CARİYE: Kullanılan âdetler, yaşayan sosyal kurallar.
    ADÂVET: Düşmanlık, husumet.


    ADEM: Yokluk.
    ADEM-İ KÜLLÎ: Tam yokluk.
    ADEM-İ MÜSÂVÂT: Eşitsizlik.
    ADEMÎ: Yokluğa ait.
    ÂDET-İ CÂHİLİYYE: İslâm'dan önceki putperestlik ve müşriklik devrine ait âdet.
    ÂDETULLAH: Allah'ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti.
    ÂDİL: Adalet sahibi, doğru adaletli.
    ADÎL: Benzer, eş, akran.
    ADL: Adalet, çok adaletli.
    ÂFÂK: "Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
    ÂFÂKÎ: Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.
    ÂFÂT: Âfetin çoğulu, musibetler, büyük felaketler.
    ÂFÎF: İffetli, namuslu, terbiyeli, haramdan sakınan, nezih.
    AFV Ü GUFRÂN: Bağışlama ve yarlığama.
    AFV: Affetme, suçu bağışlama.
    ÂGÂH: Uyanık, basiretli haberdar.
    AĞNAM: "Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
    AĞNİYÂ: "Ganî"nin çoğulu. Zenginler.
    AĞRAZ: Maksatlar, arzular, amaçlar.
    AĞRAZ-I DÜNYEVİYYE: Dünyevî maksatlar, dünyevî niyetler, amaçlar.
    AĞRÂZ-I FÂSİDE: Bozuk maksatlar, bozguncu niyetler.
    AĞRAZ-I NEFSÂNİYYE: Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
    AĞRAZ-I ŞAHSİYYE: Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
    ÂĞÛŞ: Kucak, sığınılacak yer.
    AĞYÂR: Başkaları, düşmanlar, yabancılar.
    ÂHAD HABER: Bir kişi tarafından rivayet edilen hadis veya rivayetler.
    ÂHÂD: "Ehad'in çoğulu. Birler, birden dokuza kadar olan sayılar.
    ÂHAR: Başkası, diğeri, yabancı.
    AHBÂR: "Haber"in çoğulu. Haberler.
    AHBÂR-I SADIKA: Doğru haberler.
    AHD U EMÂN: And ve emniyet, korkusuzluk, güvenlik.
    AHD U MÎSÂK: Yemin ve anlaşma, kesin söz.
    AHD: 1. Söz verme. 2. Yemin, and. 3. Devir, Zaman, gün.
    AHD-İ HARİCÎ: Daha önceden ismi bilinen kişilere veya şeylere işaret eden Lâm-ı tarif.
    ÂHENG: Uygunluk ve düzen.
    AHFÂ: Çok gizli, en gizli.
    AHFÂD: "Hafîd"in çoğulu. Torunlar.
    AHİD: (Bak: AHD).
    ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİ: Son Zaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.).
    ÂHİR ZAMAN: Son Zaman, dünyamızın son çağı.
    AHİZ: (Bak: AHZ)
    AHKÂM: Hükümler, kanunlar.
    AHKÂM-I AMELİYYE: Tatbikata ait hükümler, uygulanan kurallar.
    AHKÂM-I EZELİYYE: Ezelî hükümler, başlangıcı bilinmeyen hükümler.
    AHKÂM-I FER'İYYE: Asla ait olmayan, ikinci derecedeki hükümler.
    AHKÂM-I ULUHİYYET: Allahlık hükümleri, ilâhlık hükümleri.
    AHKÂM-I UMÛMİYYE: Umûmî hükümler.
    AHKEMU'L-HÂKİMİN: Hükümdarların hükümdarı, hâkimlerin hâkimi olan Allah.
    AHLÂK-I ZEMÎME: Kötü huylar, çirkin davranışlar.
    AHLÂM: "Hulm"ün çoğulu, karışık rüyalar.
    AHRÂR: Hürler, esir ve köle olmayanlar.
    AHSEN: "Husn"den. En güzel, pek güzel, daha güzel.
    AHSEN-İ TAKVÎM: En güzel ve en iyi kıvamda en güzel biçimde.
    AHSENÜ'L-KASAS: 1. Kıssaların, hikâyelerin en güzeli. 2. Yusuf Sûresi.
    AHZ: 1. Alma, tutma, kabzetme, 2. Kabul etme. 3. Tessellüm. 4. Sorgulama.
    AKABE: 1. Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire. 2. Tehlike. 3. Tehlikeli geçit. 4. Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
    AKÂİD: Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
    AKAR: Gelir, gelir getiren gayr-ı menkuller.
    AKD: 1. Anlaşma, sözleşme. 2. Bağlama, düğümleme.
    ÂKIBET: Nihayet, sonuç.
    ÂKIDEYN: Anlaşma veya sözleşme.
    ÂKIL BÂLİĞ: Ergenlik, olgunluk çağına gelen.
    ÂKILÂNE: Akıllıca.
    AKÎDE: İtikad, iman.
    ÂKİF: 1. İbadette devamlı olan kimse. 2. Sebat eden.
    AKİKA: Yeni doğan çocuk için Allah'a şükür maksadıyla kesilen kurban.
    AKÎM: 1. Beyhude, boş yere. 2. Kısır erkek veya kadın.
    AKL-I SELÎM: Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.
    AKLÎ: Akla ait, akla uygun.
    AKRÂN: Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
    AKRİBA: Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.
    AKSÂ: En uzak, en son.
    AKSÜ'L-AMEL: Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
    AKTAR: Baharatçı.
    AKTÂR: Kuturlar, çaplar, dairenin merkezinden geçen hatlar, bölgeler, taraflar. Her taraf.
    AKVÂ ve AHZAR: Daha kuvvetli ve daha açık.
    AKVÂ: Daha kuvvetli, en kuvvetli.
    AKVÂL: "Kavl"in çoğulu. Kaviller, sözler.
    AKVÂM: Kavimler, milletler.
    AKVÂM-I SÂİRE: Diğer kavimler.
    A'LÂ: En yüce.
    ALADDERECÂT: Derecelere göre.
    ALÂK SÛRESİ: Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.
    ALAKA: "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo.
    ÂLÂM: Elemler, kederler, acılar.
    ALÂMET: İşaret, nişan.
    ALÂMET-İ FARİKA: Bir şeyi diğerinden ayırıcı işaret. Belirgin özellik.
    ÂLÂT: Âletler, vasıtalar.
    ÂLÂT-I CİSMANİYYE: Maddî âletler.
    A'LÂ-YI İLLİYYÎN: Cennette en yüksek derece, olgun kişilerin Allah katındaki dereceleri.
    ALE'L-HUSÛS: Hususiyetle, özellikle.
    ALE'L-USÛL: Usûl üzere. Usûle göre, usulen.
    ÂLEM: Kâinat, dünya.
    ALEMDÂR: Bayraktar, sancaktar.
    ÂLEM-İ CİSMANİYYE: Maddî âlem, kâinat, dünya.
    ÂLEM-İ EŞBÂH: "Şebah"tan: 1. Cisimler âlemi, varlıklar âlemi. 2. Hayaller âlemi."Şibh ve şebih"den: Misaller âlemi.
    ÂLEM-İ KABİR: Kabir âlemi.
    ALESSEVİYYE: Aynı seviyede, eşit olarak.
    ÂL-İ FİRAVUN: Firavun ailesi. Firavun soyu.
    ÂLİŞÂN: Şan ve şerefi yüksek olan.
    ALİYYU'L-A'LÂ: Pek iyi. Fevkalâ-de.
    Allah BES BÂKÎ HEVES: Allah yeter, başkası gelip geçici istektir, hevestir.
    ALLÂME: Bilginlerin en bilgilisi.
    ALLÂMÜ'L-GUYÛB: Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
    ÂMÂ: Kör.
    AMDEN: Kasten, bile bile, isteyerek.
    AMELDE İ'TİDÂL: Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
    AMEL-İ SALİH: Allah'ın rızasına uygun olan her iş.
    AMELİKA: Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
    AMÎK: Derin. Bahr-i amîk: Derin deniz. Fikr-i amîk: Derin düşünce.
    ÂMİL: 1. Sebep. 2. İş yapan. 3. Zekat toplayan memur.
    ÂMM: Umumî, genel.
    AMR: Bir erkek ismi.
    AMÛD: Direkler, sütunlar.
    ANÂSIR-I MUHTELİFE: Çeşitli unsurlar.
    ANKA-YI MUĞRİB: İsmi var, cismi yok. Ankâ kuşu.
    ANVETEN: Cebren, kahren, zorla, sıkıntı ile.
    ANYEDİN: Elden.
    ÂRÂBÎ: Bedevî. Çölde yaşayan köylü.
    A'RÂF: Cennetle Cehennem arasında bulunan bir yer.
    ARAFAT: Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
    ARASAT: Mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı.
    ARAZ: 1. İşaret, alâmet. 2. Tesadüf. 3. Kaza, felaket. 4. Kendi kendine vücut bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.
    AREFE: Kurban bayramından bir önceki gün.
    ARIZÎ: Sonradan hasıl olan şey. Geçici.
    ÂRÎ: Temiz, hür, uzak.
    ÂRİF: Anlayışlı, bilgili.
    ARŞ: 1. Taht. 2. Dokuzuncu gök. 3. Çardak. 4. Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
    ARZ: yeryüzü, dünya, genişlik.
    ARZ-I MUKADDES: Kutsal ülke. Kudüs, Filistin.
    ASÂ: Değnek, sopa, baston.
    ASABÂT: 1. Baba tarafından olan akrabalar. 2. Şer'an miras alamayan akrabalar.
    ASABE: Baba tarafından akraba olanlar.
    ASAHH-I RİVÂYET: En doğru olan rivayet.
    ÂSÂR: Eserler.
    ÂSÂR-I ATÎKA: Eski eserler.
    ASÂ-YI MÛSÂ: Hz. Musa'nın sopası.
    ASGARİ: En az, en küçük.
    ASHAB: Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.
    ASHÂB-I KEHF: Mağara arkadaşları. Bunlar, Zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
    ASHAB-I MEŞ'EME: Uğursuz, şerli kişiler, kötüler.
    ASHAB-I MEYMENE: Uğurlu kişiler, iyi kimseler.
    ASHAB-I YEMİN: Uğurlu, meymenetli kimseler.
    ÂSIF: Şiddetli rüzgar, fırtına.
    ÂSİ: İsyan eden.
    ÂSİM: Günah işleyen, günahkâr.
    ASNÂM: "Sanem"in çoğulu. Putlar.
    ASR: 1. İkindi namazı. 2. İkindi vakti. 3. Yüzyıl, çağ.
    AŞR: Kur'ân-ı Kerim'den on âyet miktarı okunan kısım.
    ATÂ: İhsan, lütuf, bağışlama.
    ATALET: Tembellik, hareketsizlik.
    ATF-I BEYAN: Kapalı bir sözü, açıklayan cümle.
    ATIF (ATF): 1. Eğme, meyletme, 2. Bağlama.
    ÂTİH: Bunak.
    ATİYYE: Hediyye, ihsan, bahşiş.
    ATTAR: (Bak: AKTAR)
    AVÂLÎ: Yüceler, büyükler. Medine etrafındaki semtler.
    AVAM: 1. Halk. 2. Soylu veya bilgin olmayanlar.
    AVÂMİL: 1. Âmiller, sebepler. 2. Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.
    A'YÂN: 1. İleri gelenler. 2 Gözdeler.
    A'YÂN-I SABİTE: Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
    ÂYÂT: Âyetler.
    ÂYÂT-I BEYYİNAT: Açık seçik âyetler.
    ÂYÂT-I TEKVİNİYYE VE TEŞRİİYYE: Yaratılışa ve şeriata ait âyetler.
    AYIN: Arap alfabesinin 21. harfi. Ebced hesabında sayı değeri 70′dir.
    ÂYİN: 1. Tören, âdet. 2. Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
    AYN: 1. Göz, 2. Pınar. 3. Eşyanın hakikatı.
    AYNE'L-YAKÎN: Müşahede ve keşif ile hâsıl olan ilim.
    A'ZÂ: Uzuvlar, organlar, üyeler.
    AZÂB: 1. Büyük sıkıntı, şiddetli elem. 2. Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.
    AZÂB-I NÂR: Cehennem azabı.
    ÂZÂDE: Serbest, hür, kayıtlardan kurtulmuş.
    AZ'AF-I MUZÂAF: Kat, kat, pekçok.
    AZAMET: Büyüklük, kibirlilik.
    AZDÂD (EZDÂD): Zıd olan şeyler.
    AZHAR: En açık:
    AZÎMÜ'Ş-ŞÂN: Şânı büyük.
    AZÎZ: 1. Allah'ın isimlerinden biri. Değerli. 2. Ermiş, velî.
    BAB: 1. Kapı. 2. Fasıl, bölüm.MİNE'L-BAB İLE'L-MİHRAB: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
    BÂDİYE: Kır, ova, sahra, çöl.
    BÂGÎ: Âsi, baş kaldırmış, haksızlık eden.
    BAĞÇE: Bahçe.
    BAĞTETEN: Ansızın, zulüm, isyan.
    BAĞY: Azgınlık, zulüm, isyan.
    BAHIYRE: Cahiliyye devrinde beş batın doğuran devenin beşinci yavrusu erkek olursa kulağı yarılır ve salıverilirdi. Artık hiç bir işte kullanılmayan bu deveye bu ad verilirdi.
    BÂHİL: 1. İşsiz, avare, başı boş. 2. Yularsız deve.
    BAHÎL: Cimri, tamahkâr.
    BÂHİR: 1. Yalancı, ahmak. 2. Ekin sulayıcı, sulayan. 3. Belli, açık. 4. Işıklı, parlak, güzel.
    BÂHİRE: 1. Çok koşan cins deve. 2. Dikenli ağaç.
    BAHR Ü BERR: Deniz ve kara.
    BAHŞ: Bağış, ihsan.
    BÂİN: Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.
    BÂİS: 1. Sebep olan, gerektiren. 2. Gönderen. 3. Yeniden yaratan.
    BAKAR: Sığır, öküz, manda cinsleri.
    BAKARA: 1. Sığır, inek. 2. Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
    BAKİYYE: Artan, artık, geri kalan.
    BÂLİĞ: 1. Erişmiş, vâsıl olmuş, son mertebeyi bulan. 2. Yekûn.
    BÂP: (Bak: BÂB)
    BÂR: 1. Allah. 2. Yemiş, meyva. 3. Yük, ağırlık. 4. Yağdıran, serpen, döken.
    BÂRİD: 1. Soğuk. 2.Letafetten uzak nâhoş.
    BÂRİZ: Açık, belli, âşikâr, zâhir.
    BA'S: 1. Gönderme, yollama, gönderilme. 2. Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması. 3. Dirilme veya diriltme.
    BASAR: 1. Görme, görüş, görme yeteneği. 2. Zihnî algı.
    BÂSİR: Gören, görüp anlayan, ferasetli, zeki.
    BASÎRET: Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.
    BAST: 1. Yayma, açma. 2. Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.
    BÂTIN: 1. İç, içyüz, gizli, sır, derunî. 2. Allah'ın isimlerinden.
    BATN: Karın, kuşak, nesil.
    BÂYİN: Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
    BA'Z: Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.
    BED NAZAR: Kötü bakış.
    BED: Kötü, çirkin, işe yaramaz.
    BEDÂ'-BEDA'AT: Güzellik, yenilik, bediilik.
    BEDÂHET: 1. Açıklık, bellilik. 2. Ansızın ortaya çıkma.
    BEDÂYİ': İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.
    BEDBAHT: Talihi kötü olan, talihsiz.
    BED-BİN: Her şeyi kötü gören, karamsar.
    BEDEL: 1. Değer, kıymet. 2. Başkasının parası ile onun yerine hacca giden kimse yerine geçen.
    BEDEL-İ BA'Z: Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.
    BEDEL-İ İŞTİM'ÂL: Geniş ve genel anlamlı bir sözün bir noktasını açıklayan cümle.
    BEDEL-İ KÜLL: Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.
    BEDEVÎ: Çölde çadırda yaşayan göçebe, çöllü, Arap göçebesi.
    BEDİA: 1. Yaratma. 2. Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.
    BEDİHİ: 1. İspat gerekmeyecek şekilde açık. 2. Akla kendiliğinden gelen.
    BEDİÎ: Güzel, beğenilen, sanatlı söz.
    BEDR-BEDİR: 1. Dolunay, ayın ondördü. 2. Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
    BED-TAHRİR: Kötü yazı.
    BEHA-BAHA: 1. Güzellik, süs, pırıltı. 2. Kıymet, değer, bedel.
    BEHAİM: 1. Dört ayaklı hayvanlar. 2. Suriye'de bir sıradağ.
    BEHÇET: Güzellik, güleryüzlülük, sevinç.
    BEHİME-İ EN'AM: Deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvanlar.
    BEHİMÎ: Hayvana yakışır tarzda, hayvanlık.
    BEİS-BE'S: 1. Zarar, ziyan. 2. Korku, azap, sıkıntı, fenalık. 3. Kuvvet, kudret.
    BEKA: Devam, sebat, evvelki hal üzere kalmak, ölmezlik, ebedilik.
    BEKA-YI ERVAH: Ruhların kalıcılığı, devamlılığı.
    BEKA-YI RUH: Ruhun kalıcılığı, ölmezliği.
    BELAGAT Ü FESAHAT: Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
    BELAGAT: İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
    BELİĞ: 1. Açık, düzgün söz söyleyen. 2. Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
    BENÂM: Namlı, ünlü, meşhur.
    BENAN: Parmak ucu.
    BENÎ İSRAİL: İsrailoğulları, yahudiler.
    BERAAT: 1. Temizlik, arılık. 2. Olgunluk, güzellik.
    BERA'ÂT-I İSTİHLÂL: Söze güzel ve etkili başlangıç.
    BEREKÂT: Bolluklar, uğurlar, hayırlar.
    BEREKÂT-I KELÂMULLAH: Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
    BER-HAYAT: Sağ, diri, yaşayan.
    BERÎ: Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
    BERİ: Yakın mesafe, ötenin zıddı.
    BERK: 1. Şimşek, parıltı, kıvılcım. 2. Sert, katı.
    BERR: 1. Doğru sözlü, hayır işleyen kimse. 2. Kara, toprak.
    BER-TARAF: Bir yana atılan, ortadan kalkan. Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.
    BERZAH ÂLEMİ: Ruhlar âlemi.
    BERZAH: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. Can sıkıcı. 3. İnce uzun kara parçası. 4. Dünya. 5. Ruhların kıyamete kadar bulunacakları yer.
    BES: Yeter, yetişir, tamam, kâfi, çok.
    BE'S: Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
    BEŞÂRET: Müjde, muştu, iyi haber.
    BEŞÂRET-ÂVER: Müjdeci, iyi haber getiren.
    BEŞER: İnsan, bütün insanlar, Ebu'l-Beşer: İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    BEŞERİYYET: 1. İnsanlık. 2. İnsanın yaratılış özellikleri.
    BEŞİR: 1. Müjdeci, iyi haber getiren,güleryüzlü. 2. Hıristiyan Araplar'da İncil yazan veya hıristiyanlık akidelerini telkin eden kimse. 3. Peygamberimizin bir vasfı.
    BEY': Satma, satılma, satış.
    BEYAN İLMİ: Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.
    BEYÂN: Anlatma, açıklama sanatı.
    BEYN: Aralık, arasında, arada.
    BEYNÛNET: 1. İki şey arasındaki mesafe, aralık. 2. İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
    BEYT: Ev, mesken, oda, oba.
    BEYT-İ ATİK: Eski ev, Kâbe.
    BEYT-İ MAMUR: Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
    BEYTULLAH: Allah'ın evi, Kâbe, insan kalbi.
    BEYTÛTET: Geceleme, bir yerde geceyi geçirme.
    BEYTÜ'L-MAKDİS: Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii.
    BEYYİN: Belli, açık, âşikar.
    BEYYİNÂT: Açık, belli şeyler.
    BEYYİNE: 1. Delil, şahit. 2. Kur'ân'ın 97. sûresi.
    BEYZÂ: 1. Çok beyaz. 2. Demirden savaşçı başlığı. 3. Yumurta.MİLLET-İ BEYZÂ: Beyaz millet, Müslümanlar.
    BEZL: Bol bol verme.
    BÎA-BİYAT: Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.
    BİAT OLUNMAK: Birine itaat edilmek, hükmüne girmek.
    BİD'AT: 1. Sonradan ortaya çıkan şey. 2. İslâm'da Peygamberimizden sonra ortaya çıkan değişik âdetler.
    BİD'AT-I HASENE: Beğenilebilir, güzel yenilikler.
    BİD'AT-I SEYYİE: Kötü yenilikler.
    BİDÂYET: Başlama, başlangıç.
    BİDAYETEN: Başlangıçta, ilkin.
    BİİZN-İ HÜDA: Allah'ın izni ile.
    BÎKARAR: 1. Kararsız. 2. Rahatsız.
    BİKR: Dokunulmamış, bekâret, bâ-kire.
    BİKR-İ FİKR: Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
    BİLÂ BEDEL: Bedelsiz, karşılıksız.
    BİLÂ KAYD Ü ŞART: Kayıtsız şartsız.
    BİLÂ: sız.
    BİLAD: Beldeler, şehirler, memleketler, kasabalar.
    BİLÂD-İ ARAB: Arab ülkeleri.
    BİLAFASILA: Fasılasız, aralıksız.
    BİLÂH: Arkaları büyük olan kadınlar.
    BİLLUR: 1. Duru, kristal. 2. Necef taşı.
    BİN: Oğul.BİN MEHMED: Mehmed'in oğlu.
    BİNA: 1. Yapı, ev. 2. Yapma, kurma. 3. Göz, gören, görücü.
    BİNAEN ALA ZÂLİK: Bunun üzerine, bundan dolayı.
    BİNAEN: den dolayı, den ötürü.
    BİNÂENALEYH: Ondan dolayı, onun üzerine, şu halde.
    BİRR: İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat. 2. Dininde ibadetinde kuvvetli olan. 3. Bağışta bulunma.
    Bİ'SET: Gönderme.
    Bİ'SET-İ MUHAMMEDİYE: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.
    Bİ'SET-İ NEBEVİYYE: Peygamberin, peygamberlikle gönderilişi.
    BU'D: Uzaklık, aralık, boyut.
    BU'D-İ MESAFE: Gidilen yolun uzaklığı.
    BUĞZ: Düşmanlık duyma, nefret, kin.
    BUĞZETMEK: Kin gütmek, düşman olmak.
    BUHÛL: Cimrilik, tamahkârlık.
    BUK'A: 1. Ülke, yer. 2. Büyük bina. 3. Benek, leke.
    BURAK: Peygamberimizin mirac gecesi bindiği binek.
    BURC: 1. Kale, yüksek bina. 2. Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi. 3. Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
    BURC-İ ÂBÎ: Suya ait burçlar: Yengeç, akrep, balık.
    BURC-İ BÂDÎ: Havaya ait burçlar: İkizler, terazi kova.
    BÜHTAN ETMEK: İftira etmek.
    BÜHTAN: Yalan, iftira, birine işlemediği suçu yükleme.
    BÜLEGA: Belegat sahipleri, düzgün ve güzel konuşanlar, beliğ olanlar.
    BÜLEGA'-İ BEŞER: Belegat ilmi mütehassısları.
    BÜLEGÂ-İ ULEMÂ: Belagat bilginleri ve âlimler.
    BÜLÛĞ: 1. Erginlik, olgunluk çağına girme, yetişme. 2. Yaklaştırma.
    BÜNÜVVET: Oğulluk, evlatlık.
    BÜNYÂN: Yapı, bina, bir şeyin yapısı.
    BÜNYAN-I MERSUS: Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
    BÜRHAN: Kesin delil, hüccet.
#19.04.2009 22:06 0 0 0