Osmanlıca - Türkçe Sözlük K L

Son güncelleme: 19.04.2009 22:18
  • osmanlıca türkçe sözlük

    (K-L Harfi)

    KABİH-KABİHA: Çirkin, yakışıksız, fena, ayıp.
    KÂBİL: 1. Kabul eden, kabul edici. 2. Olan, olabilir.
    KABİLİYET: Anlama, anlayış, kabul edebilirlik, alabilirlik.
    KABİR: Mezar, ölünün gömüldüğü yer.
    KABZ: 1. El ile tutma, avuç içine alma, kavrama. 2. Bir malı teslim alma. 3. Peklik, kabız.
    KABZA: 1. Tutacak, tutanak yeri, sap. 2. Bir avuç, bir tutam, bir el dolusu şey. 3. Pençe.
    KADEM: 1. Ayak, adım. 2. Yarım arşın uzunluğunda bir ölçü. 3. Uğur.
    KADER: Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.
    KADÎM: 1. Eski. 2. Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.
    KADİR-İ MUTLAK: Mutlak güçlü (Allah).
    KADİR-U KAYYUM: Kadir ve Kayyum (Allah).
    KADR: 1. Değer, itibar, onur, haysiyet, meziyet. 2. Rütbe, derece.


    KÂFÎ: Elveren, yetişen, yeter.
    KÂFİR: 1. Hakk'ı tanımayan, bilmeyen, 2. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. Küfreden, küfredici. 4. İyilik bilmeyen, nankör.
    KAHHÂR: 1. Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı. 2. Allah'ın isimlerinden biri.
    KAHIR: 1. Aşırı üzüntü, acı, keder. 2. Ezici davranış, zulüm. 3. Baskı ile iş gördürme, zorlama.
    KÂHİN: 1. Gaipden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı. 2. İlkel dinlerin ruhani reisleri.
    KÂHİR: 1. Kahreden, zorlayan. 2. Üstün gelen, ezen, ezici. 3. Yok eden, ortadan kaldıran.
    KAHR: 1. Zorlama, zorla bir iş gördürme. 2. Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme. 3. Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
    KAİDE: 1. Esas, temel. 2. Usul, nizam, kural. 3. Taban. 4. Ayaklık. 5. Yaprakların köke birleştiği yer.
    KAİDE-İ KÜLLİYYE: Açık, sarih olan hükümler, genel kurallar.
    KAİL: 1. Söyleyen, diyen. 2. Razı olmuş, boyun eğmiş.
    KAL': Koparma, koparılma, sökme, sökülme, çıkarılma, temelinden çekip atma.
    KALBEDEN: Değiştiren, çeviren.
    KALP: 1. Yürek. 2. Yürek hastalığı. 3. Gönül. 4. Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.
    KÂM: 1. Meram, arzu, istek, amel. 2. Lezzet, zevk.
    KAMER: Ay.
    KÂMİL: 1. Bütün, eksiksiz, tam. 2. Kemale ermiş, olgun. 3. Geniş bilgili, kültürlü, bilgin.
    KANÛN: Devletin yasama kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide.
    KARÂBET: Soyca yakınlık, hısımlık, akrabalık.
    KÂRBÂN: Kervan.
    KÂRHÂNE: 1. İş yeri, iş yapılan yer, dükkan.
    KÂRİ': 1. Kıraat eden, okuyan, okuyucu. 2. Kur'ân'ı usulünce okuyan.
    KÂRİA: 1. Pek şiddetli rüzgâr, 2. Ansızın gelen büyük belâ. 3. Kıyamet. 4. Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
    KARÎB: Yakın, yakın olan, uzak olmayan, soyca yakın.
    KARÎN: 1. Yakın. 2. Bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan. 3. Hısım, komşu, arkadaş gibi yakın.
    KARÎNE: Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
    KARÎNE-İ MANİA: Kelimenin gerçek anlamında alınmasına engel olan ipucu.
    KARN: 1. Boynuz. 2. Yüz yıllık Zaman. 3. Vakit, Zaman. 4. Yaşıt, bir yaşta olan.
    KARÛN: 1. İsrailoğullarında zenginliği ile meşhur olan bir insan. Krezüs. 2. Çok zengin.
    KARYE: Köy.
    KARZ: 1. Ödünç verme, ödünç alma. 2. Ödünç verilen veya alınan şey, borç.
    KARZ-I HASEN: Faizsiz verilen borç.
    KASEM: Yemin, and.
    KASIR: 1. Kısa. 2. Küsur.
    KÂSİB: Kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi.
    KASÎDE: Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
    KASR: 1. Kısa kesme, kısaltma, kısma. 2. Azaltma, kesme, eksiklik. 3. Köşk, saray, 4. Tahsis. 5. Kıraatte uzatmadan okumak.
    KASR-I SALÂT: Seferde olan bir kimsenin dört rekatlı namazı ikişer rekat kılmakla namazı kısaltması.
    KASVET: 1. Katılık, sertlik. 2. Merhametsizlik, acımasızlık. 3. Sıkıntı, gönül darlığı.
    KÂŞİF: Keşfeden, bulan, meydana çıkaran.
    KAT': 1. Kesme, biçme. 2. Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme.
    KATİL: 1. Katleden, öldüren. 2. Adam öldüren kimse.
    KATL: Öldürme.
    KATL-İ ÂM: Halkı bütünüyle kılıçtan geçirme.
    KAVÂİD: Kaideler, usüller, kurallar.
    KAVÂİD-İ KÜLLİYYE: Genel kaideler, kurallar.
    KAVÎ: 1. Kuvvetli, güçlü. 2. Güvenilir, sağlam.
    KAVL (Kavil): Lakırdı, söz, söz atma.
    KAVL-İ İLÂHÎ: İlâhî söz.
    KAVLÎ: Söz ile ilgili, söz olarak, sözde.
    KAVM: 1. İnsan topluluğu. 2. Bir peygamberin gönderildiği topluluk.
    KAYD: 1. Bağlanma, bağlayacak şey. 2. Bir yere yazma. 3. Sınırlama, belirtme. 4. Önem verme, unsurlama.
    KAYD-İ HAYAT: Yaşadığı sürece, ölene dek.
    KAYLULE: Öğle uykusu.
    KAYSER: Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı, hükümdar.
    KAYYUMİYET: Kendiliğinden eze-lî ve ebedî olarak var olmak.
    KAZÂ: 1. Allah'ın ezeldeki hükmü 2. Kadılık (ilçe) merkezi. 3. Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü. 4. Yapma, yapılma, işleme. 5. İstemeden yapılmış bir kötülük.
    KAZAYA: Kaziyeler, önermeler, işler, meseleler.
    KAZF: İftira etmek, isnat etmek, kadına zina isnat etmek.
    KÂZİF: Bir kadına zina suçu isnat eden.
    KAZİYYE: 1. İş, mesele, dava. 2. Önerme.
    KAZİYYE-İ BEDİHİYYE: Bedîhî kaziyye, isbata muhtaç olmayan açık hüküm.
    KAZİYYE-İ MUHKEME: Kesin hüküm, değişmez ilke.
    KEBAİR: Büyük günahlar.
    KEBÎRE: Büyük günah.
    KEBÎRU'L-MÜTEÂL: Açık ve gizli her şeyi bilen, büyük ve yüce olan. Allah Teâlâ.
    KEF: Köpük.
    KEFARET-KEFFARET: İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
    KEFERE: Kâfirler, inanmayanlar.
    KEHANET: Kâhinlik, gaipten haber verme, falcılık.
    KEHLE: Bit.
    KELÂLE: 1. Akrabalığı uzaktan olma. 2. Yorulma, tükenme. 3. Bıçak kör olma.
    KELAM: 1. Söz, söyleyiş, nutuk. 2. Dil, lehçe. 3. Kelâm ilmi, İslâmî inanç meselelerinden bahseden ilim.
    KELÂM-I NEFSÎ: İçten kendi kendine konuşma. Cenab-ı Hakk'ın harf, ses ve söz olmaksızın zatî kelamı.
    KELÂMÎ: 1. Sözle ilgili, söze ait. 2. Kelamcılar yolu.
    KELAMULLAH: Allah sözü, Kur'-ân-ı Kerim.
    KELB: Köpek.
    KELB-İ AKUR: Salar, azgın, ısırıcı köpek.
    KELB-İ MUALLEM: Ava alıştırılmış köpek.
    KELEPİR: Zahmetsiz, ücretsiz, çok ucuz ele geçen.
    KEMAL: 1. Olgunluk, olma. 2. Eksiksizlik, tamlık. 3. Değer, baha. 4. Bilgi, fazilet.
    KEMALAT: Faziletler, olgunluklar, insanın bilgi ve güzel ahlâkça tam ve olgun olması.
    KEMMİYET: 1. Sayı. 2. Nicelik. 3. Tekillik veya çoğulluk.
    KERAHET: 1. İğrenme, istemeyerek zor altında yapma. 2. Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
    KERAMAT: Kerametler, velilerin olağanüstü işleri.
    KERH: İğrenme, tiksinme, istemeyerek zor altında yapma.
    KERHEN: İstemeyerek, tiksinerek, zor altında kalarak yapma.
    KERİH: İğrenç, tiksindirici, pis kokan.
    KERÎM: Kerem sahibi, cömert, ulu, büyük.
    KERR Ü FER: Muharebede geri çekilerek tekrar hücuma geçme.
    KERR: Çekilme ve yeniden hücum etme.
    KESAD: 1. Kıtlık, yokluk. 2. Sürümsüzlük, alış-veriş durgunluğu.
    KESAFET: 1. Sıkılık, tokluk. 2. Kalınlık, yoğunluk. 3. Saydam olmama. 4. Koyuluk. 5. Kalabalık.
    KESB: 1. Kazanma, kazanç, edinme. 2. Geçimi sağlama için kullanılan âlet veya iş.
    KESBÎ: Sonradan, kazanılarak olan.
    KESRET: 1. Çokluk, bolluk, ziyadelik. 2. Kalabalık.
    KEŞF: 1. Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme. 2. Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.
    KEŞİŞ: Karabaş, evlenmez rahip, manastır rahibi.
    KETM: Gizleme, sır tutma, söylememe.
    KEYFEMAYEŞA: Nasıl isterse.
    KEYFEMETTEFAK: Rastgele, her nasıl rastlarsa.
    KEYFİYET: 1. Nitelik, bir şeyin nasıl olması. 2. Bir olayın geçişi. 3. Madde, iş.
    KEZA: Böyle, böylece, bu dahi böyle.
    KEZALİK: Keza, bu da öyle, böylece.
    KEZZAB: Çok yalancı, çok yalan söyleyen.
    KIBLE: Namazda yönelinen taraf, Kâbe'nin bulunduğu taraf.
    KILADE: Gerdanlık.
    KILLET: Azlık, kıtlık.
    KIRAAT-İ ÂSIM: Âsım kırâeti, bizim kırâetimiz.
    KIRÂET: Okuma, ibare sökme, düzgün ve sürekli okuma. Kur'ân okuma.
    KIRÂET-İ AŞERE: Kur'ân'ın on kırâet üzere okunması. Kırâet imamları şunlardır: Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisaî, Ebu Cafer, Yakub ve Halef.
    KIRAN: 1. Yakınlık. 2. İki gezegenin bir burçta bulunması.
    KIRTAS: Kâğıt.
    KISAS: Kıssalar.
    KISAS: Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.
    KISAS-I ENBİYA: Peygamberlerin kıssaları.
    KISM: Parçalara ayrılmış şeyin her parçası, çeşit.
    KISSA: Anlatılan gerçek veya uydurma olay, hikâye.
    KISSÎS: Keşiş.
    KIST: Ölçü ve tartıda doğru davranma. 2. Pay, parça. 3. Parça parça verilen bir şeyin bir defada ödenmesi.
    KISTAS: Terazi, ölçü, ölçü birimi.
    KIT'A: En az iki beyitten meydana gelmiş olan nazım parçası.
    KITAL: Vuruşma, savaş.
    KIYAM: 1. Kalkma, ayakta durma, ayağa kalkma. 2. Namazın ayakta kılınan kısmı. 3. Bir işe kalkışma. 4. Karşı koyma, ayaklanma.
    KIYAMET: Ölümden sonra dirilme, kıyamet günü.
    KIYAS MAA'L-FÂRIK: Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas.
    KIYAS: 1. Bir şeyi bir şeye benzeterek veya ona göre tutarak hüküm verme. 2. Benzetme, genel kurala uydurma. 3. Hakkında âyet ve hadis olan benzerlerine göre hükmetme.
    KIYAS-I CELÎ: Açık ve belirli olan kıyas.
    KIYAS-I FÂSİDE: Yanlış, bozuk, geçersiz kıyas.
    KIYAS-I HAFİ: Gizli, belirsiz kıyam.
    KIYASÎ: Kıyasan uygun olan.
    KIYMET: Değer, tutar, bedel, itibar, onur.
    KİBR: Büyüklük, büyük olma, büyüklük taslama, yüksekten bakma.
    KİBRİYA: 1. Büyüklük, ululuk. 2. Allah.
    KİFAF-KEFAF: 1. Bir şeyin misli, miktarı. 2. İhtiyaca yetecek kadar rızık, yiyecek.
    KİLAB: Köpekler.
    KİNÂYE: Doğrudan doğruya değil, dolaylı anlam taşıyan söz.
    KİSRA: Eski İran hükümdarlarının lakabı.
    KİSVE: Elbise, özel kıyafet, kisbet.
    KİTABET: Yazmak, kâtiplik.
    KİTAB-I EKMEL: En mükemmel kitap, Kur'ân.
    KİTAB-I MÜBİN: Açık, hak ile batılı ayıran kitap, Kur'ân-ı Kerim.
    KİTAB-I MÜNİR: Nurlu kitap, Kur'ân-ı Kerim.
    KİTABULLAH: Allah kitabı, Kur'-ân-ı Kerim.
    KİTMAN: Sır saklama, kimseye sır açmama hali, sır tutarlık.
    KUBH: Çirkinlik, çirkin iş.
    KUBUR: Mezarlar, kabirler.
    KUDRET: 1. Güç. 2. Allah'ın bütün varlıkları kuşatmış olan gücü. 3. Varlık, zenginlik. 4. Ehliyet, becerebilme.
    KUDRET-İ BÂLİGA: Kemal bulmuş güç.
    KUDSÎ: Kutsal, melekut ve lâhut âlemine mahsus.
    KUDUM: 1. Uzak bir yerden, uzun bir yoldan gelme. 2. Ayak basma.Teşrif etme.
    KULUB: Kalpler, gönüller.
    KURBET: 1. Yakınlık, Allah'a yakınlık. 2. Hısımlık, akrabalık.
    KURUN: Zamanlar, devirler, büyük tarih bölümleri.
    KURUN-İ ÂHİRE: Son asırlar.
    KURUN-İ KADİME: Eski çağlar.
    KURUN-İ SÂLİFE: Geçmiş asırlar.
    KURUN-İ ULÂ: İlk çağlar.
    KURUN-İ VUSTA: Orta çağlar.
    KUUD: Oturma, namazın oturarak kılınan kısmı.
    KUVVE: 1. Kuvvet, güç. 2. Fikir, niyet. 3. Yeti. 4. Nitelik. 5. Duyu.
    KUVVET: Güç, takat, kudret.
    KÜFFAR: Kâfirler, inkârcılar.
    KÜFR: 1. Allah'a inanmama ve ona ortak koşma. 2. Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik. 3. Nankörlük. 4. Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.
    KÜFRAN: Görülen bir iyiliği unutma.
    KÜFRAN-I NİMET: Nankörlük.
    KÜHULET: Orta yaşlılık, olgunluk çağı.
    KÜLFET: Zahmet, zor iş.
    KÜLLÎ: Genel, bütün, çok, tümel.
    KÜLLİYAT: Bütün hepsi, bir yazarın bütün eserleri.
    KÜLLİYET: Genellik, bütünlük, çokluk.
    KÜNH: Bir şeyin aslı, temeli, dip, kök, öz.
    KÜNYE: Künye, kişinin kimliğinin yazılı olduğu kâğıt veya levha.
    KÜRRE: Küre, yuvarlak, top.
    KÜRRE-İ ARZ: Yerküre, dünya, yeryüzü.
    KÜRSÎ: 1. Oturulacak yüksekçe yer, taht, makam. 2. Arş-ı a'lâ'nın altında bulunan, yer ve gökleri kuşatan alan.
    KÜSUF: Güneş tutulması.
    KÜTÜB: Kitaplar.
    KÜTÜB-İ EHADİS: İlâhî kitaplar: Tevrat, Zebur, İncil, Kur'ân-ı Kerim.
    KÜTÜB-İ MÜNZELE: Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar.
    KÜTÜB-İ SÂLİFE: Geçmiş, eski kitaplar.
    KÜTÜB-İ SİTTE: Altı hadis kitabı: Buhârî, Müslim, İbn Mâce, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî.

    LÂBÜD: 1. Çok gerekli, mutlaka, 2. Ayrılık yok.
    LÂEDRİYYE: Şüphecilerle alakalı. Şüphecilik üzerine kurulu felsefe ekolü.
    LAFZÎ: Sözlü.
    LAĞV: 1. Faydasız, boş şey. 2. İptal etmek. 3. Hata etmek. 4. Hükümsüz kılmak.
    LÂHIK: 1. Yetişen, ulaşan, erişen. 2. Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan kimse.
    LÂHİN: Kur'ân-ı Kerim'i okurken telaffuzunda yanlışlık yapan.
    LÂHUTÎ: Uluhiyet âlemiyle ilgili.
    LÂHÜT: İlâhî âlem, ulûhiyet âlemi.
    LAHZA: En kısa Zaman, an.
    LÂİN: Lânet eden.
    LAÎN: Lânetlenmiş.
    LÂMEKÂN: Yersiz, yurtsuz, mekansız.
    LÂM-I TARİF: İsimlerin başına getirilen belirleme edatı.
    LÂYEZÂL: Zevâl bulmaz, yok olmaz.
    LEBBEYK: Buyurunuz, emrediniz.
    LEDÜNNİYAT: Allah'ın sırlarına ait bilgi, mecazen bir şeyin iç yüzü.
    LEFF-Ü NEŞR: Sarıp bağlama ve çözüp yayma. Birkaç isim yazdıktan sonra onların her birine ait özellik veya görevleri ayrıca sıralama. Bu sıralama isimlerin sırasına uygun sırada olursa "mürettep" adını alır. Olmazsa "müşevveş" adını alır.
    LEMYEZEL: Yok olmayan.
    LETÂİF: Lâtifeler, incelikler.
    LEVH-İ MAHFÛZ: Allah yanında her şeyin yazılı bulunduğu manevî levha.
    LEVM: Çekiştirme, kötü söyleme, kınama.
    LEYL Ü NEHÂR: Gece ve gündüz.
    LEYL: Gece.
    LEYLE-İ AKABE: Nübüvvetin 11. yılında Mekke dışında Akabe denilen yerde Medine halkından bir topluluğun Hz. Muhammed (s.a.v.) ile konuşup İslâm'ı kabul ettikleri gece.
    LEYLE-İ Mİ'RÂC: Mi'râc gecesi.
    LİAN: Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
    LİAYNİHÎ: Aynı, kendisi, bizzat, kendisinden dolayı.
    LİBAS: Elbise.
    LİVÂTA: Erkekler arasındaki cinsî münasebet, cinsel sapıklık.
    LİVÂÜ'L-HAMD: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ahiretteki sancağı.
    LİVECHİLLAH: Allah adına.
    LİZÂTİHÎ: Kendisi, bizzat.
    LUTF-İ İLÂHÎ: Allah'ın ihsanı.
    LÜBB: 1. İç, öz. 2. Akıl. 3. İçli şeyin içi.
    LÜMEZE: Herkesi ayıplama.
#19.04.2009 22:18 0 0 0