Osmanlıca - Türkçe Sözlük S Ş

Son güncelleme: 19.04.2009 22:26
  • osmanlıca - türkçe sözlük

    SÂ': 1040 dirhemlik hububat ölçeği.
    SABA: Gün doğuşundan esen hoş ve lâtif rüzgar.
    SABİ: 1. Henüz süt emen çocuk. 2. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. 3. Üç yaşını doldurmayan erkek çocuk.
    SABİÎN (SÂBİE): Yıldıza tapanlar.
    SADAKA: Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.
    SÂDAT: Seyyidler, Hz. Peygamber'in soyundan gelenler.
    SADDETMEK: Bir şeyin gediğini kapamak, tıkamak, engel olmak.
    SÂDIK: Doğru, dürüst, sadakatli.
    SÂDIR: Sudur eden, çıkan, meydana gelen.
    SADR: Her şeyin öncesi ve başlangıcının en iyisi. Kalp, göğüs, ön.Başkan Baş. Oturulacak yerlerin en iyisi.
    SAFA ile MERVE: Mekke-i Mükerreme'de iki tepenin adları. Sa'yin iki ucu.
    SAFÂ: Mekke'de bir tepe adı. Sa'yin başlangıç noktası.
    SAFHA: Aşama, değişen durum ve hallerden her biri.
    SAFÎR: Islık.
    SAFSATA: Yalan, uydurma, görünüşte doğru gerçekte yalan ve yanlış olan kıyas.
    SAGÎRE: Küçük günah.
    SAHİH: 1. Gerçek. 2. Sağ, sağlam. 3. Tam, eksiksiz.
    SÂHİR: Büyücü, büyü eden, sihirbaz.


    SAKALEYN: İnsanlar ve cinler.
    SAKAR: Cehennemin adlarından biri.
    SAKÎ: Kırağı, şebnem, çiğ.
    SÂKÎ: Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan.
    SALÂH: İyilik, bir şeyin iyi ve istenen şekilde bulunması, dindarlık, barış.
    SALÂT: Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.
    SALÎB: Haç.
    SÂLİH AMEL: İyi, haklı, dini emirlere uygun ibadet ve iş.
    SÂLİK: Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
    SAMED: Allah'ın adlarından biri, pek yüksek, daim.
    SANEM: Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.
    SÂNİ': Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
    SAR'A: İnsanın kendini kaybederek düşmesine sebep olan sinir hastalığı.
    SARAHAT: Açıklık. Açık anlatım.
    SARF-I NAZAR: Bir şeyden vazgeçme, cayma.
    SAVM: Oruç.
    SAVM'AA: Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.
    SA'Y: Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
    SEBEB-İ NÜZUL: İndiriliş sebebi.
    SEBÎL: Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
    SEBİLULLAH: Allah yolu, din.
    SECÂVEND: Kur'ân-ı Kerim'i doğru okumak için yapılan işaretler.
    SECDE: Namazda yüzünü yere koyma, yere kapanma.
    SECDEGÂH: Namaz kılınıp secde edilecek yer, ibadet yapılacak yer.
    SEDD: 1. Tıkamak, engel olmak. 2.Baraj. 3. Perde. Engel. 4.Rıhtım. 5. Set, tümsek.
    SEFER: Yolculuk, seyahat, gezi. Savaşa gitme. Savaş, muharebe.
    SEFÎH: Zevk ve eğlenceye düşkün, sefahata düşmüş, malını düşünmeden harcayan.
    SEHM: Ok, hisse, pay, nasib, kısım, hazine geliri, korku, dehşet.
    SEHV: Yanılma, hata, yanlış.
    SEKÎNE: Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.
    SEKİNET: Sükun ve imtinan. Temkin. Nefisteki telaşın kesilmesi ile hasıl olan kalp huzuru ve sükuneti.
    SEKİR (SEKR): Sarhoşluk.
    SEKT: Susma, bir anlık susma.
    SEKTE: Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
    SELBETMEK: 1. Red, inkâr etmek. 2. Kapmak, zorla almak.
    SELEEF-İ SALİHİN: Önceki salihler. İslâmın ilk devirlerinde yaşamış olan iyi Müslümanlar.
    SELEF: 1. Eskiden olan, önce bulunmuş olan. 2. Yerine geçirilen. 3. Önde olmak, ileri geçmek.
    SELEM: Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.
    SELÎM: Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan.
    SEMA: 1. İşitme. 2. Mevlevî âyin dönüşü.
    SEMÂ: Gökyüzü, asuman, gök.
    SEMAVÎ KİTAPLAR: Gökle ilgili kitaplar, Kur'ân-ı Kerim, Tevrat, İncil, Zebur.
    SEMEN: Para, kıymet, değer, bedel.
    SEMÎ: İşiten, duyan.
    SER: Baş, tepe, uç, gaye, zirve, başkan, reis.
    SERAB: Çölde, sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde veya ufukta su ve yeşillik var gibi görünme olayı. Şaşkın hale gelme.
    SERHAD (SERHAT): Sınırbaşı, iki devlet arasındaki sınır boyu.
    SERÎ: Çabuk, süratli.
    SERÎR: Taht. Üzerinde oturulacak yüksek yer. Tahta karyola.
    SERİYYE: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.
    SERKEŞ: Baş kaldıran, inatçı, dikbaşlı, itaatsiz.
    SERTAÇ: Baş tacı olan, çok sevilen.
    SERVER: Önde giden, baş çeken, önder, başbuğ.
    SERVET: Zenginlik, maddî varlık.
    SEVAB: Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.
    SEVAP: İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilen mükâfat.
    SEVKİTABİÎ: Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.
    SEYYARE: Güneş etrafında dolaşan gezegen.
    SEYYİDÜ'L-BEŞER: İnsanların efendisi, Hz. Muhammed.
    SIBYAN: Çocuklar, sabiler.
    SIDDIK: Çok samimi. Doğru, inançlı, sadakatli.
    SIDDIK-I ÂZAM: Ebu Bekir Sıddık.
    SIDK: 1. Doğruluk, gerçeklik, hakikat. 2. İyi niyet.
    SILA: 1. Ulaşma. 2. Yurdu, hısım akrabayı gidip görme.
    SILA-İ RAHİM: Akrabaları ziyaret.
    SILA-İ RAHİM: Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması.
    SIRAT: Yol, cadde.
    SIRAT-I MÜSTAKİM: En doğru yol, İslâmiyet, Hak yol.
    SİBAK: 1. Bir şeyin üst tarafı, geçmişi. 2. Bağ, bağlantı, sözün gelişi.
    SİDRETÜ'L-MÜNTEHA (SİDRE-İ MÜNTEHA): Peygamber'in ulaştığı en son makam.
    SİGA: Fiilin çekiminden meydana gelen çeşitli şekillerden her biri.
    SİHİRBÂZ: Büyücü, büyü yapan, gözbağcı, sahir.
    SİKA: İnanç, güven, itimat, emniyet, güvenilir inanılır kimse.
    SİKKE: Basılmış madeni para.
    SİLLE: El ayasıyla vurulan tokat.
    SİMA: Beniz, çehre.
    SİRET: 1. Bir kimsenin iç hâli, hareketi, ahlâkı. 2. İnsanın tutmuş olduğu manevî yol.
    SİRKAT: Hırsızlık.
    SİRR: Sır.
    SİYAK: 1. Sözün gelişi. 2. Tarz, üslup.
    SOFESTAİ: Septisizme mensup, şüpheci, inkârcı.
    SUAL: Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.
    SUDÛR: 1. Olma, meydana gelme. 2. Göğüsler, sadırlar.
    SUĞRÂ: Daha küçük, pek küçük.
    SÛ-İ EDEB: Kötü terbiye.
    SÛ-İ KASD: Kötü kasd, cinayet işlemek, adam öldürmeyi tasarlamak.
    SULB: Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel.
    SULH: 1. Barış. 2. Rahatlık. 3. Uyuşma. Uzlaşma.
    SÛR: Kale duvarı. Kıyamet günü İsrafil (a.s.)'in çalacağı boru.
    SÛRE: Kur'ân-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.
    SURÎ: Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
    SÜBHAN: Allah (c.c.).
    SÜCÛD: Secdeye varmak, secdeler.
    SÜFLÎ: Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz.
    SÜFLİYYAT: Kötü işler, bayağı işler.
    SÜHÛLET: Kolaylık, kolaylık aracı, yavaşlık, nazik muamele, elverişli, kullanışlı, paraca kolaylık.
    SÜKÛN: Durgunluk, hareketsizlik. Durmak, kesilmek.
    SÜLÂLE: Soy, sop, bir kimsenin soyu.
    SÜLÂSÎ: Üçlü, üçe mensup.
    SÜLÛK: 1. Bir yola girme, bir sıraya dizilme. 2. Tasavvuf yoluna girme.
    SÜLÜS: Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi.
    SÜLÜSÂN: Üçte iki, üçte iki kısım.
    SÜREYYA: Ülker yıldızı.
    SÜRÛR: 1. Sevinç, neşeli olmak. 2. Tahtlar, yatacak yerler.
    SÜTRE: Perde, örtü. Namaz kılarken ön tarafa konulan engel.
    ŞAİBE: 1. Leke, kir, pislik, süprüntü. 2. Eksiklik, noksanlık, hata.
    ŞAKÎ: 1. Haydut, yol kesen. 2. Her türlü günahı işleyecek bahtsız, haylaz, habis.
    ŞÂKÎ: Şikayetçi, şikâyet eden.
    ŞAKİK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. 2. Ana baba bir erkek kardeş.
    ŞAKİKA: 1. Ana baba bir kız kardeş. 2. Yarım başağrısı.
    ŞÂMİL: Kaplayan, çevreleyen, içine alan, genel.
    ŞA'ŞAA: 1. Parlaklık, parlama. 2. Gösteriş, dış süs, yaldız.
    ŞAZ: Kural dışı, kurala uymayan, genel düzenden ayrılmış olan.
    ŞEBEKE: Ağ, kafes, örgüt.
    ŞECERE: 1. Tek ağaç, kütük. 2. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel, soy kütüğü.
    ŞEFAAT: 1. Bağışlanmasını dileme, birine arka olma. 2. Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
    ŞEFEVÎ: Dudağa ait, dudakla ilgili.
    ŞEFFAF: Saydam, bakıldığı Zaman arkasındaki cisim görülen.
    ŞEFİ': 1. Şefaat eden. 2. Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
    ŞEHADET: 1. Şahitlik, tanıklık. 2. Bir şeyin gerçekliğine inanma. 3. Din uğrunda şehit olma.
    ŞEHİD: Din uğrunda savaşarak ölen Müslüman.
    ŞEHR: Ay. 30 günlük süre.
    ŞEHRÜ'L-HARAM: Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.
    ŞEHVET: 1. Bir şeyi sevip çok isteme, arzulama. 2. Nefis. 3. Cinsî arzu.
    ŞEKK: Şüphe kuşku, sanı, zan.
    ŞEKKETMEK: Kuşkulanmak, şüphelenmek.
    ŞEKL: 1. Şekil, biçim, benzer, taslak. 2. Tür, çeşit. 3. Beniz, çehre.
    ŞEMS: Güneş.
    ŞENİ': Kötü, fena, utanılacak ayıp.
    ŞERAYİN: Atardamarlar.
    ŞERH: Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma.
    ŞERH: Açma, yayma, açıklama, açık açık anlatma.
    ŞERİK: Ortak, arkadaş.
    ŞERR: 1. Kötülük. 2. Kavga gürültü, 3. Dinin yasak kıldığı iş.
    ŞEVKET: Haşmet, ululuk.
    ŞIKK: 1. İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası. 2. Bir işin iki yönünden her biri.
    ŞİA: 1. Taraflılar, yardımcılar. 2. Hazreti Ali taraflıları, aleviler, şiiler.
    ŞİRK: Allah'a ortak koşma.
    ŞUA: Güneşten veya bir ışık kaynağından uzanan ışık telleri, ışın.
    ŞUARA: şairler, ozanlar.
    ŞURA: Müzakere, konuşma yeri, meclis, divan.
    ŞÜHUDÎ: Görünmeye dair, görünebilir olanla ilgili.
#19.04.2009 22:26 0 0 0