Namazın Ahlâka Getirdiği Hikmetler

Son güncelleme: 28.04.2009 17:11
  • a) Namaz kılan, bir anlamda farkında olmadan supanaliz yapan kimsedir. Özellikle Cenab-ı Hakk'ın huzurunda okuduğu Fâtiha'da, verdiği "Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz" andını şuur altında yavaş yavaş geliştirerek kendi ahlâkını analiz edecektir. Bu supanaliz başlangıçta çelişkili sıkıntılar yaratır. Fakat sonradan oturarak yavaş yavaş ahlâkı yüceltir.

    b) Namaz kılan huzur-u ilâhide secdeye kapandığı için, ne kadar şeklen de bu görevi eda etse mutlaka gururunu kıracaktır. Ahlâk açısından en vahim hastalık gururdur. Kavgaların, nefretlerin temelinde nefsin bu zalim hastalığı; gurur yatmaktadır. Namaz kılanların, hele bunu ibadet ciddiyeti içinde devam ettirenlerin, her secdeye varışta gururları mânevi bir hikmetle törpülenir. Sırf bu açıdan bile namaz ahlâka temel bir ibadettir.

    c) Taklid namaz bile imanı kontrol eden çok hassas bir reçetedir. İmanda meydana çıkan aşınmalar ve zaaflar namaz kılanlarda görülmez. Bu yüzden iman hastalığı olan riya ve yalan, yavaş yavaş karakter çizgilerimizden silinmeye başlar. İslâmiyet'in temel yasağı yalan ve riyadır. Kur'an'da bu konuda pek çok âyet vardır. Hele Efendimizin "Müslüman yalan söylemez" hükmü namaz kılanın zamanla kazanacağı pek önemli bir hikmettir.
    Şekilsel namaz kılınırken ne gibi aksaklıklar olduğunu, hepimizin yakındığı bazı noktaları dile getirmek istiyorum:
    İlâhi huzurda arzu ettiğimiz duygulara yaklaşamamamız, özellikle dünya vesveselerinin namazda hatırımıza gelmesi önemli bir meseledir. Bu tarz namazlarda, kul dünyayı haram kılan tekbirle namaza başladığı zaman, dünyaya kapılarını kapamak ister. Bu niyeti genellikle Sübhaneke'yi okuyana kadar devam eder. Daha sonra Fâtiha'nın ilk üç âyetinde de kul kısmen huzurludur. Fakat dördüncü âyeti okuduktan sonra genellikle bu huzurun azaldığını, dünya işlerinin namaz sofrasına davetsiz misafir olarak geldiğini tesbit ederiz. Farkına varmasak da bunun nedeni,Allahın huzurunda okuduğumuz dördüncü âyetin mesuliyetidir. Günlük hayatımızda çoğu kez paraya, mevkiye kulluk etme hatalarımız huzur-u ilâhide bir ihtarname gibi karşımıza çıkıvermektedir. "Yalnız sana kulluk ederiz, yalnız senden yardım dileriz" dediğimiz anda, nefsin bizdeki bilânçosunda büyük tezatlar, çeşitli kılıklarda karşımıza çıkıverir. Cenab-ı Hak başımıza gelecek bu çıkmazları hatırlatmak için Fâtiha'dan önce Eûzü besmele'yi huzurunda bize tekrar ettirmektedir.
    Hatıra mantıken şöyle bir soru gelebilir:
    Huzur-u ilâhiye geldik. Tekbir ile dünya ilgimizi kestik ve Sübhaneke'yi okuduk. Allah'ın huzurunda tekrar şeytanın şerrinden Allah'a sığınmanın ne gereği var? Hâlbuki işte Allah bu noktada Eûzü besmele okutturarak şeytanın bizzat namazda bile bize vesvese verebileceğini ihtar etmiştir.
    Huzur-u ilâhide hileye imkan olmadığından, dünya hayatımızdaki ciddi aksaklıklar ilâhi cereyanın azalmasına, hatta kesilmesine neden olacaktır. İşte bu yüzden dünya gaileleri bir bir perdemize düşecektir. Taklid namazda bu istenmeyen durum hepimizde zuhur eder. Paniğe kapılmadan kesiksiz namazımıza devam edeceğiz. Ta ki, yavaş yavaş Allah'a kulluk etmeyi öğrenecek, sonunda bu vesveselerden kurtulacağız.
    Şekilsel namazda, Rükû'a vardıktan sonra onun yüce mâna hikmeti, özellikle rükûdan doğrulurken " Allah kendisine hamdedeni işitir" sözü yeniden bizi huzura kavuşturur. Hatta kendimizi toparlar, eğer içtenlikle secdeye kapanırsak yeniden can bulmaya başlarız. Nitekim Ka'de'de, yani otururken et- Tahiyyâtü'yü manasını bilerek okursak huzurumuz bir hayli artar.
    Buraya kadar anlattıklarımızdan namazın bir önemli hikmeti daha anlaşılmış oluyor. Biz dünya hayatımızda gittiğimiz yanlışlıkları namaz vasıtasıyla tashih ediyor, böylece ahlâk ve karakter çizgimizi düzeltmiş oluyoruz.
    Taklid namazda fevkalâde önemli bir hikmet, selam vermeden ewel okunan salâvat-ı şerifelerin içinde Hz. İbrahim'in zikredilmesidir, acaba niçin selam vermeden, yani dünyaya dönüş seremonisini tamamlayacağımız sırada en son Hz. İbrahim'i anıyoruz? Bu noktada hikmetlerin çok ince bir sırrı yatmaktadır. Hz. İbrahim, Nemrut'un zulmüne karşı hiç boyun eğmemiş, dünya menfaatlerine kapılarak ondan yılmamıştır. İşte selam vermeden hemen önce Allah bize Hz. İbrahim'i hatırlatarak "Ey kulum! Dünyaya dönüyorsun. Dünyada seni çıkmaza sokan en önemli olay zahirde görünen madde gücüne kapılıp ona râm olmandır. Hz. İbrahim'i unutma! O maddenin hiç bir baskısından yılmayarak Allah 'ın emrine uydu ve kulluğu seçti" demektedir.
    Namaz kılan insan ahlâk ve faziletini bu nedenle her türlü maddi güce karşı korumak zorundadır. Yoksa bir sonraki namazında selam vereceği zaman tekrar Hz. İbrahim'i anarken Rabbine karşı gülünç mevkiye düşer.
    Şekilsel namazda bile böylesine derin hikmetler, inanan insanı ilâhi potada erite erite Rabbinin huzuruna lâyık bir şekilde hazırlamaktadır. İşte bu nedenle nefs taklid namazın bu sırrını bildiği için, yol yakınken bizi taklid namazdan caydırmaya çalışır. Namaz riyadan uzak kaldığı müddetçe ne kadar yüzeysel de olsa Allah'ın rahim olan esması yüzü suyu hürmetine makbul ve kabûl olur.


    ONK. DR. HALUK NURBAKİ
#24.04.2009 09:55 0 0 0
  • Allah (c.c) Razı Olsun Asiyancım..
#24.04.2009 14:20 0 0 0
  • allah razı olsun
#28.04.2009 17:11 0 0 0