Ahzâb sûresi Medine'de inen sûrelerdendir. Medine'de inen diğer sûreler gibi bu sûre de, İslâm toplum hayatının, ahkâm yönünü ele alır. Müslümanların özel ve genel hayatlarını anlatır. Bilhassa aile hayatını işler. Bu münasebetle topluma sağlık ve mutluluk sağlayacak kanunlar ko*yar. Evlat edinme, zıhâr ve bir insanda iki kalbin bulunmasına inanmak gibi, Câhiliyye döneminden kalma bazı âdet ve gelenekleri kaldırır. Cahiliyye toplumunun bataklıklarını kurutur ve o zaman yaygın olan hurafe ve kuruntuları yok eder.
Bu mübarek sûrenin ana konularını üç noktada özetleyebiliriz.
1. İslâm ahlâkı ve İslâmî yönlendirmeler,
2. İlâhî hüküm ve kanunlar,
3. Hendek (Ahzâb) ve Benî Kureyza savaşları
Birincide, ziyafet, açılıp saçılmama, örtünme ve hicâb kaideleri, Peygamberimize (s.a.v.) karşı davranış ve saygı kaideleri ve benzeri sosyal ahlâk kurallarından söz eder.
İkincide; zıhâr, evlat edinme, veraset, evlatlığın boşadığı kadınla ev*lenme, Peygamber (s.a.v.)'in çok kadınla evlenmesi, bundaki hikmet. Pey*gamberimize salavât getirme ve şer'î örtünmenin hükmü, düğün ziyafetine davet işiyle ilgili hükümler ve diğer bazı şer'î hükümlerden bahseder.
Üçüncüde, bir adı da Ahzâb savaşı olan Hendek savaşını geniş bir şekilde anlatır. Bu savaşta, şer kuvvetlerinin mü'minlere karşı nasıl birleş*tiklerini gayet güzel bir şekilde tasvir eder. Münafıkların sırlarını ortaya çıkarır tuzak kurma, köstek olma ve yardımsız bırakma gibi davranışlar*dan sakındırır. Sûrenin başında ve sonunda onlardan o kadar çok söz eder ki, onların hiçbir gizli taraflarını ve anlatmadık tuzaklarını bırakmaz. Melek*ler ve rüzgâr göndermek suretiyle düşmanların tuzağını bozma hususunda, Allah'ın mü'minlere lütfettiği büyük nimeti hatırlatır. Aynı zamanda, Benî Kureyza savaşından ve yahudilerin, Peygamber (s.a.v.) ile yaptıkları anlaş*mayı bozmalarından bahseder. [1]
İsmi
Müşrikler her taraftan inüslümanlara karşı birleşip grup grup top*landıkları için bu sûreye "Ahzâb sûresi" denilmiştir. Mekke kâfirleri, Gatafan, Benî Kureyza ve diğer Arap kabileleri ile müslümanlara karşı birleştiler. Fakat Yüce Allah onları hor ve zelil yaptı. Müminlere, savaşta bu parlak mucize yetti. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve mü*nafıklara uyma. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.
2. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
3. Allah'a güvenip dayan. Vekîl olarak Allah yeter.
4. Allah, bir adamın içinde iki kalb yaratmadığı gibi, "zıhâr" yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanı*madı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
5. Onları babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim oldu*ğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve dostlarınız olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalblerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
6. Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha kıymetlidir. Eşleri de onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine diğer mü'-minlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bu Kitap'ta yazılı bulunmaktadır.
7. Hani biz peygamberlerden söz almıştık; senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da. Biz onlardan pek sağlam bir söz aldık.
8. Allah bu sözü doğrulara sadâkatlerinden sormak için aldı. Kâfirler için de çok acıklı bir azap hazırladı.
9. Ey îman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular gönder*miştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmektedir.
10. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldiğı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman;
11. İşte orada îman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.
12. Ve o zaman, münafıklar ile kalblerinde hastalık bulunanlar, "Allah ve Resulü, meğer bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar!" diyorlardı.
13. Onlardan bir gurup da demişti ki: "Ey Yes-rib'liler; Artık sizin için durmanın sırası değildir, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise "Gerçekten evlerimiz emniyette değil" diyerek Peygamber'den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi sadece kaçmayı ar-zuluyorlardı.
14. Medine'nin her yanından üzerlerine saldırıl-saydı da, o zaman savaşmaları istenseydi, şüphesiz hemen savaşa katılırlar ve evlerinde pek eğlenemezlerdi.
15. Andolsun ki daha önce onlar, sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz mes'ûliyeti gerektirir!
16. De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! O takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.
17. De ki: Allah size bir kötülük dilerse, O'na karşı sizi kim korur, ya da size rahmet dilerse (size kim zarar verebilir)? Onlar, kendilerine Allah'tan başka ne bir dost bulurlar ne de bir yardımcı.
18. Allah, içinizden savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, "Bize katılın" diyenleri gerçekten biliyor. Zaten bunların pek azı savaşa gelir.
19. Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı' mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar îman etmiş değillerdir; bunun için, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre ko*laydır.
20. Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.
Kelimelerin İzahı
Ed'iyâ, evlatlık mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Daîyy, başkasının oğullarından edinilen evlatlıktır. İbn Manzûr: "Daîyy, babasından başkasına nisbet edilen demektir" der. Şair şöyle der:
Kavmin evlatlığı, babalığına yardım eder ki, babalığı onu temiz soylullara katsın. Onlar Kays veya Temîm'e mensup olmakla iftihar ederken, ben İslam ile iftihar ederim. Benim babam İslamdır, benim ondan başka babam yoktur.
Aksetu, daha âdil. Bir kimse âdil davrandığında denir. Zulmettiğinde ise, denir. Adalet demektir.
Mestûran, silinmeyecek şekilde yazılmış, demektir. Mîsâk, yeminle veya benzen şeylerle pekiştirilmiş söz, ahit. Hanâcir, kelimesinin çoğuludur. Hançere; gırtlağın sonu, yiyecek ve içeceklerin yemek borusuna girdiği yer,
Yesrib, Medine-i Münevvere'nin adıdır. Rasulullah (s.a.v.) bu şehre, "Tayyİbe" de demiştir.
Avrat; emniyetsiz, koruyacak kimse yok. Kolayca girilebilen yere, denir. Cevheri şöyle der: Avrat; "savaşta veya sınır boylarında düşmanın sızmasından korkulan her türlü gedik, açıklık" demektir.[3]
Aktar, yan ve yöre mânâsına gelen kelimesinin çoğulu*dur.
Korur.
Muavvikîn; köstekleyenler, alıkoyanlar. Bu kelime, "döndür*dü" mânâsına gelen fiilinden türemiştir. [4]
Nüzul Sebebi
a. Rivayete göre Kureyş'ten Cümeyl b. Ma'mer isimli bir adam zeki ve işittiğini ezberleyen birisiydi. Kureyşliler, "bunun içinde iki kalbi oldu*ğu için, bu şeyleri ezberliyor" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah, bir insanın içinde iki kalp yaratmadı..." âyetini indirdi.[5]
b. Rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) Tebûk savaşma çıkmak iste*diğinde, müslümanlara hazırlanıp savaşa çıkmalarını emretti. Bazıları: "Anne ve babamızdan izin alalım" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:" Peygamber mü'minlere, kendi canlarından üstündür. Eşleri de onların ana*larıdır..." âyetini indirdi.[6]
Âyetlerin Tefsiri
1. Ey Peygamber! Allah'tan korkmada sebat ve devam et. Bu nida, Peygamberimizi (s.a.v.) şereflendirmek ve değerini yükseltmek maksadıyla yapılmıştır. Çünkü, "Peygamberlik" lafzı, yüceltme ve değer vermeyi ifade eder. Ebussuûd şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'e, "Ey Peygam*ber!" diye seslenmek, onun sânını yüceltmek ve makamının yüceliğine dikkat çekmek içindir. Burada emredilen "takvâ"dan maksat, takvada sebat etmek ve daha çok korkmaktır. Çünkü takvanın alam sonuna ulaşılamaya*cak kadar geniştir.[7] Kâfir ve münafıkların, seni çağırdıkları yumuşaklık, hoşgörü ve ilahlarına dil uzatmama gibi hususlarda on*lara uyma. Söylediklerinin nasihat olduğunu açıklasalar bile, sözlerini ka*bul etme. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'ı ilâhlarına dil uzatmayı bırakmaya ve onların şefaat edeceklerini kabul etmeye çağırdı*lar. Rasulullah (s.a.v.) bunu hoş karşılamadı. Bunun üzerine bu âyet indi.[8] Şüphesiz Yüce Allah, kulların yaptıklarım ve içlerinde gizlediklerini bilir. Onların işlerini hikmetle idare eder. [9]
2. Rabbinin sana vahyettiği dosdoğru şeriat ve hikmetli din ile amel et. Sana indirilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. İşlerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, yaptıklarınızın karşılığını size verecektir. [10]
3. Allah'a güven, bütün işlerinde Ona sığın. Sana ve arkadaşlarına, Allah'ın koruyucu ve yardımcı olması yeter. Bundan sonra Yüce Allah, parlak gerçeği açıklayarak Câhiliyye halkının iddialarını reddetti, Şöyle buyurdu. [11]
4. Allah, kim olursa olsun, hiçbir insanın içinde iki kalp yaratmadı. Mücâhid şöyle der: Bu âyet, Kureyş kabilesin*den, dehâsından dolayı, "iki kalpli" diye çağrılan bir adam hakkında indi. O, şöyle derdi:. Benim içimde iki kalp vardır. Onlardan herbiri ile, Muhammed'den daha iyi düşünürüm.[12] Zıhâr yaptığınız eşlerinizi de, analarınız yerinde tutmadı. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Yüce Allah, eşin anne olmayacağını bildirdi. Câhiliyye devrinde bir adam karısına, "sen bana annemin sırtı gibisin" demesiyle karısını boşamış olur*du.[13] Kendi sulbünüzden olmayan evlatlıklarınız, gerçek oğullarınız değildir. Onlara "oğullar" demeniz, sadece ağızla söylenen kuru bir laftır. Bunun gerçekle ilgisi yoktur. Allah her yönüyle vakıaya uygun gerçeği söyler. O, doğru yolu gösterir. Ayetin maksadı, Câhiliyye halkının iddialarının bâtıl olduğuna dikkat çekmektir. Bir kimsenin göğsünde iki kalb olamayacağı gibi, zıhâr yapılan eşin anne; evlatlığın da oğul olması mümkün değildir. Çünkü gerçek anne, çocuğu doğuran; gerçek oğul ise, kişinin kendi sulbünden doğandır. Öyleyse, zıhâr yapılan eşleri, nasıl anneler sayıyorlar. Kendi sulplerinden olmadıkları halde, başkalarının oğullarına, nasıl "oğullarım" diyorlar?! Bundan sonra Yüce Allah, evlatlıkların nesebinin babalarına verilmesini emrederek şöyle buyurdu. [14]
5. Evlatlık edindiğiniz o insanları, asıl ba*balarına nisbet ediniz. Allah'ın hükmü ve şeriatına göre, bu daha âdildir.[15] İbn Cerîr şöyle der: Onları babalarına nisbetle çağırmanız, Allah katında, babalarından başkasına nisbetle çağırmanızdan daha âdil ve doğrudur.[16] Gerçek babalarını bilip de onlara nisbet edemi*yorsanız onlar sizin din kardeşlerinizdir. Ve dinde dostlarımzdır. Öyleyse,, sizden biri onlara, din kardeşliğini ve dostluğunu kastederek, "Ey kardeşim, ey dostum!" desin, İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, evlatlıkların babalar biliniyorsa, neseplerinin onlara bağlanmasını emretti bilinmiyor*sa, yitirdikleri nesep yerine, onların, mü'minlerin din kardeşleri ve dostları olduklarını bildirdi. Bundan dolayıdır ki, Rasulullah (s.a.v.) Zeyd b. Hârise'ye*: "Sen, bizim kardeşimiz ve dostumuzsun" dedi.[17] İbn Ömer de şöyle der: "Onları babalarına nisbet ederek çağırın, Allah yanında en doğrusu budur" mealindeki âyet ininceye kadar biz Zeyd b. Harise'yi, Zeyd b. Muhammed diye çağırırdık.[18] Ey mü'minler! Hatâ ile onları babalarından başkasına nisbet etmenizde, size herhangi bir günah veya vebal yoktur. Fakat, kasten babasından başkasına nisbet etmenizde günah vardır. Allah'ın mağfireti geniş, rahmeti boldur. Hatâ edeni bağışlar, tevbe eden rnü'mine merhamet eder.
Bundan sonra Yüce Allah, Peygamberimizin (s.a.v.) ümmetine karşı olan şefkatini ve onlara verdiği nasihati açıklıyarak şöyle buyurdu. [19]
6. Rasulullah (s.a.v.) mü'minlere karşı daha şefkatli ve merhametlidir. Bütün dünya ve din işlerinde onlara kendilerin*den daha yetkili söz sahibidir. Hükmü daha geçerli, ona itaat daha çok ge*reklidir. Peygamberin temiz eşleri de, kendilerine saygı gösterilmesi ve evlenmelerinin haram kılınması hususunda mü'minlerin annele*ridir. Ebussuûd şöyle der: Onlarla evlenmenin haram kılınması ve hürmete layık olmaları hususunda, anneler gibidirler..[20] Bunun dışında, yabancı kadınlar gibidirler. Allah'ın şeriatına ve dinine göre, akraba olanlar, verasete, Muhacir ve Ensârdan daha hak sahibidirler. Ancak hayatınızda iken, mü'min ve Muhacir kardeşlerinize iyilik yapar veya ölmek üzere iken, onlara vasiyette bulunursanız bu da caizdir. Bol bol yardım etmek, Allah'ın, kullarını teşvik ettiği iyi şeylerdendir. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, İslam'ın ilk dönemlerinde uygulanmış olan iman, hicret ve benzeri kardeşlikler sebebiyle müslümanlann birbirlerine vâris olmaları hükmünü nesheder.[21]
Akrabalar arasındaki verasetin hükmü Yüce Kitapta yazılmıştır. Ne değiştirilir, ne de bozulur.? Katâde şöyle der: Allah katın*da, kâfirin müslümana vâris olmayacağı yazılmıştır.[22]
7. Peygamberlerden, üzerlerine aldıkları görevi yerine getireceklerine, birbirlerini tasdik edeceklerine ve hem birbirlerinin hem de Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine iman edeceklerine dair ye*minle pekiştirilmiş söz aldığımız zamanı hatırla. Ey Muhammed! O sözü, özellikle senden, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa'dan aldık. Bunlar azim sahibleri, Ulu'1-azm olan meşhur peygamber*lerdir. Rasululiah (s.a.v.)'m üstünlüğünün ve yüceliğinin daha fazla olduğu*nu ifade etmek için. Önce onun ismini söyledi. Beyzâvî şöyle der: Bunlar meşhur, şeriat sahibi peygamberler oldukları için Allah özellikle bunların adım andı. Peygamberimizin üstünlüğünü ve şanının yüceliğini ifade etmek için önce onu zikretti.[23] İbn Kesir şöyle der: Son peygamberin yüceliği ve mertebesinin üstünlüğünü göstermek için önce onu zikretti. Sonra da, zaman içersindeki gelişlerine göre onları sırayla zikretti,[24] Üzerlerine aldıkları peygamberliği tebliğ görevini tam anlamıyla ye*rine getireceklerine dair peygamberlerden sağlam ve kesin bir söz aldık. [25]
8. Allah, kıyamet gününde sadık peygamberlere, Allah'ın emirlerim kavimlerine tebliğ edip etmediklerini sorması için söz aldı. Sâvî şöyle der: Allah'ın, peygamberlerin doğruluğunu bilmesine rağmen onlara sormamasındaki hikmet, kıyamet gününde kafirleri kınamak ve susturmattır.[26] Kurtubî de şöyle der: Bu âyet, kıyamet gününde peygamberler sorguya çekilirlerse, diğerlerinin durumlarının ne olacağına dikkat çekmektedir. Peygamberle*rin sorguya çekilmesinin faydası, kâfirleri kınamaktır. Nitekim Yüce Allah, İsa'*ya, (a.s.) "Ey İsa insanlara, beni ve anamı iki ilâh edinin diye sen mi dedin?[27] buyurmuştur.[28] Allah, inkârları ve hakkı kabul etmekten yüzçevirmeleri sebebiyle, kâfirler için elem ve acı verici bir azap hazırlamıştır.
Bundan sonra Yüce Allah, Hendek savaşını ve mü'minler için ondaki bol nimetlerle parlak mucizeleri anlatmaya başladı: [29]
9. Ey inananlar! Allah'ın size verdiği lütuf ve nimetlerini hatırlayın. Hani bir zamanlar, bölük bölük oldular gelmiş, aleyhinize birleşmişlerdi. Ebussuûd şöyle der: "Ordular"dan maksat, Kureyş, Gatafan, Benî Kureyza ve Benî Nadir yahudilerinden oluşan birliklerdir. Bunlar 12.000 kişi kadardı. Rasululiah (s.a.v.), onların gelmekte olduklarını duyunca, Selmân-ı Fârisî'nin tavsiyesiyle Meame'nin etrafına hendek kazdı. Sonra 3.000 müslümanla çıkıp, hendek, müşriklerle kendisi arasında olacak şekilde karargâhını kurdu. Mü'minlerin korkusu arttı ve her türlü zanlarda bulundular. Münafıkların münafıklıkları ortaya çıktı. Hattâ Muattıb b. Kuşeyr : "Muhammed, bize, İran Kisrâsı ve Bizans Kayserinin hazinelerini va'dediyor. Halbuki biz, korkumuzdan abdest boz-maya gidemiyoruz.[30] O ordular üzerine şiddetli bir rüzgâr ve meleklerden sizin görmediğiniz bir ordu gönderdik. Bunlar bin kişi kadardı. Tefsirciler şöyle der: Allah, onların üzerine şiddetli bir rüzgâr gönderdi. Bu rüzgâr, zifiri karanlık ve şiddetli soğuk bir gecede meydana gelen Sabâ rüzgârıdır. Rüzgâr, onların çadırlarını söktü, tencerelerini devir*di. Adamları yere savurmaya başladı. Yüce Allah melekleri de gönderdi. Melekler onlarla savaşmadan, onları sarstı ve kalplerine korku saldılar.[31] Yüce Allah, o zaman sizin hendek kazmanızdan ve peygambere yaptığınız yardımda gösterdiğiniz sebattan haberdardır. [32]
10. Hani o birlikler, doğu tarafından, vadinin üst ta*rafından size gelmişlerdi. O taraftan Esed ve Gatafân kabileleri gelmişti. Vadinin alt tarafından, yani batıdan da gelmişlerdi. Bu taraf*tan Kureyş, Kinâne ve diğer Arap kabileleri gelmişti. Yani müşrikler doğudan ve batıdan geldiler ve bileziğin bileği sardığı gibi müslümanları kuşattılar. Benî Kureyza yahudileri de, Peygamber (s.a.v.) ile yapmış ol*dukları anlaşmayı bozarak müşriklere katıldılar ve onlara yardım ettiler. Dolayısıyle korku arttı, musibet büyüdü. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Hatırla ki, o zaman korkunun ve dehşetin şiddetinden, gözler şaşkın ve belermiş bir vaziyette bakış istika*metinden eğilmişti.[33] Kalpler, nerdeyse gırtlaklara gelecek şekilde, göğüs içindeki yerlerinde
53. Ey müminler! Peygamberin hanımlarının haklarına riayet etmek, ona eziyet etmemeye ve onu üzmemeye dikkat etmek için, size izin verildiği haller hariç, hiçbir du rumda Peygamberin evlerine girmeyin. Peygamberin evleri" izafeti şereflendirme ve değer verme ifade eder. Âyet, mü'minleri bu yüce ahlâka yönlendirmektedir. Ancak, kendiniz gidip yemeğin pişmesini beklemeden, herhangi bir yemeğe çağrıldığınızda gidebilirsiniz. Ama davet edildiğiniz ve size girme izni verildiğinde girin, Yemeği bitirdiğinizde orada kalmayın, evlerinize dağılın. Sohbet etmek üzere, Peygamberin evine girmeyin. Bu terkip, terkibi üzerine atfedilmiştir. Mânâ şöyledir: Ne yemeği beklemek ve ne de birbirinizle sohbet etmek üzere Peygamberin evlerine girmeyin. Ebu Hayyân şöyle der: Birbirleriyle sohbet etmek üzere uzun süre oturmaları yasaklandı.[149] Bu yaptığınız Peygamberi üzüyor. Canını sıkıyor ve ona ağır geliyor. Birçok işini yerine getirmesine de engel oluyor. Sizi evinden çıkarmaktan utanıyor. Yüce ahlâkı merhametli kalbi, ve sahip olduğu haya duygusu, size gitmenizi emretmesini engelliyor. Allah ise, gerçeği açıklamaktan vazgeçmez. O'nun size gerçeği açıklamasını ve beyan etmesini hiçbir şey engelleyemez. Kurtubî öyle der: Bu bir ahlâk kâidesidir. Yüce Allah bununla, başkalarına sıkıntı verenleri terbiye etmiştir. Sa'lebî'nin kitabında öyle yazılıdır: Başkalarına sıkıntı verenlere şeriat'm tahammül etmemesi onlar hakkında sana yeter.[150] Onun temiz ellerinden herhangi bir ihtiyacınızı istediğinizde, perde arkasından isteyin. Onlardan isteyeceğiniz şeyi, perde arkasından istemeniz, hem sizin, hem de onların kalpleri için daha temiz ve pâk bir davranıştır. Fitneyi ve sû-i zanni daha çok gidericidir. Hayatında Peygamberinize eziyet vermeniz size yakışmaz ve yaraşmaz. Allah, onun sayesinde size hidayet nasip etmiştir. Vefat ettikten sonra da, asla onun eşleriyle evlenme hakkınız yoktur. Çünkü onlar sizin anneleriniz, kendisi de babanız gibidir. Hal böyle olunca, hem kendisi hem de ailesi ile ilgili hususlarda ona eziyet etmek size nasıl yakışır? Eziyet etmek ve ondan sonra eşleriyle evlenmek, Allah katında büyük bir hâdise ve büyük bir günahtır. Allah, bu günahınızı bağışlamaz. Ebussuûd şöyle der: Bu âyette Yüce Allah'ın, Rasulünün (s.a.v.) şeref ve haysiyetini yücelttiği, sağ iken de öldükten sonra da kendisine saygı gösterilmesinin gerektiği apaçık görülmektedir.[151] Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [152]
54. Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, kalplerinizde gizleseniz de, şüphesiz Allah onu bilir. Ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Beyzâvî şöyle der: "Âyetteki genel ifade, maksat için bir delil olmakla birlikte, tehditin şiddetini de vurgular."[153] Yüce Allah "Hicâb" âyetini indirdikten sonra, mahremleri bu âyetin hükmünün dışında tutarak şöyle buyurdu: [154]
55. Peygamberin eşlerine babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğullan, kizkardeşlerinin oğulları, mü'min kadınlar ve ellerinin altında bulunan cariyeleri gibi mahrem kimselerle perdesiz görüşmelerinde herhangi bir günah yoktur. Kurtubî şöyle der: Hicâb âyeti inince, babalar ve oğullar Rasulullah (s.a.v.)'a: "Biz de mi onlarla perde arkasından konuşacağız?" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. Âyette geçen den maksat, mü'minlerin kadınlarıdır.[155] İbn Abbas şöyle der: Çünkü yahudi ve hristiyanlarm kadınları müslüman hanımlardan kocalarına bahsederler. Bu nedenle gayr-i müslim kadınların, kâfir kocalarına anlatmaması için müslüman hanımın, bedeninden herhangi bir yerini açması helâl değildir.[156] Ey kadınlar topluluğu! Allah'tan korkun. Gizli ve açık hallerde O'ndan sakının. İşlerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O azaların hareketlerini bildiği gibi, kalpten geçenleri de bilir. Râzî şöyle der: Buradaki ifade, son derece güzeldir. Çünkü geçen âyette, belirtilen mahremlerle yalnız kalmanın ve onların yanında açılmanın cevazına işaret vardır. Dolayısıyle Yüce Allah, birbirleriyle yalnız kaldıkları zamanlarda da onları gördüğünü bildirerek âyeti sona erdirdi. Allah katında, yalnız kalmak, başkalanyle birlikte kalmak gibidir. Allah ikisini de bilir. Öyleyse, onlar Allah'tan korkmalılar.[157] Bundan sonra Yüce Allah, o yüce peygamberin değerini açıklayarak şöyle buyurdu: [158]
56. Muhakkak Allah, Peygamberine merhamet eder, şanını yüceltir ve makamını yükseltir. Onun itaatkâr melekleri de, Peygamber için dua eder ve bağışlanmasını dilerler. Allah'tan, kulu ve elçisi olan Muhammed (s.a.v.)'i yüceltmesini ve en yüksek mertebeye erdirmesini isterler. Kurtubî şöyle der: Allah'ın salâtı, O'nun rahmeti ve rızası demektir. Meleklerin salâtı, dua ve istiğfar mânâsmdadır. Ümmetin salâtı ise, dua ve Onun emrine saygı göstermek demektir.[159] Sâvî şöyle der: Bu âyette. Peygamber (s.a.v.)'in üzerine rahmet inen bir kimse olduğuna ve mutlak olarak öncekilerin ve sonrakilerin en üstünü olduğuna en büyük delil vardır. Çünkü, Allah'ın Peygamberine salâtı, yüceliğini ifade ile birlikte rahmetidir. Peygamber'in (s.a.v.) dışındakilere salâtı ise, mutlak rahmettir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah size salât edendir. Melekleri de salât eder"[160] İki salât arasındaki farka ve iki makam arasındaki üstünlüğe bak. İşte bu sebeple, Hz. Muhammed (s.a.v.) rahmetlerin kaynağı ve tecellilerin menbaı olmuştur.[161] siz de ey mü'minler! Peygambere çokça salât ve selâm getiriniz. Onun, sizin üzerinizde çok hakkı vardır. Sizi sapıklıktan hidayete ileten, karanlıklardan nura çıkaran odur. Öyleyse, onun şerefli ismi ne zaman anılırsa, Allah'ım! Muhammed'e ve âline rahmet et. Ona çokça selâm et" deyin. Kâ'b b. Ucre'den şöyle rivayet edilmiştir: Dedik ki, yâ Rasulallah! Sana selâm vermeyi biliyoruz, sana salât nasıl olur? Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Allah'ım! İbrahim'e salât ettiğin gibi, Muhammed'e ve âline de saiât et..." deyin.[162] Sâvî şöyle der: Meleklerin ve mü'minlerin Peygambere (s.a.v.) salât etmelerinin hikmeti, onları bununla şereflendirmektir. Şöyle ki, onlar Peygambere (s.a.v.) salat ve onu yüceltme hususunda Allah'a uymuşlardır. Aynı zamanda, onun insanlar üzerindeki bazı haklarından dolayı bir mükâfattır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), insanlara ulasan bütün nimetlerde en büyük vasıtadır. Bir kimseye herhangi bir şahıstan bir nimet gelirse, o şahsı mükâfatlandırması onun üzerine bir haktır. Ancak insanlar Rasulullah (s.a.v.)'a mükâfat vermekten âciz oldukları için, herşeyin sahibi ve herşeye güç yetiren Allah'tan ona mükâfat vermesini istediler. İşte, "Allah'ım! Muhammed'e salât et" sözünün sırrı budur.[163]
57. İnkâr etmek, kendisine eş ve çocuk nisbet etmek ve yahudilerin, "Allah'ın eli bağlıdır"[164] hristiyanların da "Mesih, Allah'ın oğludur"[165] dedikleri gibi, O'na lâyık olmayan şeylerle O'nu nitelemek suretiyle Allah'a eziyet edenler; peygamberliğini yalanlamak, şeriatını kötülemek, daveti ile alay etmek suretiyle Peygambere (s.a.v.) eziyet edenleri Allah lanetlemiştir. İbn Abbas şöyle der: Âyet, Rasulullah (s.a.v.), Safiyye bint Huyey ile evlendiğinde onu kötüleyenler hakkında inmiştir.[166] Allah, onları rahmetinde kovmuş ve dünyada horluk ve hakirlik vermek, âhirette de cehennem azabında edebî bırakmak suretiyle üzerlerine gazap ve öfkesini indirmiştir. Onlar için şiddetli bir azap da hazırlamıştır. Bu azap, son derece küçültücü ve alçaltıcıdır. [167]
58. Mü'min erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şey ve işlemedikleri bir cinayet, hak etmedikleri bir eziyet sebebiyle üzenler var ya, Onlar da, kendilerine iftira, yalan, bâtıl ve apaçık günah yüklemişlerdir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, Kendisine (c.c.) ve Rasulüne (s.a.v.) yapılan eziyeti mutlak olarak1 ifade etti. Mü'min erkek ve kadınlara yapılan eziyeti ise, "Yapmadıkları bir şeyden dolayı" kaydıyla ifade etti. Bunun sebebi şudur: Allah ve Rasulüne yapılan eziyet, kesinlikle haksız yere olur. Fakat mü'min erkek ve kadınlara yapılan eziyet, haklı da olabilir, haksız da.[168]
Yüce Allah eziyet etmeyi haram kılınca, değerli Peygamberine (s.a.v.), bütün ümmetini, İslama ve onun irşâd edici öğretilerine, özellikle önemli sosyal bir emir olup kadının, fâşıkların eziyetine ma'ruz kalmaması için, onun şeref ve haysiyetini koruyan, iffetini muhafaza eden, onu kötü bakışlar, çirkin sözler ve kötü niyetlerden koruyan hicâb emrine uymaya çağırmasını emretti. [169]
59. Ey Muhammed! Mü'minlerin anneleri sayılan senin temiz eşlerine, faziletli kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: Güzelliklerini ve süslerini örten, kötü dillerden onları koruyan ve Cahiliyye kadınlarının sıfatlarından ayıran geniş elbiselerini giysinler. Taberî, İbn Abbas'm bu âyetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, herhangi bir ihtiyaç için evden çıktıklarında, "cübâb"larla başlarının üstünden yüzlerini Örtmelerini ve bir tek gözü açık bırakmalarını emretti.[170] İbn Kesîr, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeyde es-Selmâni'ye, Yüce Allah'ın, "Cilbâb"larını üzerlerine örtsünler" âyetini sordum. Ubeyde başını ve yüzünü örttü ve sol gözünü açık bıraktı.[171] Bu örtünme, onların iffetli, örtülü ve kendini koruyan kimseler olarak tanınmasına daha elverişlidir. Böylece kötü ve ahlâksız kimseler onlar hakkında ümide kapılmazlar. Bir görüşe göre de, onların hür oldukları daha iyi bilinir ve cariyelerden daha iyi ayrılırlar, Yüce Allah, onların Önceki kusurlarını bağışlayıcı, kullarına merhamet edicidir. Zira o, kulların bu cüz'î işlerini ve yararlarım gözetmektedir. Bundan sonra Yüce Allah, eziyet veren her cins insanı çeşitli azaplarla tehdit ederek şöyle buyurdu: [172]
60. İman ettiklerini söyleyip, kalplerinde inkârı gizleyen o münafıklar nifaklarını, kalplerinde kötülük hastalığı bulunan zina edenler de kötülüklerini bırakmazlarsa, Fikirleri karıştırmak, safları bozmak ve kötü haber yaymak maksadıyle Medine'de yalan ve asılsız haberler yayanlar bu işi bırakmazlarsa, Ey Muhammed! Mutlaka seni onlara musallat edeceğiz. Sonra onlar Medine'den çıkarlar ve çıkmak için hazırlanacakları az bir süre hariç bir daha senin yanma dönemezler. Râzî şöyle der: Yüce Allah, Rasûlünün gücünü göstermek için, düşmanlarını onun eliyle Medine'den çıkarıp sürgün edeceğini va'detti.[173]
61. Onlar, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmışlardır. Nerede bulunurlar ve nerede ele gecirilirlersc, şiddet ve zorla yakalanıp, Allah'ı inkâr ettiklerinden dolayı öldürülürler. [174]
62. Bu, daha önce gelip geçmiş olan münafıklar hakkında uygulana gelen, Allah'ın kanunu ve âdetidir. Kurtubî der ki: Yüce Allah, peygamberler hakkında yalan haber yayan v açıkça münafıklık yapan kimsenin yakalanıp öldürülmesini emretmiştir.[175] Allah'ın kânunu asla değişmez. Çünkü o, sağlam bir temel üzerine kurulmuştur. Savı şöyle der: Bu âyet, Peygamberi (s.a.-v.) teselli et*mektedir. Yani, ey Muhammed! Münafıkların varlığına üzülme. Çünkü bu, Allah'ın ezelî bir kanunudur. Onların bulunmadığı hiçbir zaman olmamıştır.[176] Bundan sonra Yüce Allah kıyameti ve ondaki korkunç halleri anlatarak şöyle buyurdu: [177]
63. Ey Muhammed! müşrikler, Alay ve eğlence yollu, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar, Onlara de ki: Ben onun zamanını bilmiyorum. Onu, ancak gaybları çok iyi bilen Allah bilir. Allah, bir hikmete binaen onun vaktini gizlemiş, onu, ne derecesi yüksek yakın bir meleğe, ne de gönderilmiş bir peygambere bildir*miştir. Kıyametin yakın bir zamanda kopacağını sen nerden bileceksin? Ebussuûd şöyle der: Burada acelecileri tehdit ve yanlışını bulmak için soru soranları susturmak vardır. Zamir yerinde açık ismin kullanılması, meseleyi daha açık ifade etmek ve korkunçluğunu göstermek içindir.[178]
64. Şüphesiz Allah inkarcıları kovup rahmetinden uyaklaştırmıştır. Ve onlar için alevli şiddetli ateş hazırlamıştır.[179]
65. Onlar cehennemde ebedî olarak kalıcıdırlar, Onları cehennemden çıkarıp Allah'ın azabından kurtaracak bir
yardımcı ve dost bulamazlar. [180]
66. Yüzleri, ateşte kızartılan et gibi, bir yönden diğer yöne çevrildiği gün, Kaçırmış oldukları fırsatların hasretini çekerek şöyle derler: Keşke Allah'a ve Rasûlüne itaat etseydik de bu horlayıcı azabı çekmeseydik. [181]
67. Derler ki: Ey Rabbimiz! Biz, aramızdaki önderlere ve ileri gelenlere uyduk. Onlar da bizi hidayet ve iman yolundan saptırdılar. [182]
68. Ey Rabbimiz! Onlara bizim azabımızın iki katını çektir. Çünkü onlar, bizim yoldan çıkmamıza sebep oldular.
Onları, lanetin en büyüğü ve en şiddetlisi ile lanetle.
Bundan sonra Yüce Allah, yahudilerin, peygamberlerine eziyet verdikleri gibi, mü'minleri Rasulullah'a eziyet vermekten sakındırarak şöyle buyurdu. [183]
69. Ey İnananlar! İsrailoğulları gibi olmayın. Onlar, peygamberleri Musa'ya eziyet ettiler. Aşırı derecede utangaç olduğu ve vücudunu iyice örttüğü için Musa'yı de-belik veya alaca hastalığı ile itham ederek üzmüşlerdi. Yüce Allah da onun bu gibi hastalıklardan uzak olduğunu ortaya koydu ve kendisini itham ettik*leri hususta yahudileri yalancı çıkardı. Buhârî, Ebu Hureyre (r.a)'dan, Rasu-lullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini rivayet eder: Musa (a.s.) çok utangaç, vücudunu çok örten bir adam idi. Haya duygusandan dolayı iyice Örtündüğü için teninden hiçbir şey görünmezdi. Tsrailoğullarından bazıları ona eziyet etti. Dediler ki: O, sadece tenindeki bir kusurdan dolayı bu şekilde örtünüyor. Onda ya alaca hastalığı, veya debelik ya da bir âfet var. Yüce Allah, Hz. Musa'yı (a.s.), onların dedikodusundan kurtarmak istedi. Musa (a.s.), bir gün tek başına kaldı. Elbisesini çıkarıp taşın üzerine koyarak yıkandı. Yıkanmayı bitirince elbisesini almak için yöneldi. Taş, elbisesini kaçırıyordu. Musa (a.s.) asasını alarak taşın peşine düştü. "Ey taş, elbisem! Ey taş, elbisem" demeye başladı. Neticede, İsrailoğullarından bir grubun yanından geçti. Onu çıplak olarak, Allah'ın en güzel yaratığı halinde gördüler. Allah, yahudilerin dedikodusundan onu böylece aklamıştı..."[184] Hz. Musa, Allah katında yüksek bir dereceye, makama ve şerefe sahipti. İbn Kesîr şöyle der: Rabbi katında onun şeref ve itibarı vardı. Ne istediyse Allah ona verdi.[185]
70. Ey iman edenler! Bütün söz ve fiillerinizde Allah'ın gözetiminde olduğunuzu bilin. O'nun razı olacağı doğru söz söyleyin. Taberî şöyle der: Yani, haksız değil, âdil bâtıl değil hak söz söyleyin.[186]
71. Böyle yaparsanız, Allah sizi iyi amel işlemeye muvaffak kılar ve yaptığınız bu iyi amelleri kabul eder. İbn Abbas şöyle der: Güzel amellerinizi kabul eder, Günahlarınızı siler. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, iste*diği gayeye ulaşır.
Yüce Allah, kullarına güzel ahlâkı gösterdikten sonra, insanlığı mükellef kıldığı şer'î tekliflerin yüceliğine dikkat çekerek şöyle buyurdu: [187]
72. Biz, farzları ve şer'î teklifleri göklere, yere ve oturmuş dağlara arzettik. Fakat onlar bu emaneti yüklenmeyi kabul etmediler, ağırlığından ve şiddetinden korktular. Bundan maksat, emanetin büyüklüğünü ve yükün ağırlığını tasvir etmektir. Ebussuûd şöyle der: Yani, bu emanetin sânı o kadar yücedir ki, kuvvet ve sağlamlıkta darb-ı mesel olan o büyük cisimler, emaneti gözetecek şuur ve idrake sahip olsalar ve bununla mükellef kılmsalardı, kabul etmezler ve bundan kaçınırlardı.[188] İbn Cüzeyy şöyle der: Emanet; itaatlere sarılmak ve masiyetleri terketmek gibi, şer'î tekliflerdir. Bir görüşe göre, mâlî emanettir. Sahih olan, tekliflerin umumî olmasıdır. Emanetlerin arzedilmesi, iki türlü tefsir edilebilir: Biri, Allah bu varlıklar için anlayış melekesi yaratmış ve emanetler hakîkî mânâda onlara verilmiş, fakat onlar bundan korkmuş ve onu yüklenmekten kaçınmışlardır. Diğeri ise, bundan maksat, emanetin şanını yüceltmek ve onun ağır bir sorumluluk olduğunu vurgulamaktır. Şöyle ki, eğer bu emanet göklere, yere ve dağlara yüklenseydi, bunlar mutlaka onu yüklenmeyi kabul etmez ve ondan korkarlardı. Bu, bir nevi mecazdır. Bu, senin şu sözüne benzer: Büyük yükü hayvana yükledim. Fakat o, taşımayı kabul etmedi. Bundan maksat, hayvan onu taşıyamadı" demektir.[189] İnsan o emaneti yüklendi. Şüphesiz o nefsine çok zulnıedici, işlerin sonucu hususunda da çok câhildir. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Yüce Allah, kabul etmediler' sözüyle, onların muhalefet ettiklerini kastetmedi. Onlar sadece korktukları için kabul etmediler. Çünkü emaneti arz, zarurî değil, ihtiyarî idi.[190]
73. Bunun sonucu olarak Allah, münafık erkek ve kadınlar ile Allah'a ortak koşan erkek ve kadınlara azap edecektir. İbn Kesîr der ki: Allah emaneti yani teklifleri Âdemoğullanna yükledi ki, sonunda, İman ettiklerini açıklayıp inkâr ettiklerini gizleyen münafıklar ile, açıktan ve gizlice İnkâr eden müşrikleri cezalandırsın. Allah iman edenlere merhamet etsin, tevbelerini kabul edip günahlarını bağışlasın ve kendilerinden razı olsun. Allah'ın, mü'minler için mağfireti geniştir. Şöyle ki, geçmiş günahlarını affetmiştir. Onlara karşı merhametli olup çeşitli ikramlarla lütufta bulunmuş ve sevap vermiştir. [191]
Edebî Sanatlar
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz.
1. Peygamber'in evlerine girmeyin cümlesindeki izafet evlerin şereflendirilmesi içindir. Çünkü evler Peygambere (s.a.v.) nisbet edilince şeref kazanmıştır.
2. "girin" ile "dağılın" "açığa çıkarırsanız" ile veya gizlerseniz" ve lya bulundular" ile yakalandılar" arasında tıbâk vardır.
3. "Sizden utanır" ile Allah hakkı açıklamaktan haya etmez" arasında tıbâk-ı selb vardır.
4. "Eğer münafıklar son vermezlerse..." den sonra "yalan haber yayanlar"in söylenmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesidir. Çünkü yalan haber yayanlar münafıkların kendileridir. Yüce Allah, yaptıklarının çok çirkin olduğunu vurgulamak ve adiliklerini göstermek için, önce genel, sonra özel olarak zikretti.
5. "Mübalağa ifade etmek için ve kalıpları kullanılmıştır. Mesela: insan oğlu çok zalim ve çok câhildir." "Allah, herşeyi bilendir" "Allah, herşeyi görendir."...
6. Te'kîd için (vurgulamak fiille birlikte mastarı getirilmiştir. Mesela: "şiddetle öldürüldüler", "ona tam bir selâm verin" gibi.
7. "Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik, derler" âyetinde, temennî yoluyla, üzüntü ve hasret ifadesi vardır.
8. "Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın" cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır.
9. "Emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik" cümlesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, büyüklüğü, şanının yüceliği ve önemi hususunda emânetin, ağır şeylerden olduğunu temsili olarak anlattı. Şöyle ki, bu emânet eğer göklere, yere ve dağlara verilseydi, onlar, en kuvvetli ve muhkem varlıklar olmalarına rağmen almaktan kaçınır ve korkarlardı. İşte bu ifâde, emaneti yüklenmenin dikkat ve itina isteyen bir konu olduğunu, neticesinden korkulması gerektiğini vurgulayan parlak bir misaldir.
10. "Sonunda Allah, münafık erkek ve kadınları cezalandırsın" cümlesi ile Allah, mü'min erkek ve kadınların tevbesini kabul etsin" cümlesi arasında latîf mukabele vardır. Sûrenin bu âyetle sona erdirilmesi, edebiyatçıların "Reddu'1-acez ale's-sadr" dedikleri edebî sanatlardandır. Çünkü sûrenin başlangıcı münafıkları yerme hakkında idi. Sonu da, münafıkların sonunun kötülüğünü açıklamaktadır. Dolayısıyle başlangıçla son arasındaki uygunluk münasebetiyle söz güzel olmuştur.
1l."Allah ve melekleri Peygambere salât ederler" cümlesinde Peygambere (s.a.v.) övgü vardır. Cümlenin bu kalıpta gelmesinde, beyan ilmi bakımından birkaç edebî incelik vardır:
a. Önemine binâen, haber cümlesi edatıyla te'kîd edilmiştir.
b. Süreklilik ifade etmesi için, isim cümlesi ile söylenmiştir.
c. Cümle, başlangıçta ile, İsim cümlesi olarak başlamış, sonun*da ile fiil cümlesi olarak bitmiştir. Bu durum,Yüce Allah'ın, Rasûlünü övnıcsinip /.aman /aman yenilenerek devam ettiğine işaret eder. Bu ince sırrı bir düşünün.
12. "gibi, âyet sonlarının birbirine uygunluğu vardır. Çünkü bu dutum kulağa hoş gelmektedir. Bu da, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [192]
Bir Nükte
"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına şöyle..." mealindeki âyet güzel bir nükteye işaret eder. Bu nükte de şudur: Da*vet ancak, davetçi o davete kendinden ve aile fertlerinden başlarsa meyve verir, İşte şer'î örtünmeye, peygamberin eşleri ve kızları ile başlanmasının sim budur. [193]
Kadınların Yüzlerinin Açılmasının Mubah Olduğunu Söyleyenleri Ret Ve Örtülmesinin Gerektiğine Dair, Tefsircilerin Bazı Görüşleri
1. İbn Kesir, şöyle der: Yüce Allah, mü'minlerin kadınlarına, herhangi bir ihtiyaç İçin evlerinden çıktıklarında, başlarının üstünden cilbâblarla yüzlerini örtmelerini emretti.
2. İbnu'l-Cevzî, "Cilbâblarım üstlerine alsınlar" mealindeki âyetin tefsirinde şöyle der: Hür oldukları anlaşılsın diye başlarını ve yüzlerini örtsünler.
3. Ebussuûd şöyle der: Ayetin mânâsı şöyledir: Herhangi bir sebeple dışarı çıkmak istediklerinde, cilbâblarla yüzlerini ve bedenlerini örtsünler.
4. Taberî şöyle der: İhtiyaçları için dışarı çıktıklarında, kendilerine herhangi bir fâşığın kötülük etmemesi için, saçlarını ve yüzlerini açıp giyimlerinde cariyelere benzemesinler.
5. Ebu Hayyân şöyle der: sözünden maksat, "yüzlerinin üzerine"dir. Çünkü, Câhiliyye döneminde onların açık olan yeri yüzleriydi.
6. Cessâs şöyle der: Ayet, genç kadına, kalbinde eğrilik bulunanlani kendisinden herhangi bir ümide kapılmamalan için, yabancılara karş yüzünü örtmesinin emredildiğini gösterir, İşte bunlar, kadının, yüzünü örtmesinin gerekli olduğuna dair, tefsi imamlarının görüşlerinden bir özettir.
Allah hakkı söyler ve doğruya iletir.[194]
Yüce Allah'ın yardımıyle "Ahzab sûresi"nin tefsiri bitti. [195]