Komünizm Nedir

Son güncelleme: 25.07.2010 22:24
  • Komünizm Nedir - Komünizm hakkinda bilgiler

    SOSYALİZM NEDİR?

    Sosyalizmin dilimizdeki tam karşılığı 'toplumculuk', başka bir deyişle, sosyalizm toplum yararını, özel bireysel yararın üzerinde tutmak ve toplumu bu amaçla örgütlemek anlamına geliyor. Sosyalist düşünce insanlar arasındaki eşitsizliğin nedenleri üzerine eğilmesi ile ortaya çıkmaya başladı. Daha hakça, daha kusursuz bir toplumsal düzen arayışı biçiminde kendisini ortaya koydu.

    "Üretim ve mübadele araçlarının kollektifleştirilmesi yoluyla sosyal sınıfları ortadan kaldırarak insan topluluklarının teşkilatlandırılmasında köklü bir reform yapmak amacını güden doktrinlerin tümü."

    SOSYALİZMİN KOMÜNİZMDEKİ ROLÜ

    Düzeni değiştirmek amacıyla ortaya atılan her ideoloji, kendisinden daha ayrıntılı, ateşli ve kapsamlı bir başka ideolojiye gebedir. Bu nedenle sosyalizm, komünizmin doğuşuna ön ayak olmuş ve onun bir alt basamağı olarak kalmıştır. Bu bağlamda komünizm sosyalizmi de arkasına alarak sosyalist düşünürleri daha iyimser düşünmeye ve bilimsel verilere dayanma çabası içerisine sokmuştur.

    Komünizmin mimarları Marx ve Engels sosyalizmi toplumun belirli bir tarihi biçimi olarak görüyorlardı.

    Öte yandan "kitlelerin sefaletinden sorumlu tutulan milletlerarası ve kozmopolit mali kuvvetlere karşı az çok totaliter bir siyasetten destek sağlamak"

    SOSYALİZMİN KOMÜNİZMDEKİ ROLÜ

    Komünizm, ilk evresini toplumculuğun oluşturduğu biçimlenmenin üst aşamasıdır, bu yüzden yavaş yavaş olgunlaşan bir geçişi gerektirir. Bu geçiş, ancak bazı koşulların eylemde gerçekleşmesiyle olanak içindedir. Komünizmin kesinlikle, sosyalizmin yeryüzü çapında zafere ulaşmış olması gerekir. Bu yüzden en ilerlemiş sosyalist ülkeler, teknik temelle birlikte yeni tip bir davranışı ağır ağır ve adım adım geliştirerek komünizme geçişi yavaş yavaş hazırlamıştır.

    KOMÜNİZM

    Ortak mülkiyete ve servetin gereksinimine göre bölüştürülmesine dayalı toplumsal düzen ya da siyasal sistem. Komünizm, bu tür bir toplumsal düzen kurmayı amaçlayan Marksist-Leninist ilkelerden esinlenmiş siyasal program ve hareketleri kullanmak için de kullanılır.

    "Marksçı sosyalizmin üst ve yetkin aşaması: bütün üretim ve değişim araçlarını toplumsal iyelikçe, değer biçimlerince bireysel gereksinimlerin karşılanmasına olanak veren kollektif varlıkların bolluğuyla, ayırıcı niteliği belirlenmiş, sınıfsız toplumsal düzen. Komünizm: üretici güçler-üretim ilişkileri karmaşasından oluşan bir üretim yöntemiyle varolur."

    Komünizm düşüncesinin kökleri batı düşünce tarihinde çok eskilere değin uzanır. Bütün üretim ve bölüşüm araçlarını bir bütün olarak toplumun mülkiyetinde olduğu ve devletin tümüyle ortadan kalktığı sınıfsız bir toplum düşüncesi öteden beri insanlara çekici gelmektedir. Eski çağlarda genellikle dinsel tarikatların oluşturduğu komünist toplulukların varlığından söz edilebilir. Komünizmin bir gerçeklik durumuna gelmesi için bilim ve tekniğin son derece belirgin ilerleyişi temeli üzerinde, toplumsal üretim araçlarının çok büyük bir gelişme göstermesi gerekir. "Komünizm yüksek düzeyde gelişmiş toplumda insanların doğa üzerindeki egemenlik gücünü anlatan bir teknik temeli gerektirir. Yalnızca insanın insan yüzünden sömürülmesi ortadan kaldırılmakla kalmaz toplumsal sınıflar ve bunlarla birlikte, toplumsal işbölümü de ortadan kalkar."

    Komünizmin teknik temele karşı olan bu toplumsal temeli,nin öğeleri şöyle belirlenebilir; kol emeği ile düşünsel emek arasındaki ayrılıkların ortadan kalkmasıyla, kentle köy arasındaki belli başlı uzaklıkların yok edilmesiyle bu toplumsal temel maddesel yaşam bakımından toplumsal ve töresel davranış bakımından değişik kavramlara bağlı yeni bir insanın doğuşunu hazırlar. Emek yalnızca bir yaşama aracı değil, insan varlığının başta gelen gereksinimi olur. Özgür ve yaratıcı bir emektir bu.

    "Üretici güçlerin düzeyinin üstün ve aşkın katı, insanlık tarihinde ilk kez azlık iktisadından çokluk iktisadına geçiş olanağı verir. Meta ve para biçimleri silinip gider. Toplumsal hesaplaşma doğrudan doğruya emek, birim ve boyutlarıyla dile getirilir. Yeni dağılım ilkesi ile herkes yeteneğine ve herkesin gereksinimine göre olacaktır." Burjuva hukukunun dar ufku böylece aşılır.

    Komünizm, özgür ve bilinçli emekçilerin yüksek düzeyde örgütlenmiş bir toplumu, kamu-oto yönetiminin kendisini yansıtacağı bir düzen olacaktır. Komünizmde önce devletin zayıflaması, sonra insanların yönetiminden, eşyanın yönetimine geçişi sağlayacaktır.

    KOMÜNİST MANİFESTO

    Komünist manifesto, Karl Marx ve Friedrich Engels'in birlikte yazdıkları ve bilimsel sosyalizmin temel ilkelerini sistemli olarak ortaya koydukları broşüre denir. Uluslar arası Emekçiler Birliği'nin ve daha sonraki sosyalist ve komünist partilerin programlarının temelini oluşturmuştur.

    Marx ile Engels'in materyalist tarih anlayışını dile getiren Komünist Manifesto'da bütün sınıflı toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri, tarihi olduğu anlatılmak istenir. Burjuvalar ve Proleterler başlıklı I. bölümde toplumsal gelişme yasaları ele alınarak, kapitalist düzenin yerini sosyalist topluma bırakacağı ve bu tarihsel rolün proleteryaya düştüğü belirtilir. Proleterler ve Komünistler başlıklı II. bölümde proleterya iktidarı, kapitalizmin sosyalizme geçiş, mülkiyet, aile ve ulus konuları çözümlenir. III. bölüm olan Sosyalist ve Komünist Literatür'de çeşitli küçük burjuva akımlarının kapsamlı bir eleştirisinin yanı sıra tutucu ve ütopyacı sosyalist ve komünist akımlar irdelenir. Komünistlerin Bugünkü Çeşitli Muhalefet Partileri Karşısındaki Tutumu adlı IV. bölümde öbür muhalefet partileri ile komünistler arasındaki ayrımlar belirlenir.

    "Avrupa'da bir hayalet kol geziyor: komünizm hayaleti sözleriyle başlayan manifesto, ünlü; Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yoktur. Oysa, kazanacakları koskoca bir dünya vardır; bütün ülkelerin işçileri birleşin! Sözü ile sona erer."


    KOMÜNİZMİN KOMÜNİST MANİFESTO SONRASINDAKİ AŞAMASI

    Karl Marx ve Friedrich Engels'in 1847-1848 yıllarında yazdığı Komünist Manifesto adlı yapıtın yayımlanmasıyla, komünizm yeni bir anlam kazandı. Ütopyacı sosyalistlerin uygulamaya çalıştığı komünizmle Marx ve Engels'in tanımladığı komünizm arasında önemli farklılıklar vardı. Marx ve Engels'e göre komünizm yalnızca küçük topluluklar içinde değil, aynı anda bütün dünyada varolacaktı. Marx ve Engels'in belirledikleri bir başka ilkeye göre ise komünizm, aydın önderlerin çabalarından çok, tarihsel sürecin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkacaktı. "Komünist Manifesto'ya göre insanlık tarihi sömüren ve sömürülen sınıflar arasında uzun, sürekli bir mücadelenin tarihidir."

    Kapitalizmde bu, işçilerle kapitalistler arasında mücadele biçiminde belirir. Bu mücadele kapitalizmin egemenliğini kurmasıyla daha da yoğunlaşacaktır. Kapitalizm, işçi sınıfının güçlenmesine ve ülkeler arasındaki karşılıklı ekonomik bağımlılığa yol açacak bütün dünya işçilerinin ortak sınıfsal çıkarlarının bilincine varmalarını sağlayacaktır. Ayrıca insan ve toplumla ilgili aldatıcı görüşleri yıkarak, kapitalist baskı ve sömürüyü bütün çıplaklığıyla gözler önüne serecektir. Öte yandan kapitalist sınıfta şiddetli rekabet ve pazarların daralması yüzünden zayıflayacaktır. "Marx ve Engels, Komünist Manifesto'yu yazdıkları sırada işçi sınıfının üretim, bölüşüm ve değişim araçlarına el koymasını sağlayacak bir dünya devriminin yakın gelecekte gerçekleşeceğini düşünüyorlardı. Avrupa'da 1848'de patlak veren devrimlerin yenilgiye uğraması ve işçilerin tarihsel sürece yaygın biçimde katılacakları yolundaki öngörünün gerçekleşmemesi, Marx'ı ve ondan sonra gelen siyaset kuramcılarını bu görüşleri yeniden değerlendirmeye yöneltti."

    Kapitalist toplumla komünist toplum arasıda uzun doğum sancılarının yaşanacağını ve Proletarya Diktatörlüğü biçiminde bir geçiş döneminin gerekliliğini savundu. Marx bu yapıtında söz konusu ara dönemi komünizmin ilk aşaması olarak adlandırmakla birlikte başka yazılarında genellikle sosyalizm olarak tanımlamış ve komünizm sözcüğünü sosyalizmin gelişmesiyle oluşacak mülkiyetin ve sınıfların gerçek anlamda ortadan kalktığı bir üst aşamayı tanımlamak için kullanmıştır. "Kuramsal düzeyde komünizm kavramı sınıfların ve baskıcı devletin bütünüyle ortada kalktığı aşamayı belirtir. Bu nedenle SSCB'nin resmi adında komünizm sözcüğü yer almaz."

    Komünizm ve sosyalizm kavramları arasında bu kuramsal ayrımın dışında bazı tarihsel koşullardan kaynaklanan bir farklılaşma daha vardır. Bunun temelinde Marx'ın kendi döneminde sosyalist adını taşıyan öteki hareketlerle program farklılığını vurgulamak için komünist adını benimsemesi yatar. Zamanla komünist sözcüğü nihai amaçtan çok, Marx'ın öngördüğü programı benimseyen partiler için kullanılmaya başladı.

    Marksist parti ve program anlayışının bütünsel bir yapı kazanmasına en büyük katkıyı Lenin yaptı. İşçi sınıfının, devrimi kendi başına yapamayacağını, amacına ulaşabilmesi için bir grup profesyonel devrimcinin önderliğine gereksinim duyduğunu savunan Lenin, özellikle sosyal demokrat işçi partilerini eleştirerek bunların evrimci yoldan elde edilen reform uğruna radikal amaçları terk ettiğini ileri sürdü. Nihai amacı komünizmi kurmak olan her parti ya da devrimci programın komünist adını alması gerektiğini savundu.

    "Komünist partiler, uzun bir dönem kendilerini tek bir dünya hareketinin parçası olarak gördüler. 1919'da çok yaklaştığı düşünülen devrime önderlik etmek amacıyla III. Enternasyonel kuruldu. Ama sosyalizmin yalnızca bir ülkede iktidarı ele geçirmesi, uluslar arası hareket içinde kuramsal ve siyasal bir çatışma doğurdu. Özellikle Stalin'in tek ülkede sosyalizmin inşasına yönelmesinin ardından Enternasyonel'de SSCB'nin ulusal çıkarları ağır basmaya başladı. Öbür komünist partilerde Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin etkisine girdi."

    ARTI DEĞER

    Daha sonra Marx'ın kuramında önemli bir yer tutacak olan artı değer kavramına da ilk kez Sismondi'de rastlanır. Çalışanların ücreti, hiçbir zaman, kendilerini ancak yaşatmaya yetecek bir düzeyin üzerine çıkmamaktadır. O halde, işçinin ürettiği malın değeri ile ona ödenen ücret arasında bir fark vardır. İşte bu fark artı değer olarak kabul edilebilir. Bu artı değerden yalnız işverenler yararlandığı içindir ki, servet farkları büyümekte, çalışanlarla çalıştıranlar arasında bir uçurum doğmaktadır.

    "Sismondi, toplumdaki sınıflar arasında düşmanlığa son vermek için, işçinin de kardan pay almasını öneriyor. Hatta devletin, işçi lehine daha öteye giden müdahalelerini savunuyor. Hastalık sigortasına benzer bir sistem geliştirmeye çalışıyor. Ama sonunda, bütün bunların yetersiz kalacağını, çaresizlik içinde itiraf ediyor: Emeğin ürünlerinin bunları yaratmaya katılanlar arasında pay ediliş biçimi çok kötü gözükmektedir. Ne var ki, deneyimin bize tanıttığı bu mülkiyet biçiminden tamamen farklı bir durumu kabul etmek de, bana neredeyse kişisel güçlerin üzerindeymiş gibi gelmektedir."

    ÇARTİZM

    Komünizmin kuramı olarak Marksizm'e geçmeden önce, günümüzün sosyalizminin anlaşılması açısından, 1838 yılında İngiltere'de ortaya çıkan çartizm akımına da değinmek gerekir. Bu hareket içinde yer alan işçiler özellikle iki şeyi istiyorlardı. Genel ve gizli oy, milletvekillerine ücret o dönemde yalnızca mülk sahipleri oy hakkına sahipti. İşçi sınıfına ve dolayısıyla tüm topluma tanınacak bir seçme hakkının çok şeyi değiştirebileceği inancı yaygındı. Ama bu da yetmezdi. Çünkü milletvekillerine belirli bir ücret verilmezse yalnızca serveti ve yeterli geliri olanlar milletvekili olabilirlerdi. Milletvekili ödeneklerinin yüksek olması, Avrupa'da hemen her zaman sol partiler savunmuşlardı. Çartist hareketin toplumsal ekonomik modeli ise, kooperatiflere dayanıyordu.

    "Çartizme kadar uzanan hepsinin adından söz edilmeyecek çok sayıda toplumcu düşünürü Marksistler, ütopyacı yani hayalci sosyalistler olarak nitelendirirler. Çünkü somut gerçekler yerine, olması gerektiğini düşündükleri ideal düzenler, ideal modeller üzerinde durmuşlardır. Buna karşılık, Marksizm kendi kendisini bilimsel sosyalizm olarak adlandırmıştır."

    MARKSİZM

    Marx'a göre; teknolojideki gelişmelerin yarattığı işbölümü, üretimi, kollektif bir çalışmanın ürünü yapmıştır. Oysa üretim kollektif iken, üretim araçlarının mülkiyetinin özel oluşu bir çelişkidir. Özel mülkiyete dayalı üst yapı kurumları ile alt yapı arasında bir uyumsuzluk söz konusudur. İşçi yarattığı değerden az pay aldığı için, yarattığı ürünü satın alamayacak demektir. Yarattığı ürün ona yabancılaşacak yarattığı artı değer işverenin elinde onu ezen bir güce dönüşecektir.
    "Servetin giderek belirli ellerde toplanması, üretim araçları üzerinde bir tekelin oluşması kaçınılmazdır. Çünkü rekabete dayalı bir ekonomik yaşamda güçlü güçsüzü ezer ve küçük sermayeye dayalı işletmeler, büyüklerin karşısında giderek yok olurlar. Sermayenin ve üretim araçlarının belirli ellerde toplanması hızlanırken ara tabakalar erir ve toplumun büyük çoğunluğu proleterleşir, yaşamını sürdürmek için kol gücünden başka bir şeyi kalmayanlar kesimine kayar."

    Yukarıda anlatılan kutuplaşma süreci içinde, emekçi toplum kesimlerinin giderek yoksullaşması kaçınılmazdır. Çünkü çığ gibi büyüyen işsizler ordusu, aynı işi daha ucuza yapmaya hazır kitleler demektir. Böylece ücretler de boğaz tokluğu düzeyine kadar inecektir. "Bir yanda çok büyük ama çok yoksul bir çoğunluk, öte yanda çok küçük ama çok varlıklı bir azınlık oluşacaktır. Üretim araçlarına sahip bulunan küçük azınlık, büyük çoğunluğu sömüren sınıfı oluşturur."

    Marksizme göre devlet egemen sınıfın elindeki basit bir araçtan başka bir şey değildir. Toplumun ve siyasal rejimin tüm kurumları, bu egemenliğin devamını sağlamaya, yani egemen sınıfın ayrıcalıklarını korumaya yöneliktir. "Aile, din, ahlak, hukuk, egemen ideoloji vb. hep bu egemenliğin sürmesini güvence altına alan üst yapı kurumlarıdır. Siyasal iktidar, ekonomik iktidarın yansımasından başka bir şey olamaz. Devletlerin hakemliği yani yansızlığı ancak geçiş dönemlerinde, eski egemen sınıf gücünü yitirirken, yeni üretim biçiminin güçlendirdiği sınıfın da henüz egemenliğini kabul ettirecek düzeye ulaşmadığı ortamlarda söz konusudur."
    Marksizm'e göre, kapitalist sınıfın egemenliğinden en çok zarar gören toplum kesimini işçi sınıfı oluşturur. Çünkü kapitalist sınıf işçi sınıfının emeği ile oluşan ekonomik olanakları bizzat işçi sınıfını ezmek ve kendi egemenliğini sürdürmek için kullanır. "Kapitalist toplum düzenini yıkacak olan temel güç, 'proleterya' yani 'işçi sınıfı'dır."

    "Marx ve Engels, Manifesto'da şöyle diyorlar: Proleterya, değişik gelişme ve aşamalarından geçer. Doğuşuyla birlikte burjuvaziyle savaşımı başlar. Başlangıçta savaşımı bireysel olarak işçiler, sonra bir fabrikanın işçileri, sonra bir mesleğin bir yerdeki mensupları, kendilerini doğrudan doğruya sömüren bireysel olarak burjuvalara karşı yürütürler. Saldırılarını burjuva üretim koşullarına değil, bizzat üretim araçlarına yöneltirler; kendi emekleriyle rekabet eden dışalım mallarını tahrip edip makineleri parçalar, fabrikaları yakar, Orta Çağların artık yok olmuş işçi konumunu güç yoluyla yeniden kurmak isterler"

    İşçi sınıfının savaşımının bilinçsiz olan kendiliğinden ortaya çıkan aşamasıdır. Başka bir deyişle, "bu aşamada işçi sınıfı ancak kendiliğinden bir sınıftır. Bilinçlendikçe kendisi için sınıfa dönüşecektir."

    Eskiyen ve yeni koşullara yanıt vermeyen bir üretim biçiminin değişmesi kendiliğinden olmaz. Eğer varolan nesnel koşullara öznel koşul demek olan bilinç öğesi eklenmezse, ortaya çıkan toplumsal patlama, düzenin sorunu değil, ancak biçim değiştirmesini sağlar.

    Marksizm açısından, bilinçlenmenin önemli bir öğesini ideoloji oluşturur. Marx, egemen sınıfın ideolojisinin tüm toplumu etkilediğini ve diğer toplum kesimlerinde bir sınıf bilincinin oluşumunu zorlaştırdığını öne sürüyordu. Bu noktadan hareket eden Lenin de işçi sınıfının kendi başına bırakılması durumunda gerçek bir sınıf biçimine ulaşamayacağını, bu bilincin ona dışarıdan götürülmesi gerektiğini savundu.

    Lenin, şu görüşüyle de bunu destekler "bütün ülkelerin tarihinin bize gösterdiği bir gerçek var. İşçi sınıfı yalnız kendi gücüne dayanırsa ancak trade-ınionist bir bilince, yani sendikalar halinde örgütlenmek, işverenlere karşı savaşım vermek, işçilerin yararına bazı yasaların çıkmasını hükümetten istemek gerektiği inancına varabilir. İşçi hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onu ancak burjuva ideolojisine yamanmaya götürür. İşçiye sınıf bilinci ancak dışarıdan yani ekonomik savaşımın dışından, işçi-işveren ilişkilerinin oluşturduğu ortamın dışından götürülebilir."

    Alt yapı ile üst yapı arasındaki uyumsuzluğun ortadan kalkması için öncelikle üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kalkması gerekir. Ama tam bir eşitlikçi düzenin kurulabilmesi ve egemen sınıfın baskı aracı olan devletin kalkıp onun yerine eşyaların yönetimini alabilmesi için bir geçiş aşaması zorunludur. Proleterya Diktatörlüğü olarak adlandırılan bu aşamada, herkes yeteneği eve çalışması ölçüsünde üretimden pay alacaktır. Ancak, kapitalizmin üst yapı kurumları tamamen ortadan kalktıktan, herkese yetecek kadar üretim yapılacak bir düzeye ulaştıktan, kentle köy, düşünce ve kol emekçisi arasındaki farklar yok olduktan sonra sosyalizmin üst aşamasına ulaşılacaktır. Bu komünizm aşamasıdır.

    "Engels, burjuva siyasal demokrasisinin bazı ülkelerde şiddete başvurmadan sosyalizme geçmeye olanak tanıyabileceğini vurgulamıştır. Ancak bunun Marksist akımlar içinde genel bir kanıyı yansıtmadığı söylenebilir. Silahlı bir ayaklanmayı gereksiz, hatta işçi sınıfı açısından zararlı görüyordu. Umutsuzluktan doğan şiddeti bir devrim yönetimi haline getirmek yanlıştı. Yasal yollardan çoğunluğu sağlamaya çalışmak çok daha sağlıklı ve olanaklıydı. Demokrasi her iki sınıfa da güvenceler veriyor ve yeni bir düzen kurmak için işçi sınıfına olanaklar sağlıyordu. Demokratik süreçler bir yandan kent soyluları, ödünler vermeye, öte yandan işçileri şiddetten uzaklaşmaya zorlayacaktı."

    Rus devriminden sonraki gelişmeler bir yol ayrımı oluşturdu. Sosyalizmi barışçı yollardan özgürlüklere saygı göstererek gerçekleştirmek gerektiğine inananlarla Sovyet modelini benimseyenlerin yolları ayrıldı. Demokratik sosyalistler, demokratik solcular, sosyal demokratlar birinci grupta yer aldılar. İkinci gruptakilere ise komünist denilmesi yaygınlaştı. Aradaki bir amaç farkı değil araç farkıymış gibi görünürken giderek amaçta da farklılıklar ortaya çıktı. Tüm üretim araçlarının devletleştirilmesinin sosyalizmi yaratacağı yerde işçi sınıfı adına toplumu yönetme iddiasında olan küçük bir azınlık doğurduğu öne sürüldü. O azınlığın ayrıcalıkları ise özgürlüklerin ve demokrasinin gelişmesini önlüyordu. "Marx ve Lenin'in öngördüğü gibi; ayrıcalık olan her yerde o ayrıcalığın korunması için baskıya da gerek vardır."




    SONUÇ

    Kısaca komünizm günümüze kadar somut bir uygulama gerçeği tanımadı. Doğu ülkeleri ve Sovyetler Birliği, Marx ve Engels'çe geliştirilen üretim biçimleri kuramında komünizmden önce gelen sosyalizm aşamasında bulunduklarını özellikle belirtirler. Çünkü, Marx'ın tanımladığı anlamda komünizm herkesin gereksinimlerine göre yaşayabileceği para ve devletin ortadan kalkacağı, sınıfsız toplum tasarısıdır. Bu toplumsal devlet tüm gereksinimlerin rahatlıkla giderilebileceği ve toplumsal araştırmaların ortadan kalkarak yalnızca teknik açıdan çözüme kavuşturulacak sorunların kalacağını varsayar. Komünizme özelliğini veren şey, üretim ve değişim araçlarının iyeliğiyle sınıfların ve devletin ortadan kalkmasıdır. Nesnelerin yönetimiyle bir iş ve belli bir toplumsal duruma bağlı olmaksızın herkes gereksinimlerine göre yaşayabilir. Marx, komünizmin ayrıntılarını vermekte direnir. Çünkü, komünizm onu kurtaracak olanların deneyimlerinin bir ürünü olmalıdır.
#27.04.2009 22:21 0 0 0
  • sağol abla
#23.01.2010 15:23 0 0 0
  • komünizm herkesin gereksinimlerine göre yaşayabileceği para ve devletin ortadan kalkacağı, sınıfsız toplum tasarısıdır.
#23.01.2010 15:27 0 0 0
  • Ne olduğunu tam olarak bilmediğim boş iştir bana göre
    Soğuktur Kominizim ismi gibi
#25.07.2010 22:24 0 0 0