Secde Suresi Tefsiri

Son güncelleme: 28.04.2009 16:55
  • Secde Suresi Tefsiri - Secde Suresi

    SECDE SURESİ


    Mekke'de inmiştir. 30 âyettir.

    Sûreyi Takdim


    Secde sûresi Mekke'de inmiştir. Bu da, Mekke'de inen diğer sûreler gibi, Allah'a, âhiret gününe, kitaplara, peygamberlere, öldükten sonra di*rilmeye ve hesaba iman etmek gibi, İslam'ın inanç temellerini ele alır. Bu mübarek sûrenin üzerinde durduğu ana konu, öldükten sonra dirilme konusudur. Müşrikler bu hususta Peygamber'le (s.a.v.) çok mücadele etmiş ve onu, yalanlamak için bunu bir vesile edinmişlerdir.
    Bu mübarek sûre, başlangıçta Rasulullah (s.a.v.)'m büyük mucizesi olan Kur'an-ı Kerinı'den kuşku ve şüpheleri defeder. Böylece o Kur'an'ın etrafında şüpheler ve bâtıllar dolaşamaz. Kur'an'ın mucizeliğinin açıklığına, âyetlerinin parlaklığına, ifadesinin açıklığına ve hükümlerinin yüceliğine rağmen, müşrikler, Peygamberimizi (s.a.v.), "Bu Kur'an'ı uydurdu, kendinden çıkardı" diye itham ettiler. Dolayısıyle bu mübarek sûre, parlak delillerle bu iftirayı reddeder.
    Sonra bu sûre, Allah'ın ulvî ve süfli kâinattaki kudretinin alâmetlerini açıklamak suretiyle, onun birliğini ve kudretini gösteren delilleri anlatır. O bu delillerle bir ve üstün olan Allah'ın eşsiz yaratmasına, Kur'an üslubuyla dikkatleri çeker.
    Daha sonra Kur'an-ı Kerim, müşriklerin, öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr etmeleri hususundaki mantıksız şüphelerini anlatır ve o şüpheleri parlak ve kesin delillerle reddeder. Bunlar, inatçı ve inkarcı hasmın delillerini öyle çürütür ki, hasım, ister istemez, Kur'an'ın bu ezici ve parlak delilleri karşısında, mağlubiyeti hemen kabul eder.
    Bu mübarek sûre, hesap gününü ve o günde Allah'ın takva sahibi mü'minler için hazırlamış olduğu ebedîlik cennetlerindeki ebedî nimetleri ve suçlular için cehermem de hazırlamış olduğu azap ve cezayı anlatarak sona erer. [1]

    İsmi

    Yüce Allah, bu sûrede, Kur'an-i Kerim'in âyetlerini işittiklerinde, "Büyüklük taslamadan secdeye kapanan ve Rabblerini hamd ile tebih eden samimi müminlerin vasıflarını anlattığı için, bu sûreye "Secde Sûresi" adı verildi.[2]

    Bismillâhirrahmânirrahîm
    1. Elif. Lâm. Mîm.
    2. Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, Alemlerin Rabbindendir.
    3. Yoksa "Onu Peygamber kendisi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, o, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden gönderilen haktır. Umulur ki doğru yolu bulurlar.
    4. Gökleri, yeri ve bunların arasındakiler! altı günde yaratan, sonra arşı istiva eden, Allah'tır. O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?
    5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin saydığınız hesap ile bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.
    6. İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak gâlib ve merhamet sahibi O'dur.
    7. O Allah ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.
    8. Sonra onun zürriyetini, nutfeden, hakir bir sudan üretmiştir.
    9. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalbler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
    10. "Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?" derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
    11. De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
    12. O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi geri döndür de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak i-nandık." diyecekleri zamanı bir görsen!
    13. Biz dilesek, elbette herkese hidâyetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır.
    14. O gün onlara şöyle diyeceğiz: "Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedî azabı tadın!"
    15. Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bu âyetlerle kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile teşbih ederler.
    16. Korku ve ümitle Rablerine yalvarmak üzere onların vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
    17. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığım hiç kimse bilemez.

    Kelimelerin İzahı

    Kur'an'ı, kendisi uydurdu. Yukarı çıkar, yükselir.
    İdare eder. Başkasının işlerini idare etmektir. Sülâle; hülâsa, öz demektir.[3] Mehin; zayıf, âdi manasınadır. Onu düzgün yarattı. Âzâlalarına şekil vermek ve mükemmel yapmak suretiyle dosdoğru yaptı.
    Yok olduk, kaybolduk. Bunun aslı, Arapların, süt suyun içinde kaybolup gittiğinde söyledikleri sözünden alınmıştır.
    Başlarını öne eğmiş olanlar. Bir kimse başını yere eğip sustuğunda denir.
    Cinne, cinler demektir. [4]

    Âyetlerin Tefsiri

    1. Elif, Lam, Mîm. Hurûfu mukattaa, Kur'an'ın mucizeliğine dikkat çekmek içindir.[5]

    2. Ey Muhammedi Sana vahy olunan bu kitap, Kur'an'dır. Onun, Allah katından olduğunda şüphe yoktur. O, Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. [6]

    3. "Onu, kendisi uydurdu" mu diyorlar? Cümlenin faili olan zamir, Kureyş kâfirlerini gösterir. Buradaki ise, ve manasınadır. Yani, "Yoksa o müşrikler, Kur'an'ı, Muhammed uydurdu, onu kendiliğinden çıkardı mı" diyorlar? Hayır! Mesele, onların iddia ettiği gibi değildir, Bilakis o, Rabbin katından indirilmiş, hak ve gerçek bir sözdür. Beyzâvî şöyle der: Yüce Allah, önce Kur'an'ın mucizeliğine işaret etti, sonra da, mucize oluşunun, onun, Âlemlerin Rabbinden indirilmiş olmasını gerektirdiğini söyledi ve bunu, onda hiçbir şüphe bulunmadığını vurgulayarak açıkladı. Ardından'da, müşriklerin, Kur'an'ı inkâr etmek ve onun şaşılacak tuhaf bir şey olduğunu İfade etmek için bunun aksini söylediklerini açıkladı. Bundan sonra Yüce Allah, şu sözüyle, Kur'an'ı indirmekten maksadını açıkladı.[7] Ey Muhammed! Kur'an'la, senden önce kendilerine herhangi bir peygamber gelmemiş olan bir kavmi uyarmak İçin o Kur'an'ı sana indirdi. Tefsirciler şöyle der: Bu kavim, İsa (a.s.) ile Muhammed (a.s.) arasında yaşamış olan fetret devri insanlarıdır. Bu dönemden Önce İbrahim, Hûd ve Salih gibi peygamberler (aleyhimus selâm) gelmişti. Fakat, bunlardan sonra uzun bir süre geçince, Allah, Mu*hammed (a.s.)'i onlara gönderdi ki, Kur'an'la onlara karşı delil getirsin ve onları Allah'ın azabına karşı uyarsın, Doğru yolu bulmaları ve güçlü, övgüye layık olan Allah'a iman etmeleri için onu gönderdi. Bundan sonra Yüce Allah, kendisinin birliğini gösteren delilleri anlatmaya başladı ve şöyle buyurdu: [8]

    4. Yüksek ve sağlam bir şekilde gökleri, harikulade ve güzel bir tarzda yeri ve bu ikisi arasında olan mahlûkâtı altı günde yaratan Yüce Allah'tır. Hasan Basri şöyle der: O altı gün, dünya günlerindendir. Allah dikseydi, kâinatı göz açıp kapayacak kadar kısa bir sürede yaratırdı. Fakat O. kullarına, işlerinde aceleci olmamalarını öğretmek istedi. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, Kur'an'ı dinlesinler ve onu düşünsünler diye, onlara kudretinin sonsuzluğunu gösterdi. Daha önce değilken, yoktan yarattı, meydana getirdi.[9] Sonra benzetme olmaksızın, şanına layık bir şekilde Arş'ı istiva etti.[10] Ey insanlar! Allah'ın izni olmadan O'nun azabını sizden savacak O'ndan başka ne bir yardımcınız, ne de O'nun katında size şefaat edecek bir şefaatçiniz vardır. Aksine işlerinizi idare eden ve menfaatlerinizi koruyan O'dur. Bunu düşünüp de iman etmeyecek misiniz? [11]

    5. Göklerde ve yerlerde bulunan bütün mahlûkâtm işini o idare eder, hiçbir kimsenin işini ihmal etmez. İbn Abbas şöyle der: Yani, kaza ve kaderi gökten yere indirir. Takdir edip uyguladığmı da indirir Sonra bütün bu işler hakkı batıldan ayırması için büyük bir günde, şiddetinden dolayı, dünya günlerinden bir sene uzunluğundaki kıyamet gününde O'na yükselir. [12]

    6. Mahlûkâtm işlerini idare eden O Yüce Allah, her şeyi bilendir.
    O, mahlûkâtm bildiklerini de bilmediklerini .de bilir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, tehdit ve azap ile korkutma ifade eder. Yüce Allah sanki şöyle diyor: Sözlerinizde ve işlerinizde ihlaslı olun. Ben size onların karşılığını vereceğim. Ayetteki "gayb" ve "şehâdet"ten maksat, mahlûkâtm gördüğü ve görmediği şeylerdir.[13] Allah, emrini yerine getirecek güce sahiptir, kullarının işlerini yönetme hususunda da onlara merhametlidir. [14]

    7. O, yarattığı ve meydana getirdiği her şeyi, muhkem ve sağlam yaratandır. Ebu Hayyân şöyle der; Bu, nimetleri sayıp dökme hususunda daha vurguludur. Her şeyi yerli yerine koydu, demektir. Bunun içindir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: Maymunlar güzel değildir. Fakat mükemmel bir şekilde yaratılmışlardır.[15] Bazı âlimler şöyle der: Filin, deve başı gibi bir başı, tavşanın aslan başı gibi bir başı, insanın da eşek başı gibi bir başı olduğunu tasavvur etsen, elbette bunda büyük bir çelişki, uyumsuzluk ve uygunsuzluk görürsün. Fakat devenin, yürürken rahatça ot-layabilmesi için boynunun uzun ve dudaklarının yarık olduğunu; eğer fil hortumsuz olsaydı o büyük cismiyle, yiyip içecek şeyleri almak için eğilemiyeceğini, bütün bunları düşünürsen, bunun, herşeyi mükemmel olarak yaratan Allah'ın sanatı olduğunu anlar ve "Yapıp yaratanların en güzeli olar? Allah pek yücedir" dersin. (Tefsirlerden naklen). İnsan neslinin babası Adem'i (a.s.) çamurdan yarattı. [16]

    8. Sonra da onun neslini, zayıf ve âdi bir su olan meniden ürer hale getirdi. [17]

    9. Sonra da azalarını dosdoğru yaptı ve anne karnında yaratılışını dengeli kıldı. Bundan sonra ona ruhu üfürdü. Artık insan, en mükemmel bir şekle ve en güzel bir hale gelmiştir. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, "ona kendi ruhundan üfürdü" diyerek ruhu kendisine izafe etti ki, insanı şereflendirsin ve onun eşsiz ve harika bir mahlûk olduğunu Allah'ın yüceliğine uygun üstün bir vasıfta yaratıldığını bildirsin.[18] Allah sizin için şu duyu organlarım, yani sesleri işitmeniz için kulağı, eşyayı görmeniz için gözü, hakkı ve hidayeti anlayabilmeniz için aklı yarattı. Rabbinize ne de az şükrediyorsunuz. Cümledeki şükrün azlığını vurgular. [19]

    10. Öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkar eden Mekke kâfirleri dediler ki, biz yok olup da kemiklerimiz ve etlerimiz toprak olup, kaybolacak ve ayırt edilemiyecek derecede yeryüzünün toprağıyla karıştığında mı, yeniden yaratılıp ikinci defa hayata döneceğiz? Bu, Öldükten sonra dirilmeyi, alaylı bir ifadeyle daha pek uzakta olduğunu beyandır. Onun içindir ki, Yüce Allah şöyle buyurdu: Bilakis burada alaydan daha âdi ve öte bir şey vardır ki, o da, on*ların âhirette Allah'ın karşısına çıkacaklarını inkâr etmeleridir. [20]

    11. Onların bâtıl iddialarını reddetmek için de ki: Sizi, ruhlarınızı almakla görevlendirilen ölüm meleği ve yardımcıları öldürecektir. Sonra kıyamet gününde hesap ve ceza için dönüşünüz sadece Allah'adır. İbn Kesir şöyle der: Açık olan şudur ki, Ölüm meleği muayyen bir şahıstır. Bazı rivayetlerdeon;ı Azrâîl adı verilmiştir ki, meşhur olan da budur. Hadiste de buyrulduğu gibi, onun, ruhları bedenin çeşitli yerlerinden çıkaran yardımcıları vardır. Can boğaza geldiğinde, onu ölüm meleği alır.[21] Mücâhid şöyle der: Arz onun için dürüldü ve bir leğen haline getirildi. O, dilediği yerden alır.[22]
    Bundan sonra Yüce Allah, suçluların kıyamet günündeki hallerini ve o günkü zillet ve horluk durumlarını haber vererek şöyle buyurdu: [23]

    12. Ey Muhatap! Eğer sen, o suçluların kıyamet gününde, utançtan Rableri önünde başlarını eğdikleri zamanki durumlarını bir görsen, çok acaip birşey gönnüş olursun. Ebussuûd şöyle der: Edatının cevabı söylenmemiştir. Takdiri şöyledir: Şiddeti ve korkunçluğu sebebiyle miktarı Ölçülemeyen korkunç bir olay görmüş olur*sun"[24] Derler ki, Ey Rabbimiz! İşin gerçeğini gördük. Peygamberlerle ilgili inkâr ettiğimiz, kör ve sağırlar olup da işitmediğimiz şeyleri şimdi işittik. Bizi dünya yurduna geri gönder de iyi iş yapalım. Şimdi biz, kesin olarak tasdik eden, Sen'in vaadinin hak ve huzuruna çıkmanın gerçek olduğuna inananlarız. Taberî şöyle der: Yani şimdi Sen'in birliğine, Sen'den başkasına ibadet etmenin doğru olmayacağına, Sen'den başka bir Rabbin bulunmasının uygun olmayacağına, öldürenin de diriltenin de, dilediğini yapanında Sen olduğuna kesinlikle inandık.![25] Yüce Allah onları reddederek şöyle buyurdu: [26]

    13. Eğer bütün mahlûkâtm hidayete ermesini isteseydik bunu yapardık. Fakat bu, hikmetimize aykırıdır. Çünkü biz onlardan, zorlama ve icbar yoluyla değil, kendi iradelerini kullanarak iman etmelerini istiyoruz. Fakat, günahkârların cezalandırılacağına dair sözümüz vacip oldu ve şu tehdidim gerçekleşti. Cehennemi, bütün cin ve insanların âsileri ile dolduracağım. [27]

    14. Cehennemliklere, kınama ve azarlama üslubuyla şöyle denilir: Âhiret yurdunu unutmanız ve şehevî arzularınıza, dalmanız sebebiyle bu elem verici ve rezil edici azabı tadın. Ayetlerimizle amel etmeyi terkettiğiniz gibi, biz de bugün sizi azap içinde bırakıyoruz. İnkâr etmeniz ve yalanlamanız sebebiyle, cehennemde ebedî azabı tadın. Yüce Allah, bedbahtların durumunu ve kötü akıbetlerini anlatınca, ardından mutlu kimselerin durumlarını ve onlar için âhiret yurdunda hazırlamış olduğu ebedî nimetleri anlattı ki, kul, korku ile ümit arasında yaşasın. [28]

    15. Ayetlerimizi ancak takva sahibi mü'minler tasdik eder. Âyetlerimizle onlara öğüt verildiğinde, Allah'ın âyetlerine gösterdikleri saygıdan dolayı, O'na secde etmek üzere yüzleri üzerine kapanırlar. Onlar. Allah'a ibadet ve İtaatten büyüklük taslamaksızın, nimetlerinden dolayı O'nu teşbih ederler. [29]

    16. Onların bedenleri yataklardan ve uyuyacak yerlerden uzak durur. Bundan maksat, ibadetle meşgul oldukları için, geceleri az uyuduklarını ifade etmektir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "Geceleri pek az uyurlardı, seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi"[30] Mücâhid: Bundan maksat, geceyi ibadetle geçirmektir" der. Onlar, azabından korkarak, rahmetini ve sevabını umarak Rable-rine ibadet ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır ve hasenat yollarında harcarlar. [31]

    17. Allah'ın vereceği nimetlerin miktarını, mahlûkâttan hiçbiri bilemez. O nimetleri hiçbir göz görmemiş hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir insanın akıl ve hayalinden geçmemiştir. Bu, onların dünyada yapıp sundukları iyi amellerin karşılığı olarak kendilerine verilir. [32]

    18. Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.
    19. İman edip de, iyi işler yapanlar için, yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.
    20. Yoldan çıkanlara gelince, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler ve kendilerine, "Yalandır, deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!" denir.
    21. En büyük azaptan önce, onlara mutlaka en yakın azaptan taddıracağız; olur ki dönerler.
    22. Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüzçevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz, günahkârlara, ettiklerinin karşılığı olan cezayı vereceğiz.
    23. Andolsun biz Musa'ya Kitap verdik, "(Resulüm!) Sen Ona kavuşacağından şüphe etme" (dedik) ve onu İsrâiloğullarına hidâyet rehberi kıldık.
    24. Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.
    25. Muhakkak ki Rabbin, ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında kıyamet günü onların aralarında hükmedecektir.
    26. Kendilerinden önce yaşamış, halen yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helak edişimiz onları doğru yola sevketmedi mi? Bunlarda elbette ibretler vardır. Hâlâ kulak vermezler mi?
    27. Kupkuru ve çorak yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yi-yegeldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? Hâlâ da görmeyecekler mi?
    28. "Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih hani ne zaman?" derler.
    29. De ki: "Fetih gününde inkarcılara îmanları fayda vermeyecek ve kendilerine mühlet de tanınmayacaktır!"
    30. Artık sen onları bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler.

    Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

    Yüce Allah önceki âyetlerde günahkârların ve takva sahibi mü'minlerin âhiretteki durumunu, naîm cennetlerinde mü'minler için hazırlamış olduğu ikramları anlattıktan sonra, burada da, bu iki grubun yani iyilerle kötülerin eşit olmayacağını anlatmaktadır. Çünkü Allah'ın adaleti salih mü'min ile kâfir ve fâsığm arasım ayırmayı gerektirir. [33]

    Kelimelerin İzahı

    Fâsık, Allah'a itaatten çıkan demektir. Nüzul, ziyafet ve ikram demektir. Nüzul, misafir için hazırlanan şey demektir. Şair şöyle der: Biz, zorba kişi ordusuyla bize misafir olduğunda, onun için ziyafet olarak, keskin kılıçları ve mızrakları hazırlardık.
    Cüruz; bitkisiz, çorak, kuru yer demektir Kesmek demektir. Zemahşerî şöyle der: Cüruz, bitkisi kesilen yer demektir. Bu, ya susuzluktan veya hayvan otlatılarak yok edilmesinden ileri gelir. Çoraklığından dolayı bitki bitirmeyen yere cüruz denmez.[34]
    Feth, hüküm demektir. Bu mânâda hâkime "fatih" ve "fettan" denilir. Çünkü o verdiği hüküm sayesinde, haklı ile haksızı birbirinden ayırır. Kendilerine mühlet verilir, ertelenirler! [35]

    Nüzul Sebebi

    Rivayete göre, Ali b. Ebî Talib (r.a.) ile Ukbe b. Ebî Muayt arasında bir münakaşa çıktı. Bunun üzerine Velid b. Ukbe. Ali'ye (r.a.) şöyle dedi: Sus, sen bir çocuksun. Vallahi ben senden daha iyi konuşurum, daha yürekliyim ve toplum içinde silahım senden daha güçlüdür. Ali (r.a.) da ona, "Sus, sen fâsiksm" diye cevap verdi. Bunun üzerine, "Mü'min olan, yoldan çıkmış fâsık kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar" âyeti indi.[36]

    Âyetlerin Tefsiri

    18. Dünya hayatında Allah'a kesin olarak inanmış olan kimse, Ona itaat etmeyen fâsık gibi olur mu? Dünya da itaat ve ibadet hususunda eşit olmadıkları gibi, âhirette de sevap ve ikram bakımından eşit değillerdir. Bu âyet, Yüce Allah'ın, "Öyle ya teslimiyet gösterenleri o günahkârlarla bir tutar mıyız hiç?"[37] mealindeki sözüne benzer. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, adalet ve ikramını bildiriyor. Şöyle ki, kıyamet günü vereceği hükümde âyetlerine inanan ve peygamberlerine uyanları Rabbine itaat etmeyen ve Allah'ın peygamberlerini yalanlayanlarla bir tutmayacağını bildiriyor.[38]
    Bundan sonra Yüce Allah, bu iki gruba verilecek ceza veya mükâfatı açıklayarak şöyle buyurdu: [39]

    19. İman edip iyi işler yapan takva sahiplerine gelince, Onlar için, içinde oturacak yerler, yüksek evler ve köşkler bulunan cennetler vardır. Mü'minler buralarda oturur ve onlardar yararlanırlar. Beyzâvî şöyle der: Cennet, hakiki barınaktır, dünya ise, mutlaka kendisinden göç edilip gidilmesi gereken bir konaklama yeridir.[40] Cennet,onlara ikram edilmek için hazırlanmış bir ziyafettir Bu, misafire ikram edilmek için hazırlanmış ziyafete benzer. Bu ikram, onların, önceden gönderdikleri iyi amellerden dolayıdır. [41]

    20. Allah'a itaatten çıkanlara gelince, on lanı sığınak ve barınakları cehennem ateşidir, Alevler onları ateşin üzerine çıkarttığında, tekrar ateşin içindeki yerlerin gönderilirler. Fudayl b. İyâz şöyle der: Allah'a andolsun ki, eller bağlanmış ayaklar bukağılanmıştır. Alev onları yükseltmekte, melekler ise kamçıla maktadır.[42] Cehennem bekçileri ki namak ve azarlamak için onlara şöyle derler: Dünyada yalanladığınız v alay ettiğiniz, rezil edici cehennem azabını tadın. Bundan sonra Yüc Allah, dünyada vereceği azap ile onları tehdit ederek şöyle buyurdu:[43]

    21. Onlara en yakın azabtan, yani öldürmel esaret, musibet ve belalar gibi bazı dünya azaplarından tattıracağız. Hasa Basrî şöyle der: En yakın azap, kulların imtihan edilip tevbe etmelerh sağlayacak dünya musibetleri ve hastalıklarıdır. Mücâhid: "öldürülme açlıktır" der.[44] Bu yakın azap kendilerini bekleyen, o büyük âhiret azabından önce olacaktır. Umulur ki, inkâr ve yanı bırakıp tevbe ederler. Yüce Allah onları tehdit edip korkuttuktan so: ra, onların azaba müstehak olduklarını açıklayarak şöyle buyurdu: [45]

    22. Hiç kimse, kendisine öğüt v rilip de Rabbinin âyetleri hatırlatılan, sonra da iman etmeyip onları unu muş gözüken kimseden daha çok kendine zulmetmiş değildir, Âyetlerimi yalanlayanlardan şiddetli bir şekilde intikam alacağım. Suçlarını üzerlerine tescil etmek için, şeklinde zamir yerine et denilerek açık isim getirildi. [46]

    23. Andolsun biz, Musa'ya Tevrat'ı verdik. Ey Muhammedi Kur'an'ı alma hususunda şüpheye düşme.[47] Musa Tevrat'ı aldığı gibi sen de onu al. Bundan maksat, Rasulullah (s.a.v.)'m peygamberliğini açıklamak ve ona verilen kitabın, semavî bir vahy ve ilâhî bir kitap olduğunu vurgulamaktır. Tevrat'ı İsrâîl oğulları için, sapıklıktan kurtaran bir hidayet rehberi kıldık. [48]

    24. Aralarından iyilik hususunda kendilerine uyulan Önderler ve liderler kıldık. Onlar bizim emrimiz ve görevlendirmemizle halkı bize itaata çağırır ve onlara din yolunu gösterirler. Allah yolunda güçlüklere sabırla katlandıklarında ancak, bu görevi yaparlar. Onlar âyetlerimizi de son derece kuvvetli bir şekilde tasdik ederlerdi. İbnu'l-Cevzî der ki: Burada Kureyş'in dikkati çekilmekte ve, "Eğer siz de iman ve itaat ederseniz, sizden de önderler kılınır" denilmektedir.[49]

    25. Ey Muhammed! Kıyamet gününde Rabbin, mü'minlerle kâfirler arasında hükmedecek hak yolda olanlarla bâtıl yolda olanları birbirinden ayıracak ve hakkında ihtilafa düştükleri din hususunda her birine hak ettiği karşılığı verecektir. Taberî şöyle der: Hakkında ihtilaf ettikleri din, öldükten sonra dirilme, sevap ve ceza meselelerinde, hak ettikleri karşılığı verecektir.[50] Bundan sonra Yüce Allah, kudretinin mahlukatta bulunan alâmetlerine dikkat çekti ve inkâr edip de yok edilen geçmiş milletleri kâfirlere delil getirdi. [51]

    26. müşrikler, gafil mi oldular? Peygamberleri yalanlayan geçmiş ümmetlerden helak ettiklerimizi çokluğunu görmediler mi? Halbuki Mekkeliler onların yurtlarında dolaşıyor ve yaptıkları yolculuklarda helak olanların kalıntılarım görüyorlar. Hâlâ ibret'almayacaklar mı? İbn Kesir Şöyle der: O yalanlayanlar, daha önceki zalimlerin yurtlarında dolaşıyorlar. Orada daha önce yaşamış ve orasını imar etmiş olanlardan hiç kimseyi göremiyorlar.[52] Mâ! Onların yok edilmesinde, kudretimizi gösteren büyük deliller vardır. Hâlâ, düşünüp ibret alacak şekilde dinlemeyecekler mi? Bundan sonra Yüce Allah, birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurdu: [53]

    27. Kurumuş yere su göndermemizde gücümüzün sonsuzluğunu görmediler mi? Biz, susuzluğun şiddetinden dolayı bitkisiz ve kupkuru hale gelmiş o yere yeniden hayat vermek için su göndeririz de, onun sebebiyle çeşitli meyveler ve ekinler çıkarırız. O ekip diktikleri şeylerin ot ve samanından hayvanları; hububat, sebze, meyve ve baklalarından da kendileri yerler. Hâlâ, bunu görüp de Allah'ın gücünün ve lütfunun sonsuzluğuna delil getirmeyecekler mi? Ölmüş olan bu yeri dirilten kimsenin, kendilerini de, öldükten sonra diriltebileceğini anlamayacaklar mı? [54]

    28. Mekke kâfirleri, alay ve eğlence yoluyla müslümanlara derler ki: Ne zaman bize galip geleceksiniz? Bize karşı ne zaman zafer kazanacaksınız? Eğer iddianızda doğru iseniz söyleyin. Sâvî şöyle der: Müslümanlar, Allah müşriklere karşı bize zafer verecek ve onlarla bizi birbirimizden ayıracak" diyorlardı. Mekkeliler onların böyle konuştuklarım duyunca, yalanlamak ve alay etmek maksadıyle, bu olayın hemen olmasını isteyerek, "bu fetih ne zaman olacak?" diyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indi.[55]

    29. Ey Muhammed! Kınamak ve susturmak üzere onlara de ki: Hakiki feth günü kıyamet günüdür. O gün, Yüce Allah sizinle aramızda hükmünü verecektir. O günde artık ne iman fayda verir ne de mazeret ileri sürmek. O halde niçin acele ediyorsunuz? Tevbe etmek için onlara mühlet de verilmez, Beyzâvî şöyle der: Fetih günü, kıyamet günüdür. Çünkü o gün, mü'minlerin kâfirlere karşı zafer kazandığı ve aralarında hüküm verildiği gündür. Bir görüşe göre, fetih günü; Bedir günüdür.[56]

    30. Ey Muhammed! O kâfirlerden yüzçevir, onlara aldırma. Onların başlarına gelecek olan, Allah'ın azabını bekle Şüphesiz onlar da, sizin başınıza gelecekleri beklemektedirler. Kurtubî deı ki: Zamanın belâlarının size gelmesini beklerler.[57]

    Edebî Sanatlar

    Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıdî özetliyoruz.
    1. "uyarırsın" ile uyarıcı ve bekleyenler" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
    2. görünmeyen ile görünen ve korku ile ümit" arasında tıbâk vardır.
    3. "Sizin için kıldı" cümlesinde, 111. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönüş vardır. Bunun aslı, "onun için yani insan için kıldı"dır. Bundaki nükte şudur: Hitap ancak diriye olur. Allah o insana ruhu üfürünce zürriyetiyle birlikte ona hitap güzel olmuştur.
    4. "Toprak içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?" cümlesi istifhâm-ı inkârî-dir. Maksat, alay etmektir.
    5. "Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik" cümlesinde hazif vardır. Yani, "Ey Rabbimiz! gördük ve işittik" derler.
    6. "Sonra, kıyamet gününde dönüşünüz başkasına değil, sadece Allah'a olacaktır" cümlesinde ihtisas (yani hasr) vardır.
    7. "O günahkârları, başları önlerine eğik oldukları zaman bir görsen" cümlesinde durumun korkunçluğunu ifade et*mek için edatının cevabı söylenmemiştir. Yani, "Mutlaka korkunç bir olay görmüş olurdun" demektir.
    8. "Bugününüze kavuşmayı unuttunuz" ile "biz de sizi unuttuk" arasında müşâkelet vardır. Müşâkelet, lafızların bir, mânânın farklı olması demektir. Çünkü Yüce Allah unutmaz. Maksat, "unutulmuş bir şeyin bırakılması gibi sizi azap içinde bırakırız".
    9. "iyilerin mükafatını ifade eden "iman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar için, varıp kalacakları cen-netler vardır âyeti ile, kötülerin cezasını ifade eden yoldan çıkanlara gelince, onların varacakları yer ateştir" âyeti arasında güzel bir mukabele vardır. Bu da, güzel sanatlardandır.
    10. "Onların yanları, yataklarından uzaklaşır" cümlesi, geceleyin çok İbadet etmek ve zühd hayatı yaşamaktan kinayedir.
    11. Onları doğru yola sevketmedi mi? suyu ulaştırdığımızı görmediler mi? "Hâlâ dinlemiyorlar mı?" ve hâlâ görmüyorlar mı?" Sorulan kınama ve azarlama ifade eder. Hepsi, kınamak ve kötü yoldan çevirmek maksadıyle sorulmuştur.
    12. "gibi âyet sonlarında, fasıla harflerine ve âyet sonlarına riayet edilerek seci yapılmıştır. Bu da güzel sanatlardan olup, Kur'an-ı Kerim'de çoktur.
    Allah'ın yardımıyle "Secde Sûresi"nin tefsiri bitti. [58]
#28.04.2009 16:55 0 0 0