“Kirk” kelimesi günlük hayatımıza, hatta konuÅŸma dilimize o kadar girmiÅŸ ki, neredeyse onsuz yapamıyoruz. Bazen uzun cümlelerle anlatamadığımızı bu söz ile anlatıveririz. Belki konuÅŸmalarımıza veya hayatımıza baktığımızda bu kelimenin kendisinden sayıca çok söz ortaya çıktığını görürüz.
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kıldığı rivayet edilir.
Yunus Emre, şeyhinin dergâhına ormandan kırk yıl boyunca hiç aksatmadan düzgün odun taşıdı.
Atasözü olarak kullandığımız, “Bir adama kırk gün deli desen deli, veli desen veli olur”, “Kırk yıllık Yâni olur mu Kâni?” sözleri bugün bile geçer akçedir.
Yapılan iÅŸin gücünü anlatmak için, “kılı kırk yararcasına” deyimini kullanırız. MeÄŸer, isteyince oluyormuÅŸ. Kılı kırka nasıl bölersiniz?
Bir insan bir işi kırk gün yaparsa, daha terk edemez. Bektaşiye demişler:
“Sen kırk gün namaz kılsan, bir daha bırakamazsın!” O da demiÅŸ:
“Sen kırk gün bıraksan, bakalım tekrar baÅŸlayabilecek misin?”
Bazı kimselere bakarsınız, değiştiğini görürsünüz. Kasıla kasıla derler:
“Kırkıma girdim, kırkladım!” Acaba bu sözü söyleyen kiÅŸi kabre kırk sene daha yaklaÅŸtığının farkında mı?
Aradaki samimiyeti anlatmak için, “Biz kırk kiÅŸiyiz, birbirimizi biliriz!” sözünü kullanırız.
BeceriksizliÄŸimizi anlatmak için “kırk dereden su getirmek” zorunda kalırız.
Çobanın gönlü olsa tekeden süt çıkarır cinsinden, “kısa günde kırk kere gider, geliriz.”
Birisine iÅŸimiz düştüğünde geri dönüş yollarını kapatmak için, “kırk yılın başı” diye sözlerimize baÅŸlarız.
Eskiden “kırk gün, kırk gece” düğünler olurmuÅŸ! Günümüzde zengin düğünleri için söylenmekle birlikte o kadar sürmediÄŸi de bir gerçek.
KomÅŸularını, akrabalarını ve toplumu zorda bırakan kendini ve haddini bilmezler için, “Kırkından sonra azanı teneÅŸir pâklar!” derler. Böylece onlarla uÄŸraÅŸmanın ne kadar zor olduÄŸunu anlatmaya çalışırız. Ama çıkmayan canda ümit olduÄŸu gibi, kabir kapısına kadar tevbe kapısı açıktır. Islâhı için çalışsak ve duâ etsek daha iyi olmaz mı?
Yeni doÄŸan çocuklar ve anneler için “kırk gün” önemlidir.
Bediüzzaman Hazretleri “Hastalıkların bir kısmı var ki, eÄŸer ölümle neticelense, mânevî ÅŸehid hükmünde, ÅŸehadet gibi bir velâyet derecesine sebebiyet verir” der ve bunlara ÅŸunları örnek gösterir:
“Çocuk doÄŸurmaktan gelen hastalıklar ve karın sancısıyla, gark ve hark ve tâun ile vefat eden ÅŸehid-i mânevî olduÄŸu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya aÅŸkını ve alâkasını hafifleÅŸtirdiÄŸinden, vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elîm ve acı olan mufarakatı tahfif eder, bazen de sevdirir.” Lohusalığın mânevî ÅŸehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadar1 olduÄŸunu belirtir.
Bir insanın olgunlaÅŸtığını anlamak için “kırkını görmek” için bekleriz.
İnsanların ne kadar dağınık ve pejmürde olduÄŸunu anlatmak için “bir iplik çeksen kırk yama düşer” deriz.

Tarih sayfalarında neler var, neler…
Tarih sayfalarını bir karıştırsak kırkla ilgili acaba neler bulabiliriz?
Tarihî bir yolculuğa var mısınız?
Haydi öyleyse…
BilindiÄŸi gibi Hz. Âdem (as) hem ilk insan, hem ilk peygamberdir. Hz. Âdem’e (as) aynı zamanda 10 sayfalık bir de talimat (suhuf) verilmiÅŸti. Âdem (as) bu vazifesini hakkıyla yerine getiriyor, oÄŸullarına da gerçekleri öğretiyordu. Dünyanın fani (geçici), ahiretin ise ebedî olduÄŸunu ve ÅŸeytana aldanmamalarını anlatıyordu. Hz. Âdem (as) bin yıl yaÅŸadıktan sonra ÅŸu fâni dünyaya elveda diyor ve arkasında kırk bin insan bırakıyordu.
İnananlar ile inanmayanlar arasındaki iman-küfür mücadelesi ilk insanla başlamış ve kıyamete kadar devam edecektir. Dünya bilindiği gibi imtihan dünyasıdır. İnananlar silsilesinin başında peygamberler, müceddidler, müçtehidler, veliler, âlimler, imamlar; inanmayanların başında ise, Şeytanlar, Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar, Ebu cehiller gelmiştir.
Peygamberler, vazifeli olarak gönderildikleri kavimleri ve toplulukları hak dine dâvet etmişlerdir. Pek tabiî ki, bu iş görüldüğü kadar kolay olmamıştır. Çeşit çeşit işkence, eza, cefa ve zulümlere maruz kalmışlardır. Hatta bu uğurda bazıları canlarını bile vermişlerdir.
“Ya Resulullah! ÇektiÄŸimiz ÅŸu iÅŸkencelerden kurtulmamız için Allah’a duâ etmez misiniz?” diyen Hz. Habbab’a, Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) verdiÄŸi cevabında hem bir ibret, hem de istikbale ait müjdeler vardır:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup kazınırdı da, bu iÅŸkence, yine onu dininden döndüremezdi! Testere ile tepesinden ikiye bölünürdü de, yine bu iÅŸkence, onu dininden döndüremezdi! Allah elbette bu iÅŸi (İslâmiyeti) tamamlayacak ve üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan baÅŸkasından korkmayacak, koyunları hakkında da, kurt saldırmasından baÅŸka bir korku yaÅŸamayacaktır! Fakat siz acele ediyorsunuz!” buyurdular.2

Nuh (as) kaç yaşında peygamber oldu?
Nuh (as), kavmini putlara tapmaktan vaz geçirmek istedi. Kavmi, Nuh’u (as) kendi zenginliklerine konacaklarını zannettiler. Fakat o, kavminden hizmetine karşılık bir ücret istemiyordu. Yalnızca onların dünya ve ahiret saadetlerini saÄŸlamak için çalışıyordu. Bu konudaki âyetleri hatırlayalım:
“Bilin ki ben, size gönderilmiÅŸ güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.”3
Müşrikler iÅŸi azıttılar. İnanan insanlara zulüm ve cefa etmeye baÅŸladılar. Güya onları Hz. Nuh’dan (as) ayıracaklarını zannettiler. Fakat onların imanları bu sayede daha da kuvvetlendi.
Nuh kavminin, Nuh (as) ve ashabına yaptıkları bu hakaretler üzerine Cenâb-ı Hak, oralara kırk sene yaÄŸmur yaÄŸdırmadı. Azgın kavim kırk sene kıtlığa duçar olunca kurtuluÅŸu ancak Hz. Nuh’a (as) müracaatta buldular. Hz. Nuh (as) tekrar dinine dâvet etti. Ne yazık ki, Nuh kavmi çektikleri mûsibetlerden ve gösterilen delillerden ders almayıp hakikatlere karşı kulaklarını tıkadılar. Daha büyük bir mûsibete uÄŸradılar: Tufan.4,
Çok sabırlı olan Hz. Nuh (as), peygamber olduğunda kırk yaşında idi. 1050 sene yaşadığı rivayet edilir.

Kâbe ve Mescid-i Aksa
Kâbe, bilindiÄŸi gibi yeryüzünde inÅŸa edilen ilk mabettir. İlk defa Hz. Âdem (as), sonra Hz. İbrahim (as) inÅŸa etmiÅŸtir. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i ÅŸeriflerinde yeryüzünde yapılan ilk mabedin Mescid-i Haram (Kâbe), ikincisinin de Mescid-i Aksa olduÄŸunu ve aralarında “kırk yıl” zaman farkı olduÄŸunu bildirmiÅŸtir.

Hz. Musa (as)...
Büyük Semavî kitaplardan ilki, yani Tevrat, Hz. Musa’ya (as) indirilmiÅŸtir. Hz. Musa (as) Tur Dağında otuz gün ibadet etmiÅŸtir. Sonunda Cenâb-ı Allah’la konuÅŸma ÅŸerefine ermiÅŸtir. Cenâb-ı Hakk’ın bu tekellüm etme lütfundan cesaret alarak Zat-ı Uluhiyetini görmek talebinde bulunmuÅŸ, Cenâb-ı Allah da, Musa’nın (as) bu teklifine ÅŸu karşılığı vermiÅŸti:
“Ya Musa! Sen beni bu dünya gözüyle kat’iyyen göremezsin! Fakat ÅŸu karşında duran daÄŸa bak! EÄŸer o, olduÄŸu yerde durur, bir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramazsa, o zaman beni görebilirsin!”
Bunun üzerine Hz. Musa (as) daÄŸa baktığında Cenâb-ı Hakk’ın tecellisiyle dağın dağıldığını, parçalandığını gördü. Hz. Musa (as) düşüp bayıldı. İstiÄŸrak hali geçince, Allah’tan affını diledi. Hz. Musa (as) kırk gün sonra Tevrat’ı alarak kavmine döndü. Kavminin sapıklığını görünce içi burkuldu.

Arz-ı Mukaddes kimlere yasaklandı?
Allah, Musa’nın (as) bedduâsını kabul etti. İsrailoÄŸullarının Arz-ı Mukaddes’e kırk yıl girmeleri haram kılındı. Kur’ân’da bu husus şöyle açıklanmaktadır:
“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demiÅŸti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiÄŸi) nimetini hatırlayın! Zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Âlemlerde hiçbir kimseye vermediÄŸini size verdi.
“Ey kavmim! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes topraÄŸa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.
Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
“Korkanların içinden Allah’ın kendilerine lütufda bulunduÄŸu iki kiÅŸi şöyle dedi: ‘Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. EÄŸer mü’minler iseniz ancak Allah’a güvenin.’
“‘Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; ÅŸu halde, sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız’ dediler.
“Musa: ‘Rabbim! Ben kendimden ve kardeÅŸimden baÅŸkasına hâkim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır’ dedi.
“Allah, ‘Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın dolaÅŸacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme’ dedi.”5

Hz. Süleyman (a.s.) …
Yunus Emre’nin ifadesiyle Süleyman (as):
“Süleyman kuÅŸ dilin bilir dediler,
Süleyman var, Süleyman’dan içeru
Seyretti hava üzre demir tahtlı Süleyman,
Ol saltanatın yeller eser ÅŸimdi yerinde.”
Hz. Süleyman (as) hem peygamber, hem de hükümdardı. İhtilâl yüzünden Süleyman (as) bir süre gücünü kayıp etti. Hatta tahtı da işgal edildi. Kırk gün süren bu işgal sırasında, tahtına heykel gibi birisi oturtuldu. Fakat Süleyman (as) hiç endişeye ve ümitsizliğe kapılmadı.
Dillere destan olan Hz. Süleyman’ın (as) saltanatı kırk yıl sürdü. 6

Son ve en büyük Peygamber (asm)
Hz. Muhammed (asm) yirmi beÅŸ yaşında evlendiÄŸinde, hanımı Hz. Hatice (r.anhâ) validemiz kırk yaşında idi. Resûlullah’a peygamberlik vazifesi verildiÄŸinde kendisi kırk yaÅŸlarında bulunuyordu. Bunun pek çok hikmetleri vardır. Peygamberlik büyük bir sorumluluk istemektedir. Aklî melekeler ve kalbî kabiliyetlerin inkiÅŸaf etmesiyle o sorumluluk altından kalkılabilir. Küçük yaÅŸlar o ağır yükün altına giremez. Kırk genellikle insanlarda olgunluk yaşı kabul edilir. Bediüzzaman kırk yaşında peygamberlik görevinin verilmesinin bir hikmetini şöyle açıklamaktadır:
“Nübüvvet gayet ağır ve büyük bir mükellefiyettir. Melekât-ı akliye ve istidâdât-ı kalbiyenin inkiÅŸafı ve tekemmülü ile o ağır mükellefiyet tahammül edilir. O tekemmülün zamanı ise kırk yaşıdır. Hem hevesât-ı nefsâniyenin heyecanlı zamanı ve harâret-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirâsât-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve ÅŸebâbiyet ise, sırf İlâhî ve uhrevî ve kudsî olan vezâif-i nübüvvete muvafık düşmüyor. Kırktan evvel ne kadar ciddî ve hâlis bir adam olsa da, şöhretperestlerin hatırlarına, ‘Belki dünyanın ÅŸan ve ÅŸerefi için çalışır’ vehmi gelir. Onların ithamından çabuk kurtulamaz. Fakat kırktan sonra, madem kabir tarafına nüzul baÅŸlıyor ve dünyadan ziyade âhiret ona görünüyor. Harekât ve a’mâl-i uhreviyesinde çabuk o ithamdan kurtulur ve muvaffak olur. İnsanlar da sûizandan kurtulur, halâs olur.”7

[COLOR=paleturquoise]Dipnotlar:
[COLOR=paleturquoise]1- Lem’alar , s.215
[COLOR=paleturquoise]2- Buhari, 4:238-239
[COLOR=paleturquoise]3- Åžuara Suresi, 107-109
[COLOR=paleturquoise]4- Tufan konusunda peygamberler tarihine ait kitaplarda geniş bilgiler vardır. Mesela bkz. M. Dikmen, B. Ateş, Peygamberler Tarihi, s. 134-144-
[COLOR=paleturquoise]5- Maide Sures, 20-26
[COLOR=paleturquoise]6- Mehmet Dikmen, Bünyamin Ateş, Peygamberler Tarihi, Yeni Asya yayınları , s. 493 7- Bediüzzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 473-474


Ahmet Özdemir

BeÄŸeniler: 0
Favoriler: 0
İzlenmeler: 827
favori
like
share
teking06 Tarih: 30.05.2009 22:37
tebrik ederim güzel paylaşım
yılmazsan35 Tarih: 20.05.2009 09:22
Paylaşımın için allah(cc)razı olsun
ultimatom Tarih: 19.05.2009 20:58
Allah razı olsun ...
paye Tarih: 19.05.2009 10:45
40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi; paylaşımın için teşekkürler