Yaşam

Son güncelleme: 14.06.2009 18:16
  • Mutluydum belki de parlak ışığım.
    Hayatımdaki her şey yolunda gidiyordu. Başarılı ve güçlüydüm. Param da vardı üstelik ve giderek çok daha yükseğe tırmanıyordum. Yakışıklı ve şanslıydım. Bir erkeğin sahip olabileceği her şey vardı hayatımda. Ve bir kadının sahip olmak isteyeceği her şeydim ben.
    Hikayesini anlatacağım bu güzeller güzeli varlığın içine girmiş bir melektim gerçekten. Ama öylesine muhteşem bir meleğin içine kaçmış sefil bir yaratık kadar vahşi nasıl olabildim, bunu ben de pek anlayamadım şu harika gezegende yaşarken.
    Kravatımdaki sigara külünü silkeleyip, daha da bir yığıldım arabamın beyaz deri koltuğuna. Benim için yaratılmış olanların en muhteşemiydi o. 1964 model, kırmızı bir İmpala'ydı.Yaşıtlarına nazaran hiç dokunulmamış, orijinal bırakılmıştı.Onca yıl bir cam fanusun içinde kalmış gibiydi. Üzerine titrenen ve nefes kesen, harika bir kadındı sanki.
    Ve ben, yine hayatımı kandırmanın en kısa yolunu tercih etmiştim her şeyin başladığı o ilk gün. Kendimi iyi hissetmeye çabalıyordum. Damarlarımda dolaşan kimyasallar beyin hücrelerime tek tek tükürüyor, mutlu olma emri veriyorlardı.
    Susadım ve ağızım kurudu sonra. Dilimi yapıştığı yerden kurtarabilmeyi istedim. Arka koltukta bir şişe su vardı. Ama ona ulaşmak için, öncelikle içimdeki uçsuz bucaksız çölü geçmem gerekliydi. Tembelce erteledim her şeyde yaptığım gibi. Uzanıp radyoyu açtım yeniden. Kafamı buğulu cama dayadım ve eşlik ettim çalan şarkıya. Kapattım gözlerimi.

    ''Ardıma düşüp de yorulma ölüm,
    Var git ölüm bir zaman da gene gel.''
    Güçlü kanatlarını her an suratıma kırbaç gibi vuracak gibiydi. Zaman zaman yanaklarıma öylesine yaklaşıyordu ki,kendimi korumak için kapalı olan gözlerimi daha çok yumuyordum. Benimle her ilgilendiğinde sanki ağızımdan içeri girecekmiş gibi geliyor ve kanatlarının rüzgarını solumak içimi kaldırıyordu. Kocaman, telaşlı ve pisti.
    'Bir atsineği bu.'
    'Hayır değil!'
    Bir ara benden sıkılıp uzaklara gitti ve kocaman bir dağın ardına kondu. Arka koltuktaki su şişesini dudaklarıma dokundurmayı hayal ettim yeniden. İçtiğim diğer seylere bakılırsa çok keyifli olmalıydım. Ama sağ kolumun üzerine doğrulmaya cesaret ettiğimde, ölmek üzere olan hastalıklı bir zavallı olduğumu hatırladım. Titredim deli gibi. Şişe ve ona ulaşabilen elim şaşkınlık verici bir şekilde sakindi. Ama bedenimin geriye kalan her hücresi neredeyse arabayla birlikte çılgınca sarsılıyordu.
    Ardından o kocaman sinek, dağın arkasındaki ülkesinden geri geldi ve sağ tarafımdaki cama kondu. Saçlarımı dayadım, yığıldım yanına ve soğuk cama yapıştırdım yanağımı. Bana baktığını,suratımı incelediğini biliyordum. Kalktı ve neredeyse saçlarımı havalandırıp yine aynı yere kondu alay eder gibi. Takıntılıydı ve bana bakıyordu kesinlikle. Bunu hissedebiliyordum. Tüm dikkatini vermiş beni inceliyordu.
    'At sineği işte!... Bir at sineği bu.'
    'Hayır değil.'
    İçimden, gözlerimi açtığım anda bana bakan,yumruk büyüklüğünde iki kırmızı gözle karşılaşacağım geçti ve salakça güldüm buna.
    'Kesinlikle bir at sineği bu. Kocaman ve pis''
    'Hayır yanılıyorsun. O bir at sineği değil. Bana güven!'
    Çoktan ölmüş olması gerekirdi.
    'At sineği işte dostum.. Kafam iyi ama, bu da kocaman bir at sineği.'
    'Hayır! Sana onun düşündüğün ve bildiğini sandığın şey olmadığını söyledim. O bir at sineği değil.'
    'At sineği değilse ne peki?'
    'O bir kelebek''
    Güldüm ve alay ettim. Uyuşturucuyla yaptığım sözleşmede böyle bir madde yoktu o zamana kadar.
    'Kelebek ha? Kelebek''
    Gözlerimi açamadım belki, ama sesin geldiği tarafa döndüm ve yüksek sesle sordum.
    ' Sen boka konan bir kelebek gördün mü hiç?'
    İçime yerleşmiş olan mahlukatın, özüne yerleşmiş olan melekti o konuşan.
    'Evet kelebek' O da tıpkı senin gibi, benim çok sevgili kelebeğim. Ve işte yine tıpkı senin gibi, boka konmak da onun dünyalık tercihi.'

    ***

    Kapı açıldı ve dışarıdan getirdiği soğukla beraber şoför koltuğuna oturdu Dursun.
    'Resmen kış geldi ortak ya!'
    'Ben sadece tuvalete gittiğini sanıyordum. Sence bu akşam yeteri kadar içmedik mi?'
    Kucağıma bıraktığı torbadan bir şişe daha aldım, sırıttı ortağım,
    'Gece ne kadar çok içersen, ertesi sabah o kadar güzel bir kadınla kahvaltı yaparsın.'
    Gülmeye başlamıştık yeniden. Yolda zikzaklar çizdi dostum. Ve ben sallanırken, ağzıma doldurduğum votkalı birayı nefes boruma kaçırmamaya çalışıyordum.

    ''Yine mi geldin ben senden kaçarken
    Var git ölüm bir zamanda gene gel!'

    Şehrin en yüksek tepesindeydik artık. Arabanın farları oynaşıp duran toz bulutunu delip geçiyordu. Dışarı çıktım ve sallanarak asfaltın bittiği yere kadar yürüdüm. Gevşettiğim kravatım sol tarafa kaymış, gömleğimin yakalarından biri ceketimin üzerine çıkmıştı. Gözlerime düşen saçlarımı bira şi-şesini tuttuğum elimin parmaklarıyla geriye attım. Hava zaten serindi. Avucumdaki soğuk bira daha da titretti içimi. Ve diğer elimi pantolonumun cebine sokarak konuştum.
    'Şu şehrin ışıklarını görüyor musun ortak?''
    Şişeyi havada gezdirdim..
    ''Eğer her şey yolunda giderse, yakında bu ışıkların dörtte üçü bizim için çalışıyor olacak. Yedi taneydi, beşi gitti ve kaldı ikisi.''
    Arkama döndüm. Toz bulutunun arasında, arabanın üzerine oturmuş ve bacaklarını sallayan bir gölge gibiydi Dursun.
    ''Ve bu ışıkların çoğunun kalbini kırmışımdır ben!''
    Bira şişelerini de yanına dizmişti.
    ''Güç nedir biliyor musun dostum?''dedim ve devam ettim.
    ''Etrafındaki insanlardan toplamayı başardığın korku ya da yetersizlik duygusudur güç. Ve en çok da zayıf olana muhtaçtır.''
    Şişeyi diktim kafama ve aşağıya, karanlığa doğru fırlattım.
    'İktidar nedir biliyor musun peki?'
    Yanına kadar gittim ve omuzlarına ellerimi koydum dostumun. Geğirdim.
    'Onlardan topladığın korku ya da yetersizliği bir daha asla geri vermemektir.'
    Bir şişe daha aldım Dursun'un yanından ve kapağını açtım. Sonra;
    'Peki!'
    'dedim,
    'Sadakat nedir biliyor musun?'
    Sallandım biraz.
    'Onu da tıpkı bu ışıklar gibi uzaktan seyret dostum.'
    Bir yudum daha aldım biramdan.
    'Çünkü sadakat, tepeden tırnağa uyuşmuş olmaktır.'
    Şişeyi bıraktım ve elimi tekrar omzuna koydum ortağımın. Öbür elimle de yanağına vurdum hafif hafif.
    'En önemlisi yaşam nedir biliyor musun peki?'
    Gülmeye başladım. Dursun zaten alaycı alaycı gülüyordu. Ben de devam ettim.
    'Bir inanışa göre Tanrı'nın bizlere, hatalarımızı düzelt-mek için verdiği fırsatların hepsi demekmiş yaşam.'
    Tekrar yürüdüm yolun sonundaki karanlığa.
    'Bu yüzden de, hatalarından dönmemekte ısrar edenleri atacağı ateşin yakıtına 'insan ve taş' demiş Tanrı.'
    Kollarımı iki yana açtım.
    'O zaman şu gördüğümüz ve vazgeçemediğimiz ışıklar, hepimiz için işte böyle keyifle yanıyor karşımızda. Ve bizler manzara diye seyrediyoruz sadık cehennemimizi. Öyle mi dersin? Peki bu cehennemi söndürebilecek güç nerede o zaman?'
    Fermuarımı indirdim ve bacaklarımı iki yana açtım.
    'Aynı inanışa göre, biz her ne kadar hayattan zevk almaya çalışsak ve sıkı sıkıya bağlansak bile, ellerimizle dokunabildiğimiz hiçbir şey gerçek değilmiş ve sadece hatalarımıza ayna tutmaya geliyormuşuz bu gerçek olmayan aleme. Hem de bu mahkumiyet, bizler anlamadıkça tekrar tekrar çalıyormuş kapımızı.'
    İçtiğim içki bile hemen terk etmek istiyordu bedenimi. Ve beni rahatlatan derin bir ''Ohh!'' çektim. Karanlıktan, teneke bir meşrubat kutusunun üzerinden geliyordu çişimin sesi. Üzerime sıçratmamak için rüzgârı kolladım. Ama bu çarem olamadı.
    'Ve burada çekeceğimiz tüm acılar, hatalarımızı fark edip düzeltmek için bizler tarafından planlanırmış göklerde.'
    Bacaklarımı diz kapaklarımdan biraz esnetip, atletimi ve gömleğimi pantolonumun içine sokmaya çalıştım.
    ''Düşünsene bir. Sevdiklerimizi kaybetmek, uğrunda intihar ettiğimiz aşklar, parasızlık, acı dolu hastalıklar, savaş-lar ve defalarca bıkıp usanmadan ölmek... Bunların hepsi burada olmamızı gerektiren yanlışların telafisi mi sence de?'
    Kemerimi bağladım.
    'Ve yine aynı inanışa göre, en çabuk şekilde aklanmayı dileyebilirsek Tanrı'dan, yaşamayı kabullenerek geldiğimiz tüm belâlar, çok kısa bir sürede, daha yoğun olarak yağarmış başımıza. Ve bu dönemi atlatabilirsek eğer, hayatımızın geri kalan kısmına temizlenmiş, huzurlu ve çok mutlu bir şekilde devam edebilirmişiz.
    Yani en yüksek noktanı geri kazanmak için yapman gereken tek şey, o her şeyini kaybedebileceğin en kısa zamana cesaret edebilmekmiş sadece'
    Dursun'a döndüm yüzümü.
    'Bıçaklanman gerekiyorsa bıçaklanacaksın. Açlık çekmen gerekiyorsa çekeceksin. Kaybetmen gerekiyorsa hep kaybedeceksin. Ama sonra her şey düzelecek ve doyum için-de yaşayacaksın.'
    Yüzümü buruşturarak,
    'Bence saçmalık!'
    'dedim. Arabanın üzerine, ortağımın yanına oturdum.
    'Tamam öyle kabul ettik diyelim. O zaman beni bu kuyuya atan hataları bulup ortaya çıkarabilmek için, daha ne ka-dar acının tadına bakacağım dersin dostum ha?'
    Az önce bıraktığım şişeden bir yudum daha aldım.
    'Aslında hayattan hiç şikayetim olmadı Dursun. Hiçbir şeyi başarmam gerekmedi. Benim için zaten her şey, her za-man hazırdı ve birçok insanın saadet anahtarı olarak görebi-leceği çok şeye hep sahip oldum. Büyük acılar çekmedim ya da ümitsiz durumlar yaşamadım örneğin. Peki, sence şimdi ben hiç hatası olmayan biri miyim?'
    Yüzüne baktım ortağımın. Ve daha hafif bir sesle sordum.
    'Eğer öyle ise, ben neden mutlu değilim?'
    Bir süre öylece sustum. Ve ardından iç geçirerek devam ettim.
    'Ya da eğer öyle değilse, beni bekleyen o kocaman şey ne?'
    Sonra ani bir hareketle arabanın en yüksek noktasına çıktım ve bağırmaya başladım. Söylediğim sözler, hayatımı ne kadar değiştirebileceğimin habercisiydi. Ama ben ne anlama geldiğini bilemeden konuşuyordum.
    'Eğer Tanrı varsa yükseklerde bir yerde, bütün işini bıraksın ve sözlerimi dinlesin sadece!.. Beni bekleyen her ne ise hemen çıkmasını istiyorum karşıma. Ne yaşamam gere-kiyorsa bir an evvel yaşamalıyım. Ölüm beni alması gerektiği yerde beklesin, buna sözüm yok. Ama bütün o saçmalıklar doğruysa eğer, çarpmam gereken duvarlar en kısa sürede çık-sın karşıma. Bütün hatalarımı ayıkla ve yaşamın geri kalan dilimlerinde lezzetlendir beni. Sıkıntı ya da acılarımı hayatı-ma yayma. Beni bekleyen her kötü sürprizi, cehenneminin bu köşesinde, kendimi en güçlü hissettiğim şu kısa zaman aralı-ğında çal başıma.
    Anlatıldığı gibi adil ve her şeye kadirsen eğer, sesimi duy!..'
    Kurduğum en son cümle ise, hayatımı bir daha asla başa dönülmeyecek bir yola sokan ilk anahtarım oldu benim.
    'Ve bana bu söylediklerimin gerçek olduğunu ıspat edecek bir dost hediye et. Ardından da yanlış olan her ne ise, hemen doğru ile yer değiştirsin!''
    Aceleyle indim arabadan aşağı ve yapıştım yakasına Dursun'un.
    'Ne dersin? Sence beni duymuş mudur?'
    Savuşturdu ellerimi ve O da bilmeden, ama çok da emin gibi konuştu.
    'Tanrı'dan bir şeyler dilerken daha dikkatli olmalısın. Rüyâlarında ya da sarhoş olduğun zamanlar da bile.'
    'Peki sence nedir yaşam?'
    Gülüyordu ortağım.
    'Cevap versene?!'
    Beraberce sallandık. O güzelim saçlarım uçuşuyordu rüzgârda.
    'Bilmiyor musun yoksa ha?'
    'Zurna gibisin sen.'
    'Kim? Ben mi? Bir bok bildiğin yok senin.'
    'Evet, sarhoşsun ve ben de seni iki saattir idare ediyorum.'
    Sendeledim. O beni tutmaya çalışırken birlikte yere yu-varlandık.
    Gökyüzünü gördüğüm zaman uçuyorum sandım ve ağır bir yıldız kaydı midemde.
    Önce mırıldanarak iç geçirdim, sonra yukarıda asılı kalmış parıltılara bakarak bağırdım.
    'Eğer yaşamın ne olduğunu bilmiyorsan 'Nedir?' diye sormalısın dostum.'
    Yakamdan tutup kaldırmaya çalıştı beni. Direndim. Çünkü mümkün olduğu kadar çabuk evine bırakılmak istenen,baş belası bir sarhoştum artık.
    'Haydi sor! Hiç üşenmeden bir daha anlatabilirim senin için. Bana 'Yaşam nedir?' diye sor!...'
    Gülme krizine kapılmıştı dostum. Tutunmaya çalıştığım ceket bana mı, yoksa Dursun'a mı ait bilemedim. Kendisi de ayakta zor duruyordu ama arabaya kadar taşımayı başardı beni.Yakasına yapıştım bu kez.
    'Kendi yaşamınla bile ilgilenmiyor musun? Hiç neden diye sormuyor musun kendine? Sen sence nedensin?''
    Beni göğsümden itti ve arabanın kapısını kapattı. Camlara vurarak bağırmaya devam ettim.
    Çok şımarık ama çok da güzeldim. O da sallana, sallana bindi arabaya ve hızla geriye doğru hareket ettik. Ben hâlâ söyleniyordum.
    'Sorsana dostum yaa!'
    Araba üzerindeki şişeler devrildi.
    'Sorsana dedim''
    Tekerlekleri bağırtarak yola girdi Dursun.
    Hâlâ gülüyorduk. Dirsek attım ortağıma.
    'Lan sana bir şey söylüyorum değil mi?'
    Canı yandı ama gülerek bağırdı..
    'Ne var lan ne var?'
    'Şimdi bana 'Yaşam nedir?' diye soracaksın. Haydi!'
    Çok hızlı gidiyorduk sanırım.
    'Ölümden korktuğun için soramıyorsun yaşamı'
    Arabanın farları her girdiğimiz dönemeçte etrafımda dönen ağaçları aydınlatıyor, ama benim çok bir şey görmeye vaktim olmuyordu. Camı açmaya çalıştım.
    'Sanırım kusacağım.'
    Kafamı dışarı çıkardım. Ben her böğürdüğümde, Dur-sun daha da çok gülüyordu. Bağırdım.
    'Sallama lan şu arabayı.'
    Bedenimdeki her şey burun deliklerimden dışarı çıkmak ister gibiydi. Ekşimiş bir ifadeyle içeri soktum kafamı.
    'Ovv! Bundan nefret ediyorum. Bir daha bu kadar çok karıştırmayacağım.'
    Dursun sağ elini enseme koydu.
    'İyi misin?'
    İttim dostumun elini.
    'Sen yola bak!'
    Güldü.
    'İyisin, iyisin. En az hayatının anlaşmasını yapmış adamlar kadar iyisin.'
    Islak mendille yüzümü sildim. Gerçekten her iki hayatım için de çok büyük bir anlaşma yapmıştım o gün.
    'Ne diyordum ben?'
    Gülmeye devam ettik.
    'Çok önemli bir şey anlatıyordum.'
    'Ben sana yaşam nedir diye soracaktım.'
    'Hah tamam. 'Yaşam nedir?' Yaşaam,...'
    Gördüğüm en son şey, üzerindeki renkli işaretlerin parladığı bir kamyon kasasıydı. Sanki biz olduğumuz yerde durduk ve o süratle geldi, benim olduğum taraftan camı kırarak girdi içeriye. Hiç gürültü çıkmadı. Duyduğum tek şey, kafamın içinde kopan bir telin çınlamasıydı sadece.
#14.06.2009 18:11 0 0 0
  • Emeğine sağlık canım...
#14.06.2009 18:16 0 0 0