İnsana İsabet Eden Hayır Ya Da Şer

Son güncelleme: 17.06.2009 07:35
  • hayır ve şer hakkında
    S-v-b kökünden türeyen 'musibet', 'isabet eden şey' anlamındadır. Kavramın, kelime anlamında, her ne kadar doğrudan 'olumsuzluk' bildiren bir işaret yoksa da, terim, çoğunlukla insanın zarar/şer olarak gördüğü durumları karşılamak için kullanılmıştır. Buna göre, musibet, insana 'isabet eden', ölüm, hastalık, sakatlanma, doğal afetler, kazanç kaybı vb. şeylerdir. Bunlar arasında, 'ölüm', musibet teriminin en çok kullanıldığı durum olarak bilinmektedir. Fakat, doğru bir anlam için, bu yaygın kullanımın öncelikle nazarı-dikkate alınmaması ve Kur'an ayetleri çerçevesinde bir tahlil yapılması gerekmektedir.

    Musibet terimi, Kur'an'da 10 yerde geçmektedir. S-v-b kökünden türeyen ayetlerin toplam sayısı ise 77'dir. Ancak, öncelikli olarak musibet teriminin orjinal haliyle geçtiği ayetlerin incelenmesi, konunun kapsamının anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Bu ayetler, dikkatli bir gözle okunduğunda, musibet kavramının anlam içeriğini en şumüllü bir şekilde aksettiren pasajın Hadid: 22-23. ayetleri olduğu görülür. Ayetler şöyledir:

    "Yeryüzünde ve nefislerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki Biz onu yaratmadan evvel o Kitap'ta bulunmasın.

    Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır. Ki kaybettiğinize üzülmeyesiniz ve verdikleriyle de şımarmayasınız. Allah kendini beğenip böbürlenen hiç kimseyi sevmez."

    Ayetlerin açık ifadesine göre, 'isabet eden şey' hem hayr, hem de şer olabilir. Yani insanın başına gelen şey, kendisi için bir şerrin ifadesi oluyorsa buna musibet denilebileceği gibi, bir hayrın ifadesi oluyorsa, buna da musibet denir.

    Örneğin bir sel, zelzele, tufan vs. şer olarak görülebilecek musibetler arasında yer alırken, beklenmedik bir miras, kişinin elinde olmadan sahip olduğu meşru mal, meşru bir kura sonucu elde edilen avantaj vs. hayr olarak görülebilecek musibetler zümresindendir. (Nitekim, Kur'an, s-v-b kökünden türeyen ve fitne (Hacc:11, Enfal:25), seyyie (Nisa:79), azab (Tevbe:52 ve 90); hayr (Hacc:11), hasene (Nisa:79), fazl (Nisa:73), rahmet (Yusuf:56)'in insana 'isabet ettiğini' bildirmektedir. Buna göre fitne, seyyie ve azab, şer olarak isabet edenler, hasene, fazl ve rahmet de, hayr olarak isabet edenler şeklinde sınıflandırılabilir).

    Bakara Suresi'nin 155-156. ayetleri, musibetlerin sınıflandırılması konusunda yeterince açıktır. Ayetler şöyledir:

    "Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Ki onlar başlarına bir musibet isabet ettiğinde, "bizler Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz" derler."

    Burada musibet olarak zikredilen 3 ana kategori vardır: korku, açlık ve mal-can-mahsul kaybı. 156. ayet her ne kadar, halk arasında, 'ölüm' durumları için yaygın olarak kullanılıyor olsa da, ayetin asli anlamını, sadece ölüm musibetine hasretmek hatalıdır.

    Hadid:22. ayetinde geçen: 'yeryüzünde ve nefsinizde meydana gelen musibetler' tabiri, 2 ana musibet kategorisinden bahsetmektedir. Buna göre, musibetler, arzda ve nefislerde meydana gelmektedir. Arzda meydana gelen musibetler, kuraklık, kıtlık, ürün ve hayvanlara gelen zararlar, ev veya şehir yıkımı, arazi kaybı, zelzele vb. iken; nefislerde meydana gelen musibetler, ölüm, hastalık, yaralanma, kırık, hapis, işkence, açlık, susuzluk, işsiz kalma, zorla mahrum bırakılmalardır. Bunun dışında Allah'ın hayr olarak verdikleri şeyler de, yine 'isabet eden şey' anlamında musibetlerdir.

    Musibetler konusunda müminlerin ahlakı Sabr olmalıdır. Nitekim Lokman (AS), oğluna vasiyet ederken: "namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelen musibete sabret. Çünkü bunlar, zorlu işlerdendir" demektedir ki, burada musibetlere sabır, namaz ve tebliğ gibi iki önemli farzla birlikte anılmıştır. Mümin, musibetlerin Allah'tan geldiğini ve ardında birtakım hikmetlerin gizli olabileceğini bilerek, her iki musibet durumunda da, orta (vasat) bir yol tutar ve emrolunduğu şekilde amel etmeye azami dikkati gösterir. Şayet mümin sabr gösterirse, başına şer ya da hayr isabet etse bile, sonuçta kazançlı çıkacak olan yine kendisidir.

    Çünkü şerre sabredip, hayra şükredecektir. Nihayet her iki durumda da akibet onun olacaktır. Nitekim sahih hadislerde de müminin bu durumuna ilişkin sarih ifadeler vardır:

    "Mümin kişi, yerden yeni çıkmış bir ekin filizine benzer; herhangi bir taraftan ona bir rüzgar dokunursa, onu eğer; fakat yıkılmaz, yine doğrulur. Doğrulunca rüzgar belası ile yine eğilir; fakat yine yıkılamaz, doğrulur ve doğru kalır. Münafık kişiye gelince, o, çam ağacına benzer, rüzgardan etkilenmez. Nihayet Allah onu bir defada devirir de bir daha kalkamaz." (Buhari);

    "Başına gelen musibetten dolayı hiç bir kimse ölüm istemesin! Eğer muhakkak temenni etmek zorunda bulunursa, şöyle desin: Allah'ım! Yaşamam benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölmek hayırlı olduğu zaman da canımı al."(Buhari, Müslim).

    Ayrıca "Allah, bir kimseye hayr dilerse, onu musibete uğratır" ve " bir müslümanın başına hastalık, bela, diken batmasına varıncaya kadar her ne gelirse, Allah bunları o müslümanın hatalarına keffaret kılar" (Buhari, Müslim) mealindeki hadisler de, musibet konusunda tek yolun Sabr olduğunu ve sonuçta müminin bundan kazançlı çıkacağını hatırlatmaktadır.

    Musibetler konusunda müminlerin ve kafirlerin tutumu konusunda Tevbe: 50-51. ayetleri açık mesajlar içermektedir. Ayetler şöyledir:

    "Sana bir iyilik kısmet olursa hoşlarına gitmez ve eğer bir musibet dokunursa: "biz tedbirimizi önceden almıştık" derler ve sevine sevine giderler. De ki: hiç bir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başka bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve müminler onun için yalnız Allah'a tevekkül etsinler".

    Bu ayet, müminler bir başarı, zafer veya ganimet kazandıklarında kalpleri daralan münafıklar/kafirlerin, güya önceden birtakım tedbirler alarak musibetlerden kurtulabilecekleri düşüncesinde olduklarını, öte yandan müminlerin ise, bir musibet isabet edecekse, bunun zaten önceden Allah'ın ezeli bilgisinde olduğunu ve Allah, müminlerin mevlası olduğu için, bu tür musibetlerin sonuçta müminlerin imtihanı ve kazancı olacağına inandıklarını göstermektedir. Nitekim, asıl musibet kafirlerin başına isabet etmiştir ve Cehennem'i haketmişlerdir. Böylece "başımıza iş açma, bizi belaya sokma!" diye musibetten kaçmaya çalışanların çabası fayda vermemiş ve elim bir azaba düçar olmuşlardır.

    Ancak, Kur'an, buraya kadar söylediklerimizin dışında da bir musibet kategorisinden bahsetmektedir ki, o da insanın 'kendi eliyle kazandıkları' neticesinde isabet eden musibettir. Ali İmran:165, Nisa:62 ve 72, Kasas: 47 ve Şura:30. ayetlerde, insanoğlunun yapıp-ettikleri yüzünden de başına musibet gelebileceği açıkça ifade edilmektedir. (Nahl:34, Zümer:51 ve Ra'd:31. ayetlerde de insanın amelleri (ma amelu), kazandıkları (ma kesebu) ve işledikleri (ma sanau) yüzünden başına gelen kötülükler (seyyiat) zikredilmektedir). Ali İmran:165. ayeti bu konuda meşhurdur: "Böyle iken size, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet gelince: "bu nereden?" dediniz. De ki: "o, kendi tarafınızdandır". Çünkü Allah her şeye kadirdir." Aynı anlam diğer ayetlerde de: "kendi yaptıkları yüzünden başlarına bir bela geldiği zaman" (bi ma kaddemet eydihim) ve "ellerinin sunduğu günahlar yüzünden" (fi ma kesebet eydikum) şeklinde geçmektedir ki, ifadeler gayet sarihtir ve insanın irade alanına giren konularla alakalıdır.

    Burada üzerinde durulması gereken husus, bu tür musibetin mümin-kafir ayrımı yapılmadan, herkesin başına gelebileceği noktasıdır. Zira açıktır ki, insana, yapmış olduğu bir takım hatalardan dolayı, musibet isabet edebilir ve bu, onun yaptıklarına karşılık olmaktadır. Musibetin bu türü, insanın sorumluluk alanına girer ve bu konuda önceden alınacak tedbirler, musibeti önleyici olabilir. Nitekim Ali İmran:165. ayetinde, müminlerin savaş sırasında yapmış oldukları hatanın karşılığı olarak başlarına isabet eden musibetten bahsedilmektedir ki, müminler, o hatayı yapmayabilirlerdi de. Bu, imkan dahilindeydi, ancak hata işlendikten sonra, başlarına musibet geldi ve ardından savaştan mağlup ayrıldılar.

    Yine insanoğlu, kıtlık anlarında kullanılmak üzere önceden tedbir almakla, sel veya deprem gibi afetler olmadan önce gerekli önlemleri almakla, musibetlerin belirli zararlarından korunabilirler. Bu gibi, insanın irade alanına giren konularda gösterilen ihmal ve umursamazlık sonucu uğranan zarar dolayısıyla sorumluluk Allah'ın üzerine atılamaz. Zira açıktır ki, her konuda olduğu gibi, bu konuda da, insan, gücü dahilinde olan şeylerden sorumludur. "Önce deveyi kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül et" hadisi de bu hususu gayet açık bir şekilde izah etmektedir.

    Bilinmelidir ki, insanın irade alanına girmeyen musibetlerin 'hikmeti' konusunda, insanoğlunun kesin bir kanaat belirtmesi mümkün değildir. Bu tür musibetler imtihan vesilesidir ve karşılığında sabretmek gerekmektedir. Yani bir insan muttaki de olsa, facir de olsa, başına aynı tür bir musibet gelebilir. Evet, musibeti Allahu Teala belirli bir 'gerekçe' ile vermektedir, fakat bu gerekçenin 'bilgisi'ni insanlara bildirmemektedir. Bu nedenle insanların bu konudaki kanaatleri, ancak bir 'tahmin' olabilir. Bu tahmin tutabilir de. Fakat çoğunlukla bu tahminlerin gerçeği yansıtmadığı da bir vakıadır. Zira insanoğlu, nefsine çok uyar ve bu nedenle, hüküm verirken yanılır.
#17.06.2009 07:35 0 0 0