NAZIM HİKMET RAN

Son güncelleme: 18.09.2006 16:27
  • (1901-1963)

    20 Kasım 1901'de Selanik'de doğdu. İlerici ve şairliği olan bir dedenin torunu, dışişlerinde yüksek dereceli memur olan babanın ve Fransızca bilen, piyano çalan, resim yapan bir annenin oğlu olması, iyi bir eğitim görmesini ve küçük yaşta sanatla ilgilenmesini sağladı. Önce bir yıl kadar Fransızca eğitim yapan bir okulda, sonra Göztepe'deki Numune Mektebi'nde okudu. Dedesinin etkisiyle şiir yazmaya başlayan Nazım Hikmet'in bir aile toplantısı sırasında okuduğu denizcilerin kahramanlıklarına dair bir şiirden bahriye nazırı Cemal Paşa'nın çok etkilenmesi, onun Heybeliada Bahriye mektebine kaydolmasına neden oldu. 1919'da okuldan mezun olunca, Hamidiye kruvazöründe güverte subaylığı yapmaya başladı. Ancak aynı yılın kışında okulun son sınıfında geçirdiği zatülcenp tekrarlanınca askerlikten çürüğe çıkarıldı. Bu dönemde genç bir şair olarak ünlenmeye başlamıştı. Genellikle işgal altındaki bir ülkenin direniş ruhunu yansıtan şiirler yazıyordu. İlk ödülünü 1920'de Alemdar gazetesinin açtığı bir yarışmada aldı. Aynı yılın sonlarına doğru, Anadolu'da başlamış olan direniş hareketlerine katılmak amacıyla, çocukluk arkadaşı Vala Nurettin ile birlikte Anadolu'ya geçti. Niyetleri milli mücadeleye katılmak olan iki arkadaş Ankara hükümeti tarafından Bolu Lisesi'nde öğretmen olarak görevlendirildi. Burada Spartakist hareketi yakından tanıyan Mehmet Sadık Eti'den etkilenerek, Ekim Devrimi'ni yerinde yaşamak, gözlemek ve Sovyetler Birliği'ni tanımak amacıyla önce Azerbaycan'a, oradan da Profesör Pavloviç'in öğrencisi olmak üzere Moskava'ya gittiler. KUTV(Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi)'da öğrenim gören ilk kuşak arasındaydılar. Nazım Hikmet 1922'de KUTV özel tiyatrosunda, Mustafa Suphi ve arkadaşları için yazdığı "15 Yara" ve "28 Ocak" adlı şiirlerini dramatize ederek sahneledi. 1924'te Parti kararı gereğince, geldiği gibi gene gizlice yurda dönen Nazım, İstanbul'a gönderildi. 1924 ortalarında İstanbul'a döndükten sonra Aydınlık'ta şiir ve yazıları yayımlanmaya başladı.Görüşlerinin olgunlaşmaya başladığı dönem olarak nitelenebilecek bu dönemde artık Nazım için TKP'nin Kongre delegeliğinin yolu da açılmıştı. 1 Ocak 1925'te, Dr. Şefik Hüsnü'nün Beşiktaş'daki evinde gerçekleşen 2.TKP Kongresi'ne katıldı ve burada TKP Merkez Komite üyeliğine seçildi.Takrir-i Sükun Kanunu gereğince baskının iyice yoğunlaştığı bir sırada, 1 Mayıs 1925'te yayınlanan bir bildiri yüzünden bütün Aydınlık çevresindekiler ve Parti kadroları tutuklanırken, koğuşturmadan kurtulmak için İzmir'e gitti. Kendisinin de arandığını öğrenince, önce İstanbul'a ardından Sovyetler Birliği'ne geçti. Yine de gıyabında 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. 23 Ekim 1926'da Cumhuriyet bayramında çıkartılan aftan sonra,yurda geri dönmek için yaptığı başvuruların hiçbirine olumlu cevap alamadı. Bu arada, kendisi gibi gıyabında mahkum olan Dr.Şefik Hüsnü'nün çağrısıyla 1926'da Viyana'da gerçekleşen TKP Konferansı'na Moskova'dan delege olarak katıldı. Bu konferans TKP içerisindeki ayrılıkların giderek netleştiği bir toplantı oldu. Parti İcra Komitesi sekreteri Vedat Nedim'in ihbarıyla gerçekleşen 1927 tevkifatının ardından yapılan yargılamalar sırasında, Nazım Hikmet yurtdışında olduğu halde "gizli parti üyesi olmak" suçundan gıyabında 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. 1928 sonlarında gizlice yurda geri döndü. Önce Rize'de sahte pasporttan yakalandı ve 3 gün hapis yattı, ardından Ankara'ya sevkedildi ve mahkemenin 3 ay 3 günlük hapis cezasını tutuklu kaldığı sürede tamamladı. Serbest bırakıldığında İstanbul'a giderek Resimli Ay dergisinin yazı kadrosuna katıldı. Bu arada TKP içinde Hamdi Şamilof, Vanlı Kazım, Mustafa Börklüce'yle birlikte, ayrıca oluşturdukları İcra Komites'inin sekreterliğini yaptı. TKP içindeki, Viyana Konferansından beri süregelen anlaşmazlıklarda taraf oldu. O zamana kadar atamayla tespit edilen MK üyeliğine karşı çıkarak en kısa sürede Parti kongresinin toplanması ve yöneticilerin seçimle gelmesi konusunda diretmeye başlayınca, 1930'da Sovyetler Birliği'nden tam yetki ile gelen Hasan Ali Ediz tarafından, başını çektiği muhalefet grubuyla birlikte Parti'den atıldı. Grubuyla oluşturduğu yeni MK ve İcra Komitesi'ni Komintern'e sundu ama Komintern cevap olarak grubunu dağıtmasını ve Komintern'e bağlı Parti'ye katılarak elindeki matbaayı da o gruba vermesi kararı kendisine bildirildi. Komintern'in kararını dinlemedi. Bundan sonra, Komintern yayın organlarında ve Şefik Hüsnü'nün yazılarında "Troçki-polis muhalefeti" olarak teşhir edildi.1961'de yazdığı otobiografik şiirinde bu olayı "Partimden koparmaya yeltendiler/Ama sökmedi " dizesiyle anlatacaktı. Ancak yine de 1930'lar, Türkiye komünist hareketi açısından, Nazım'ın şiirleriyle renklenen bir dönem oldu. Örneğin, Temmuz 1930'da "Salkımsöğüt" ve "Bahri Hazer" adlı şiirlerinin kendi sesinden plağa alınarak(yirmi günde tükendi) halka açık yerlerde çalınması, polisin olaya el koyup plağın yeni baskılarının yapılmasını engellemesiyle sonuçlandı. Ard arda, Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü, Gece Gelen Telgraf adlı şiir kitapları basıldı, Kafatası ve Bir Ölü Evi adlı oyunları ise Darülbedayi'de sahneye kondu. Bu arada bir yandan da kendi muhalefet grubunun gizli siyasi eylemlerini yürütüyordu. Bu nedenle de, 1932'de İstanbul'da Ağırcezada "gizli örgüt kurarak anayasayı değiştirmeye çalışmak" iddiasıyla yargılandı. Haziran 1933'de Bursa'da devam eden ve idam talebiyle başlayan dava, önce 5 yıl hapis cezasına, temyizin kararı bozmasıyla 4'e, Cumhuriyetin 10.yılı nedeniyle çıkan afla da 1 yıla indirilince Nazım'ın 6 ay alacaklı olarak(zaten 1.5 yıl yatmıştı) hapisten çıkıp İstanbul'a geri dönmesiyle son buldu. 17 Ocak 1938'de, hiç beklemediği bir anda son tutuklanışını yaşadı; "askeri isyana teşvik" suçundan toplam 28 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Siyasi havanın görece yumuşamasıyla 1946'dan sonra yurtiçinde ve yurtdışında başlayan kampanyalar onu kurtarmaya yetmedi, 8 Nisan 1950'de açlık grevine başladı. DP'nin seçimleri kazanmasının ardından 15 Temmuz 1950'de çıkan af yasasıyla en sonunda hapisten çıkabildi. Fakat bir türlü sonu gelmeyen gözetlenme, onu 17 Haziran 1951'de bir daha geri dönmemek üzere yurtdışına kaçmaya zorladı. Sovyetler Birliği'ne gitti ve burada TKP'nin Harici Bürosu'nda görev alarak siyasi faaliyetlerini sürdürdü. 1963'te ikinci vatanı saydığı Sovyetler Birliği'nde bir kalp krizi sonucu öldü.


    Tepeten tırnaga Komünist insan,vatanında hain,
    dünyada barış ödülü alan, rüzgra karşı yürüyen adam...
#05.06.2005 22:55 0 0 0
  • EYVALLAH KARDEŞ
#07.06.2005 21:52 0 0 0
  • ellerine sağlık teşekkürler...
#18.09.2006 16:27 0 0 0