Solgun kelimelerimiz vardı.(göl kıyısında)
Kırık sandalın durgun sularına aldanırdık;
Kirlenmiş beyazın siyaha kızdığını öğrendik.
Her şeyin geçip-gittiğini, (çok sonraları)
Geriye kalanlarınsa hiç işe yaramadığını…
—hep öylesine yaşadık hayatı, öylesine…
(oysa çok hayalimiz vardı yaşattıramadığımız)
Kırmızı pabuçlu çocuklara özenirdik.
Çok değil daha düne kadar.(parktaydık)
Sen elli kiloydun ben altmış/hep alttaydım.
Git-gide de ağırlaştım, sessizce…(tattıravallide)
Yüksekleri sevemedim hiç/ onlarda biraz beni…
—hep öylesine yaşadık her şeyi, çocukluğumuzu bile
(yazık, kaybettiklerimizle ne çok şey kazanabilirdik)
Uzun mevsimlerimiz vardı, değil mi?
Yağmuru doyasıya izleyecektik, rüzgârı da…
Sonraları siyahı-beyaz yapacaktık.
Ve havuç burunlu, kömür gözlü kardan adamlar…
Olmadı her defasında üşüdük/ ellerimizden, yüreğimizden,
—hep öylesine yaşadık hayallerimizi de, öylesine…
(bulut olup dolsan gözlerime, ağlar mıyım hiç?)
Daha dün sandıklardan çıkardım çocukluğumu
Nasıl da sığdırmışım tozlu bölmelere…
Oyuncaklarımı, fotoğraflarımı ve seni,
Gün gelir dönülürmüş eskilere, hüzünle…
Çok mu döndüm acaba bebekliğime ki(dayanamıyorum)
—hep öylesine yaşadık geçmişi de, özlemeyi de…
(üstelik anılara dönülmeyecek yollarda kayboldum)
Şimdilerde gölgem mutsuz duruşlarda
Bazen alıp başımı gitmek istiyorum(gölgemi bırakıp)
Her yanım sağır, kör ve kayıplarda…
Üstelik gülümsemelerimde yakışmıyor eskisi gibi,
Ne yana dönsem nefret dolu bakışlar…
—hep öylesineydi değil mi, yaşama tutunuşum
(öyle ya kırık ezgiler hiç oynatır mı adamı?)