Nevruz Dede

Son güncelleme: 19.07.2009 18:06
  • Nevruz Dede Qimdir - Nevruz Dede Haqqında - Nevruz Dede Hayatı
    noimage

    NEVRUZ DEDE
    Son Osmanlı

    7 yaşında iken Nuri Paşa komutasındaki askeri birlikle Azerbaycan"a gelen Nevruz Caferov,96 yaşındaydı ve çocukluğunun İstanbul"unu özlüyordu.1917 yılında Ermeni-Rus orduları Azerbaycan"ı kasıp kavurur. Müslüman Türk ahali zor durumdadır. Osmanlı hükümeti, yardım amacıyla dönemin ünlü askerlerinden Nuri Paşa komutasında bir orduyu Azerbaycan"a gönderir. Bu askerî birlik içinde ismi Ahmet olan küçük bir çocuk da vardır. Ahmet"in babası yüksek rütbeli bir Osmanlı zabiti olan Nimetullah beydir. Annesi ise Fatıma hanım. Ahmet, daha küçük bir çocuk iken annesini kaybeder. Sefer emri alan Nimetullah bey, oğlunu emanet edebileceği bir akrabası olmadığından o sırada 7 yaşında olan Ahmet"i yanında götürmeye karar verir. Askerî birliğin İstanbul"da başlayan uzun ve yorucu yolculuğu Gence"de sona erer. Kente vardıklarında küçük Ahmet"i bir çocuk yurduna teslim eder babası, sonra da Azerbaycan"ın iç bölgelerinde devam eden savaşa katılmak amacıyla cepheye koşar.

    Dünün küçük Ahmet"i Nevruz Caferov, ak sakallı bir dede olmuştu ve Bakû'de yaşıyordu. Dimdik duruşu, kartal bakışı ve çehresindeki çizgiler onun başka bir coğrafyaya ait olduğunu gözler önüne seriyordu. Bakû"deki Türk Şehitliği"nde isimleri pirinç levhalara yazılı kahramanlara bakıp, "Ben buraya onlarla birlikte geldim" derdi. Sonra da gözünü ufka dikerek şunları söylüyordu: "Onlar babamın arkadaşları. Benim amcalarım oluyor. İstanbul"dan Gence"ye uzanan uzun bir yolda arkadaş olmuşuz onlarla."


    İstanbul hasreti ile yanan gönül

    Nevruz Caferov, 1910 yılında İstanbul"da dünyaya gelir. Aradan geçen uzun yıllara rağmen "İstanbul" ismi telaffuz edilince heyecanlanır ve yüreğinde doğduğu şehri ahir ömründe görme arzusu uyanırdı. İstanbul"a duyduğu sevginin altında çocuk hafızasında kalan güzel hatıralar bulunuyordu. Gözünün önüne en fazla gelen görüntü yaşadıkları ev ve yanıbaşındaki cami. "5-6 yaşlarında iken arkadaşlarımla evimizin önünde oynardık" diyordu, iç geçirerek.. Evlerinin yanıbaşındaki caminin çift minaresi olduğunu söylüyordu. Arkadaşları ile camiye girip saklambaç oynarlarmış. Bazen namaz kılan insanlarla birlikte eğilip kalkarlarmış. Cemaat de onların başını okşar, şeker ya da para verirmiş. Bazen de çok fazla gürültü çıkarır, bu kez de onların tatlı-sert ikazları ile karşılaşırlarmış.

    Nevruz dedenin hafızasından çıkmayan bir başka İstanbul karesi ise evlerinin önündeki kalabalık. "Rahmetli annemin Hakk"ın rahmetine kavuştuğu gündü o gün" diyordu, kısık bir sesle. Annesinin genç yaşta ölmesi onu derinden etkilemişti. Babasının birkaç kez sessiz sessiz ağladığına şahit olmuş. Oyun arkadaşlarının hiçbirini gözünün önüne getiremediğinden yakınıyor. Onlara ait ne bir resim karesi vardı belleğinde ne de bir isim. 7 yaşına kadar yaşadığı İstanbul"dan hafızasında kalanlar bu kadardı. Bir de camilerin minarelerinden yayılan ezan sesleri kalmıştı kulaklarında.


    "Baba" diyerek haykırır ve kendinden geçer

    Küçük Ahmet"in Gence günleri çok zor geçer. Annesinin vefatından sonra öz yurdundan ve arkadaşlarından ayrı düşmek çok zoruna gider. Bunlar yetmezmiş gibi, vatanından uzak bu garip ülkede tek yakını olan, canı sıkıldığında boynuna sarılıp teselli bulacağı babacığı da yanında değildir. Annesinin yokluğuna bir de baba hasreti eklenir. Nice geceler "anne-baba" çığlıkları ile uyanır ve sabaha kadar ağlar da ağlar. Bazı geceler bu ağlama seanslarına çocuk yuvasının hizmetçisi de katılır. Yurtta kaldığı iki yıl boyunca küçük Ahmet"i hiçbir şey teselli edemez.

    Bu arada, Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder. O sıralar dokuz yaşında olan Ahmet, "Belki babasından bir haber alır" düşüncesiyle önce Bakû"ye, bir süre sonra da İran sınırına yakın Lenkeran şehrindeki çocuk yurduna gönderilir. 28 Nisan 1920"de Rus askerleri Azerbaycan"ı yeniden işgal edince bu tarihe kadar ülkede kalmış Osmanlı askerleri birer ikişer İran üzerinden vatan yolunu tutar. Baba hasretine dayanamayan Ahmet, bir haber alırım ümidiyle çocuk yurdundan firar ederek İran"ın Astara şehrine gider. Bir yıl boyunca babasının izini bulmaya çalışır. Hiç kimse "babanı gördüm" demez kendisine. Boynunu büker ve yeniden Lenkeran"a dönerek çocuk yurduna yerleşir. Umudunu kaybetmiştir artık. Kendisini annesiz babasız bir gelecek beklemektedir.


    Kafesteki kuş gibi çırpınmak

    Küçük Ahmet babası Nimetullah beyi ararken, babası da oğul hasreti ile yanıp tutuşmaktadır. Sevgili eşinden yadigar kalan biricik yavrusunu bulmak ister. Ancak, Osmanlı askerleri için Azerbaycan toprakları güvenli değildir artık. Bolşeviklerin iktidarda olduğu bu topraklarda Osmanlı askerlerini yargılamak üzere mahkemeler kurulmuştur çünkü.

    Canlarını kurtarabilenler İran üzerinden Anadolu"ya geçmeye çalışır. Ancak, bu güzergah da onlar için tekin değildir. "Aynalı" ve "beş atılan" diye tabir edilen Osmanlı tüfekleri çok değerli olduğundan Mehmetçiklere bu kez eşkıyalar musallat olur. Kimisinin eşyaları yağmalanır, kimisi de ellerindekileri vermek istemediği için öldürülür. Nimetullah bey, asla dönmeyi düşünmez. Onun hayatta tek bir amacı vardır; oğlunu bulmak. Önce Gence"ye, sonra da Bakû"ye gider. Bolşevikler tarafından yakalanıp idam edilirim korkusuyla başkentten ayrılır ve Lenkeran"ın yolunu tutar.

    Bu dönemde kafesteki kuş gibi çırpınıp durur. Bir yanda evladını gurbette bırakıp gitmek vardır, diğer yanda ölüm korkusu. Nihayet kararını verir, Lenkeran üzerinden İran"a geçer. Ancak, evlat hasreti vicdanını kanatır ve daha öteye gidemez. İçine doğan bir ümitle Lenkeran"a geri döner. Bir gün Lenkeran sokaklarında dolaşırken küçük Ahmet"in "baba" çığlıklarını duyar ve hayatının en mutlu gününü yaşar.


    Hayatı da değişir ismi de

    Baba oğul yıllar sonra kavuşmuştur artık. Ancak, onları nelerin beklediğini tahmin bile edemezler. Bildikleri bir şey varsa o da geçmişlerini ve nereden geldiklerini unutmaktır. Osmanlı Zabiti Nimetullah, Sovyet vatandaşı Nimet olur öncelikle. Küçük Ahmet"in ismi de Nevruz Caferov... Baba Nimetullah, bulduğu eski bir akordeonu düğünlerde ve bayramlarda çalarak ekmek parasını kazanmaya başlar. Akordiyoncu Nimet olarak nam salar Lenkeran"da. Bir Azeri hanımla evlenir ve Nevruz"un üç kardeşi olur.

    İstanbul"dan getirdiği oğlunun iyi bir eğitim almasını ister ve onu askerî okula yazdırır. Bakû"de okuyan Nevruz, bir gün üşüterek hastalanır ve tedavi görmek için Lenkeran"a babasının yanına gider. Bir hafta sonra geri döndüğünde onu bir sürpriz beklemektedir. Okuldan atılmıştır ve okul yönetimi ordudan firar ettiği gerekçesiyle kendisini mahkemeye vermiştir. Çıkarıldığı mahkemede mahkum olur ve cezaevine gönderilir. Üç yıl hapiste kalan Nevruz Caferov, cezasını tamamladıktan sonra hayata atılır ve inşaat işçiliği dahil her türlü işi yaparak rızkını çıkarmaya çalışır.


    Alman esir kamplarında yaşananlar

    Aradan yıllar geçer. 1941 yılının bir yaz sabahı Almanya, Sovyet topraklarına saldırır. Halk seferberliğe çağrılır. Nevruz Caferov da savaşın ilk günlerinde cepheye çağrılanlar arasındadır. Cephede "cesur" asker olarak nam salar. 1942 yılının sonbaharında Ukrayna"nın Harkof kenti yakınlarında yaralanır ve Almanlara esir düşer. Esir kampında yapılan ideolojik propaganda, o zamana kadarki düşüncelerinde önemli değişiklikler meydana getirir. Esir Azerilerin bir araya toplanarak askeri lejyonlar kurulması işine yardımcı olur. Almanların Sovyet ordularını mağlup edeceği varsayımından hareketle Azerbaycan"da kurulacak hükümetin hazırlıklarına girişir.

    Bu arada, Almanların talimatıyla bir gece uçakla İstanbul"a hareket eder ve Mehmet Emin Resulzade"yi (Sovyetlerin işgalinden önce 1918 yılında bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan devletinin lideri) alarak geri döner. İtalya, Fransa, Avusturya, Bulgaristan, Polonya, Romanya gibi Avrupa ülkelerini dolaşarak Azerbaycanlıların işkenceden kurtulmalarına ve lejyonda toplanmalarına yardımcı olur. Almanca ve İtalyancayı mükemmel konuşacak derecede, Fransızcayı da fikirlerini ifade edecek kadar öğrenir. Savaş, Almanların yenilgisiyle biter. Hem lejyon çalışmaları hem de Azerbaycan devleti ile ilgili bütün ümitleri suya düşer. 1946 yılında Avusturya"da yakalanır ve Sovyet yetkililerine teslim edilir.


    İşkence yılları

    Bakû"deki KGB bürosunun bodrum katlarında hayal bile edemeyeceği işkencelerle karşılaşır. Tırnakları sökülür, parmakları kapı aralığına sıkıştırılarak kırılır, sapasağlam dişleri kertepenle sökülür, elleri ve ayakları zincirlenerek bayılıncaya kadar dövülür. O yıllarda Azerbaycan Komünist Partisi"nin lideri kast edilerek, "Bagirof"un yerine mi göz diktin?" diyerek kendisi ile alay edilir. Soruşturma bittikten sonra mahkemeye çıkarılır ve 25 yıl hapse mahkum edilerek sürgüne gönderilir. Her ne kadar sürgün yeri KGB"nin bodrumları ile kıyaslanmayacak kadar rahat olsa da havanın çok soğuk (-40 derece) olması, bulaşıcı hastalıkların kol gezmesi hayatı yine de zorlaştırır. Nevruz Caferov"un önünde sürgünde geçirilecek 3-5 yıl değil, tam 25 sene vardır. Mart 1953"te dönemin Sovyet lideri Stalin ölür. Çok geçmeden Sovyet ülkesinde ciddi değişiklikler olur, kanunlarda yumuşamalar meydana gelir. Stalin"in ölümüyle Nevruz Caferov"un hayatı da değişir. 8 yıl hapis yattıktan sonra 1956 yılında vatanına geri döner.

    Bir kez daha hayatın acı gerçekleriyle karşı karşıya gelir. Fabrikada işçi olarak çalışır, tiyatroda sahneye çıkar, devlet korosuna katılır. Bu arada başka yetenekleri olduğu da ortaya çıkar ve resim yapmaya başlar. Hayallerinde canlandırdığı İstanbul"dan iki farklı manzarayı yağlı boya ile keten kumaşın üzerine yansıtır. Bugün evinin duvarını süsleyen bu tablolarda ana figür olarak küçük Ahmet"in hafızasında kalan İstanbul"a ait camiler, köşkler, mavi denizler göze çarpıyor. Dostlarının ısrarı ile evlenir ve 56 yaşında baba olma zevkini tadar. Bakû"de düzenli bir hayatı, her sabah gideceği bir işi, akşamları hanımı ve çocukları ile birlikte kalacağı üç odalı bir evi vardır artık.

    noimage

    Yürekleri yakan İstanbul hasreti

    Nevruz Caferov 96 yaşındaydı. Önce eşini sonra da oğlu Fahrettin"i kaybetmişti. Bakû"deki evinin duvarlarını Mehmet Emin Resulzade"nin Almanya"da iken hediye ettiği Kur"an-ı Kerim süslüyor. Yine ondan yadigar bir takım elbise de... Nevruz Caferov"un "kutsal bir emanet" gibi sakladığı bir diğer eşya ise Nuri Paşa"nın kalpağı. Bazen bu kalpağı giyip dışarı çıkardı, bazen de aynanın karşısına geçip acı dolu günleri hatırlardı.

    Çektiği bunca çileye rağmen ruhu sapasağlamdı Nevruz dedenin, dili de şükürlüydü. Otobüste, minibüste genç bayanlara yer verecek kadar centilmen, imdat dileyen birisine yardım edecek kadar delikanlı, son ekmek parçasını paylaşacak kadar cömert birisiydi. Her gün, beş vakit hem Türkiye hem de Azerbaycan için dua ederdi. Bir de ahir ömründe hayallerini süsleyen İstanbul"u görebilmekti. İstanbul onun için ayrı bir anlam ifade ediyordu aslında. Bu şehrin ismini duyunca yerinden sıçrıyor ve hasret duyduğu şehri görme arzusu artıyordu.

    Bu son arzusunu bazi duyarlı kuruluslar yerine getirmis,nevruz dedemizin hayir dualarini almislardir.

    Nevruz dedemiz 29-ocak-2006 tarihinde, gece 22:30 da 96 yasinda ruhunu teslim edip,ebedi dunyaya gocmustur.Nevruz dedemizin cenazesi baku deki kesle mezarligina defn edilmistir.

    ALLAH MEKANINI CENNET ETSIN,SENI HASRETLE MUHABBETLE ANIYORUZ.
#19.07.2009 18:06 0 0 0