Ölüm dediğin nedir senin.
Bir kapı açılıp, sen de kondun önüne.
Atı dehler gibi, dehlediler seni de içeri.
Ne kırbaç gerekti,
Ne de uçları sivri mahmuzlar.
Merhaba dünya sen geldin.
Sen akıllısın atın gemi senin elindeydi.
Sevgi ile okşadın, atın başını.
Birde şeker verdin ağzına.
Deh demeden, sürüverdin dağlara.
Ne dağ, nede ova, kalmadı dolaşmadığın.
Az gittin, uz gittin, oysa bir arpa boyudur gittiğin.
Koca evrende kaç kelebek ömrün var senin.
Hepsi budur işte, girdin merhaba dedin.
Atını koşturdun ve yolun sonuna dayandı koşmaların.
Girdiğin kapıdan çıkmak üzeresin.
Vuslata erdin mi, yolun sonunda bekleyenin oldu mu senin?
Adı ölüm bunun soğuk tınısı var.
Gitme zamanındır senin.
Sessizce dayanır kapına senin
Korkma anlattıkları gibi değil.
Kuşburnunun dikenli dalını,
Öyle burnuna sokup çıkartmak yok.
Canını yakan hele hiç yok.
Gül misli solarsın dökülürsün yaprak yaprak.
Kapanır gözlerin usulcacık.
Söner yağı biten kandil gibi, pat diye.
Dudakların aralanır bir şey sorar gibi,
Hani son bakış gibi, son veda sözcüğü de
İnci gibi dökülür tane tane.
Acaba diyebildin elveda?
Görebildin mi son defa.
Oysa yüreğim gibi gözlerimi de,
Düşünmeden vermiştim sana.
Ne görebildin ne de veda edebildin bana.
Siyah bir çizgi çekildi önüne.
Mühürlendi gül dudakların, söyleyemezsin.
Derin bir sessizlik çöker üstüne.
Odan son kez ışık huzmesiyle dolar.
Sonrada girdiğin kapıdan çıkmışsındır sen.
İşte ağıtlar yakılıyor adına
Hoşça kal sevdiğim güle güle