Kendimi loşluklara kapatıyorum. Yüreğimde fırtına ,dışarıda yağmur.
Eskiden yağmur yıkardı içimi ama şimdilerde ben yağınca
yağıyor yağmur da . . .
Biliyorum kayıplarımın en büyüğü kızıyor gittiği yerden bana . . .
Belki de onun gözyaşlarıdır yerleri ıslatan . . .
Şimdilerde,
Dalı kesilmiş bir ağaç gibiyim. Her geçen gün yaprakları o sevdiği insanlar tarafından koparılan bir ağaç . . . Yazık olmuş hikayelerin ,biraz sonra yalnızlığa terk edilecek kahramanıyım...Bu kadar zor muydu canını acıtmadan yaşamak ,yoksa hayat mı bunu gerektiriyordu hiç çözemedim. Evet her şey günün içinde gizli olan gece ve gündüz gibiydi.
Bizim de bir yanımız acıya çalarken bir yanımız mutluluğa dönüktü.
Dalgaların ne getirdiğini bilmeden aptal bir umutla bekleyen saf çocuklardık kıyılarda.
Hiçbir zaman da yüksünmedik gelen acıya da mutluluğa da. . .
Bereket versin deyip atladık umudun tahtadan yapılma pek de sağlam olmayan kayıklarına. . .
Bir başka limanda inip bir başka dalgada bulmak için umudumuzun tortusunu. . . Ancak . . .
Kah deniz kabuğu bulduk avucumuzda kah çakıl taşı . . . Bildik hep ,beklenen ve istenen her şey olmuyordu her zaman istediğimiz gibi. Bunu bilmek değil miydi zaten önemli olan?
Peki o zaman ne içindi istediklerimiz gerçekleşmediğinde üstümüze çöken ve çökertilen hayal kırıklığı? Nedendi? Evet insandık. Ve bilmek yetmezdi bizim gibilere. . . Peki o zaman
öğrenme çabası niyeydi? Öğretici olma hevesi niye? Derslerin en büyüğünü gene biz vermiyor muyduk kendimize ? Ve cezalandırıcımız gene biz olmuyor muyduk? Her şey bir muamma gibi uzanıyor önümüzde . . . Kendini bir kanon edasıyla yineleyen binlerce sesten oluşan sorular ve soru işaretleri . . . Bir ufak ışık gerek belki de ; diğer ağaçların yanında kopan yapraklarımı görmek ,soru işaretlerini kovalamak için . . .