İSLAM TARİHİ (2 - Orta Çağ)

Son güncelleme: 02.10.2008 11:14
  • Hz. Ebubekir dönemi

    RIDDE SAVASLARI

    Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra dinden dönüp Islâm devletine savas açanlarin isyanlarinin bastirilmasi için yapilan askerî harekâtlar.

    Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat haberini duyan Yemen ve Necid bölgelerindeki bazi kabileler özellikle zekât ödemeyi reddederek isyan ettiler. Ayrica Rasûlüllah (s.a.s)'in vefati ile ortaya çikan karisik ortamdan istifade etmek Isteyen bazi kimseler de peygamberliklerini itan etmisler ve kendilerine inandirdiklari kalabaliklari peslerine takarak Islâm hükümranligini tehdit etmeye baslamislardi. Rasûlüllah (s.a.s)'in sagliginda onun hakimiyetine boyun egmek zorunda kalarak müslüman olan, ancak imanin kalplerine nüfuz edip yerlesmedigi bu bedevî topluluklar, onun vefatiyla cesaretlenmis ve kalplerinde gizlediklerini açiga çikarmislardi. Aslinda onlarin bu durumu bilinmiyor degildi. Zira Allah Teâlâ onlar için bir âyet-i kerimede söyle buyurmaktadir: "Ey Muhammed! Bedevi ler "Iman ettik" derler. Sen onlara söyle de: "Hayir! Iman etmediniz. Siz ancak, müslüman olduk deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemistir" (el-Hucurât, 49/ 14).

    Irtidat hareketlerinin baslamasiyla baskent Medine her taraftan düsmanlarla kusat Ilmis bir duruma geldi. Öte taraftan Yahudi ve Hristiyanlar, ortaya çikacak firsatlari degerlendirmek için müslümanlarin durumunu izlemeye basladilar. Tarihçiler müslümanlarin o zaman içinde bulunduklari dehset verici durumu; "Müslümanlar, peygamberlerini kaybetmeleri ve azliklari ve düsmanlarinin çoklugu yüzünden sanki siddetli soguk, yagmurlu karanlik bir gecede sahrada kaybolmus koyun sürüsüsün durumunu andiriyordu" (Taberî, Tarih, Beyrut ty, III, 225; Ibnül-Esir, Tarih, Beyrut 1979, II, 333) seklinde ifade etmektedirler. Medine'nin bu sekilde ciddi olarak tehdit altinda bulunmasini ileri süren bazi kimseler, Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan az önce yola çikan Usame'nin ordusunu bu seferden alikoymasi için Ebu Bekir (r.a)'a müracaat ettiler. Islâm devletinin basina henüz geçmis olan Hz. Ebu Bekir son derece net ve kararli bir ifade ile bu tavsiyeyi yapanlara; Bilsem ki kurtlar burada beni parçalayacak; Usame'nin ordusu için Rasulullah (s.a.s)'nin emretmis oldugu seyi uygulayacagim" (Taberi, a.g.e., III, 225, 228; Ibnül-Esir, a.g.e., ayni ver) dedi ve bu orduya yoluna devam etmesi için emir verdi.

    Ilk dinden dönme hareketi Peygamber (s.a.s)'in sagliginda Yemen'de ortaya çikmisti. Kendisinin peygamber oldugunu iddia eden Esved el-Ansî, topladigi kuvvetlerle önce Necran bölgesini, pesinden de San'ayi, Vali Sehr ile yirmi bes gün savasarak ele geçirdi. Hz. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdigi Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Esari'ye iltihak etmis daha sonra Ikisi birlikte Hadramevt'e gitmislerdi (Taberi, III, 229-230). Ibnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çikarmis oldugu fitne bir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamisti" (Ibnül-Esir, II, 338). Hadramevt'te toplanan müslümanlar endiseli bir sekilde beklerken, durumu haber alan Rasûlüllah (s.a.s)'in, Yemen bölgesinde bulunan müslümanlarin tamamina yönelik, Esved'e karsi savasIlmasi emri bölgeye ulasti. Veber b. Yuhannis vasitasiyla gönderilen mektubta; dinin korunmasi, mürtedlere karsi savasIlmasi, Esved el-Ansî'nin açikça savasilarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldirIlmasi ve bu emrin Islâm'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulastirIlmasi gibi talimatlar yer almaktaydi (Taberi, III, 231; Ibnül-Esîr, II, 338).

    Rasûlüllah (s.a.s)'in emri San'a'daki müslümanlara ulastigi zaman, planlanan bir suikast ile Esved el-Ansî, Firûz adindaki biri tarafindan öldürülmüs ve Kenan bölgesi tekrar Islâm'in hâkimiyetine girmisti. Onun öldürüldügü haberi Medine'ye Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat ettigi günün sabahinda ulasmisti (genis bilgi için bk. Taberî, III, 227 vd.).

    Peygamber (s.a.s)'in ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasiyla ortaya çiktilar, Tay ve Esed kabileleri Tuleyha'ya tabi olarak dinden döndüler. Gatafan ise, Uyeyne b. Hisn'in baskanligi altinda isyan etti. Uyeyne: "Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureysten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadir" diyerek, Tuleyha'ya tabi oldu (Ibnül-Esîr, II, 342). Havazinliler ise zekâtlarini ödemeyeceklerini bildirdiler. Her taraftan irtidat haberleri Medine'ye ulastigi zaman Ebu Bekir (r.a), elçiler göndermek suretiyle Islâm'a dönmelerini saglamaya çalisti ve Usame'nin ordusunun dönüsünü bekledi. Ancak, Abslar'la, Zubyanlar'in Medine'ye saldirmalari üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldi. Bu arada diger bir takim kabilelerin elçileri Medine'ye gelerek, namazi kilacaklarini, ancak zekât'i ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edIlmesini Istediler.

    Ebu Bekir (r.a) elçilere; "Zekat olarak vereceginiz hayvanlarin, baglanacaklari ipleri vermediginiz taktirde bile sizinle savasacagim" seklinde sert bir cevap verdi (Taberi, III, 244). Hz. Ebu Bekir (r.a) tarafindan Istekleri reddedilen bu elçi heyeti dönüslerinde, Medine'de bulunan müslümanlarin azligini kabilelerine bildirerek Medine'ye yürümek için onlari heveslendirdiler. Ebu Bekir (r.a) sayilarinin azligini ögrenen mürtedlerin Medine'ye saldirabileceklerini anladigi için bir takim tedbirler aldi. Yakinda olan düsman birliklerinin sehre girisini önlemek için Ali (r.a), Talha (r.a), Zübeyr (r.a) ve Ibn Mes'ud (r.a)'i sehre giren yollara yerlestirdi ve herkesin mescidde toplanmasini Istedi. Nitekim o, düsüncesinde yanIlmamis ve üç gün sonra mürtedler gece vakti harekete geçmislerdi. Ancak yollari bekleyen birlikler onlarla savasarak sehre girmelerini engellediler ve durumu Hz. Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir (r.a) mesciddekilerle birlikte hemen harekete geçerek onlari geri püskürttü ve Zahusa'ya kadar onlari takip etti. Burada mürted askerlerin uyguladiklari bir yöntemle müslümanlarin develeri ürkmüs ve geri dönmüslerdi. Mürtedler, müslümanlarin korkarak geri döndükleri zannina kapildilar ve Zül-Kassa'da toplananlara haber göndererek kendilerine katIlmalarini bildirdiler. Öte taraftan Ebu Bekir (r.a), geceyi savas hazirligi ile geçirdi ve sabaha yakin, sag kanatta Numan b. Mukarrin, sol kanatta Abdullah b. Mukarrin, ortada Suveyd b. Mukarrin seklinde bir tabya düzeni ile yola çikti. Merkezinde Ebu Bekir (r.a)'in bulundugu ordu yaya olarak (sadece araci birlikte süvariler vardi) hizli bir yürüyüs yapti ve fecirde düsmanin bulundugu yere geldi. Onlar hiçbir seyden habersiz olarak dururken, müslümanlarin ani saldirisi karsisinda çok sayida ölü birakarak kaçmak zorunda kaldilar. Hz. Ebu Bekir, kaçanlari Zül-Kassa'ya kadar takip etti. Numan b. Mukarrin'i bir miktar askerle orada birakarak Medine'ye döndü. Irtidat eden Absogullari ile Zubyanogullari, aldiklari bu yenilginin acisiyla kabileleri içerisindeki müslümanlari öldürmeye ve çevrede bulunan diger müslümanlara saldirmaya basladilar. Bu haber Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman o, müthis bir sekilde hiddetlendi ve müslümanlari çesitli sekillerde öldüren mürted kâfirlerin, öldürdükleri müslümanlara karsilik olarak korkunç bir sekilde öldürüleceklerine dair yemin etti (Taberî, III, 246; Ibnül-Esîr, II, 345). Bu olaydan sonra, müslümanlarin moralleri düzeldi ve kabileler içerisinde irtidat eden kimselerin bir bölümü tekrar Islâma dönmeye ve yeniden zekat mallarini Medine'ye göndermeye basladilar. Ibnül-Esir'in kaydina göre de kirk gün sonra Usame b. Zeyd seferden dönerek Medine'ye geldi. Hz. Ebu Bekir onlari sefer yorgunlugunu üzerlerinden atmalari için Medine'de birakti ve tertip ettigi kuvvetlerin basina geçerek, Necd yönünde bulunan Zül-Kassa'ya dogru hareket etti. Bu nazik ortamda Hz. Ebu Bekir (r.a)'in bizzat savasa çikmasini dogru bulmayan bazi kimseler ona müracaat ederek Medine'de kalmasini Istediler. Bu kimseler, eger Halife Ebu Bekir (r.a)'a bir sey olursa, içinde bulunulan kritik durumun müslümanlar için bir felakete dönüsmesinden endise ediyorlardi. Ebu Bekir (r.a); müslümanlari bizzat koruyacagini söyleyerek bu teklifi reddetti (Taberî, III, 247).

    Yolda kendisine katilan komutanlarindan Mukarrinoglu Numan, Abdullah ve Suveyd kardeslerle birlikte Rebezelilerin toplandigi Ebrak denilen yere kadar ilerledi ve burada yapilan savasta maglup olan ve komutanlarini kaybeden Abslar ve Benu Bekr'ler dagilarak suratli bir sekilde bölgeden uzaklastilar. Günlerce Ebrak'da kalan Ebu Bekir (r.a), Benu Zübyan'lari maglup etti ve topraklarini ganimet olarak degerlendirerek bu arazileri Benu Zübyan'lar için yasak bölge ilan etti. Onun bu galibiyeti üzerine mürtedlerin çogunlugu tekrar Islâm'a döndü. Ebu Bekir (r.a), itaat altina aldigi bu kimselere karsi Rasûlüllah (s.a.s)'in sünnetine uyarak oldukça yumusak davranmistir. Öte taraftan, dagilan Abs ve Zübyan kuvvetleri peygamberlik iddiasinda bulunan Tuleyha'nin yanina gittiler. Tuleyha, Sumeyra'dan hareket ederek Buzaha'ya yöneldi ve burada karargâh kurdu. Medine'ye dönen Ebu Bekir (r.a) savas hazirliklarina giristi ve orduyu on bir kisma ayirarak her birine bir bayrak verip görev sahalarini belirledi. Buna göre, Halid b. Velid, Buzaha'da bulunan yalanci peygamber Tuleyha ile savasacak, pesinden Butah'da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine yürüyecek, Ikrime b. Ebi Cehl Müseyleme ile mücadele edecek, Muhâcir b. Ebî Ümeyye, Esved el-Ansî'nin baglilarina karsi harekete geçecek, pesinden de Kays b. Maksuh ve onu destekleyen diger Yemenliler'e karsi, Ebnalar'a yardim edecek ve sonra Kindelileri te'dip için Hadramut'a yönelecek. Halid b. Said, Suriye taraflarina; Amr b. el-As, Kuzâ'aya karsi yürüyecek; Huzeyfe b. Mihsan, Deba halkiyla savasacak; Arfece b. Herseme, Mehre kabilesiyle; Tureyfe b. Haciz, Benî Süleym'i ve onlarla birlikte hareket eden Havazinliler'i itaat altina alacak; Süveyd b. Mukarrin, Yemen'in Tihame bölgesine; Alâ b. el-Hadramî, Bahreyn'e gidecekti. Halife, Surahbil b. Hasane'yi de, Ikrime b. Ebî Cehl'in arkasindan göndererek, Ikrime'nin Yemen'den ayrilip Kuzâ'alilar üzerine yöneldigi zaman ona iltihak etmekle görevlendirdi (Taberî, III, 248-249).

    Ebu Bekir (r.a), orduyu Zül-Kassa'da taksim etti ve görevlendirdigi komutanlar birliklerini alarak görev bölgelerine dogru harekete geçtiler. Hz. Ebu Bekir irtidat eden kabilelere elçilerle, ordularin önünden mektuplar göndererek onlari Islâm'a dönmeye davet ediyor ve tavirlarinin doguracagi sonuçlar hakkinda onlari uyariyordu (Bu belgenin tam metni için bk. Taberi, Tarih, III, 249-251). Öte tarafta, mürtedlere karsi gönderdigi komutanlara da, düsmanla karsilasildigi zaman nasil hareket etmeleri gerektigi konusunda talimatlar verdi. Bu talimatlar; Allah'dan korkmalari, Allah'in emri disina çikanlarla savasmada gayretli olmalari; savastan önce düsmanin Islâm'a davet edIlmesi; karsi tarafa fayda ve zararlarina olan herseyin açikça izah edIlmesi; emirlere uyanlarin açikladiklari sözlerinin kabul edilerek iyi muamelede bulunulmasi; ganimetin ser'i kurallara göre taksimi ve müslümanlara her hal ve durumda iyi davranIlmasi gibi maddeleri içeriyordu.

    Halid b. Velid'in Tuleyha meselesini Çözümlemesi

    Tuleyha, Beni Esed b. Huzeyme'ye mensup olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in son zamanlarinda peygamberlik iddiasinda bulunmustu. O, bagli bulundugu Esedogullarina kendisine Cebrail'in geldigini söyleyerek bazi tuhaf seyler uyduruyor ve onlardan kendisine tabi olmalarini istiyordu. Kendisine tabi olanlara namaz kilarken secde etmeyi yasakliyor ve Allah'in buna ihtiyaci olmadigini ve, O'nu ayakta zikretmelerini emrediyordu. Ibnül-Esir; "Kabilecilik taassubundan dolayi çok sayida Arap ona tabi oldu" demektedir (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 344). Bu yüzden ona bagli olanlarin çogu Esed, Gatafan ve Tay kabilelerine mensuptular. Fezare ve Gatafanlilar Taybe'nin güneyinde toplanmis,

    Tay kabilesi ise kendi topraklarinin sinirda beklemekte idiler. Tuleyha'nin mensup bulundugu Esed ogullari ise Sumeyra'da toplanmisti. Abs, Sa'lebe ve Mürreliler ise Rebeze dolaylarinda, Ebrek'de beklemekteydiler. Onlarin bir kismi burada kalmis, diger bir kismi da Zül-Kassa'ya giderek Medine'yi tehdit etmislerdi. Bizzat halifenin basinda bulundugu kuvvetler tarafindan, önce Zül-Kassa'da sonra da Abrek'de yenilgiye ugrayan grup Sumeyra'dan ayrilip, Gatafan ve diger kabilelerle birleserek Tay kabilesi arasinda bir su kenari olan Buzaha'da karargah kuran Tuleyha'ya iltihak etti. Bu olay üzerine Tuleyha Tay kabilesinin Cedile ve Gavs boylarina adam göndererek kendisine iltihak etmelerini emretti. Onlarin bir bölümü acele olarak onun yanina hareket ettiler; arkada kalanlara da gelmelerini söylediler.

    Ebu Bekir (r.a), Halid b. Velid'e Ilk önce Eknaf'da bulunan Taylilarin üzerine yürümesi, pesinden Buzaha'da toplananlarla savasmasi, sonra da Butah'a yönelmesi talimatini verdi. Halid'den önce, Adiy b. Hatem et-Taî Medine'den kabilesinin yanina giderek onlari üzerlerine gelen orduyla korkuttu ve Halife'ye itaate çagirdi. Onlar, bu çagriya uyarak, Adiy'den kendileri için Halid'den eman almasini ve kendilerine mühlet vermesini Istediler. Onlar, Buzaha'da bulunan kabilenin diger mensuplarini, Tuleyha'nin öldürmesinden korkuyorlardi. Adiy, durumu Halid'e bildirdi. O da onlara zaman tanidi. Taylilar, Tuleyha'nin yaninda bulunan akrabalarina haber gönderdiler. Onlar da oradan ayrilarak Halid'le birlestiler. Daha sonra Adiy'in tesebbüsü ile Cedileliler de Islâm'a dönüp Halid'e iltihak ettiler. Tay ve Cedilelilerden bin besyüz kisinin iltihakiyla daha da güslenen Halid, Buzaha'ya Tuleyha'nin üzerine yürüdü. Benu Amirliler etraftan, hangi tarafin galip gelecegini gözetlemekte idiler. Halid b. Velid Tuleyha ile savasa tutustu. Tuleyha'nin yaninda Uyeyne b. Hisn komutasinda yedi yüz kisilik Fezareli asker bulunmaktaydi. Savasin siddetlendigi bir sirada Uyeyne bir kaç defa Tuleyha'nin yanina gidip kendisine Cebrail'in savasin sonucu hakkinda haber verip vermedigini sordu. Tuleyha sonunda ona; "Evet geldi ve bana; "bir gün düsmanlarinla karsilasacaksin. Baslangiçta aleyhinde de olsa sonunda savasi kazanacaksin. Degirmen gibi Insan ögüten kanli bir savas... Ve Iste unutamayacagin bir söz" diye haber getirdi" dedi. Uyeyne ona; "unutamayacagin bir sözmüs..." dedi ve askerlerine; "Ey Fezareliler! Bu adam bir yalancidir. Savasi birakip geri dönün" emrini verdiginde adamlari ona uydu. Savasi kaybeden Tuleyha, atina binerek Suriye'ye kaçti. Sonra da Kelb kabilesinin yanina gitti. Esed ogullari ve Gatafanlilarin tekrar Islâm'a döndügünü duydugu zaman o da iman etti. Hz. Ebu Bekir (r.a) vefat edinceye kadar, Kelblilerin arasinda yasamaya devam eden Tuleyha ancak onun vefatindan sonra Medine'ye gitmis ve Ömer (r.a)'a bey'at etmisti. Tuleyha Hz. Ömer döneminde vukubulan Kadisiye ve daha sonraki savaslarda akil almaz kahramanliklar göstermis ve bu sefer gerçekten iman ettigi Islâm için hayatini sürekli tehlikelere atarak hizmet etmekten geri kalmamistir.


    Benü Âmir, Havazin ve Suleymlilerin Irtidadi


    Benü Âmirler, Tuleyha'nin komutasinda savasan Esed ve Gatafanlilarin durumunu gözetliyorlar ve tereddüt içinde bulunuyorlardi. Tuleyha maglup oldugu zaman, Kurre b. Hubeyre, Ka'b ogullarinin; Alkame b. Ulase ise, Kilabogullarinin basina geçerek kendilerine katilan diger kimselerle Ka'bogullari arazisine gelerek kamp kurmustu. Alkame, Rasûlüllah (s.a.s) zamaninda müslüman olmus, pesinden irtidat ederek Suriye'ye kaçmisti. Onlarin irtidat haberi ve hazirliklari Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman Ka'ka b. Amr'i bir birlikle üzerlerine gönderdi. Ka'ka', Alkame'nin bulundugu yere geldigi zaman, o kaçmayi tercih etti ve pesinden takip edenlerden kurtulmayi basardi. Ka'ka' ise, onun esini, çocuklarini ve orada bulunan diger kimseleri yakalayarak Medine'ye döndü. Onlar, Alkame'ye yardim etmediklerini, dolayisiyla irtidatla suçlanamayacaklarini ileri sürdüler. Ebu Bekir onlari serbest birakti. Alkame de Medine'ye gelerek Islâm'a girdigini açikladi (Taberî, III, 261-262).

    Benü Âmirler ise Tuleyha'nin Buzaha bozgununu gördükleri vakit, birbirlerine; "Döndügümüz dine girelim. Allah'a ve Rasûlüne iman edelim" dediler. Onlar Halid b. Velid'e giderek ona zekat vermek de dahil Islâm'in her rüknüne uyacaklarina dair bey'at ettiler. Ancak Halid, Esed, Gatafan, Tay, Suleym ve Âmirlerden, irtidat durumunda iken müslümanlari yakarak öldüren, onlara müsle yapan ve Islâm'a düsmanlikta bulunan kimselerin teslim edIlmesinden önce bu kabilelere eman vermedi. Onlar Halid'in bu Istedigini yerine getirip bu suçlari isleyenleri ona teslim ettiler. O da müslümanlara karsi isledikleri cinayetlerin benzerlerini onlara tatbik ederek cezalandirdi (Ibnül-Esîr, II, 350).
#20.09.2005 10:59 0 0 0
  • Hz. Ömer dönemi

    HZ. ÖMER'IN HALIFE TAYIN EDILMESI

    Hz. Ömer (r.a.)'in hilafete gelmesinde, Islam cemiyetinde yeni bir tayin veya seçim tarzi görüyoruz. Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in halifeligi olayinda, ortada birkaç aday vardi ve sonunda Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçildi. Bu bir nevi seçim idi. Hz. Ömer (r.a.) için ise tayin mevzubahistir. Kesin olarak tayin edilmistir ve iktidara nasil geldiginin detaylarim biraz sonra belirtecegiz.

    Ilk müslümanlarin ne kadar büyük insanlar olduklarina dair bir hadis-i serif vardir. Hasta olarak yatan ve ölecegini bilen Hz. Ebu Bekir (r.a.), katibini çagirir, bu katip de Hz. Osman (r.a.)'dir. Hz.Ebu Bekir (r.a.), Hz. Osman (r.a.)'a «Benim söyleyeceklerimi yaz» diyor ve baslamak için besmele, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e salavatlar yazdirmaya basliyor. Devam ediyor: «Allah'in kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve diger dünyaya intikal edecegi ilk dakikada sizden, asagidaki hususlari istiyor». Bu dünyadaki son dakika ile diger dünyaya intikal olan ilk dakika, öyle bir andir ki kafirler bile inanir, en kötü insan bile tevbe eder.» Hz. Ebu Bekir (r.a.), bu ifadelerle bu anda yalan söyleyemeyecegini ifade etmek istiyor. Ondan sonra yazdirmaya devamla, «Ben sizin su sahsa biat etmenizi istiyorum...» diyor ve sahsin ismini söyleyemeden bayiliyor. Hz. Ebu Bekir (r.a.) bayildigi için, Hz. Osman (r. a.) cümleyi tamamlayamiyor. Sonra Hz. Osman (r.a.) cümleyi kendiliginden tamamliyor ve bos birakilan yere «Ömer» adini yaziyor. Birkaç dakika sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) ayiliyor. Muhtemelen Hz; Osman (r.a.), Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in vefat ettigini sanmisti. Hz. Osman devlet sekreteri oldugu için halifenin vasiyetnamesini tamamlamis ve onu mühürleyip, halka göstermeyi amaçlamisti. Ve burada Hz. Osman (r.a.)'in karakterinin büyüklügünü görüyoruz. Çünkü o kendi adim yazabilirdi. Fakat Hz. Osman (r.a.), baskasinin adim yani Hz. Ömer (r.a.)'in adini yazmistir.

    Hz. Ebu Bekir (r.a.), uyaninca Hz. Osman (r.a.)'a ne yazdigim sorar. Hz. Osman (r.a.) cümleyi okur:

    «Ben ölürsem, Hz. Ömer (r.a.)'e biat edin.» Hz. Ebu . Bekir bundan çok mütehassis olur ve Hz. Osman (r.a.)'a, «Sen halifenin bütün sartlarim haizsin, kendi adini yazabilirdin, fakat Ömer'in adim yazdin, Allah senden razi olsun» der. Sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) vasiyetnameyi tamamlar ve Hz. Osman (r.a.)'a bunu hilafet mührü ile mühürlemesini söyler, vasiyetname, mühürlenir ve kapatilir.

    Bundan sonra emniyet müdürünü çagirirlar. Emniyet müdürü geldiginde, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ona söyle der: «Bu zarfi al, disari çik ve müslümanlari çagirarak onlara de ki, bu kapali zarfla, Ebu Bekir'in vasiyetnamesi ve O'nun yerine geçecek olan halifenin adi yazilidir. Bu adi yazili olan halifeye biat edin» Filhakika, bu kagitta kimin adinin yazili oldugunu emniyet müdürü dahi bilmiyordu. Bunu sadece Halifenin sekreteri olan Hz.Osman (r.a.) biliyordu. Ve bu böyle oldu. Yani emniyet müdürü, Halifenin vasiyetim söyleyince, bütün müslümanlar, seçilen fakat ismi bilinmeyen Halifeye biat ettiler. Çünkü onu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçmisti. Ve o müslümanlar dediler ki: «Madem ki bunu Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçti, o kim olursa olsun, o bizim halifemiz olacaktir».
#20.09.2005 11:00 0 0 0
  • KUDÜS'ÜN FETHI:

    KUDÜS KIMLERE AGLIYOR

    Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:

    Ey Muaz, Allah benden sonra Aris'ten Firat'akadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranin erkekleri, kadinlari ve dullari kiyamete kadar sinir bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Sam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis'i (Kudüs) seçerse kiyamete dek cihad halindedir."

    EY KILIÇTAN DAHA ZALIM MERHAMET!

    Hicretin 14. yili. Yani miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.'in dünyasini degistirmesinin üstünden koskoca dört yil geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.'in vefatindan sonra ise iki yil... Hz. Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yil olmus. Islâm ordulari, Suriye, Irak, Filistin ve Misir cephesinde Hz. Muaviye'nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, asere-i mübessereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah'ın kilici Halid b. Velid r.a. komutasinda zaferden zafere kosuyor. Hilafet merkezi nurlu Medine'ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulasiyor. Fethedilen topraklarda halk Islâm kahramanlarini birer kurtarici olarak karsiliyor. Çünkü yillardir Bizansli valilerin doymak bilmez istahlarini doyurmaga çalismaktan bezmis, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüge konan vergilerden yilmis, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde ugradigi haksizliklarin, zulümlerin sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardim gelmistir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla esit haklara sahip oluyor. Isterse kendi dininde kaliyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapiyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksizlik yapmiyorlar. Canlari, mallari, haysiyetleri, seref ve namuslari güvence altina aliniyor. Her sey kurallara bagli. Hiçbir sey rastgele degil. Yillar sonra bir hiristiyan rahip-bilim adami bu durumu söyle degerlendirecektir: "Ey kiliçtan daha zalim merhamet!.." Rahip, kendi bakis açisindan haklidir. Gerçekten müslümanlarin adaleti, sefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin Islâm'a girmesi gibi bir tabii sonuç vermistir. Rahip, Islâmin merhametine hayiflanmasin da ne yapsin?!

    KUDÜS YOLUNDA IKI GARIP YOLCU

    Iki yolcu... Sadece bir binitleri var. Binite sirayla binmek üzere anlasmislar. Bir beriki binecek, bir öteki. Hayvanin hakkini da unutmamislar. Nöbetlese bindikten sonra hayvani bir binis süresi bos yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Allahin selami her birinin üzerine olsun, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun, Isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir adini bildigimiz, bilmedigimiz daha nice peygamberin gelip geçtigi, hatta defnedildigi Filistin topraklarinda Ilya'ya, yani Kudüs'e dogru ilerliyorlar.

    Konusmalardan anlasildigi kadariyla bu iki yolcudan biri efendi, digeri köle... Fakat efendinin efendiligi, ona kölenin insanligini, hayvanin hakkini unutturmuyor. Nihayet sehre hakim yüksek bir tepeye ulasiyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sirasinin bittigini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelü'l-Mükebber (Tekbir Dagi) adini aliyor ve hâlâ bu adla anilmakta. Binme sirasi kölede... Itiraz ediyor. "Efendim..." diyor, "ne sen in, ne de ben bineyim. Bir sehre girmek üzereyiz. Orada besili, egerli atlar, altinla süslenmis arabalar var. Sehre ben binekte, sense benim bindigim hayvanin yularini tutmus vaziyette girecek olursak bizi alaya alir, küçümserler. Bu da zaferimize gölge düsürür." Efendi israrli. "Ama sira senin..." diyor; "sira benim olsaydi inmezdim. Sira seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin." Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin yularindan tutuyor. Sehre böyle giriyorlar.

    ZULMÜN HAKIMIYETI BIR ANDIR, ADALETINKI KIYAMETE KADAR

    Hiristiyan halk, sehirlerini teslim almaya gelen devlet baskanini karsilamak üzere Sam Kapisi'nda toplanmis. Baslarinda Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanin üstünde görünce saygilarini sunmak üzere önünde secdeye kapaniyor. Köle, elindeki asa ile onlara dürtüyor "Yaziklar olsun size..." diye haykiriyor, "kaldirin basinizi. Allah'tan baskasina secde edilmez." Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir, devlet baskani yulari tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köseye çekilip aglamaya basliyor. Misafir devlet baskani üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için patrigin yanina gidiyor. "Üzülme. Degmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir aglatir." diyor. Sophronius "Saltanati kaybettigim için mi agladigimi zannediyorsun? Tanri'ya and olsun ki bunun için aglamiyorum. Sirf sizin hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edecegini anladigim için agliyorum. Zira zulmün hakimiyeti bir andir. Adaletin hakimiyeti ise kiyamete kadardir. Ben sizi fethedip geçen, sonra yillar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmistim." diye cevap veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen sahis, müminlerin emiri, müslümanlarin ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.'dan baskasi degildir.

    Ebu Ubeyde b. el-Cerrah r.a. komutasindaki Islâm ordulari Kudüs'ü kusatmis, sehrin düsecegini anlayan patrik bir sartla teslim olabileceklerini belirtmisti. Islâm ordularinin daha önce fethettikleri yerlerdeki halka verdigi eman üzere teslim olacaklardi. Fakat bu islemi bizzat emirleriyle gerçeklestirmek istiyorlardi. Ebu Ubeyde r.a., "Emir benim. Buyurun sartlari görüselim." demisti. Sophronius "Hayir ordu komutanina degil, sehri bizzat devlet baskaniniza teslim edebilirim." diye israr etmisti. Bunu haber alan Hz. Ömer r.a., Medine'de yerine Hz. Ali r.a.'i vekil birakip yola çikmisti. Iste simdi Kudüs'teydi.

    Hz. Ömer r.a., patrigi teselli ettikten sonra "Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan aleyhinizedir..." diye baslayan bir konusma yapti. Sonra Sophronius, Hz. Ömer r.a.'i Kiyame Kilisesi'ne davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti girdi. Hz. Ömer r.a., patrige "nerede namaz kilayim?" diye sordu. Rahip, "oldugun yerde." dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: "Ömer, Kiyame Kilisesinde namaz kilmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kildi diyerek burada mescit insa ederler." diye karsi çikti. Bir tas atimi uzaklasti ve abasini yere sererek namaz kildi. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz kildigi yere bir mescid insa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadir ve Mescid-i Ömer adiyla anilmaktadir.

    Hz. Ömer r.a. namazini kildiktan sonra Patrik Sophronius'tan kendisine Mescid-i Aksa'nin yerini göstermesini istedi. Mescid'in çöplük haline getirildigini gören Hz. Ömer r.a., abasini yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye basladi. Bunu gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine bir mescit insa ettiler.

    Bu olayi tarihçilerimiz (Taberî, Yakubî, Belazurî, Ibnü'l-Esir) yaklasik böyle anlatirlar. Ama biz 1948 Arap-Israil Savasi komutanlarindan, Askeri Komiser Abdullah et-Tell'in Kudüs'te bir Hiristiyan mabedinde buldugu eski ve önemli bir Yunanca tarihi yazmadan aktarmayi tercih ettik.

    KIM MEDENI, KIM VAHSI?

    Iste Kudüs müslümanlar tarafindan böyle teslim alinmisti. Hz. Ömer r.a. zamaninda henüz konvansiyonel silahlar kesfedilmemisti, kitalararasi füzeler yoktu. Tanklar, toplar gürlemiyor, büyük küçük bombalar patlatilamiyordu. Ama müslümanlar isteselerdi manciniklarini kurarak sehri bombardimana tutabilirlerdi. Arradelerini isletebilirler, kapilari bombalarla degilse bile kebs denilen koç basliklariyla paramparça edebilirlerdi. Cinayet islemek veya katliam yapmak için 21. yüzyilin gelismis silahlarina ihtiyaç yoktu. Pekala o günün silahlariyla ve imkanlariyla da toplu katliamlar, cinayetler islenebilirdi. Nitekim dünyanin baska yerlerinde isleniyordu. Fakat müslümanlar, bugün evlerimize ve odalarimiza her biri bir hüzün bombasi gibi düsüveren televizyon görüntülerini yasatmadilar o günün Kudüslülerine. Çünkü onlar ne haçli sürüsüydüler, ne de yahudi kasaplar...

    Evet... Yahudilerden önce de haçlilar gelmislerdi. Papanin tesvikiyle yola çikan 600 bin kisilik ilk haçli ordusu 1099 yilinin Temmuz ayinda Kudüs'e girdiginde komutanlari Goldfrei de Buillon, Kiyame Kilisesi'ne gitmek için sehri savunan 70 bin müslümanin cesedini çigneyerek ve kan deryasina gömülerek geçmek zorundaydi.

    Ikinci Haçli Seferi, ordunun Kudüs'e varamadan Sam'dan geri dönmesiyle sonuçlandi. Bu arada Suriye ve Misir topraklarinda meshur Eyyubî Devleti kurulmustu. Devletin azimli sultani Selahaddin Eyyubî'nin odasindaki mum geceler boyunca sönmedi, hep yandi durdu. Bir gün veziri bütün cesaretini toplayarak bunun sebebini sordu. Selahaddin Eyyubî dedi ki "Allah Rasulü'nün s.a.v. miraca çiktigi, yillarca müslümanlara kiblegâh olmus, üçüncü harem düsmanin elinde iken bana uyumak yarasir mi hiç?"

    Selahaddin uyumadi. Adim adim ilerleyerek sonunda Kudüs kapilarina dayandi. Fakat bu mukaddes sehre kan dökerek girmek istemiyordu. Sehir halkina "Sizin gibi ben de kesin olarak inaniyorum ki, Kudüs Allah'ın mukaddes beytidir. Bu beytullaha saldirarak hürmetini ihlal etmek istemiyorum." diye haber saldi. Teslim sartlarini da sunmustu. Fakat sehrin azililari direnme karari aldilar. Müslümanlar, bir haftalik siki bir kusatmayla sehre girdiler. Fakat kan deryasinda yüzerek degil... Selahaddin Eyyubî, hiristiyanlara sehri terk edebilmek için kirk günlük bir süre tanimisti.

    Tarihle biraz olsun ilgilenen herkes, dünya tarihinde yahudilere ve hiristiyanlara insan onuruna yakisir biçimde muamelede bulunanlarin sadece müslümanlar oldugunu bilir. Zaten, Sevgili Peygamberimiz s.a.v., "zimmiye eziyet veren bana eziyet vermistir." buyurarak Islâm tebasina giren gayri müslime insanca muamele yapilmasini emir buyurmusken, nasil baska türlü davranilabilirdi ki?..

    BITMEYEN SAVAS: HAÇLI SEFERLERI

    Bati dünyasi Kudüs'ün yeniden müslümanlara yar olmasina çok sinirlenmisti. Hiristiyanlar, Alman Imparatoru I. Frederick, Fransiz Krali Philiph August ve Ingiltere Krali Richard komutasinda yeni bir haçli seferi düzenlediler. Bu sefer de basarisiz oldu. Fakat yilmadilar. Dördüncü, besinci, altinci... derken dokuzuncu haçli seferini düzenlediler. Dokuzuncu Haçli Seferi, resmi haçli seferlerinin sonuncusu idi güya. Ama herkes biliyor ki, yeni bir haçli seferi her Batilinin içinde bir ukdedir. Siyasi mahfilleri, spor baris ve kardesliktir" sloganina ragmen spor karsilasmalari dahil, her alanda firsat buldukça maskeli bir haçli seferini yürütmeye her an hazirdir. Haçli savaslari, sömürge savaslari, siyonizm, eski sömürgecilik, yeni sömürgecilik, askeri sömürgecilik, iktisadi ve kültürel sömürgecilik, vs. vs... Hepsi aslinda ayni bütünün parçalaridir. O bütünün adi ise, küfrün Islâm'a karsi birlikteligidir.

    13. yüzyilin sonunda bu mukaddes diyar, güçlü bir koruyucuya, yani Osmanlı'ya kavusmustur. 13. yüzyildan 19. yüzyilin ortalarina kadar Kudüs huzur dolu bir hayat yasadi. Çünkü Osmanli, savasi Kudüs önlerinden Avrupa içlerine tasimisti. Birakin Filistin'i, Suriye'yi, Anadolu'yu, Trakya'yı; hiristiyanlarin Balkanlari bile geçmeye mecali yoktu artik. Ancak Viyana önlerinde savunma savasi veriyorlardi.

    KOVULMUS BIR MILLETE AÇILAN SEFKAT KOLLARI

    Bu sirada yahudiler Avrupa'da yüzyillarca var olma mücadelesi verdiler. 1290'da Ingiliz Krali I. Edward, Ingiliz topraklarindaki yahudilere sürgün cezasi vermisti. 1306'da Fransiz Krali Philip de Bell yahudilere ayni cezayi uygun görmüstü. 1498'de XII. Louis, yahudileri Fransiz topraklarindan sürülmekle Hiristiyanliga girmek arasinda serbest birakmisti. Almanya, Rusya ve öteki Avrupa ülkelerinde de yahudiler, daima istismar edilmis, asagilanmis, insanca muameleye hasret bir hayat sürmüslerdi. Yahudiler, siyasi ve dinî haklarini, olusumuna katkida bulunduklari 1789 Fransiz Ihtilali'nden yillar sonra ancak 1874'de elde edebilmislerdi.

    Bu birkaç örnekten de rahatça anlasilabilecegi gibi, Orta çagda ve Modern çagda yahudiler Avrupa'da ezilirken, Islâm topraklarindan baska siginak bulamamislardi. Yahudileri, Engizisyon mahkemelerinde cayir cayir yakilmaktan Kemal Reis komutasindaki Osmanli donanmasi kurtarmis ve dönemin sultani II. Bayezid daha 1493'te yahudilere insanca muamele edilmesini emreden bir ferman yayinlamisti. Bu ferman sayesinde onlar, kisa vadede ülkenin bütün ticari ve iktisadi hayatina hakim olmuslardi. Sultan Bayezid, yahudilere su ilâhi emir çerçevesinde Ehl-i Kitap muamelesi yapiyordu: "Allah, sizinle din ugrunda savasmayan ve sizi yurtlarinizdan çikarmayanlara iyilik yapmanizi ve onlara adil davranmanizi yasaklamaz." (Mümtahine, 8)

    Fakat daha sonralari Osmanli yöneticileri, yahudilerin Islâm topraklari üzerinde milli devlet kurmaya tesebbüs ettiklerini anlayinca tavirlarini degistirmislerdir. Mesela, yahudilerin 1876'da zirai alan olusturma bahanesi altinda Filistinden arazi satin alma girisimi ve 1882'de Filistin'e yapilmasi plânlanan yahudi göçü, Osmanli yönetimi tarafindan engellenmistir. 1876-1888 yillari arasinda Kudüs mutasarrifligi yapan Rauf Pasa, Filistin topraklarina gayri kanuni yollardan yerlesen yahudileri tespit edip attirmistir. Devlet iç ve dis meselelerle bogusurken bile denetimi ihmal etmemistir. 1882'de Babiali, Kudüs mutasarrifindan Rus, Romen ve Bulgar pasaportu tasiyan Yahudilerin sehre girisini engellemesini istiyordu. Hatta 1888'de yahudilerin baska bir ülkenin vatandasiymis gibi bölgeye sizmasini önlemek için Filistin'i ziyaret etmek isteyen turistlerin üzerlerinde dini kimliklerini belirten bir sefer izni bulundurmasini sart kosmustu. Ne zaman ki Osmanli bölgeden çekildi, sömürgeci Ingiliz ve Fransiz yönetimi bölgeye hakim oldu...

    Iste Filistin ve Kudüs o gün kaybetti. Ve o günden beri ariyor Kudüs. Kiliçtan keskin müslüman merhametini ariyor..

    KUDÜS NOTLARI...

    Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nin Islâm dini nazarindaki yeri ve önemi büyüktür. Her seyden önce Mescid-i Aksa müslümanlarin ilk kiblesidir. Peygamber Efendimiz s.a.v. ve müslümanlar, kible Kâbe'ye döndürülünceye kadar yillarca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kilmislardir. Peygamber Efendimiz s.a.v. sadece üç mescid için yolculuk sikintisina katlanilabilecegini belirtmistir. Bunlardan ilki Mekke'de, ortasinda Kabe'nin yer aldigi Mescid-i Haram, ikincisi Medine'deki Mescid-i Nebevî ve üçüncüsü Mescid-i Aksa'dir. Ve yine Peygamber Efendimiz s.a.v. Mescid-i Aksa'da kilinan bir namazin baska bir mescidde kilinacak namazdan bin, Mescid-i Nebevî'de kilinan bir namazin Mescid-i Aksa'da kilinandan bin, Mescid-i Haram'da kilinan bir namazin da Mescid-i Nebevî'de kilinandan bin kat daha sevap oldugunu haber vermislerdir. Mescid-i Aksa, Peygamberimizin s.a.v. Mirac yolculugundaki ilk duragi olmasi bakimindan da ayrica önemlidir.

    SULTAN ABDÜLHAMID VE YAHUDI HERZL

    Osmanli Devleti'nin bütün dis borçlarini kapatmaya karsilik, kendisinden Yahudilere Filistin'de azicik toprak vermesini isteyen Theodor Herzl baskanligindaki heyete, Sultan II. Abdülhamid'in verdigi cevap altin suyu ile yazilip çerçeveletilecek türdendir:

    "Bu konuda sakin bir adim daha atmayin. Ülkemin bir çakil tasini bile satamam. Çünkü o benim degil, halkimindir. Bu devlet onu kani pahasina aldi, kani pahasina yasatti. Birilerinin gasbetmesine izin vermeksizin kanimiz pahasina da koruruz. Iki tabur askerimiz Suriye ve Filistin'de savasti. Askerlerimiz Plevne'de bir bir sehit edildi. Çünkü teslim olmaktansa savas meydaninda ölmeyi tercih ettiler. Osmanli Devleti benim degil, milletindir. Hiçbir parçasini veremem. Yahudiler milyonlarini saklasinlar. Devlet parçalanirsa, Filistin'i karsiliksiz da alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet cesetlerimiz çignenmeden parçalanamaz. Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi birbirimizden ayiramaz."

    HZ. ÖMER'IN KUDÜS HAKKINDA VERDIGI EMANNAME

    Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah'ın kulu, Müminlerin Emiri Ömer b. el-Hattab'in Ilya (Kudüs) halkina verdigi emandir. Bu emani, canlarina, mallarina, kilise ve mabetlerine, hastalarina, sagliklilarina ve sair halka vermistir. Kiliseleri müslümanlarca kullanilmayacak ve yikilmayacaktir. Kiliseden ve arsasindan, hiristiyanlarin haçindan ve mallarindan hiçbir sey eksiltilmeyecektir. Din degistirmeleri için baski yapilmayacak, hiçbiri bu ugurda zorlanmayacaktir. Ilya'da onlarla birlikte hiçbir yahudi oturmayacaktir. Ilya halki Medain halki gibi cizye verecektir. Buradan ayrilarak Rum'a (Bizans) ve Lusut'a (Lusus) gitmekte serbesttirler. Ayrilan kimsenin cani ve mali gidecegi yere varincaya kadar güvendedir. Sehirde kalanlar da güvendedirler. Ilya halkindan mabetlerini ve haçlarini birakip mallariyla birlikte Rum'a gitmek isteyenlerin canlari, mallari ve haçlari gidecekleri yere varincaya kadar güvencededir. Falan savastan önce, orada oturan herhangi bir kimse de, dilerse Ilya halki gibi cizye vermek sartiyla orada kalabilir, dilerse Rum'a da gidebilir. Allahin ahdi ve Rasulü'nün, halifelerin ve müminlerin zimmeti, üzerlerine düsen cizyeyi verdikleri sürece burada yazildigi sekildedir.

    Halid b. Velid, Amr b. el-As, Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebû Süfyan buna sahittir. Hicri 15. yilda kaleme alinmistir.
#20.09.2005 11:00 0 0 0
  • Bizans ordusunun Müslüman olan komutani George

    Hz. Peygamber s.a.s'in vefatindan sonra, Islam Devleti'nin idâresini Hz.Ebû Bekir r.a. yüklendi.

    Hz. Peygamber s.a.s'in vefatiyla beraber, Islam'in gerçeklerini anlayamamis olan birtakim Müslümanlar, irtidât ettiler; yâni Islam esaslarina inanmadiklarini ilân ettiler. Islâm'da mürtedin, yâni dinden çikanin cezasi ölüm oldugundan, Halife Hz.Ebû Bekir r.a., bu insanlarin üzerine ordular göndererek, onlara gereken cezayi verdi.

    Bu arada birtakim Müslümanlar da söyle dediler:

    "Biz Islam'in dört sartini kabul ediyoruz: Kelime-i sehâde-ti söyleriz, namaz kilariz, oruç tutariz, hacca gideriz; fakat ze-kât vermeyiz".

    Islam'in dört sartini yerine getirip, sadece bir tek sartini ifâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardi: Müslümanlara cihâd ilân etmek!

    Hz.Ömer r.a.; o sertligiyle, siddetiyle ün salmis olan insan, gelmis Hz.Ebû Bekir r.a.'a yalvariyor ve ona söyle diyor:

    "Sen, Resûlullah s.a.s'in, "Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah' deyinceye kadar onlarla savasmakla emrolundum. Kim bunu derse mali ve cani emniyette olur, hukuku ve hesabi Allah'a kalir" dedigini duydugun halde, nasil Müslümanlara, "zekât vermiyorlar" diye savas açarsin"(1). Hz.Ebû Bekir r.a. söyle cevap verdi:

    "Vallahi, namaz'la zekâtin arasini açanlarla savasacagim; çünkü zekât malin hakkidir". Daha sonra Hz.Ömer r.a. söyle demistir:

    "Vallahi, Allah'in, Ebu Bekir'in gögsünü ferahlattigini gördüm ve anladim ki, o haklidir"(2)

    Hz.Ebû Bekir r.a., bu karari aldiktan sonra, Halid b. Velid'i, Islam'in bes sartindan herhangi birisini terkedenlerle savasmaya gönderdi (3). Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. Islamin bes sartindan bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymiyor ve onlara cihâd ilân ediyor. "Islam bir bütündür" diyor; bir kismi terkedilince, o Islam'dan baska bir sey olur diye kabul ediyor ve Islâm'i bu sekilde anlayanlara savas açiyor.

    Halid b. Velid, Esed ogullari ve Gatafân'dan bu gibi insanlarla savasip büyük bir kismini öldürdü; geriye kalanlar da, ya esir oldular veya Islam'in bes sartina harfiyyen uyacaklanm söyleyerek Müslüman oldular. Ve anladilar ki, bu isin sakasi yok! Halîfe, Islam'in bir tek sartini terkedeni öldürüyor!..

    Halid b. Velid, Medine'ye geri döndükten sonra, Halife Hz.Ebû Bekir r.a. onu ordusuyla beraber kuzey cephesinde bulunan Bizans üzerine gönderdi.

    Bizans üzerine sefer

    Hz.Peygamber s.a.s., Islam'm payidar olmasi ve insanligin kurtulmasi için, milâdi 7. yüzyilin iki emperyalist süper gücü olan Bizans ve Iran Imparatorluklarin çökmesi gerektigine isaret etmis ve daha hayatta iken, buralara savas açmistir. Bizans ve Iran: Bugünün Rusya ve Amerika'si, Avrupa'si ve Çin'i...

    Bizans köyleri, kasabalari, sehirleri, teker teker Islâm Devleti'nin egemenligine giriyor: Halid b. Velid'in elinde teslim oluyorlardi... Resulullah s.a.s'in duasi gerçeklesmis, Halid Allah'in kilici (Seyfullah) olmustu... Koca Bizans kaleleri, âdeta onun ki liciyla yerle bir oluyordu. Bunlar hikâye de degildi... Nitekim iki süper devletten Bizans, her gün biraz daha küçülüyor, topraklarini, vatandaslarini Islam adaletine, yâni Allah'in kanunlarina terkediyordu.

    Bu sekilde, tek gayeleri Allah'in kanunlarini her tarafa ha kim kilmaya matuf olan (4) Islam ordusu, bugünkü Ürdün sinirlari içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans'in elinde bulunan Yermuk'a varmisti.

    Islam ordusunda, 100'ü Bedir savasina istirak etmis olan (Bedrî) bin kadar sahabî vardi (5).

    Iki ordu karsilasiyor

    Islam ordusuyla kâfir ordusu karsi karsiya gelmislerdi. Her iki tarafin ordu komutanlari, ordularinin savas düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardi.
    Her iki ordu bu sekilde karsi karsiya gelince, Bizans ordu komutani George ordusunun saflarindan ayrilarak, her iki ordu arasinda durdu ve Islam ordu komutani Halid'i istedi. Halid, yerine Ebû Ubeyde Ibnu'l-Cerrâh'i birakarak, atini George'ye dogru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklastilar ki, atlarinin boyunlan birbirine degiyordu (6).
    Iki davanin, ideolojinin, dünya görüsünün temsilcileri karsi karsiya gelmislerdi: Bir yanda Islam, öbür yanda Sirk ve Küfr!..
    Her iki komutan birbirlerine aman verip konusmaya basladilar. George söyle dedi:

    - Yâ Halid, bana dogruyu söyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asîl olanlar, Allah rizasi için konusmak isteyene oyun yapmaz-
    lar. Allah'in sizin Peygamber'e gökten bir kiliç indirdigi ve Peygamber'in de onu sana verdigi, ve o kilici üzerlerine çekip savastigin her kavmi maglub ettigin dogru mu? Halid:
    - Hayir! dedi. George tekrar sordu:
    - O halde, niçin Seyfullah (Allah'in kilici) diye adlandinldin? Halid su cevabi verdi:

    - Allahu teala bize Peygamberini gönderdi. O bizi Islam'a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip, ondan uzaklastik. Sonra bir kismimiz ona inanip, tabi oldu, bir kismimiz da onu yalanlayip uzaklasti. Ben, onu yalanlayip, ondan uzaklasan ve onunla savasanlar arasindaydim. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandik. O zaman bana, "Sen, Allah'a baska güçleri ortak kosanlar -yâni O'na inandiklarini söyledikleri halde O'nun kanunlarina degil, kendi yaptiklari kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmis olan Allah kiliçlarindan bir kiliçsin!" dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana "Seyfullah" dendi. Ve ben, Allah'in yaninda baska güçler taniyan, onlara tabi olanlara karsi en siddetli savasan Müslümanlardan biriyim. George:

    - Dogru söylüyorsun, dedi ve devam etti:

    - Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun? Halid söyle dedi:

    - Allah disinda, itaat edilecek hiç bir ilâh, yani güç, yâni put, yâni makam, yâni kisi tanimadigina; Muhammedin, O'nun hem kulu, hem de Peygamberi olduguna inanmak ve bunu herkese karsi açikca ilân edip sehâdet etmek; Peygamber vasitasiyla Allah'tan gelen kanunlari ikrar edip uymak! George söyle sordu:

    - Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsimz? Halid su cevabi verdi:

    - Teslim olurlarsa, onlardan cizye alir, inançlarina karismayiz ve Islam Devletine tabi olurlar. George devam etti:

    - Cizye vermezlerse? Halid söyle dedi:

    - Onlara savas açacagimizi söyler ve onlarla savasiriz! George tekrar sordu:

    - Bugün dininizi kabul edip size katilanlarin Allah katinda mevkisi ne olur? Halid su cevabi verdi:

    - Allah'in bize farz kildigi gibi, mevkisi bizimkiyle ayri olur. Güçlü olanimiz, zayif olanimiz; önce Müslüman olanimiz; sonra Müslüman olanimiz, hepimizin mevkisi birdir. George yine sordu:

    - Yâ Halid, bugün sizin dininize girenin sevabi ile sizinki aynidir, demek mi istiyorsun? Halid:

    - Evet, hatta bizden de üstündür! George:

    - Nasil sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz? Halid:

    -Biz bu dine girip, Peygamberimiz s.a.s.'e biat ettigimizde, o aramizda yasiyordu. Ona Allah'tan haberler geliyor, o da bize teblig ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklanmizi duyanlarin Müslüman olup, biat etmeleri tabii bir seydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklanmizi duymadimz ve onda müsahe de ettigimiz harikalara sahit olmadiniz. Onun için, aranizdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur! George söyle dedi:

    - Billâhi bana dogru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir sey söylemedin. Halid:

    - Billâhi sana dogru söyledim. Benim, ne senden ve ne de siz-en olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin dogru olduguna da Allah kefildir.

    Bizans komutani Müslüman oldu

    Bunun üzerine George,, "dogru söyledin" dedikten sonra, kalkanini ters çevirdi ve Halid'e yaklasarak, "bana Islam'i ögret" dedi.

    Halid, George'yi karargâhina götürerek, üzerine bir tulum su döküp guslettirdi. Daha sonra da iki rekât namaz kildi.

    George'nin Müslümanlar tarafina geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldiriya geçti ve savas basladi.

    George Müslüman olmus, Halid'in yaninda, biraz önce komutani oldugu Bizans ordusuna karsi savasiyordu. Savas aksama kadar sürdü ve Islam ordusunun zaferiyle son buldu (7).

    Savas meydaninda binlerce ölü ve sehit... Müslüman sehitleri ve kâfir ölüleri... Bir degillerdi tabii. Sehitler Allah için; ölüler ise Allah düsmani, yâni Islam nizamina düsmanlar için savasmisti. Ayni kefeye konamazdi bunlar! Kâfir ölüsüne nasil sehit, Müslümanla savasan kâfire nasil gazi denir? Müslüman sehitle, kâfir ölü, Müslüman gazi ile, savastan sag kurtulan kâfir askeri ayni ise, niçin savasiyorlar bunlar?.. dertleri ne bunlarin?

    Elbette ki biri Müslüman, digeri kâfir; Biri sehit, digeri ölü; biri gazi digeri kâfir firarisidir; "Müsrikler hoslanmasalar da".

    Allah'in, birbirmin ziddi olarak gösterdigi sehitle kâfir ölüsünü, hangi insan hangi hakla bir tutabilir?

    Farkli bir sehid

    Müslüman sehitleri arasinda, bir tanesi vardi ki, farkliydi öbürlerinden. Peygamber'i görmemis, Kur'an-i duymamisti o...

    Zekât nedir bilmiyor, Hac 'dan habersizdi o... Ayet okumamis, oruç tutmamisti o...

    Bu farkli sehidin adi George idi. Halid'e bakarak kildigi iki rekat namazdan baska namaz kilmadi. Adini bile Müslüman adina çevirmeye firsati olmadi. Bir tek sey bildi George: Kendini Allah davasina fedâ etmek...

    Buram buram sehadet kokuyordu George. Cennet görevlileri onu cennette agirlamak için yarisiyorlardi âdetâ...

    Allah'in kilici Halid, Müslüman olusu henüz bir günü doldurmamis olan bu sehide gipta ile bakiyor, Allah'in hikmet ve kudreti karsisinda, sevinç ve sükür gözyaslari döküyordu.

    George, "kâlü belâ"dan beri, Allah davasi için sehid olmus, en güzel insanlar arasina giriyordu... Ne mutlu ona ve onun gibi olanlara!..
#20.09.2005 11:08 0 0 0
  • Hz. Osman dönemi

    HZ. OSMAN'IN HALIFE SEÇILMESI

    Hz. Ömer (r.a.), bir halife seçmeye mecbur edilince, yani bir düsman tarafindan sirtindan hançerlenip, ölüm dösegine düsünce, bir sey yapmali idi. Filhakika, kendisini ziyarete gelen birçok sahabi O'na, bir halife seçmesinin zorunlu oldugunu söylemislerdi. «Çünkü Hz. Ebu Bekir (r.a.) bunu yapti» demisler ve ilave etmislerdi: «Sayet sen kendine bir veliahd seçmezsen, karisikliklar olabilir ve belki de bir iç savas çikabilir.» Gelen müslümanlardan bazilari, Hz. Ömer (r.a.)'in kendi oglu, Abdullah b. Ömer'i seçmesini teklif ettiler. Çünkü Abdullah b. Ömer, çok iyi bir müslümandi. Alimdi, mütedeyyin idi ve Halife olmak için, bütün sartlara sahip idi. Hz. Ömer (r.a.) bu teklife çok kizmis ve yanlis hatirlamiyorsam, bu teklifte bulunani tokatlamis ve söyle söylemisti: «Sen benim cehenneme gitmemi mi istiyorsun?» Daha sonra devam etmisti «Ne yapacagimi bilemiyorum. Sayet birini tayin edersem, benden önce, benden daha iyi olan birisi, yani Hz. Ebu Bekir (r.a.), bunu yapmisti. Sayet kimseyi seçmezsem, bunu da benden önce ve benden çok daha iyi olan Hz. Peygamber (s.a.v.) yapmisti. Su halde, her iki sekilde de hareket edebilirim.» Hz. Ömer, «Bu dünyada oldugu gibi, öbür dünyada da sizi idare etmenin mes'uliyeti altina girmek istemiyorum» diyordu. O demek istiyordu ki «Ben bir veliahd tayin edecek: olursam, dolayli olarak, öldükten sonra da sizi idare etmis olacagim ve bu veliahdin vasitasiyla ben mes'ul olacagim; bunu istemiyorum». Ve sonunda Hz. Ömer söyle demisti: «Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat ettiginde, O'nun en çok sevdigi on kisi vardi, hatta Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlarin öldükten sonra cennete gideceklerini müjdelemisti (asere-i mübessere). Iste bunlar arasindan kendinize bir halife seçin.»

    Bu arada, bu on kisiden üçü vefat etmisti. Daha dogrusu iki kisi ölmüs ve Hz. Ömer (r.a.) de yaraliydi. Geriye yedi kisi kaliyordu. Fakat bu yedi kisiden, sadece altisi Medine'de bulunuyordu. Yedincisi seyahatte idi. Iste, Hz.Ömer bu alti kisinin toplanip aralarinda halîfe seçmelerini istedi. Fakat bunda bir güçlük ihtimali vardi. Sayet üç kisi bir tarafta, üç kisi diger tarafta olacak olursa, seçim imkani olamazdi. Hz. Ömer (r.a.) bu güçlügü düsündü. Mesele çok mühimdi. Halife'nin hemen seçilmesi icap ediyordu. Yedinci olan sahabi beklenecek olursa, karisikliklar olabilirdi. ve onun ne zaman dönecegi belli degildi. Bunun için Hz.Ömer (r.a.), bu alti kisilik heyete, bazi sartlarda dahil olmak üzere, yedinci bir sahis seçti: Abdullah b. Ömer. Sartlar sunlardi:

    O, halife olarak seçilemeyecekti. Sayet seçimde ekseriyet temin edilirse, mesele, dörde karsi iki gibi, bu durumda Abdullah b. Ömer, ekseriyete uyacak ve sahsi görüs serdetmiyecekti. Sayet her iki tarafta, esit olarak üçer kisi olursa Abdullah, Abdurrahman b. Avf hangi tarafta ise, reyini o tarafa kullanacakti.
#20.09.2005 11:08 0 0 0
  • HZ. OSMAN'IN VE VERGÎ

    Hz. Osman'in hilafetinin bütün yönlerim incelemek ayri bir arastirma konusudur.. Yalniz sunu belirtmeliyim ki, O'nun hükümeti «Pedersahi» idi. Yani o bir baba gibiydi. Çok mertti ve birçok vergiyi ilga etti ve hakki oldugu halde, hilafet maasi olarak bir tek kurus dahi almadi. Bu husustaki bütün teferruati vermek istemiyorum. Bunlardan, sadece bir tanesini belirtmek istiyorum. Bu da zekat meselesidir.

    Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ilk halifeler Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamaninda zekat, devlet memurlari tarafindan toplaniyor ve bu zekati hükümet dagitiyordu. Zekat deyince bugün baska bir sey anlasiliyor ki, Hz, Peygamber (s.a.v.) zamaninda bu daha farkli anlasiliyordu. Zekattan bugün anlasilan sey sudur: Mesela, benim iki yüz liram varsa ve bu para üzerinden bir yil geçmisse benim bunun %2.5'unu fakirlere vermem gerekir. Bugünkü müslümanlar, zekatlarini, araya hükümet memurlari girmeksizin direkt olarak fakirlere verirler.

    Hz. Peygamber'(s.a.v.) zamaninda ve ilk iki halife zamaninda sadece buna degil, diger bütün vergilere zekat deniyordu. Tüccarlar vergi veriyordu ve buna «Ticaret zekati» deniyordu. Ziraatçilar da vergi veriyordu ve buna «Toprak zekati (Zekatu'l-Ard) deniyordu. Madenler isletiliyor; bunlarin vergisine de «Maden Zekati» (Zekatu'l-Meadin) deniyordu. Koyun, deve gibi sürüler vardi ki, bunlardan da vergi aliniyordu ve buna «Hayvan zekati» (Zekatu'l-Mevasi) deniyordu. Ayni sekilde, kervanlarin getirdigi mallar üzerinde de haklar vardi ki, bütün bunlara zekat deniyordu. Hülasa olarak, Kur'an-i Kerîm'de geçen, «Zekat», «Sadaka», «infak fisebilillah» vs. gibi vergiler, Islam Devletinin müslümanlara taalluk eden vergileri idi.

    Gayr-i müslimlerden alinan vergiler, bundan ayriydi. Bunlara zekat denilmiyordu. Bizim bugün zekat dedigimiz sey, o zaman da zekatti. Fakat bu, zekat çesitlerinden sadece biri idi.

    Biraz önce dedigim gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ilk iki halife Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer zamaninda, bütün bu zekat çesitlerim, bugün bizim zekat dedigimiz ve zekat demedigimiz bütün vergileri, bu memurlar topluyordu ve hepsine de zekat deniyordu.

    Hz. Osman zamaninda, Islam topraklari, yildirim hiziyla ve sasirtici bir süratte genisledi. Hicrî 2. Senede, Hz.Osman'in bir ordusu Avrupa'da, Ispanyaya girerken, diger taraftan baska bir ordusu Çin'e girdi. Her iki uç arasinda Çin'den Ispanyaya kadar üç kitaya yayilmis olan topraklar, Islam devletini olusturuyordu. Bazen, ispanya fethinin, Emeviler zamaninda Tarik b. Ziyad'le basladigini söylüyoruz. (Bu dogru degil, Ispanyanin bir kismi, daha Hz. Osman zamaninda fethedilmistir. Bu husustaki kaynagimiz Taberi; bu ordunun Tarik b. Ziyad zamanina kadar Ispanyada kaldigim yaziyor. Yani bu ordu Ispanyaya girdikten sonra geri çikmamis, bilakis orayi fethetmisler ve oraya yerlesmislerdir.

    Netice olarak söyleyeyim ki, benim gayem bu fetihleri degil, fakat bu fetihlerin zekat için olan ehemmiyetinden bahsetmektir.

    Üç kitaya yayilmis olan bu büyük devlette, müslümanlarin sayisi ne kadardi, bunu bilmek lazimdir. Çünkü zekat, müslümanlara taalluk eden bir vergidir. Üç kitaya yayilmis olan Islam devletinde, milyonlarca gayr-i müslim vardi. Fakat bunlarin zekat ile alakalari yoktu. Bu gayr-i müslimlerden de vergi aliniyordu. Fakat bu vergilere zekat degil, haraç, vs. gibi baska isimler veriliyordu.

    Hz. Osman -diyelim ki, maliye bakaninin tavsiyesi üzerine- bugün bizim anlattigimiz manadaki zekatla, diger zekatlari birbirinden ayirmak istiyor. Niçin? Hz. Osman diyor ki: «Evin disinda olan seylerin zekatini toplamak kolaydir. Koyun, deve, maden vs. gibi mallar, kolayca tesbit edilir ve zekati alinir ve bu kolaydir. Fakat zekat memurlarinin, her müslümanin evinde ne kadar para oldugunu bilme imkani yoktur. Bunun için, bu zekat çesitlerini birbirinden ayirmak lazimdir». Bunun üzerine Hz. Osman, müslümanlarin bizim bugün anladigimiz zekati (yani evde olup, üzerinden bir sene geçen, parayi), bundan böyle hükümet'e direkt olarak vermeye mecbur olmadiklarini ve bunu bizzat kendileri, fakirlere dagitabileceklerine dair bir emir veriyor.

    Iste bu tarihten itibaren, bu sekilde verilen zekata zekat denmis ve digerlerine zekat degil, vergi, gümrük, vs. denmistir. Hz. Osman'in niçin bu sekilde karar verdigine dair bir iki söz söyleyeyim: Görünüste bu karar Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz.Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.)'in tatbikatlarina aykiri idi. Su halde Hz. Osman (r.a.) niçin bunu degistirdi? Ben bunun devletin menfaati geregi yapildigi kanaatindeyim. Çünkü Islam devleti, Ispanyadan, Çin'e kadar uzaniyordu. Ve buna karsi, müslümanlarin sayisi çok azdi. Bu hususta nüfus sayimi yapilmamistir. Fakat bazan 100 km2 de bir tek müslümandan fazla kisi bulunmuyordu. Bunun üzerine tasavvur buyurun ki, Ispanyadan Çin'e kadar her 100 km2 ye bir tahsildar gidip, bir müslüman bulacak, üstelik bazen buldugu bu müslümanda zekat veremeyecektir. Çünkü evinde nisabi dolduracak kadar parasi olmayabilirdi. Bu müslümanin evi veya baska bir seyi olabilir, fakat zekat verecek kadar parasi olmayabilir. Netice olarak karsimiza su durum çikabilir. Zekat memurlarina verilecek olan para, toplanacak olan zekattan daha fazla olabilir. Iste böyle bir seyi, bir maliye bakani kabul etmez. Bunun için, müslümanlarin, bizzat kendilerinin bu zekati vermeleri serbest birakiliyor.

    Müslümanlar zekatin bir farz oldugunu, Allah'in emri oldugunu bildikleri için, herhangi bir murakabeye ihtiyaç duyulmaksizin, onlarin suuru, onlara bu farzi yerine getirmelerini emrediyor. Mesela; namaz, oruç gibi ibadetlerde, hükümet beni zorlamiyor, fakat benim suurum bana emrettigi için bu ibadetleri yapiyorum. Ayni sekilde zekati da murakabesiz verebilirim, çünkü suurum emrediyor.
#20.09.2005 11:09 0 0 0
  • Hz. Ali dönemi

    Hz. Ali r.a.'in hilafet hakkindaki görüsü

    Hz.Peygamber (s.a.s.). vefat edince, Müslümanlar kendilerini idâre etmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i Devlet Baskanligina getirdiler.

    Bilindigi gibi, Hz.Peygamber (s.a.s.), iki görevi birden üstlenmisti: Birisi, Allah'tan gelen vahyi, yâni ilâhi emirleri insanlara teblig etmek; ikincisi, bu vahiy hükümlerine göre, baskani bulundugu devleti yönetmekti.

    Onun vefatiyla sadece vahiy degil, Peygamberlik de son buldu. Artik Peygamber gelmiyecek, inanan insanlar, son peygamber vasitasiyla gelen Kur'an'la ve bu son peygamber'in Sünnetiyle kendi yasamlarina yön verecek, düzenlerini kuracaklardir. Baska deyiçle, inanmak isteyen insanlar, yâni Müslümanlar, yasantilarinin her yönünü bu iki kaynaga göre tanzim edecekler, bu iki kaynaga ters düsen hayat kanunlarini tanimayacaklardir.

    Bu iki kaynagin özü olan Islâm'i Allahu te'âlâ tek nizam kabul etmis ve bunun disinda kalan sistemleri tanimayacagini söyle ferman buyurmustur:

    "Kim Islâm'dan baska bir din (top yekün bir hayât nizami) ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara ugrayanlardandir"(1)

    Hz.Peygamber (s.a.s.)'in vefatiyla, kanun degil, kanunun tatbikçisi olan Hz.Muhammed (s.a.s.). Müslümanlar arasindan ayrilmistir. Dolayisiyle, onun ölümünden sonra, Müslümanlar yeni kaynaklara degil; zaten mevcut olan kaynaklari tatbik edecek bir insana, bir idâreciye muhtaçtilar. Yâni vakia, kanun boslugu veya yoklugu degil, lider yokluguydu; bu lideri bulmak lazimdi ki, bu ihtiyaci da, baslarina "Halife dedigimiz devlet baskanlarini getirerek giderdiler.

    Halife seçimi

    Hz.Peygamber (s.a.s.). kendi vefatindan sonra, Müslümanlari yönetmek üzere, sarahaten bir halife seçmek istemediginden çünkü buna yeteri kadar vakti vardi, halife seçim isi Müslümanlarin insiyatiflerine birakilmis; onlar da, Peygamber'lerinin vefatindan sonra, kendilerini yönetmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i seçip biat' etmislerdir.

    Hz.Ebû Bekir r.a'a biat etmis olmasina ragmen, daha sonraki senelerde, bazi grublar Hz.Ali r.a'i ona karsi göstermek istemisler ve maalesef bu sekilde baslatilan ihtilâf asirlarca sürmüs, binlerce Müslümanin ölümüyle neticelenen savaslara sebebiyet vermistir. Halbuki bunlar, dava arkadasi, cihâd ve siper ortaklariydilar. Bunlar, hayatlarini Allah'a hizmette yaristirmis olan insanlardi.

    Iste, bu konuyu en güzel bir sekilde tahlil ettigine inandigimiz, Hz.Ali r.a'in bir konusmasiyla açiklamak istiyoruz.

    Hz.Osman r.a'in sehid edilmesiyle baslayan ve Islâm tarihinde "el fitnet'ül kübrâ" (en büyük fitne) diye adlandirilan hareketten sonra, halife seçilmis olup, hilâfetini tanimayanlarla savasmak üzere Basra'ya gitmis olan Hz.Ali La'a, Ibnu'l Kevva' ve Kays b. Ibâd Basra'ya gidisinin sebebini sorup söyle dediler:

    Bu konuda Resulullah'in bana bir ahdi yoktur

    "Müslümanlarin karsi karsiya gelip birbirlerini öldürecekleri bu gelisin, Resulullah (s.a.s.)'in sana olan bir ahdi veya emriyle midir?" Hz.Ali r.a. su cevabi verdi:

    "Bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olup olmadigini soruyorsunuz. Bana verilmis böyle bir ahid yoktur. Vallahi ona ilk inanan ben oldugum gibi, ona ilk defa yalan isnâd eden ben olmayacagim. Sayet bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olsaydi, Ebû Bekir ve Ömer'in onun minberine çikmalarina müsaade etmezdim, elimle onlarla savasirdim (Resulullah (s.a.s.)'in emri oldugu için. Fakat Resulullah (s.a.s.). ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastaligi bir kaç gün ve gece devam etti. Müezzin ona namaz vaktini bildirmek içín geldiginde, O Müslümanlara namaz kildirtmak için Ebû Bekir'e emrederdi. Kaldi ki, benim orada oldugumu da görüyordu. Hanimlarmdan birisi (2) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e, bu görevi Ebû Bekir'den almasini söyleyince kizdi ve "siz kadinlar Hz. Yusufun basini derde sokanlarsiniz, Ebû Bekir'i geçirin Müslümanlara namazi kildirsin!" dedi. Allah, Peygamberinin ruhunu alinca, isimize baktik ve Resulullah (s.a.s.)'in dinimiz için lâyik gördügünü dünyamiz için seçtik. Namaz, Islâm'in aslidir; o dinin emri, dinin diregidir. Biz (bunun için) Ebû Bekir'e biat ettik ve o bu isin ehliydi. Içimizden iki kisi dahi ona muhalefet etmedi. Ebû Bekir'e hakkmi edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihad ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim. Ölünce, yerine Ömer geldi ve arkadasinin (yâni Ebû Bekir'in) yolunu takib etti, onun gibi hareket etti. Böylece Ömer'e biat ettik ve içimizden iki kisi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de baskasini ona tercih etmedik. Ömer'e hakkim edâ ettim ve

    ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihad ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim. Ölünce Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan akrabaligimi, Islâm'da önceligimi ve selefiyyetimi ve bu ise liyâkatimi düsünerek bu konuda baskasinin bana tercih edilmeyecegini sandim. Öldükten sonra, onun yüzündcn halifenin bir günah islememesi ve kendini mesuliyetten kurtarmak için Ömer hilâfeti çocuguna yasakladi ve yeni halifeyi seçmek üzere alti kisilik bir heyet seçti ki ben onlardan biriyim. O isteseydi oglunu seçebilirdi; yapmadi.

    Heyet toplaninca, kimsenin bana tercih edilmeyecegini sandim. Abdurrahman b. Avf, kimi halife tayin ederse (3) ona kesinlikle itaat edilecegine dair bizden söz aldiktan sonra Osman b. Affan'in elini tutarak, eline vurdu ve biat etti. Ben de isime baktim. Ona itaatim ise, biatimdan önce oldu. Böylece Osman'a biat ettik. Ona hakkini edâ ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim.

    Vurulunca, kendi isime baktim. Resulullah (s.a.s.)'in iki halifesi gitmis, birisi de vurulmustu. Haremeyn'deki (Mekke ve Medine'deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana biat ettiler. Bunun üzerine birisi ortaya atildi ki, dengim degil; ne Resulullah (s.a.s.)'e olan akrabaligi benimki kadar yakin, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de Islâm'daki önceligi benimki gibi eskiydi. Dolayisiyle ben bu ise ondan (yâni Muaviye'den) daha lâyiktim!"(4)

    Degerlendirme

    1. Hz. Peygamber (s.a.s.)., hilâfet konusunda kesin bir tavir takinmamis, kimseyi halife seçmemistir. Nitekim Hz. Ali'nin yukarida buyurdugu gibi, o bu konuda bir emir vermis olsaydi, onun emri kanun oldugundan, mutlaka yerine getirilirdi.

    2. Namaz Islâm'm aslidir. Asilsiz, yâni temelsiz hiç bir sey düsünülemedigi gibi, namazsiz bir Islâm tasavvur edilemez. Hz.

    Ali r.a. bunu delil kabul ederek, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in namaz için seçtigi imâmi, yâni devlet baskani olarak kabul ediyor.

    3. Hz. Ali, kendinden önce biat ettigi halifelere kesin bir itaatla baglidir.

    4. Hz. Ali, Hz. Muaviye'den de kendisine ayni sekilde itaat istiyor ve hilâfete kendisinin lâyik oldugunu söylüyor.

    5. Asirlardir Müslümanlara kabul ettirilmeye çalisildigi gibi, Hulefayi rasidin birbirine düsman degillerdir. Öyle olsaydi, yâni Hz. Ali, Hz. Ömer'i sevmeseydi ona kizi Ümmü Gülsüm'ü verir miydi? Allah'in aslani olan Hz. Ali'nin korkudan "takiyye" yapip kizini Hz. Ömer verdigini düsünmek en azindan haksizlik olur.

    6. O örnek halifelerin bir tek endisesi vardi: Islâm'in geregi gibi tatbiki!
#20.09.2005 11:09 0 0 0
  • CEMEL VAK'ASI

    36/656 tarihinde dördüncü halife emirü'l-Müminin Hz. Ali ile Hz. Âise taraftarlari arasinda Basra dolaylarinda meydana gelen çatisma.

    Üçüncü Rasid halife Hz. Osman (r.a.)'in sehit edilmesinden sonra üç-bes gün anarsi hüküm sürdü. Hz. Osman'i sehit eden âsiler ortama hâkimdiler. Bunlar bir an önce, Hz. Osman'in yerine birini hilâfete getirmek istiyorlardi. Fakat kime müracaat ettilerse hep red cevabi aldilar. Hz. Ali de, kendisine geldikleri zaman onlari huzurundan uzaklastirmisti: Âsiler hayrete düsmüsler, ne yapacaklarini sasirmislardi. Devlet baskani tayin olunmadan dönecek olurlarsa ihtilafin çok daha fazla alevlenecegini biliyorlardi. Bunun üzerine Medine ahalisini toplayarak, onlara bir halife seçmelerini, aksi takdirde Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve daha baska kimseleri de öldüreceklerini söyleyerek, onlara bir gün mühlet verdiler. Bunun üzerine Medine halki Hz. Ali'ye müracaat edip, ona bey'at etmek istediklerini bildirdiler. Hz. Ali, Muhâcirler'le Ensâr'in bu teklifini reddetmek istediyse de devamli israrlar karsisinda bunu kabul etmek zorunda kaldi. Neticede Hz. Ali'ye bey'at edildi ve âsiler Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'i de getirterek onlarin da Hz. Ali'ye bey'at etmelerini sagladilar. Bu sûretle, hicretin otuzbesinci yili yirmibir Zilhicce Pazartesi günü Hz. Ali'ye bey'at edildi.

    Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra yapilacak ilk is; Hz. Osman'in katillerini bulmak ve bunlarin cezalarini vermekti. Bu hususta tahkikata baslanmisti. Fakat katiller kesin olarak belirlenemedigi için, ser'an cürüm sabit olamamisti. Bu durum karsisinda bir sey yapilamazdi. Hz. Talha ile Hz. Zübeyr, Hz. Ali'yi ziyaret ederek ondan katillerin yakalanmasini istemislerdi. Hz. Ali, onlara durumu izah etmis, fakat ikisi de ikna olmamislardi. Ortam son derece karisikti. Bu arada Numan b. Besir, Hz. Osman'in sehadeti esnasinda giydigi gömlek ile o sirada zevcesi Nâile'nin dogranan parmaklarini alip sam'a götürdü. Muaviye, bu kanli gömlegi ve kesik parmaklari teshir ederek, herkesin galeyanini kat kat artirmak maksadiyla mescide asti. Diger taraftan Hz. Osman'in katline sebep olanlar hâlâ Medine'de bulunuyorlardi. Bunlarin bir an evvel oradan uzaklastirilmasi gerekiyordu.

    Hz. Ali'nin karsi karsiya kaldigi zorluklar gerçekten çok büyüktü. Diger taraftan Medine'de toplanan âsilerin mühim bir kismi "Sebeiyye" firkasina mensuptu. Bu islâm düsmani grubun reisi olan Abdullah b. Sebe, islâm'i içinden yikmayi hedef alan bir Yahudi dönmesi idi. Bunun maksadi; islâmiyet'in saf, berrak, akil ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip müslümanligi çigirindan çikarmak müslümanlari türlü türlü gruplara ayirarak birbirleriyle didismeye ve bogusmaya sevketmekti. Hz. Osman (r.a.) devrindeki karisiklik, bu müfsidin ifsatlari için uygun bir zemin teskil etmisti. Hz. Ali'nin âsileri dagitmak istemesi ibn Sebe taraftarlarinin hosuna gitmedigi için bunlar Hz. Ali'nin emrine muhalefet etmisler; diger Araplar da onlara uymuslardi.

    Bu karisik durum karsisinda problemleri artiran ve buhranin vehâmetini doruguna vardiran bir hareket daha basladi. Hz. Âise, hac farizasini ifâ etmek üzere Medine'den Mekke'ye gitmis, hac ibadetini ifâ ederek Medine'ye dönerken, Hz. Osman'in sehit edildigi haberini almisti. Bunun üzerine Medine'ye gidecegi yerde Mekke'ye geri döndü. Çünkü Medine'de facianin dogurdugu karisikliklar, bocalamalar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Âise'ye durumu sorduklari zaman, Hz. Âise, Hz. Osman'in mazlum olarak öldürüldügünü, Medine'de fesat ocaginin bütün ufku karartacak sekilde tüttügünü, mazlum ve sehit Osman'in kaninin heder olmamasi gerektigini, katillerin mutlaka cezaya çarptirilmalari ve ser'i hüküm ve kisas emirlerinin uygulanmasinin icap ettigini söylemisti.

    Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de Mekke'ye gelmisler, Medine'deki durumu Hz. Âise'ye anlatmislardi. Bu olaylar Hz. Âise'nin fikir ve kanaatini kuvvetlendirmis, o da mazlum ve sehid Hz. Osman'in intikamini almak için herkesi toplanmaya ve bir araya gelmeye çagirmisti.

    Hz. Ali, muhaliflerinin Mekke'deki hazirliklarindan haberdar olunca, onlardan evvel Irak'a varmak, Irak'a hâkim olmak, Beytû'l-Mal'in muhalifler eline düsmesini engellemek istedi. Ensâr, Hz. Ali'nin Medine'den ayrilmasini uygun görmüyordu. Hz. Ali, muhâlifler kendisinden önce Irak'a girecek olurlarsa yeni yeni problemlerin ortaya çikmasindan endise ettigini, Irak'in nüfuzca kesif ve beytü'l-mâl'inin zengin olmasindan ötürü bir müddet orada bulunmanin daha iyi olacagini söylemisti.

    Bundan sonra Hz. Ali yola çikmis, Zukar mevkiine geldigi zaman, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'in Basra'ya yaklastiklarini, Benu Saad kabilesi ile hemen hemen bütün Basra'nin onlara iltihak ettigini haber almisti. Hz. Ali, Zukar'da kalarak oglu Hasan'i Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gönderdi. Hz. Hasan, Kûfe'ye varinca, vali Ebû Musa el-Es'arî onu iyi karsiladi. Hz. Hasan, mescidde minbere çikarak Hz. Ali'nin dâvâsini müdafaa etti ve Talha ile Zübeyr'in ona bey'at ettiklerini söyledi. Bu konusmasinin sonunda kendisinin Basra'dan gidecegini, katilmak isteyenlerin onunla birlikte gelebilecegini ilân etti. Hz. Hasan, kendisine iltihak eden dokuz bin kisilik bir kuvvetle geri döndü. Bu dönüs ve hareket esnasinda karsilikli mücadeleler, siddetli tartismalar meydana gelmisti.

    Hz. Ali, ordusunu bu sekilde takviye ettikten sonra Zukar mevkiinden Basra'ya dogru hareket etti. Hz. Ali, maiyetinde olan el-Ka'ka' b. Amr'i çagirarak Basra'ya gönderdi. Ona iki taraf arasinda mücadele ve çatismanin meydana gelmesine engel olacak çareyi bulmasini tavsiye etti. el-Ka'ka' b. Amr, Hz. Âise, Talha ve Zübeyr ile görüsmüs, onlari ümmetin birligini bozmama konusunda ikna etmisti. Hz. Âise ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, el-Ka'ka'in önerilerini kabul ettiler. Hz. Ali de bu fikirdeyse, bu isin baris ile neticelenecegini söylediler. Hz. Ali, el-Ka'ka'in bu basarilarindan son derece memnun oldu. Diger taraftan bu sirada Basralilar Kûfelilerle temas etmis, iki tarafta da baris ve fitneyi yok etme düsüncesi hakim olmustu.

    Ertesi gün, Hz. Ali hareket ederek Abdülkaysogullari kabilesine ugradi. Bu kabile de ona ittihak etti. Oradan Zaviye'ye vardi. Zaviye'den de Basra'ya hareket etti. Esasen herkes barisi gayet tabii bir durum olarak görüyordu. Onun için Hz. Ali'nin Basra'ya gelisi, barisin tahakkukuna yönelik bir hareket olarak telakki olunmus, herkes son derece huzurlu bir sekilde uyumustu. ibn Sebe ile yandaslari, herkes uyuduktan sonra Hz. Âise'nin tarafina hücum etti. iki taraf ta kendilerini karsi hücumuna ugramis gibi görmüslerdi. Hz. Ali, her tarafa memurlar gönderdi. Ne oldugunu anlamak istiyordu. Diger taraftan Kâab b. Sûr Hz. Âise'yi uyandirmis, Hz. Âise, devesine binerek çarpismalarin basladigi yere gelmisti. Hz. Ali kendi tarafini savasmaktan alikoyuyor, Hz. Âise kendi tarafini teskin etmeye çalisiyordu. Fakat bir kere ok yaydan firlamis bulunuyordu. Vurusmanin en hararetli aninda Hz. Ali atini sürerek savas meydaninin ortasina geldi. Hz. Zübeyr'i çagirip, ona Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: Bir gün Ali ile Zübeyr arasinda bir ihtilafin meydana gelecegini ve bu ihtilafta Zübeyr'in haksiz olacagini" söyledigini hatirlatmisti. Bunun üzerine Hz. Zübeyr geri çekildi. Hz. Talha da Zübeyr'in bu davranisi üzerine çatisma meydanindan çekilmek istemisti. Onun savas alanindan uzaklasmasi üzerine kendisine zehirli bir ok atilmis ve bu ok Hz. Talha'nin ölümüne neden olmustu.

    Nihayet ortalikta yalniz Hz. Âise ile etrafinda bulunan bir grup kimse kalmisti. Çatismalar siddetle devam ediyordu. Bütün bu kanlarin dökülmesine neden olan münafiklarin hedefi; bizzat Hz. Âise idi. Bunlar Hz. Âise' ye kadar ilerleyerek onu tevkif etmek, ona hakarette bulunmak istiyorlardi. Sebeîlerin bu maksadini anlayan Dâbbeogullari Hz. Âise'yi son derece büyük fedakârliklarla korumuslardi. Bekr b. Vâil, Ezd ve Dâbbeogullari kabîleleri Hz. Âise ile beraberdiler. Bunlarin onu korumada gösterdikleri cesaret herkesi hayrete düsürmüstü. Hz. Âise'nin devesini koruyanlardan biri yere düstükçe bir baskasi onun yerini aliyor, o da ayni fedakârlik ve ayni kahramanlik ile dövüsüyordu. Hz. Âise'nin önünde sehit düsenlerin sayisi yetmise varmisti.

    Bu çatismalara bir son vermek için birisi deveye arkasindan saldirarak onu yere yikmis, bu arada da, Hz. Ebu Bekir'in oglu Muhammed, Hz. Ali tarafindan kosarak Hz. Âise'nin korunmasina hizmet etmisti. Hz. Ali de Hz. Âise'nin yanina gelerek hatirini sormus, birkaç günlük istirahatten sonra onu, kardesi Muhammed b. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye göndermisti. Hz. Âise ile beraber Basra'nin ileri gelen ailelerine mensup kirk kadar kadin refakat etmisti. Hz. Âise Basra'dan ayrilirken, kendisi ile Hz. Ali arasindaki mücadelenin yanlis anlasilmadan ileri geldigini söyledi. Hz. Ali de Rasûl-i Ekrem'in muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev oldugunu belirtti. Hz. Âise, hicretin otuzaltinci yili Recep ayinda Medine'ye dogru. hareket etti.

    Nihayet Hz. Ali 4 Aralik 656 tarihinde bu problemi de atlatti. Bu olaydan sonra hilâfet merkezini Kûfe'ye tasiyarak, sehadetine kadar orada kaldi. (Bu konuda genis bilgi için bk. ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1965, III, 205-263).
#20.09.2005 11:10 0 0 0
  • SIFFIN SAVASI

    Dördüncü Rasid Halife Hz. Ali (r.a) ile ona isyan eden Suriye valisi Muaviye b. Ebu Süfyan arasinda M. 657 yilinda, Firat'in sag kiyisina yakin Rakka'nin dogusunda bulunan Siffin'da yapilan savas.

    Hz. Ali'nin Cemel vak'asinda karsi grubu yenmesinden sonra onun hilafetine muhalif olarak, Suriye bölgesini idare etmekte olan Muaviye ve taraftarlari kalmisti. Hz. Ali'ye isyan edenler, davalarinin, Hz. Osman (r.a)'in intikamini almak oldugunu iddia ediyorlardi. Öte taraftan Hz. Ali'yi, Osman (r.a)'i sehid edenleri korumak ve onlari cezalandirmamakla suçluyorlardi. Halbuki Hz. Ali (r.a), fitne ve kaynasmanin yatistirIlmasindan sonra suçlulari cezalandiracagini vadetmekteydi. Cemel vak'asindan sonra Kufe'ye yönelen Hz. Ali (r.a), Cerir b. Abdullah el-Bâcelî'yi Muaviye'ye göndererek, muhâcirlerin ve ensârin kendisine bey'at ettiklerini; onun da muhacirler ve ensâr gibi bey'at edip itâatini bildirmesini Istedi (Ibnul-Esîr, el-Kamilu't-Tarih, Beyrut 1979, III, 276). Muaviye, kendisine elçi olarak gelen Cerir b. Abdullah'i oyalayarak Amr b. el-As ile istIsarede bulundu. Amr ona, Ali (r.a)'dan, Osman (r.a)'in kanini Istemede israr etmesini, katilleri derhal cezalandirmayi reddettigi takdirde, Suriye ordusuyla onun üzerine yürümesini söyledi. Cerir b. Abdullah, Hz. Ali'nin yanina dönerek durumu ona bildirdi.

    Öte taraftan, Medine'den Sam'a götürülen Hz. Osman'in kanli gömlegi ve hanimi Nâile'nin kesik parmaklari Muaviye tarafindan caminin minberine asildi. Askerler onun önünde toplasarak agliyorlardi. Orada toplananlar Hz. Osman'in intikamini alincaya kadar yataklarinda uyumayacaklarina ve yikanmayacaklarina dair yemin ettiler. Suriye ordusu Muaviye'den bol maas ve bahsisler almaktaydi. Muaviye bu sekilde orduyu tesvik ve tahrik ettikten sonra, seksen bes bin kisilik bir orduyla Sam'dan yola çikti. Hz. Ali (r.a) ise doksan bin kisiden olusan ordusuyla Küfe'den Siffin'e dogru harekete geçti. Muaviye, Firat kiyisindaki düzlükte karargâh kurmustu. Hz. Ali'nin ordusunun karargâh kurdugu yer ile nehir arasinda Muaviye'nin askerleri oldugu için Ilk geceyi susuz geçirdiler. Ancak, yapilan bir saldiri ile Sam ordusuna bagli birlikler nehirden uzaklastirildi. Ordusu susuz kalan Muaviye, Ali (r.a)'a adam göndererek nehirden su almalarina izin vermesini Istedi. Hz. Ali (r.a) bunun üzerine onlarin su almalarina engel olmadi. Hz. Ali, Muaviye'ye elçiler göndererek, onu birlige ve müslümanlarin topluluguna girmege davet ederek isyandan vazgeçirmeye çalisti. Ancak olumlu bir cevap alamadi. Iki ordu birlikleri arasinda bazi ufak çarpismalardan sonra, H. 37 senesi Muharrem ayinin sonuna kadar mütâreke yapildi ve elçiler gidip gelmeye basladi (Ibnul-Esîr, a.g.e., III, 289 vd.). Ancak bu elçilerin karsilikli gidip gelmeleri Iki grup arasinda baris yapIlmasi yolunda bir gelisme saglamamisti. Safer ayinin Ilk günü savas tekrar basladi. Ilk yedi gün Iki taraftan birer komutanin mubarezeleri ile geçti. Pesinden Hz. Ali (r.a), orduya toplu saldiri emrini verdi. Savas bir kaç gün olanca siddetiyle devam etti. Ammâr b. Yasir'in sehid edIlmesine çok üzülen Hz. Ali'nin siddetli bir taarruzu ile Sam ordusu dagIlma noktasina geldi. Savas kazanIlmak üzereydi ki, Amr b. el-Âs, Suriyeli askerlere "Her kimin yaninda mushaf varsa onu mizraginin ucuna takarak yukari kaldirsin" dedi. Bu emri yerine getiren askerler karsi tarafa, "Aramizda Allah'in kitabi hakem olsun" diye seslendiler. Amr b. el-Âs'in hilesi tutmus, Irakli askerler: "Allah'in kitabina yapilan çagriya icabet edelim" demeye baslamislardi. Amr.b. el-Âs, bu hile ile, Sam ordusunu kesin bir maglubiyetten kurtardigi gibi, karsi tarafin gücünü de kirmisti. Hz. Ali (r.a) bir Halife ve bir ordu komutani olarak bunun bir savas hilesi oldugunu askerlerine anlatmaya çalistiysa da basarili olamadi. Ali (r.a), onlara söyle diyordu: "Bu bir hiledir. Bununla sizin araniza ayrilik düsürmek ve birliginizi bozmak istiyorlar". Ancak, Iraklilar, Isteklerinde direttiler ve savasa devam etmekte olan komutan Ester'e adam gönderip savasmayi biraktirmasini Istediler. Hz. Ali Ester'e savasi birakmasi için adam göndermek zorunda kaldi. Ester, gelen adama: "Simdi mevziden ayrilacak an degildir. Ben simdi kesin zafere ulasacagimi umuyorum, acele etme" diyerek karsilik verdi. Gönderilen adam Hz. Ali'nin yanina gelmeden, Ester'in savasan askerleri arasinda çalkalanma oldu ve sesler yükseldi. Onlar daha bir sevkle savasi sürdürüyorlardi. Bunun üzerine Iraklilar, Ali (r.a)'a: "Vallahi bir, senin Ester'e birakmasi için degil, savasa devam etmesi için adam gönderdigini saniyoruz" dediler. Hz. Ali'nin gönderdigi Ikinci kesin emirle Ester, savasi birakmak zorunda kaldi. Hz. Ali (r.a), Es'as b. Kays'i Muaviye'ye göndererek onun ne düsündügünü anlamak Istedi. Muaviye ona, "Istedigimiz, aramizda Allah'in kitabini hakem kIlmaktir. Her Iki taraftan birer hakem seçIlmesini ve onlardan Allah'in kitabina uygun bir karar vereceklerine dair ahd alip taraflarin onlarin verecegi karara uymalaridir" dedi. Hz. Ali (r.a)'in taraftarlari bunu memnuniyetle karsiladilar. Samlilar hakem olarak zeki ve kurnaz bir kimse olan Amr b. el-Âs'i seçtiler. Iraklilar ise Ebu Musa el-Esari'yi hakem tayin etmek Istediler. Hz. Ali (r.a), Ebu Musa'nin daha önce kendisine muhalefet ettigini ve halki kendisinden ayirmaga çalistigini, dolayisiyla onun hakemligine itimat edilemeyecegini söylediyse de Iraklilar onun hakem olmasi konusunda direttiler.

    Amr b. el-Âs' ile Ebu Musa el-Es'ari, 37. yilin Safer ayinda Dumetul-Cendel'de bir araya gelerek, karar verirken esas alinacak prensipleri içeren "tahkimnâme"yi kaleme aldilar (Metin için bk. Taberi, Tarih, IV, 2930. Hakemlerin bulusmasi ve gelisen olaylar için bk. Hakem olayi mad.).
#20.09.2005 11:11 0 0 0
  • HAKEM OLAYI



    Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarlari arasinda meydana gelen Siffin savasinda daha fazla müslüman kaninin akitilmamasi amaciyla düsünülen, Hz. Ali'nin Ebû Musa el-Es'âriyi Hz. Muaviye'nin ise Amr b. el-Âs hakem olarak tayin ettikleri ve adi geçenlerin H. Ramazan 37/M. Subat 657 tarihinde ortak bir karara varmak amaciyla biraraya gelip bu konuda hüküm vermek üzere anlastiklari olayin adi.

    Hz. Osman'in sehid edilmesiyle ortaya çikan karisikligin, Hz. Ali'nin halife tayin edilmesiyle nisbeten hafifledigi görülmüs ve müslümanlar çogunlukla Hz. Ali'ye bey'at etmislerdi. Hz. Aise, Zübeyr, Tâlha ve Sam valisi Muaviye, Hz. Ali'ye bey'at etmeyenlerin basinda geliyorlardi. Bunlarin Hz. Ali'ye bey'at etmemelerinde Osman'in öldürülmesi olayinin Hz. Ali taraftarlarinca gerçeklestirildigi görüsü rol oynuyordu. Ancak Hz. Ali bu olaylarla uzaktan yakindan bir iliskisinin olmadigini, hatta zorla, istemedigi halde tahdit sonucu halife seçilmis oldugunu ileri sürülerek kendisine bey'at etmeyenlerin müslümanlar arasina nifak soktuklarini ifade etti. Hattâ daha sonra meydana gelecek olan Cemel vak'asinda dahi savastan eser yokken, gece vakti nifakçilarin Hz. Aise tarafina saldirmalari neticesi savas çikmis, Hz. Ali bu savasta sehid olan Hz. Zübeyr'e; "Ey Zübeyr, hatirlamiyor musun bir gün Ganemogullari mahallesinde beraberken Hz. Peygamber (s.a.s)'le karsilasmistik. Bize söyle demisti; "Ey Zübeyr bir gün Ali b. Ebî Talib'le savasacaksin ve o savasta sen ona karsi haksiz durumda bulunacaksin". Bunun üzerine Hz. Zübeyr, 'Vallahi hatirladim, seninle savasmayacagim' diyerek savastan vaz geçmeyi düsünmüs, ancak oglu Abdullah Onu zorlamisti (Ibnül-Esîr, el-Kâmil Fit-Tarih, terc. Ahmed Agrakça, III, 284, 349; Ebu'l-Fidâ, el-Muhtasar fî ahbâri'l-Beser, I, 173). Bundan da Hz. Ali'nin bu olayda hakli oldugu ve kendisine beyat edilmesinin gerektigi sonucu çikmaktadir. Nitekim Hz. Aise de bu savastan sonra gerçegi anlayarak Medine'ye evine dönmüstür.

    Cemel Vak'asindan sonra Hz. Ali, Cerir b. Abdullah el-Becili'yi, kendisine bey'at etmeyen Muaviye'ye beyat almak amaciyla göndermis ve müslümanlarin Cemel vak'asindaki durumundan örnekler vererek kan dökülmemesini istemistir. Muaviye, Cerir'i bir süre oyalayarak Sam halkinin görüslerine basvurdu. Samlilar Hz. Osman'in kanini dökenlerle savasincaya kadar uyumayacaklarina ve intikam almaya dair yemin etmis olduklarini söylediler. Diger taraftan Muaviye Hz. Osman'in kanli gömlegini Dimask'ta mescide asarak halka teshir etti. Muâviye, danismani Amr b. el-Ass ve Sam ileri gelenleriyle görüserek Hz. Ali'ye beyat etmeyecegini söylemis ve Cerir b. Abdullah'i geri göndermisti (Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 254).

    Cerir, Hz. Ali'ye gelerek olanlari anlatti. Muaviye'nin kendisi aleyhine hazirlik yaptigini hatirlatarak Hz. Ali'yi bu konuda uyardi. Bunun üzerine Hz. Ali Medine'deki müslümanlari ve onlara tabi olanlari toplayarak Muaviye üzerine hareket etti. Iki ordu Siffin ovasinda karsilastilar. Hz. Ali, Besir b. Amr el-Ensârî, Saîd b. Kâys el-Hemdâni ve Sebes b. Rabî' et-Temimi'yi göndererek itaat etmesini bildirmelerini söyledi. Ancak Muaviye, itaate yanasmayarak diretti. Hicri 36 yili zilhicce ayina kadar savas öncü birlikler ve mübarezeler seklinde devam etti (Ibnü'l-Esîr, a.g.e, III, 285; Ebu'l Fida, el-Muhtasar, I,175). Haftalarca karsilikli elçi gönderme seklinde geçen olaylar Hz. Ali'nin Muaviye'nin beyat etmeyecegine kanaat getirerek muharrem ayindan sonra hakka su ilani yaptirmasiyla son buldu: "Mü'minlerin emiri der ki: Hakk'a dönmeniz ve ona yönelmeniz için sizi tesvik etmek istedim. Size, Allah'in kitabiyla delil getirdim ve ona davet ettim. Siz ise taskinliktan, azginliktan vazgeçmediniz. Hakk'a icabet etmediniz. Ben de size ayni sekilde ahdimi bozdum. Zira Allah hâinleri sevmez" (Ibnu'l-Esir, a.g.e, III, 298). Bu ilan sonunda Sam halki emir ve reislerine sigindilar.

    Yüzon gün boyunca devam eden bu bekleyis, safer ayinin dördüncü günü baslayan savasla son bularak Hz. Ali taraftarlarinin saldirisiyla alevlenmisti. Ester en-Nehâî'nin basarisi Hz. Ati taraftarlarinin Muaviye'nin karargâhina kadar varmalarini saglamis ve beyat edenleri üstün bir duruma geçirmisti. Bu sirada Ammâr b. Yâsir Sehid düsmüs, bunu Veysel el-Karanî izlemisti. Bunlarin sehid oldugunu duyan Muaviye'nin bas komutani Amr b. el-Ass, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in "Ammâr âsîler tarafindan öldürülecek" (Buhârî, Salât 63; Müslim, Fiten 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkib 34) hadisini hatirlayarak savastan vazgeçmeyi düsündü. Ancak Muaviye'nin baskisiyla vazgeçti ve Muaviye ona sonlarinin kötüye gittigini, Hz. Ali'nin kendilerini öldürecegini söyleyerek derhal bir seyler yapip Ali safindaki müslümanlari durdurmasini söyledi: "Haydi bakalim maharetini göster ey Ibnü'l-Ass, yoksa mahvolduk demektir" diyerek Amr'i önledi. Bunun üzerine Amr da Muaviye askerlerine "Ey nâs! Kimin yaninda Mushaf varsa mizraginin ucuna takarak havaya kaldirsin" diye hitab etti (Hasan Ibrahim Hasan, Târih'ul-Islâmü's-Siyâsî, I, 400). Amr, bu hareketinin Hz. Ali taraftarlari üzerinde büyük bir etki gösterecegini biliyordu ve nitekim öyle oldu. Müslümanlar Kur'ân'a karsi gelemezlerdi. Basra kurrâsindan Mis'ar b. Fedeki ile el-Esas b. Kays'in baskanliginda bir grubun baskisiyla Hz. Ali de savasi birakmak zorunda kalmisti. Hatta tehdit edilerek kendisine söyle denildi: "Allah'in kitabina çagrildiginda ona uy, yoksa seni kalabaliga birakiriz veya Osman'a yaptigimiz gibi yapariz!..."

    Bunun üzerine Hz. Ali "Ey Allah'in kullari: Hakkinizi almaya ve dogru olan isinizi yapmaya devam edin. Zirâ Mu'âviye, Amr bin-Ass, Ibni Ebi Muaye, Habib b. Mesleme, ibni Ebi Seher ve Dahak b. Kays dine ve Kur'ân'a sahip ciddi ve samimi insanlar degillerdir. Ben onlari sizden daha iyi bilirim..." Fakat bu tür konusmalari bir fayda vermedi. Askerler: "Biz Kur'ân'a karsi kendimizi ortaya atip meydan okuyamayiz, Hz. Ali'nin sözlerini kabul edemeyiz" diyerek savasmaktan vazgeçtiler (Ibnu'l-Esîr a.g.e. 321, 322, Dogustan günümüze büyük Islâm tarihi, II, s. 244; Irfan Abdulhamit, Islâm'da itikâdî mezhepler ve Akaid esaslari, tic. M. Saim Yeprem s., 82).

    Böylece sulhun akdedilmesi konusunda, Kurrâ ehlinin büyük tesiri olmustur. Kurrâ ehli, müslümanlarin arasindaki sorunun çözümünde Kur'ân'i hakem olarak kabul ve tavsiye ediyorlar, herkesi de bu görüse göre yönlendirerek Hz. Ali'nin de bu görüsü benimsemesi için ona baski yapiyorlardi. Sonunda Hz. Ali, Muâviye'ye elçi olarak gönderdigi komutani Ester'i geri çagirarak; "yaziklar olsun! Ester'e söyleyin geri gelsin. Zira fitne çikti: Artik harbi birakmaktan baska çare yok" diyerek sulhe ister istemez razi oldu... Sonra Muaviye'ye Es'as b. Kays'i göndererek ne istedigini ögrenmesini söyledi. Hz. Muâviye gelen elçiye; "Siz ve biz Allah'in kitabinda emrettigi seye dönecegiz. Sizden, razi oldugunuz bir kisiyi gönderiniz, biz de bir kisi göndeririz ve bu kisilerin Allah'in Kitabinda olan hükümle karar vermelerine, Kitaptan sasmamalarina dair onlardan söz aliriz. daha sonra da anlastiklari seye uyariz (Ibnü'l-Esîr a.g.e; 323), diyerek planini açikladi. Es'as bu teklifi alarak disariya çikti ve bazen bizzat kendisi okumak suretiyle bazen de halka verip okutmak suretiyle ilân etmeye basladi. Nihayet Temim ogullarindan bir gruba götürdü. Aralarinda Urve b. Üdeyye'nin de bulundugu bu grup, sözkonusu mektubu okuyunca Urve b. Üdeyye "Allah'in emri dururken tutup ta baska sahislari mi hakem tayin ediyorsunuz? Oysa Allah'tan baska hiç kimsenin hüküm verme yetkisi yoktur" (La hükme illa lillah) dedi.

    Hakemlerin seçimi konusunda Muâviyenin tayin edecegi kisi belli idi ki bu Amr b. el-Âs'dan baskasi olamazdi. Ancak Hz. Ali taraftarlarindan Es'as ve ona tabi olanlar da "biz Ebû Musa el-Esâri'ye raziyiz" dediler. Bunun üzerine Hz. Ali "siz daha isin basinda bana isyan ettiniz, su an bana karsi gelmeyiniz" diyerek Ebû Musa hakkindaki endisesini açikladi ve onlara ihtarda bulundu. Hz. Ali'ye göre Ebû Mûsa el-Es'ârî insanlari Muâviye tarafina yönlendirerek kendi sirlarini onlara anlatiyordu Ancak taraftarlari Ebû Musa üzerinde direttiler. Hz. Ali de bunlarin görüslerine istemeyerek de olsa uymak zorunda kaldi. Hz. Ali'nin bu kanaati ise Hâricilerin ortaya çikmasi neticesinde dogrulanmis oluyordu. Onlarin da yanlis davranislari hem yeni bir sapik firkanin dogmasina hem de bir çok kimsenin itikadinin bozulmasina yol açti (Taberî III; Ibnü'l-Esir a.g.e 330-331). Iki taraf, arasinda hakem tayini ile ilgili sözlesmeyi yazarak bunun kabul ve tasdikini garanti altina aldilar. Sözlesmenin özeti söyle idi: "Bismillahirrahmanirrahim". Bu, üzerinde Ali b. Ebi Talib ve Muâviye b. Ebi Süfyan'in anlastigi bir metindir, Allah'in hükmüne ve Kitabina göre hareket edecegiz. Bizi Allah'in kitabindan baskasi birlestiremez. Allah'in Kitabi bastan sona kadar elimizde oldugundan, onun dirilttigini bir de diriltir; terkettigini biz de terkederiz. Her türlü hükmünü kabul ederiz. Iki hakem; Ebû Musa Abdullah b. Kays el-Es'ârî ve Amr b. el-Âs el-Kureysî, Allah'in kitabinda ne bulurlarsa onunla amel edeceklerdir. Allah'in kitabinda bulamadiklarini, bir araya getirici âdil sünnette arayacaklardir. Ali ve Muâviye, Allah'a karsi ahid ve misak içindedirler. Her biri derler ki: "Ben bu sahifedeki seye raziyim." Abdullah b. Kays el-Es'arî ve Amr b. el-Âs, Allah adina yemin etmislerdir. Karâri Ramazan ayina ertelemislerdi. Sonra ikisi, bu sayfada olan sey üzerine: bu husuta zulüm ve saptirmak isteyen ve bu sahifede olan seyi terkeden kimseye karsi sâhitlerin yardimci olacaklarina dair sehadetlerini yazarlar. Onbes safer, hicrî 37."

    Iki hakem yetkilerini gösteren sahifeleri alarak Ramazan 37 H. (M. 657)'de bir araya geldiler. Erzuh'ta Dumetü'l-Cendel'de her iki taraftan dörtyüzer kisilik birer grup hakem kararini almak üzere toplantiya katildi. Iki hakem önce niçin toplandiklarini konusarak karara vardilar. Bunun amaci halkin arasindaki gerginligi azaltmakti. Önce Amr söz aldi. "Hz. Osman'in haksiz olarak öldürdügü fikrine katiliyor musun?". Ebû Musa "evet" diyen Amr, el-Isrâ suresi 33. âyette haksiz yere insan öldürülemeyecegini gösteren delilini ileri südü. O halde ey Ebû Musa! Seni Hz. Osman'in velisi Muâviye'ye karsi çikaran nedir? O Kureystendir deyince Amr da Hz. Ali'nin Peygamber (s.a.s.)'in soyundan oldugunu ve damadi olarak Muâviyeden önce geldigine isaret etti. Bu tür çekismeler uzun bir süre daha devam etti. Onlar sulhün böyle devam edemeyecegini, hem Hz. Ali hem de Muâviye'ye bey'at edilmemesi gerektigine inanarak fikir birligine vardilar. O halde yeni halife müslümanlar tarafindan seçilmeliydi. Simdi yapilacak is bu kararlarini müslümanlara bildirmeye gelmisti. Bu karari cemaate açiklamak üzere Ebû Musa minbere çikti ve Allah'a hamd ve senadan sonra "Ey nas! Biz ümmetin durumunu düsünüp bir formül bulmakta epey zorlandik. Hem benim, hem de Amr'in görüsü sudur: Hz. Ali ve Muâviye'yi hilâfetten uzaklastirmak ve ümmetin kendisinin istedigi birisini hafife tayin etmelerini saglamak gerekir. Bundan dolayi ben, Hz. Ali ve Muâviyeyi hilâfet görevinden aliyorum" dedi. Sira Amr'a gelince O da minbere çikti ve söyle konustu; "Süphesiz Ebû Musa'nin söylediklerini duydunuz. O Ali'yi görevden almistir. Ben de onun yerine Muâviye'yi halife tayin ettim" deyince herkes saskinliktan ne yapacagini, ne diyecegini bilemedi. Bu karara Ebû Musa derhal itiraz ederek " Sana ne oluyor ki anlasmaya ihanet ediyorsun, sen facir oldun. Allah seni basariya ulastirmasin" diyerek orayi terketti. (Ibnü'l-Esîr a.g.e 340).

    Ebû Musa bu olaydan duydugu utanç ve üzüntü üzerine insanlardan uzaklasmak amaciyla Mekke'ye giderek orada yalniz basina yasamayi tercih etti. Bu olay üzerine müslümanlar dagilmis, Muâviye kendisini mesrü halife ilan ederek Islâm tarihinde çift halife dönemi baslamistir. Bu durum Hz. Hasan'in elinden halifeligin alinmasina kadar devam etmistir. Ancak Hz. Ali hiç bir zaman Muâviye'yi mesru halife olarak tanimamis, sehîd edilinceye kadar Sam hariç bütün müslümanlarca halife olarak kabul edilmistir.
#20.09.2005 11:12 0 0 0
  • Hz. Hasan'in hilafeti - Muaviye devrinin arka plani

    HZ. HASANIN HILAFETI - MUAVIYEYE DEVRININ ARKAPLANI

    M. Mahfuz SÖYLEMEZ

    Genel bir bakis

    Hz. Hasan dönemi, Islam tarih yaziciligi açisindan problemli bir dönemdir. Söz konusu zaman dilimi ile ilgili yeterli arastirma yapilmamistir. Mevcut çalismalarda da çogu zaman mezhepsel kaygilar ön plana çikmistir. Bu durum dönemin aydinlatilmasi bir yana, sorunun daha da giriftlesip içinden çikilmayacak bir hal almasinda etkili olmustur. Özellikle Sia ve Ehl-i Sünnet, söz konusu devreyi, bir birinden oldukça farkli sekillerde insa etmislerdir. Bu iki düsünce ekolünün, Hz. Hasan ile ilgili tarihi verileri kendi görüsleri dogrultusunda kurguladiklari ve buna uygun bir tarih insaina çalistiklari görülmektedir. Sia, Tanri tarafindan belirlenen ikinci imam olarak kabul ettigi Hz. Hasan ile ilgili kutsal bir hâle olusturarak, kurgulamasini bu eksen üzerinden yaparken,[1] Ehl-i sünnet ise bir taraftan Hz. Peygamberin torunu Hasan imajini zedelemeden ve onu rencide etmeden Siaya karsi durmaya çalismak, diger taraftan ise Muaviyeye yapilan asiri elestirilerin, en azindan bir kismini, gögüslemek gibi bir paradoksla karsi karsiya kalmistir.

    Ehl-i Sünnet, Muaviyenin gerek Hz. Ali gerekse Hz. Hasan karsisindaki tutumunu temelde yanlis ve haksiz bulmasina ragmen fazla elestirmeme egilimindedir. Her iki grup da Hz. Hasanin hilafeti Muaviyeye teslim etmesini dogru bulmama noktasinda ortak bir paydada bulusuyorlarsa da, fiilen aksi gerçeklesmis olan imametin, Muaviyeye devri hadisesini mesru kilacak tarzda, tevil etme yolunu tercih etmislerdir. Ehl-i Sünnet bu noktada Benim bu oglum seyyiddir. Umulur ki Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir. [2] hadisine dayanarak, Hasanin Muaviye ile barismasini mesru bir zemine oturtma çabasina girisirken, Sia ise Hz. Hasani hakli göstermek için hadiseye ilahi bir yön veya veche verme gayretindedir.

    Hz. Hasanin hilafeti Muaviyeye devretmesi ile alakali muazzam bir hadis külliyati uydurulmustur. Bu durum söz konusu ideolojik kurguyu göstermesi açisindan önem arzetmektedir. Biz, çogunlugu Sia tarafindan uydurulmus olan bu hadislerden sadece bir kaçini zikretmekle yetinecegiz:

    Muaviyeyi Hz. Peygamberin minberinde görmeye tahammül edemeyen Siîler, bir taraftan Peygamberin Muaviyeyi lanetledigini ve Onu minberimin üzerinde görürseniz, öldürünüz dedigini aktarirlarken[3] diger taraftan, Resulullah rüyasinda Ümeyyeogullarinin birbiri ardinca minbere çiktiklarini gördü. Bu rüya onu üzdü kendisini teselli etmek için yüce Allah Kevser suresini nazil buyurdu iddiasinda bulunmaktadirlar. Bir birinden iki ayri durusu ifade eden bu haberlerden ilki, daha erken döneme ait iken, ikinci haber ise Emevî hanedanina mensup halifelerin pes pese iktidara geldikleri bir döneme aittir. Nitekim rivayetteki teslimiyet havasi Emevîlerin güçlü oldugu dönemlerde uydurulmus oldugunu göstermektedir. Ibnul-Esîr, hilafeti Muaviyeye teslim ettiginden dolayi elestirilen Hz. Hasanin kendisini savunmak için bu haberi kullandigini söylemektedir.[4] Bu durum, daha sonraki dönemlerde Peygamberin torununu temize çikarmak amaciyla bu uydurma rivayetten Ehl-i Sünnetin de yararlanmak istedigini ortaya koymaktadir.

    Siîlerin kendi aralarindaki tartismalarin da zaman zaman uydurulan hadislere katildigini görmekteyiz. Nitekim Peygambere söylettirilen Hasan ve Hüseyin huruc etmeseler de etseler de imamdirlar[5] haberi aslinda Sianin kendi içerisindeki tartismalar ile alakalidir. Hz. Hasan ile Hüseyinin Emevîler karsisindaki farkli tutumlari, Hz. Hasanin imametini tartismali hale getirince, böyle bir hadis uydurularak imameti kurtarilmistir!. Yine ayni düsünce ekolü tarafindan uydurulan Ilim anlamindaki ars, öncekilerin dördü, sonrakilerin de dördü tarafindan tasinir. Önceki dört selam üzerlerine olsun Nuh, Ibrahim, Musa ve Isadir. Sonrakiler de Allahin salati üzerlerine olsun Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyindir. [6] haberi ashabin en aliminin kim oldugu ve imametin ümmetin en alimine ait oldugu tartismalara, yani hicri ikinci asra ait çekismelerle yakindan iliskilidir. Bilindigi gibi Sia ümmetin en alimi olarak Hz. Aliyi kabul etmekte ve Imametin Hz. Ebûbekirin degil onun hakki oldugunu iddia etmekteydi.

    Nebi (as) Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyine söyle demistir: Sizinle savasan kimsenin düsmani, sizinle baris halinde olanin dostuyum.[7] Hadisi ise yine Siîler tarafindan uydurulmus bir haber olup Cemel, Siffin ve Kerbelada Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin ile savasmis olan Emevîleri toptan cehenneme gönderme amacina matuf olarak uydurulmustur.

    adli eserde bulunan asagidaki hadise ise Siîler tarafindan bu konuda uydurulan hadislerde artik mantigin bile yok oldugunu göstermesi açisindan son derece çarpicidir.Hüseyin (as) Aisenin [Hz. Hasanin dedesinin yanina defnedilmesine müsaade etmemesi] üzerine kendisine gitti ve onun talakini verdi. Çünkü Resulullah, kendi eslerini bosama yetkisini kendisinden sonra Emirul-mümîne [Hz.Ali] vermisti. O da kendisinden sonra Hasan (as)a vermisti. Hasan da Hüseyin (as)e vermisti. Resulullah [bu yetkiyi verirken de] söyle buyurmustu: Eslerimin içinde Kiyamet günü beni görmeyecek olanlar, vasilerim tarafindan talaklari verilmis olanlardir.[8]

    Benim bu oglum seyyiddir. Umulur ki Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir. Siyasî hadiseler ile hadis iliskisi konusunda bir çalismasi bulunan Mehmet Hatipoglu bu hadisin mevzu oldugunu söyledikten sonra söyle demektedir:

    Ehl-i Beyte asiri derecede bagli olan kimseler, onun maddi menfaat karsiligi mukaddes davadan yüz çevirmis olmasini hazmedememisler, hatta onu, müminlerin yüz karasi olarak ilan etmeye karar vermislerdir. Hasanin hareketini mazur görmeye çalisan çevreler ise, onun müdafaasini Hz. Peygambere yaptirmaktan baska çikar yol bulamayacaklardir. Hz. Peygamber, iki büyük ordunun birbirini kirmasina mani olup sulhu ikame eden bu torununun tutumunu yerinde bulacak, hatta övecektir.[9]

    Yezîd b. Humeyr b. Abdurrahman b. Cubeyrin agziyla Hasana söylettirilen Araplarin çogunlugu bana itaat etmekteydiler. Istedigim ile savasiyor, istedigim ile baris imzaliyorlardi. Ama ben bütün bunlara ragmen hilafeti Allah rizasi ve ümmetin kaninin dökülmemesi için terkettim[10] ifadesi de yukaridaki hadisi tamamlamasi için insa edilmis gibidir. Yukarida sadece bir kaçini aktarmis oldugumuz haberlerden de anlasildigi gibi, Hz. Hasan dönemi sonraki kusaklar tarafindan bir çok kez restorasyona tabi tutulmus ve tarih kurgulayicilari tarafindan birden fazla kurgulanmistir. Iste tarihin geriye dönük olarak okunmasinin en güzel örnegi olan, bu kurgu tarih içerisinden dogruyu bulup çikarmak Islam tarih yazicisinin önündeki en büyük problemlerden biri olarak durmaktadir. Biz bu çalismamizda yukarida saydigimiz iki farkli ideolojik durustan herhangi birinin tuzagina düsmeden Hz. Hasanin hilafeti Muaviyeye devretmesinin nedenlerini tartismak istiyoruz. Elde ettigimiz malzemenin hem lehte hem de aleyhte olanlarini dikkate alarak bir sonuca varmaya çalisacagiz.


    ------------------

    *Gazi Üniversitesi Çorum Ilahiyat Fakültesi

    [1] Sia Hz. Hasanin yaptigi her seyin Allah tarafindan emredildigini, onun da Allahin emrini yerine getirdigini söylemektedir. Konu ile ilgili Kuleynî sunlari aktarmaktadir: Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazili bir metin olarak Muhammede indi. Vasiyet ile ilgili bu yazili metin disinda Muhammede gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemistir. Cebrail dedi ki: Bu Ehl-i Beytine ümmet hakkindaki vasiyetindir.... Muhammedin ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açti onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açti onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açti, orada sunun yazili oldugunu gördü; savas, öldür ve öldürül, insanlari kendinle beraber sahadet için götür. Sen olmaksizin onlara sahadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyine verdi.... Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsçaya trc. Seyid Cevad Mustafa), Tahran ?, II, 28-29

    [2] Bu hadis bir çok meshur hadis mecmualarinda da yer almaktadir. Örnek olarak bkz. Buharî, VII, 74; Tirmizî, 3775; Nesaî, III, 107; Ebû Davud, 4662, Taberanî, 2588; Semsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyer Alam en-Nubela,(thk. Suayb el-Arnavud-Hüseyin el-Esed) I-XXIII, Beyrut 1984-1988, III, 251; Zehebî, Tarihul-Islam ve Vefeyâtul-Mesâhîr vel-Alâm Ahdu Muaviye b. Ebî Süfyân 41-60, (thk. Ömer Abdusselam Tedmurî), Beyrut 1993, 34; Ibn Teymiyye, Sualun fi Muaviyye b. Ebi Süfyan;(trc. M. Mahfuz Söylemez, Ideolojik Tarih Okumalarinin içerisinde) Ankara 1999, 119; Sihabuddin Ahmed b. Abdulvahhab en-Nuveyrî, Nihâyetul-Ereb Fi Funûnil-Edeb, (thk. Muhammed Ebûl-Fadl Ibrahim) Kahire 1975, XX, 230.

    [3] Allame Ibn Mutahhar Hillî (726/1326), Kitabu Minhâcul-Kerâme fi Marifetil-Imâme, (thk. Muhammed Resâd Sâlim), Kahire 1962, 113

    [4] Ibnul-Esîr aynen söyle demektedir: Hz. Hasan Kûfeden ayrildiginda adamin biri ona hücum ederek Ey Müslümanlarin yüzünü kara çikartan adam diye bagirmis, Hz. Hasan da ona söyle cevap vermisti: Beni kinama! Resulullah rüyasinda Ümeyyeogullarinin birbiri ardinca minbere çiktigini gördü. Bu rüya Peygamberi çok üzmüstü, Ancak yüce Allah bunun üzerine su ayeti indirdi Biz sana Kevseri verdik. Arkasindan indirdigi kadir suresinde söyle buyurdu: Biz onu Kurani kadir gecesinde indirdik... (o gece) bin aydan daha hayirlidir. Senden sonra Ümeyyeogullari bu göreve geleceklerdir. Bkz. el-Kâmil, III, 416

    [5] Seyh Razî Ali Yasin, Sulh-i Imam Hasan por sokveterin-i nermes-i kahrumânâne-i tarih, (Farçaya trc. Seyyid Ali Hameneî), Tahran 1365, 269; Muhammed Beyumî Mehran, el-Imam Hasan b. Ali, Beyrut 1990, 44

    [6] Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Babeveyh el-Kumî (Seyh Saduk), Risâletul-Itikadiyetil-Imâmiyye: Siî Imamiyyenin Inanç Esaslari, (Türkçeye trc. Ethem Ruhi Figlali), Ankara 1978, 47

    [7] Seyh Saduk, 125. Bu rivayetin Hillîdeki versiyonu ise Ey Ali seninle savasan benimle savasmis, seninle anlasan benimle anlasmis olur seklindedir. Bkz. Hillî, 115-116

    [8] Mesudîye atfedilen Isbatul-Vasiyye li Imam Ali b. Ebî Talib, Beyrut 1988, 173

    [9] Bkz. Mehmet Hatipoglu, Hz. Peygamberin Vefatindan Emevîlerin Sonuna Kadar Siyasî-Ictimaî Hadiselerle Hadis Münasebeti, Basilmamis Doçentlik Tezi, Ankara, 41

    [10] Zehebî, Tarih (muaviye) 38
#20.09.2005 11:15 0 0 0
  • HZ. HASANIN HILAFETI - MUAVIYEYE DEVRININ ARKAPLANI


    Hz. Hasanin Hilafete Getirilisi

    Hz. Ali ile Hz. Fatimain ilk çocugu olan Hz. Hasan, Medinede 625 tarihinde dogdu. Taberistanin ve Kuzey Afrikanin fethinde bulundu. Hz. Osmanin asiler tarafindan kusatildigi dönemde, kardesi Hüseyin ile beraber, onu korumak amaciyla kapisinda nöbet beklemesi disinda, babasinin hilafetine kadar hiçbir siyasî hadisede yer almadi. Hz. Ali döneminde ise Hz. Aisenin ordusuna karsi savasmak üzere, asker toplamak amaciyla, Kûfeye, ünlü sahabi Ammâr b. Yâsir ile beraber gönderildi.[1] Babasinin hilafeti döneminde cereyan eden savaslarin tamamina istirak etti.

    Hz. Alinin vefatindan sonra hilafete getirilen Hz. Hasanin seçilis biçimi ile Hz. Ebubekirin göreve getirilisi arasinda bir benzerlik bulunmaktadir. Bir farkla ki Hz. Ebubekirin hilafete gelisinde Ensarin, Sad b. Ubâdeyi halife seçmek amaciyla, daha önce bir takim hazirliklar yaptigi anlasilmaktadir.[2] Bu durum sahabenin tamamen hazirliksiz olmadigini, en azindan bir kisminin Hz. Peygamberin hastaligi esnasinda, onun vefat edecegi gerçekligine kendisini hazirladigini ortaya koymaktadir.

    Hz. Hasana gelince; Kûfelilerin Hz. Aliden sonra kimin halife olacagi hususunda hiçbir hazirlik yapmadiklari anlasilmaktadir. Çünkü Hz. Alinin sehit edilmesi ani bir gelismedir. Kûfeliler bu duruma tamamen hazirliksiz yakalanmislardir. Ancak Hz. Alinin yaralanmasi ile beraber kimin halife olacaginin tartisilmaya baslandigini görmekteyiz. Tartisma Hz. Aliye kadar getirilmis, kendisinden sonra halifelik yapacak bir sahsi tayin etmesi istenmistir.[3] Hz. Hasan disinda, kaynaklarimiz tarafindan zikredilmemis olmasina ragmen, baska adaylar da bulunmus olmalidir. Babasinin vefatindan iki gün sonra kendisine biat edilmis olmasi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.[4] Ancak Hz. Hasan, bu adaylar arasindan siyrilip ön plana çikmistir. Onun ön plana çikmasinin bir takim nedenleri olmalidir. Kendisini hilafete tasimada önceki basarilarinin rolünün olmadigini biliyoruz. Zira daha önce hilafete gelebilecek kadar büyük bir basari elde edemedigi gibi katildigi savaslarda da kayda deger bir varlik gösterememistir. Nitekim hilafeti onun hakki olarak görenler de kendisine böyle bir basari atfetmemektedirler. Dolayisiyla Hz. Hasani hilafete tasiyan nedenleri baska yerde aramak gerekmektedir.

    Sia, Hz. Hasani hilafete tasiyan nedenin ilahî oldugu kanisindadir. Onlara göre Hz. Hasan, babasindan sonraki imam olarak Tanri tarafindan belirlenmistir. Dolayisiyla Hz. Ali, Tanrinin bu emrine dayanarak, oglunu kendisinden sonraki imam olarak açiklamis ve halkin ona biat etmesini emretmistir. Bu hadiseden sonra da Kûfeliler, Hz. Hasana biat etmislerdir. Siî müellif Kuleynî, bu olayi anlatirken, söyle demektedir: Ali (as) hasta oldugu zaman onun yerine namazi oglu Hasan kildirdi. Imam Ali kitabini ve silahini ona vererek onu kendi yerine imam tayin etti ve söyle dedi: Yavrum! Allah Resulü benden sonra seni vasi tayin etmem ve kitabim ile silahimi sana vermemi emretti. Peygamber beni kendisine vasi tayin edip kitabini ve silahini verdigi gibi, benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarina dogru bunlari kardesin Hüseyine vermeni buyurmami emretti... [5] Isbatul-Vasiyye adli eserde de Hz. Alinin on iki oglunu bir araya toplattigini, kendilerine Hasan ve Hüseyini vasi tayin ettigini söyledigini, bundan sonra da Hz. Hasana biat edildigini aktarmaktadir.[6] Ibn Asem Hz. Alinin vefatindan sonra Kûfeliler önce Hasanin, arkasindan da Hüseyinin imam olmasini kabul ettiler[7] demektedir. Ancak Siî kaynaklar disindan gelen rivayetler Hz. Hasanin bu sekilde veliaht olarak atandigina dair yeterli bilgi sunmamaktadir. Aksine tarafsiz rivayetlerin büyük bir kismi Hz. Aliye kendisinden sonra kimi halife tayin edeceginin soruldugunu, onun da hiçbir beyanda bulunmadigini aktarmaktadir. Örnegin Islam Tarihinin önemli kaynaklarindan biri olan Belâzûrî tarafindan aktarilan Cündeb b. Abdullahin Hz. Aliye geldigi ve oglu Hasani halife seçmek istediklerini, bu konudaki fikrini sordugunu, Hz. Alinin de size emretmeyecegim gibi sizi bundan da alikoymam[8] rivayeti bunlardan sadece birisidir.

    Öyle anlasiliyor ki Hz. Ali kendisinden sonraki halifeyi belirlemek istememistir. Nitekim kendisine bu talepte bulunanlara Hz. Peygamberi örnek almak istedigini ifade ederek hiç kimseyi halife olarak zikretmeyecegini söylemistir.[9] Bilindigi gibi Hz. Peygamber de kendisinden sonra hiç kimseyi halife tayin etmemis, ümmeti kendi halifesini tayin hususunda özgür birakmisti. Hz. Ebûbekir ve Ömer ise kendilerinden sonraki halifeyi bir sekilde belirlemislerdi. Hz. Ömer, Hz. Osmanin halife seçildigi sûrâyi belirlerken oglunu da dahil etmis, fakat seçilemeyecegini sart kosmustu. Iste Hz. Ali bu hadiseye de vurgu yaparak Hasani halife olarak belirlemeyecegini, hilafetine de engel olmayacagini açiklamisti. Adnan Demircanin da belirttigi gibi belki de Hz. Ali, açik bir sekilde dile getirmemis olsa da, oglunun halife olmasini istemistir. En azindan oglunun da diger insanlar kadar hak sahibi oldugunu düsünmüs olmalidir.[10] Zaten Abdullah b. Cündebin kendisiyle görüsmesinden hemen sonra oglunu çagirip nasihatlerde bulunmasi da halife seçilecegini bekledigini göstermektedir.[11]

    Hz. Aliin vefatindan iki gün sonra halk yeni halifeyi seçmek üzere Kûfe Cuma mescidinde toplandi.[12] O ana kadar da halifenin kim olacagi hususunda halk arasinda bir ittifak bulunmuyordu. Bunu bilen Kays b. Sad b. Ubâde el-Ensârî, mescitte bir konusma yaparak, babasinin faziletlerini ve Hz. Hasanin meziyetlerini zikretmis, ona biat etmeleri hususunda Kûfelilere telkinlerde bulunmus ve hiç zaman kaybetmeden kendisine biat eden ilk kisi olmustur. Onun biat etmesiyle Kûfeliler de biat etmeye baslamislardi.[13] Dönemin ileri gelenlerinden biri olarak kabul edilen Kays b. Sad b. Ubâdeyi Hz. Hasana biat hususunda bu denli acele ettiren neden ise Kûfenin yapisinda aranmalidir. Zira Kûfe çok farkli etnik unsurlari barindiran bir kent idi.[14] Hilafet tartismalari ile, bu etnik unsurlarin karsi karsiya gelebilecegi endisesinin Kaysi acele ettirmis olmasi yüksek bir ihtimaldir. Böylece Kaysin, gerek Kuzey Araplari gerekse de Güney Araplari tarafindan kabul edilebilecek birine biat ederek, Kûfelilerin birbirlerine girmesini, bir iç savasin patlak vermesini engelledigini söylemek mümkündür.

    Siî temayüllü olan Isfehanî, Hz. Hasana ilk biat edenin Abdullah b. Abbas oldugunu söylemektedir.[15] Ancak Abdullah b. Abbas, Hz. Alinin Basra valisi idi ve o anda Kûfede olmayip görevinin basinda bulunuyordu.[16] Zaten Isfehanî Hz. Hasana ilk biat eden sahsin Abdullah b. Abbas oldugunu söyledikten sonra Muaviye tarafindan Hz. Hasanin hakimiyetinde bulunan kentlere casuslarin gönderildigini, Kûfeye gönderilen casusun Hz. Hasan, Basraya gönderilen casusun da Basra valisi Abdullah b. Abbas tarafindan yakalanarak idam edildigini belirtmektedir.[17] Böylece Isfehanî de daha önce verdigi bilgiyi yanlislamakta, Abdullah b. Abbasin o tarihte Basrada oldugunu kabullenmektedir. Ibn Asemin de Abdullah b. Abbasin Basradan Hz. Hasana mektup yazip, Muaviye ile savasa devam etmesini tavsiye ettigini söylemesi de[18] Abdullahin, Hz. Hasana biat ettigi tarihte Kûfede olmadigi gerçegini ortaya koymaktadir.

    Burada üzerinde durulmasi gereken bir baska husus ise Hz. Hasana yapilan biatin sekli ile ilgilidir. Kaynaklar bu konuda birbiri ile çelisen iki ayri rivayet kümesi zikretmektedirler. Birinci rivayet kümesi Kûfelilerin, Hz. Hasana, Muaviye ile savasmasi sarti ile biat etmek istedigini ve Hz. Hasanin Kuran ve Sünnet yeter diyerek bunu reddettigini belirtmektedir.[19] Kaynaklarimizda bunlarin kimlikleri ile ilgili net bilgiler verilmese de savas hususunda bu kadar istekli olan bu grubun Haricîler oldugu kanaatindeyiz. Eger Hz. Hasana biat etmis olanlarin tamami, Muaviye ile savasmak sartyla onun hilafetini taniyacaklarini ileri sürmüs olsalardi, biraz sonra anlatmaya çalisacagimiz süreçte, savas hususunda bu kadar gevsek davranmaz ve savasmamak için bu kadar mücadele etmezler, aksine Muaviye ile canla basla savasirlardi. Oysaki hadiseler Kûfelilerin ne kadar isteksiz olduklarini, savastan ziyade barisi düsündüklerini ortaya koymaktadir.

    Taberî, Kays b. Sad b. Ubâdenin de Muaviye ile savasmak sarti ile biat etmek istedigini, ancak Hz. Hasanin bu sarti kabul etmedigini söylemektedir.[20] Fakat hadiseyi Kûfeli tarihçi Avvâne b. el-Hakemden (ö.148) den aktaran Belâzûrî, Kaysin sartli biat ettigine dair bir bilgi aktarmamaktadir.[21] Zaten Kaysin sartli biat etmek istemesi olayin akisi ile uyumlu degildir.

    Ikinci rivayet kümesi ise Hz. Hasanin barisi saglamak veya kendisine bir takim çikarlar elde etmek amaciyla hilafete gelmek istedigini, hilafete seçilirken baris yaptigi ile baris, savas yaptigi ile savas yapmak sarti ile biat aldigini, [22] böylece hilafeti Muaviyeye devretmek için hazirlik yaptigini söylemektedir. Nitekim bu rivayetler Hz. Hasanin Muaviye ile savasma niyetinde olmadigini, tek amacinin kendisine bir takim çikarlar sagladiktan sonra hilafeti Muaviyeye teslim etmek oldugunu belirten Zührî kanaliyla gelmektedir.[23] O bu kurgusunu, söz konusu sahislar arasinda hiçbir hadise meydana gelmemiscesine, Hasanin Muaviyeye yazarak ondan bir takim seyler talep ettigini, bunlarin verilmesi durumunda biat edebilecegini söyledigi iddiasi ile tamamlamaktadir.[24]

    Zühri Emevî yanlisi bir tarihçidir. Nitekim bu hanedan ile yakin iliskileri bulunmakta idi. Abdulmelik b. Mervan fetva hususunda ona basvururdu.[25] Emevî halifesi Hisam döneminde ise bu hanedaninin neredeyse bir parçasi haline gelmis, onlardan hiç ayrilmamistir. Bu dönemde halifenin çocuklarinin da hocaligini yapmistir.[26] Dolayisiyla Zührî tarafindan aktarilan bu rivayetin Hisam dönemindeki Imam Zeyd b. Ali hareketiyle de yakin iliskisinin bulunma olasiligini göz ardi etmemek gerekir. Bilindigi gibi Hisam b. Abdulmelike isyan eden Zeyd b. Ali döneminde de bir takim ekonomik nedenler gündeme gelmis ve Zeyd b. Ali hadisesi bu ekonomik sorunlardan dolayi patlak vermis idi.[27] Hz. Hasanin hilafeti para karsiliginda sattigini söyleyen yukaridaki rivayetler, ayni zamanda Zeyd b. Aliyi karalamak için kullanilmis olmalidir. Böylece bu ailenin öteden beri para düskünü oldugu, ilkelerinin bulunmadigi ima edilerek, Zeyd b. Aliyi halkin gözünden düsürme amaciyla ileri sürülmüs olmasi muhtemeldir. Bu rivayetler ayni zamanda Hz. Hasanin böyle bir sart ileri sürdügünde, biat etmekte olan halkin tereddüt geçirdigini, Muaviye ile anlasmak niyetinde oldugundan süphelendiklerini ve bu tutumunu kinadiklarini aktarmaktadir.[28] Fakat biraz sonra aktaracagimiz hadiselerden de açik bir sekilde anlasilacagi gibi Kûfeliler hiç de bu kanaatde degillerdi. Aksine onlar savasmayi istemiyorlardi.



    Kendisine h. 40 yilinin Ramazan ayinda biat edilen Hz. Hasanin halife olarak ilk icraati babasinin katili olan Abdurrahman b. Mülceme kisas uygulamasi oldu.[29] Rivayetler Hz. Hasanin bu ilk sinavini hiç de iyi vermedigini aktarmaktadir. Zira bu rivayetlerin önemli bir kismi Abdurrahman b. Mülcemin iskence ile öldürüldügü hususunda hemen hemen ittifak halindedir. Bunlardan kimisi ise Ibn Mülceme müsle yapildigini; yani önce elleri, sonra ayaklari, arkasindan kulaklari ve burnu kesildikten sonra öldürüldügünü söylemektedir.[30]



    --------------------------------------------------------------------------------

    [1]Hz. Hasan ve Ammâr b. Yasirin Kûfe valisi Ebû Musa el-Esarî ile tartismalari meydana gelmis, bu tartismalarin akabinden ancak 7000 kisilik bir kuvvet Hz. Alinin ordusuna katilmistir. Genis bilgi için bkz. Halife b. Hayyat, Tarihu Halife b. Hayyat, (thk. Süheyl Zekkar), Beyrut 1993, 137-138; Ebu Cafer Muhammed b Cerîr et-Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l Mulûk, I-XIII, Beyrut 1987, V, 508; Mesûdî, Murûcuz-Zeheb, I-V, Kum 1984, II,368

    [2] Peygamberin cenazesi kaldirilmadan Ensarin Sakifetu Beni Saidede toplanarak Sad b. Ubâdeyi halife seçmeye çalismalari, onlarin Hz. Peygamberden sonra kimin halife olacagi hususunda bir takim hazirliklar yaptigini göstermektedir.

    [3] Bkz. Ibn Kesîr, el-Bidâye ven-Nihaye, (thk. Ahmed Ebû Mülhim ve arkadaslari), I-XIV, Beyrut ?, VIII, 16

    [4] Bkz. Mesudî, Murûc, III, 4

    [5] el-Kuleynî, Usul el-Kafî, II, 65. Kuleynî tarafindan aktarilan bu rivayet kendisinden sonraki kaynaklarin tamaminda yer aldigi gibi, bu gün dahi Siî kökenli arastirmacilar ayni argümani kullanmaktadirlar. Örnek olarak bkz. Razi Ali Yasin, Sulh-i Imam Hasan, 76-77

    [6] Bkz. Isbatul-Vasiyye, 165 vd.

    [7] Bkz. Ebû Muhammed Ahmed b. Asem (314/926), el-Fütûh, I-VIII, Beyrut 1986, III/IV, 284

    [8] Belâzûrî, Kitâbu Cumel min Ensâbil-Esrâf, (thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî) III, 262; Taberî, VI, 73

    [9] Bkz. Ibn Kesîr, el-Bidâye ven-Nihaye, VIII, 16

    [10] Bkz. Adnan Demircan, Islam Tarihinin ilk Asrinda Iktidar Mücadelesi, Istanbul 1996, 40

    [11] Bkz. Belâzûrî, III, 262

    [12] Bkz. Mesudî, Murûc, III, 4

    [13] Belâzûrî, III, 278; Taberî, VI, 73

    [14] Kûfenin demografik yapisi ile ilgili olarak bkz. M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadarîlige Kûfe, Ankara 2001, 95-171

    [15] Ebûl-Ferec el-Isfehanî (356/966), Mekâtilut-Talibiyyîn, (thk. Ahmed Sakar), Beyrut 1987, 52

    [16] Bkz. Ali Yasin, 122

    [17] Bkz. Isfehanî, Mekâtil, 54

    [18] Bkz. Ibn Asem, III/IV, 285

    [19] Ibn Kuteybe konu ile ilgili sunlari söylemektedir: Kûfelilerden bazisi Hz. Alinin vefatindan sonra Hz. Hasanin yaninda yer aldilar. Bunlar ona Muaviye ile savasmasi sarti ile biat etmek istediler. Ancak o, söz konusu gurubun bu sekilde biatini kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Hasandan ayrilarak Hüseyine gittiler ve ona biat etmek istediler. Fakat Hüseyin, agabeyi dururken kendisinin biat almasinin mümkün olmadigini belirtince, ondan ayrildilar tekrar Hasana geldiler ve kendisine biat ettiler. Bkz. Ibn Kuteybe, el-Imame, I/II, 163

    [20] Bkz. Taberî, VI, 73

    [21] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 279

    [22] Belâzûrî, Ensâb,III, 279; Taberî, VI, 77; Ibn Asem, III/IV, 285; Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, (413/1022) el-Irsâd, (shh. Seyyid Kâzim el-Musevî), Kum 1377, 169; Nuveyrî, XX, 224

    [23] Bkz. Ibn Sihâb ez-Zührî, el-Megâzî en-Nebeviyye, (thk.Süheyl Zekkâr), Beyrut 1981, 157; Zührî kanaliyla gelen bu bilgiler ayni sekilde Taberî [VI, 73-74] ve Ibnul-Cevzî [el-Muntazam fi Tevârihil-Mulûk vel-Ümem, I-XII, (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1995, III, 406] tarafindan da eserlerine alinmistir.

    [24] Bkz. Taberî, VI, 77

    [25] Hatta Kaderiye mezhebine mensup bir takim insanlar onun verdigi fetva sonucunda öldürülmüstü. Bkz. Abdulkahir el-Bagdadî, Mezhepler Arasindaki Farklar, (trc. Ruhi Figlali), Ankara 1991, 289

    [26] Bkz. Michael Lecker, Biografical Notes on Ibn Sihab al-Zuhrî Jurnal of Semitic Studies, XLI/I spring 1996, 22 vd; Ayrica bkz. Talat Koçyigit, Zührî, IA, XIII, 643-647

    [27] Imam Zeyd hadisesi ile ilgili genis bilgi için bkz. Muhammed b. Sad, Tabakâtul-Kübra, I-IX, Beyrut trs, IV, 326; Muhammed b. Ali b. Tabataba b. Tiktaka, el-Fahri fi Adâbis-Sultaniyye ved-Duvelil-Islamiyye, Beyrut trs., 133; Ibnul-Cevzî, Muntazam, IV, 673 vd.

    [28] Bkz. Nuveyrî, XX, 224

    [29] Yakubî, Tarihu Yakubî, I-II, Beyrut 1992, II, 216; Ibn Kuteybe, el-Meârif, 240; Taberî, VI, 73; Muhammed b. Hibbân, Kitabu's-Sikât, I-IX, Haydarabad, 1975, II, 305; Kalkasandî ve Nuveyrî Hz. Hasana babasinin katledildigi ilk gün biat edildigini söylemektedir. Bkz. Ahmed b. Ali el-Kalkasandî, Subhul-Asa fi Sinaatil-Insa, I-XV, (srh. Muhammed Hüseyin Semsuddin), Beyrut 1987, III, 266; Meâsirul-Inâfe,106; en-Nuveyrî, XX, 224

    [30] Bkz. Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (276/889), el-Im­âme ves-Siyâse, I-II, Kum 1363, I/II, 161
#20.09.2005 11:16 0 0 0
  • Muaviye Ile Mücadelenin Baslamasi

    Ibn Mülcemin kisas edilmesinden hemen sonra, Hz. Hasan, Muaviye ile baslayacagi mücadelede Kûfelilerin destegini almak için harekete geçti ve atâlarini yüzer dirhem artirdi.[1] O, Kûfelilerin her ne kadar babasinin yaninda yer aliyor gibi görünseler de onu sevmediklerinin farkindaydi. Zira gerek Siffin savasinda, gerekse Nuhayla, Nehrevan ve devamindaki savaslarda bu sehirden önemli sayida insan ölmüstü. Ölenlerin fazlaligini anlatmak için kaynaklar, sehirde agit sesinin yükselmedigi hiçbir evin olmadigini aktarmaktadirlar. Tüm bu insanlarin, yakinlarinin öldürülmesini gönül huzuru içerisinde kabullendiklerini söylemek safdillik olur. Bunun bilincinde olan Hz. Hasan,[2] Muaviye ile yapacagi mücadelede bunlarin destegini saglamak istedi ve maaslarini artirdi. Bu taktigin geçici bir süre için dahi olsa ise yaradigi anlasilmaktadir. Nitekim Belâzûrî, Kûfelilerin Hz. Hasani babasindan daha çok sevdiklerini aktarmaktadir.[3]

    Biat tamamlandiktan sonra yeni halife Hz. Hasan, babasinin öldügünü, kendisinin onun yerine halife seçildigini, babasinin valilerine bildirdi ve biat istedi. Babasinin atadigi valilerinin tamami ona biat ettiler. Hz. Hasan bu valilerden hiç birini degistirmeyerek görevlerinin basinda birakti. Böylece kendisine sadece Muaviyenin kontrolünde bulunan Misir ve Suriye biat etmemis, bunun disindaki yerlesim birimlerinin tamami biat etmis oldu. Daha önce babasinin kontrolünde bulunan yerlesim birimlerinin biatini alan yeni halife, hiç zaman kaybetmeden Muaviyeye mektup yazarak biat istedi.[4] Fakat Muaviye bunu reddetti. Çünkü o Hz. Alinin ölümü ile avantajli bir konuma yükseldiginin farkinda idi. Artik karsisinda genç ve deneyimsiz biri duruyordu. Onunla mücadele etmek daha kolay olacakti. Dolayisiyla hiç zaman kaybetmeden kendisini halife ilan etti ve biat almaya basladi.[5] Böylece Islam aleminin, ilk defa, iki halifesi olmus oldu. Artik Muaviye mesru halifeye biat etmeyen bir vali degil, kendisine, Islam aleminin en azindan bir bölümünde, biat edilmis olan bir halife konumuna yükseldi. Simdi Hz. Hasani ikna etmek veya en azindan hareket alanini daraltmak gerekiyordu. Bu amaçla Muaviye ilk olarak Hasani kendi tarafina çekmek için her zaman uyguladigi taktik olan kesenin agzini açti ve ona aslinda hilafete layik olmakla beraber genç ve tecrübesiz oldugunu, devlet islerinin deneyim gerektirdigini bildirdi ve kendisine katilmasi durumunda ona Irak Beytul-Malinda bulunan tüm parayi ve istedigi bölgenin haracini tahsis edecegini yazdi.[6] Fakat Hasan, buna razi olmayarak babasinin baslattigi mücadeleyi sürdürme niyetinde oldugunu ortaya koydu.

    Muaviyenin mektubunu Hz. Hasana getiren Cundeb b. Abdullah, Samlilarin kendisine karsi savasmak için ordu hazirlamakta olduklarini bildirerek, bu ordunun gücü ve sayisi hakkinda bilgi verdi, bir an önce hazirlanmasini önerdi.[7] Bu hadiseden kisa bir süre sonra Muaviyenin 60.000 kisilik bir ordunun basinda Samdan Iraka dogru hareket ettigi, yerine vekil olarak da ed-Dahhâk b. Kays el-Fihrîyi atadigi haberi geldi.[8] Rivayetlere göre; Hz. Hasan, Muaviyenin ordusunun Iraka hareket ettigi haberini almis olmasina ragmen harekete geçmemistir.[9] Büyük bir ihtimalle Muaviyenin saldiracagi yerin netlesmesini beklemistir. Kaynaklarimiz Suriye ordusunun, Cisru Menbiçe geldigi haberi üzerine Hz. Hasanin basta Hucr b. Adiyy, Kays b. Sad b. Ubâde ve Abdullah b. Abbas olmak üzere danismanlarinin uyarilarini dikkate alarak orduyu hazirlamak için harekete geçtigini ve Kûfe mescidinde halka bir konusma yaparak onlari Muaviyeye karsi savasa çagirmakla yetinmedigini bunun bir cihat oldugunu ilan ettigini aktarmaktadirlar.[10] Hz. Hasanin mescitte yapmis oldugu bu konusma, onun Muaviye ile mücadeleye bakisini yansitmaktadir. Cihad çagrisi içeren bu konusma baris yanlisi birinin yapacagi bir hitap degildir. Eger Hz. Hasan, Muaviye ile savasmak, ya da Demircanin ifadesi ile Müslümanlar arasinda meydana gelebilecek bir savasin sorumlulugunu üstlenmemek [11] amacinda olsaydi, hadiseye cihad olarak bakmasi anlamsiz olurdu. Bu durum rivayetlerin aksine Muaviye ile ciddi bir sekilde savasma niyetinde oldugunu göstermektedir.

    Halife savasa istekli olmasina ragmen Kûfeliler onun ile birlikte savasa gitme niyetinde degillerdi. Nitekim Belâzûrî ve Isfehanî, Kûfe mescidinde Hz. Hasanin halki cihada davet ettiginde hiç kimsenin olumlu cevap vermedigini, herkesin susup kaldigini söylemektedir.[12] Hz. Hasanin asker toplamakta zorlandigini gören Hz. Ali taraftarlarindan Tay Kabilesinin lideri Adiyy b. Hatem et-Taî, Kays b. Sad b. Ubâde, Ziyâd b. Sasa et-Teymî, Makil b. Kays er-Riyâhî devreye girerek mescitte halka yaptiklari konusmalarla Kûfelileri halifeye destek vermeye çagirdilar. Burada vurgulanan tema ise imamlarini yalniz birakmamalari gerektigi idi.[13] Ama Kûfeliler, hiç de bu kanaatte degillerdi. Onlar, yukarida da arzetmeye çalistigimiz gibi artik bu kabil savaslardan yorgun düsmüs ve barisin bir an önce gelmesini arzulamaktaydilar.[14]

    Öte taraftan Hz. Hasan, Kûfelilerin kendisine destek vermek istemediklerini anlayinca amillerine yazarak asker talebinde bulundu. [15] Bütün bunlardan sonra Kûfe ve bagli yerlesim birimlerinden 40.000 kisilik bir kuvvet olustu.[16] Adi geçen bu sehrin askeri potansiyeli dikkate alindiginda söz konusu rakamin çok da büyük olmadigi anlasilmaktadir. Rivayetlerin aktardigi rakamlarin en yüksegi olan 40.000 kisinin dogru olduguna inansak bile bu rakamin içerisinde çevre yerlesim birimlerinden gelen askerlerin varligini da kabul etmemiz gerekir. En kötü ihtimalle bunun 1/4ünün disardan geldigini varsaysak bile Kûfe kökenli askerlerin 30.000 kisi oldugu gerçegi ile karsi karsiya gelmis oluruz. Bu rakam da Kûfenin asker potansiyelinin ancak yarisini teskil etmektedir.[17] Toplanan askerlerin hepsinin de Hz. Hasani destekledigini, onun basarili olmasini istedigini veya ayni hedefe varmaga çalistigini söylemek de mümkün degildir. Aksine Hz. Hasanin ordusu birbirinden oldukça farkli kitlelerden olusmaktaydi. Bu kitlelerin ilkini Muaviye ve Haricîlerle yapilan savaslarda yorgun düsen, yakinlarini bu savaslarda kaybeden ve artik savasmak istemeyen kitle olusturuyordu ki bu kitle ordunun çogunlugunu teskil etmekteydi.

    Ordusunun ikinci önemli kuvvetini ise haricîler olusturmaktaydi.[18] Sayilari hakkinda net bilgilere sahip olmamakla beraber, bunlarin Sabâtta[19] çikardiklari karisikligi dikkate alacak olursak, önemli bir kuvvet olduklarini düsünebiliriz. Bu orduda yer almalarinin nedenine gelince; Muaviyeyi kafir olarak gördükleri için onunla savasmak istiyorlardi. Babasi Hz. Aliyi tekfir etmis olmalarina ragmen yeni halifeyi kafir olarak hala degerlendirmiyor, en azindan onun hakkinda henüz bir karara varamadiklari anlasiliyor. Sabatta baristan bahsettigi esnada Haricîlerin kendisine daha önce babanin sirke girdigi gibi sen de sirke girdin demeleri[20] de bu kanaatimizi destekliyor. Eger onu daha önce kafir olarak degerlendirmis olsalardi böyle bir cümleyi sarf etmelerinin bir anlami kalmazdi.

    Ordudaki üçüncü kitleyi ise Hz. Hasani yürekten destekleyen kimseler olusturuyordu. Sayilari Muaviye ile savasin kaderini tayinde etkili olamayacak kadar az olan bu insanlar çogunlukla Hemdân kabilesi ve Rebianin bazi kollarina mensup idiler. Nitekim Hz. Hasan, Sabatta saldiriya ugradiginda bunlar tarafindan korunmustur.

    Kûfe ve bagli yerlesim birimlerinden gelen bu askeri güçten sonra, Hz. Hasan, yukarida zikrettigimiz sorunlarin da farkinda olarak, Mugire b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalibi Kûfede yerine vekil birakarak[21] Muaviye ile savasmak üzere sehirden ayrildi. Deyru Abdurrahmana geldiginde 12.000 kisilik bir öncü birligi olusturdu ve basina da Ubeydullah b. Abbâsi geçirdi[22] ve kendisine Enbâr yöresine gitmesini, Muaviyeyi orada karsilamasini, yaptigi her iste Kays b. Sad b. Ubâde ve Saîd b. Kays el-Hemdânîye danismasini, her gün kendisine haber göndermesini, öldürülmesi durumunda yerine Kays b. Sadin geçmesini, onun da öldürülmesi durumunda Saîd b. Kaysin yerine geçmesini emretti.[23] Öncü kuvvetlerinin hemen arkasindan hareket eden Hz. Hasan, Deyru Kabi geçerek oradan da Medâine yöneldi. Sabata gelinceye kadar ordusunu sürekli gözledigi ayni amaca sahip olmayan böyle bir ordu ile savasmanin kendisini basariya götürmeyecegi sonucuna vardigi anlasilmaktadir. Bu yürüyüs esnasinda zihninde baris fikri de, bir ihtimal olarak, belirmis olmalidir. Gerek hazirlik asamasinda, gerekse Sabâta gelince kadar yolda geçen zaman zarfinda hiç baristan bahsetmemis olmasi bu ihtimalin yolculuk esnasinda düsünüldügünü göstermektedir.

    Burada yaptigi konusmada bu ihtimali dile getirmesi,[24] Haricîlerin, küfrüne hükmetmelerine neden olmustur. [25] Hatta rivayetler bu konusma üzerine haricîlerin birbirlerine Hasan daha önce babasinin küfre girdigi gibi küfre girdi dedigini aktarmaktadir.[26] Hz. Hasanin küfrüne hükmeden Haricîlerden, içlerinde Abdurrahman b. Abdullah b. Ebî Cuâl el-Ezdînin de bulundugu bir gurup onun çadirina saldirip, esyasini yagmalamakla yetinmemis[27] kendisini de öldürmeye çalismistir.[28] Bu saldiri esnasinda bir taraftan da Daha önce babanin sirke girdigi gibi sirke girdin ey Hasan. diye bagirmaktan da geri durmuyorlardi.[29] Birinci suikast girisiminden sag kurtulmayi basaran Hz. Hasani bu gurubun sag birakma niyetinde olmadigi anlasilmaktadir. Çünkü atina atlayip olay yerinden uzaklasmak isterken, Haricîlerden el-Cerrâh b. Sinân adindaki bir sahis tarafindan durdurulmus, atinin yularina yapisilarak babasi gibi dinden çiktigi yüzüne haykirilmistir. Bununla da yetinmeyen Cerrah, Hz. Hasana saldirmis onu atindan düsürmüs, kiliçla öldürmeye yeltenmistir. Hasan, orada bulunanlarin yardimiyla bu suikast girisiminden ancak yarali olarak kurtulabilmistir.[30] Hz. Hasan kendisine düzenlenen suikast girisiminden Hemdan ve Rebia kabilelerine siginarak kurtulabilmistir. Bu kabileler onun etrafinda canli bir kalkan olusturarak kendisini, Muhtar es-Sekafînin amcasinin valilik yaptigi, Medaine[31] getirmislerdi.[32] Nevbahti ve Isfehanî, Hz. Hasana suikast girisiminde bulunuldugunu, yarali olarak kurtuldugunu ve yarasinin Medainde tedavi edildigini söylerken burada ne kadar kaldigi hakkinda bilgi vermemektedirler.[33]Bu bosluk Bagdadî tarafindan doldurulmustur. Bagdadî onun Medainde 40 gün kadar kaldigini söylemektedir.[34]

    Bu hadiseye ragmen kaynaklarimiz Haricîlerin Hz. Hasanin ordusundan ayrildigina dair en ufak bir bilgi aktarmamaktadirlar. Dolayisiyla Hz. Hasanin Medaine gitmeye karar vermis olmasi Haricîleri bir beklentiye sevk etmis olmalidir. Belki de onlar, gelisen bu son durumdan sonra Hz. Hasanin Muaviye ile savasa devam edecegini tahmin etmekteydiler.



    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Isfehanî, Mekâtil, 55. Bu durum Hz. Hasanin Muaviyeye karsi savasma isteginin bir kaniti olarak degerlendirilebilir. Nitekim iddia edildigi gibi Hasan, gözünü ilk günden itibaren Kûfe beytul-malina dikmis olsa idi, mukatilenin atâlarini artirmasi anlamsiz olurdu. Kûfede o tarihte 80.000 civarinda bir mukatilenin bulundugunu biliyoruz, [Bkz. Söylemez, Kûfe, 95] bu beytul-maldan 8.000.000 dirhem çikmasi anlamina gelmektedir.

    [2] Nitekim Hz. Hasan, hilafeti Muaviyeye devrederken Kûfelilere yaptigi konusmada kendisini terk etmelerinin nedeni olarak Siffin ve daha sonraki savasta ölenlerin öcünü almak istemeleri oldugunu söylemektedir. Bkz. Ibnul-Esîr, III, 414

    [3] Bkz. Belâzûrî, Ensâb,III, 291

    [4] Belâzûrî, Ensâb,III, 281; Ibn Asem, III/IV, 286-287; Isfehanî, Mekâtil, 55. Ayrica bkz. Ibrahim Sariçam, Emevî-Hâsimî Iliskileri Islam Öncesinden Abbasîlere Kadar-, Ankara 1997, 281

    [5] Bkz. Ibn Hibbân, II, 305. Muaviye, Hz. Alinin vefat ettigi tarihte Kudüste bulunmaktaydi. Hz. Alinin vefat haberini alir almaz kendisine biat almaya baslamistir. Bkz. Ibn Kuteybe, el-Imâme, I/II, 162. Ayrica bkz, Irfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990, 176; Sariçam, 281

    [6] Belâzûrî, Ensâb,III, 281

    [7] Belâzûrî, Ensâb,III, 281

    [8] Bkz. Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Hatib el-Bagdadî, Tarihu Bagdad ve Medinetus-Selâm, I-XIV, Beyrut trs, I, 208

    [9] Belâzûrî, Avâne b. el-Hakemden aktardigi bilgiye göre Hz. Hasan 50 gün hiç savastan bahsetmeden durmustur. Bkz. III, 279

    [10] Belâzûrî, Ensâb,III, 279-280; Isfehanî, Mekâtil, 61

    [11] Bkz. Demircan 67

    [12] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 281, Isfehanî, Mekâtil, 66

    [13] Konu ile ilgili genis bilgi için bkz. Belâzûrî, Ensâb,III, 281 vd.; Isfehanî, Mekâtil, 62

    [14] Nitekim Muaviye iktidara geldikten sonra bas gösteren Haricî isyanlarinin bastirilmasinda da Kûfeliler yer almak istememisler, onun tehditlerinden sonra istemeyerek katilmislardi. Genis bilgi için bkz Taberî, VI, 81; Yakubî,. II, 217. Ibnul-Esîr, el-Kâmil, III, 418; Nuveyrî, XX, 273

    [15] Belâzûrî, Ensâb,III, 280; Ibn Asem, III/IV,289; Isfehanî, Mekâtil, 61

    [16] Bkz. Kalkasandî, Measirul-inafe, 108

    [17] Ziyâd b. Ebihi döneminde Kûfede 80.000 kisinin devletten atâ aldigi, yani asker oldugu bilinmektedir. Hz. Hasan döneminde de sehirdeki asker sayisi bundan çok farkli degildir. Genis bilgi için bkz. Söylemez, Kûfe, 95

    [18] Bkz. Müfid, 171; Ali Yasin, 175

    [19] Sabât; Medâine yakin bir yerlesim yeridir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mucemul-Buldân, I-V, Beyrut 1975, III, 166

    [20] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 282

    [21] Belâzûrî, Ensâb, III, 282; Kalkasandî ise yerine Ammâr b. Hassâni vekil olarak birakip gittigini söylemektedir. Bkz. Measirul-inâfe, 108

    [22] Zührînin Emevî yanlisi tavri bu hadisede de kendisini göstermekte ve diger kaynaklardan farkli bilgiler vermesine neden olmaktadir. Ona göre Hz. Ali vefat etmeden önce Muaviye ile savasmak üzere 40.000 kisilik bir kuvvet olusturmus ve basina da Kays b. Sad b. Ubâdeyi geçirmisti. Hz. Ali sehid edilip yerine Hz. Hasan geçmistir. Hasan, ta basindan beri Muaviye ile anlasmayi düsünmekteydi. Tek amaci ise bir takim menfaatler elde etmek idi. Bu istegini onaylamayacagini bildigi Kays b. Sad b. Ubâdeyi görevden alarak yerine Ubeydullah b. Abbasi getirdi. Ubeydullah, Hasanin bu niyetini bildigi için Muaviye tarafindan kendisine teklif edilen parayi hiç çekinmeden kabul etti ve ona katildi. [Bkz. Zührî, 157] Fakat Belâzûrî, bazi sahislarin ordunun basina Kays b. Sadin geçtigini söylediklerini, ancak bununun dogru olmadigini söylemektedir. [Bkz. Belâzûrî, III, 281] Bu da Zührî tarafindan aktarilan bilgilerin dogru olmadigini ortaya koymaktadir.

    [23] Belâzûrî, Ensâb,III, 281; Yakubî, Tarih, II, 214; Isfehanî, Mekâtil, 62

    [24] Belâzûrî, Ensâb,III, 282; Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), Ahbârut-Tivâl, (thk. Abdulmünim Âmir-Cemalettin es-Seyyâl), Kahire 1960, 216; Ibn Asem, III/IV, 289; Ayrica bkz. Sariçam, 283. Ismail b. Râsid ise bu huzursuzlugun kaynaginin ordu arasinda gezen Kays b. Sadin öldürüldügü haberi oldugunu söylemektedir. [Bkz. Taberî, VI, 74. Ayni bilgiler Nuveyrî tarafindan da aktarilmaktadir. Bkz. XX, 225.] Yukarida öncü kuvvetlerinin basinda Kaysin bulunmadigini belirttik, dolayisiyla bu rivayet kendiliginden geçerliligini yitirmektedir. Siîler de Hz. Hasana karsi düzenlenen bu saldiriyi söz konusu konusmaya baglamakta, fakat amacinin farkli oldugunu ileri sürmektedirler. Nitekim Siîlerin önemli yazarlarindan Müfid, Hz. Hasan tarafindan yapilan bu konusmanin yegane amacinin ordusunu denemek oldugunu iddia etmektedir. Bkz. Müfid, 172.

    [25] Bkz. Dineverî, 216. Nitekim Haricî kaynaklar da Hz. Hasanin Muaviye ile anlasmasindan önceki durumu ile ilgili hiçbir beyanda bulunmazken, onun Muaviye ile anlasmasindan dolayi küfre girdigini ifade etmektedirler. Bkz. Ahmed b. Said b. Abdulvahhid es-Semmâhî, Kitâbus-Siyer, (thk. Ahmed b. Suûd es-Siyâbî) I-II, Umân 1987, I, 55

    [26] Bkz. Dineveri, 216

    [27] Belâzûrî, Ensâb,III, 282

    [28] Belâzûrî, Ensâb, III, 282; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 74; Isfehanî, Mekâtil, 63; Nuveyrî, XX, 226

    [29] Belâzûrî, Ensâb, III, 282. Dineverî, 216

    [30] Belâzûrî, Ensâb, III, 283; Dineverî, 217; Isfehanî, Mekâtil, 64; Ibn Asem, III/IV, 290; Ufak degisikliklerle bkz. Nuveyrî, XX, 226

    [31] Muhtar es-Sekafî de burada bulunmaktaydi. Muhtarin, amcasina Hz. Hasani yakalayip, Muaviyeye, Cuhânin haracini ömür boyu kendilerine tahsis etmesi karsiliginda teslim etmeyi teklif etmis oldugu, amcasinin ise kendisine bu teklif karsisinda sen Resulullahin ogluna buna yapmami nasil teklif edersin? diyerek onu azarladigi rivayet edilmektedir. Belâzûrî, Ensâb,III, 283; V, 214; Taberî, VI, 74; Nuveyrî, XX, 226; Muhammed Bakir el-Meclisî, Bihârul-Envâr, I-CX, Beyrut 1983; 44, 28

    [32] Isfehanî, Mekâtil, 63

    [33] Ebû Muhammed Hasan b. Musa en-Nevbahtî, Firakus-Sia, Necef 1936, 24; Isfehanî, Mekâtil, 64

    [34] Bkz. Bagdadî, Tarih, I, 149
#20.09.2005 11:20 0 0 0
  • Hz. Hasanin Muaviye ile Baris Imzalamasi

    Muaviyenin Iraka gelisi, zaten bir arada zor duran Hz. Hasanin ordusunun maneviyatini daha da bozmustur. Çünkü bu ordu yukarida da vurgulamaya çalistigimiz gibi bir birine düsman ve aralarinda bir çok savas meydana gelmis olan farkli kümelerden olusuyordu. Kûfeli askerlerin bu özelligini gayet iyi bilen Muaviye, Iraka gelir gelmez bu orduyu dagitmanin yollarini aramaya basladi. Buna Hz. Hasanin öncü kuvvetleri komutani Ubeydullah b. Abbas ile baslamayi uygun buldu ve kendisini yarisi pesin, yarisi Kûfede ödenmek üzere 1.000.000 dirhem karsiliginda saflarina katmayi basardi.[1] Yakubî, Ubeydullahin Muaviyenin saflarina sekiz bin kisilik bir grup ile katildigini söylemektedir.[2] Isfehanî ise tek basina ve gece gizlice katildigini, sabahleyin ordunun sabah namazina kalktiginda kendilerine imamlik yapmak üzere onu aradiklarini ve bulamadiklarini, bunun sonucunda da Muaviyeye katildigini anladiklarini, daha sonra kendilerine Kays b. Sadin namaz kildirdigini belirtmektedir.[3] Ubeydullahin Muaviyenin ordusuna katilmasi Hz. Hasanin ordusundaki çözülmeyi hizlandirmistir. Ubeydullah, Hz. Hasanin yakin akrabasiydi, Hz. Alinin amcasinin ogluydu. Yakin akrabasinin Hasana ihanet edip saf degistirmesi, gönülsüz olarak bu mücadelede yer almis olan, fakat kaçmanin yolunu arayan kitle üzerinde etkili olmus, Muaviyenin saflarina katilmalarina neden olmustur. Yakubînin Ubeydullah ile 8000 kisinin Muaviyeye katildigini söylemesi de bu çözülme ile alakalidir. Kaynaklar Kays ile beraber 4000 kisinin kaldigini söylemektedirler. Öncü kuvvetlerinin tamami ise yukarida da ifade ettigimiz gibi 12.000 kisi idi. Dolayisiyla Muaviyeye 8000 kisi katilmis olmaktadir ki bu Yakubîyi dogrulayan bir rakamdir.

    Ubeydullahin Muaviyenin saflarina katilmasiyla Hz. Hasanin ordusunun öncü kuvvetlerinin basina Kays b. Sad geçmisti. Kays, ordusunun hizli bir sekilde dagildigini görmüs, bunun önüne geçmek için [4] Ubeydullahi ihanetle suçlamis agir hakaretlerde bulunmustur.[5] Ancak Kaysin bu girisimleri hiçbir ise yaramamistir. Irak ordusunda Muaviyenin bekledigi çözülme hizla sürmektedir. Kaysin ordusunda bulunan sadece siradan askerler degil, Kûfenin ileri gelenleri de Muaviyeye giderek ona biat etmislerdir. Hatta bunlardan bazisi temsil ettikleri kabileler adina biat etmekteydiler.[6] Kûfedeki durum da savas alanindan çok farkli degildi. Meclisî, savasa gitmeyip Kûfede kalan insanlarin da Muaviyeye mektuplar yazarak onu sehre davet ettigini söylemektedir.[7] Dolayisiyla Hz. Hasan sadece ordusunun üzerindeki kontrolünü yitirmekle kalmamis, ayni zamanda Kûfeyi de yitirmisti. Zaten bunu anlamasi da çok fazla sürmeyecektir.

    Öte taraftan Ibn Asem el-Kûfînin de belirttigi gibi Kays b. Sad, bütün gayretlerine ragmen, ordusunun yasadigi çözülmenin önüne geçmeyi basaramayinca durumu Hz. Hasana bildirdi.[8] Kaysdan gelen mektup, Hz. Hasanin moralini daha da bozdu ve Kûfelilere asagidaki konusmayi yapti:

    Ey Iraklilar babam Aliyi savasa ve tahkime zorlayanlar sizlerdiniz. Sonra ona muhalefet edenler (yine) sizler oldunuz. Sonra bana geldiniz. Muaviye gelince ileri gelenleriniz ona biat ettiler. Beni kendim ve dinim hususunda aldatmayiniz[9] Ibn Asama göre ise konusmanin metni su sekildedir: Ey Iraklilar siz benimle ne yapmak istiyorsunuz. Iste Kaysin mektubu, sizin ileri gelenlerinizin Muaviyeye katildiklarini yaziyor. Vallahi bu sizin tek kötülügünüz degildir. Babami tahkime zorlayanlar [yine] sizlerdiniz. Bunu kabul edince de ona muhalefet ettiniz. Sizi Muaviye ile ikinci kez savasmaya çagirinca buna yanasmadiniz. Sonra ona, Allahin kendisine uygun gördügü sey oldu. Sonra bana itaat edip isyan etmeyeceginize dair biat edenler yine sizlerdiniz. Biatinizi aldim ve bu amaçla hareket ettim, bu hareketimde neyi amaçladigimi Allah bilir. Olan yine sizden oldu. Ey Iraklilar sizden çektigim yeter. Bana dinim hususunda eziyet etmeyiniz. Ben Müslüman bir kimseyim. Hilafeti Muaviyeye birakiyorum.[10]

    Bu konusmanin içeriginden Hz. Hasanin içinde bulundugu haleti ruhiyenin ipuçlarini yakalamamiz mümkündür. Yine yukaridaki ifadeler Hz. Hasanin Sabâtta yaptigi konusmanin sadece bir ihtimali dile getirdigini göstermektedir.

    Öte taraftan Ubeydullahi kendi tarafina çeken Muaviye, Hz. Hasanin ordusuna son darbeyi vurmak için Busr b. Ebîl-Ertât komutasinda bir orduyu Kays b. Sadin üzerine sevk etmisti.[11] Kays ile Busr arasinda meydana gelen savasta, Busr büyük bir yenilgiye ugramakla kalmamis, Samlilardan pek çok kimse öldürülmüstü.[12] Bunun üzerine Muaviye, Ubeydullah b. Abbasi saflarina kattigi metotla, Kaysi da kendisine baglamak istedi ve ona da Ubeydullaha yaptigi teklifin aynisini yapti. Ancak Kays, bu teklifi kabul etmeyip, siddetle reddetti.[13] Kaysi kendi tarafina çekmeyi basaramayan Muaviye, onun komutasindaki 4000 kisilik kuvveti büyük bir ordu ile kusatti.

    Dineverî, Muaviyenin Kays b. Sadi kusattigi esnada, Abdullah b. Âmirin de Medainde bulunan Hz. Hasani kusattigini, Hz. Hasanin kusatmayi yarmak amaciyla harekete geçmek istedigini, ancak askerlerini savasa gönderemedigini ve onlarin isteksizligini gördükten sonra da Abdullah b. Âmire, Muaviye ile sulh yapmak istedigini belirttigini aktarmaktadir.[14] Bagdadî ise Hz. Hasanin bütün bu olanlara ragmen bu zor karari yalniz basina vermedigini ordusunun ileri gelenleri ile istisarede bulunduktan sonra Muaviye ile baris yapmanin hem kendisi ve hem de askerleri için daha dogru olacagi neticesine vardigini ve onunla anlasmak için harekete geçtigini söylemektedir.[15] Ibnul-Esîr, Bagdadînin belirttigi bu istisareyi aktarmakta ve Hz. Hasanin arkadaslarina asagidaki konusmayi yaptigini söylemektedir:

    Andolsun, Samlilar hakkindaki kanaatimiz eskisi gibi devam ediyor ve hiçbir süphe ve pismanlik duymus degiliz. Samlilar ile selamet ve sabirla çarpisip duruyoruz. Ancak sonunda selamet büyük bir düsmanliga dönüsecektir. Bu sabir da zaten [simdiden]eleme dönüstü. Çünkü sizler Siffin savasina giderken dininizi dünyanizin önüne almis bulunuyordunuz. Bunun arkasindan siz öldürülen iki kisi arasinda kaldiniz. Bir kesim Siffinde öldürüldü ve siz onlarin da intikamini almaya çalisiyorsunuz. Geri kalanlariniz ise zaten kaçip gitmistir. Aglayanlariniza gelince; onlar da bize isyan etmis durumdadir. Biliniz ki Muaviye bizi hiçbir izzet, seref ve adalet yönü bulunmayan bir hususa çagirmistir. Eger ölümü tercih edecek olursaniz hemen Muaviyenin bu teklifini kesinlikle reddeder ve onu Allahin hükmü ve kiliçlarinizin agziyla muhakeme ederiz. Eger dünya hayatini tercih edecek olursaniz bu hususta rizanizi aliriz



    Hz. Hasanin bu konusmasi üzerine orada bulunanlarin hepsinin bir agizdan, hayatta kalmak istediklerini bagirdiklari rivayet edilmektedir.[16] Bu konusma sonrasinda oradakilerin verdigi cevaplar da Hz. Hasanin arkasindaki destegi tamamen yitirdigini, baris disinda yapacagi bir seyinin kalmadigini ortaya koymaktadir.

    Hz. Hasanin arkasindaki destegi yitirdigi için hilafeti Muaviyeye devretmek zorunda kaldigini bize gösteren baska veriler de bulunmaktadir. Sadece Sünnî kaynaklar degil Siî kaynaklar da Hasanin hilafeti devretmesinin en önemli nedeninin, arkasindaki destegi yitirmis olmasi gerçegi oldugunda hem fikirdirler. Örnegin Siî dünyanin en önemli bilginlerinden biri olan Müfid, Hz. Hasanin etrafinda hemen hemen hiç kimsenin kalmadigini, tam bu esnada Muaviyenin kendisine baris teklif ettigini söylerken,[17] Tabersî de buna katilmaktadir.[18] Yine bir baska Siî müellif olan Meclisî de hilafet devrinin temel nedeninin güç kaybi oldugunu vurgulamakta ve asagidaki haberi aktarmaktadir: Hz. Hasan kusatma altinda iken Zeyd b. Vehb el-Cüheynî, kendisine bundan sonra ne yapmayi düsündügünü sordugunda cevabi söyle olmustur:

    Vallahi Muaviyenin benim için bu insanlardan daha hayirli oldugunu düsünüyorum. Bu insanlar benim taraftarim olduklarini söylüyorlar, fakat beni öldürmek istiyorlar, malimi yagmaliyorlar. Vallahi Muaviyeden kendim ve ailem için bir güvence alip, canimizi ve malimizi kurtarmam savasmamdan daha hayirlidir. Vallahi Muaviye ile savasacak olursam, bunlar beni bogazimdan tutarak kendisine teslim edeceklerdir.[19]

    Yillar sonra Medineye gelenler Hz. Hasani, iktidari Muaviye terk ettigi için elestirince onun baris antlasmasinin gerekçesi olarak Kûfelilerin savasmak istememelerini zikretmesi[20] söz konusu antlasmasinin yegane nedeninin güç kaybi oldugunu açik bir sekilde ortaya koymaktadir.

    Ibn Miskeveyh, Hz. Hasanin arkasindaki destegi yitirmesi kadar Kûfede kalanlara da güvenmemesini gerekçe olarak zikretmektedir. Ona göre; Hz. Hasan, hilafeti Muaviyeye teslim etmeden kisa bir süre önce ordusuna yapmis oldugu asagidaki konusma da bunu ortaya koymaktadir. Ey Iraklilar! Sizden gördügüm üç sey beni yaralamistir. Babami öldürmeniz, beni yaralamaniz ve malimi zorla gasp etmeniz[21]

    Bütün bu gerçeklere ragmen kimi tarih yazicilari olaya tamamen dinî bir veche kazandirmaya çalismaktadirlar. Örnegin; Ibn Arabî Müslümanlar arasinda bir savasin meydana gelmemesi için Hz. Hasanin, hilafeti Muaviyeye devrettigini söyledikten sonra, Hz. Peygamberin Benim bu oglum seyyiddir. Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir.  dedigini aktarmakta ve onun bu gaybî habere binaen savasmak istemedigini ve bu yüzden Muaviye ile baristigini söylemektedir. Kalkasandî de bu anlasma ile Hz. Peygamberin bir mucizesinin gerçeklestigini söylemekte,[22] söz konusu hadise atifta bulunmaktadir.[23] Ancak yukarida da ifade etmeye çalistigimiz gibi eger Hz. Hasan gerçekten böyle bir hadisi bildigini ve bu hadis ile amel edip bunun sonucu olarak, Muaviye ile savasmak niyetinde olmadigini kabul etsek, savas için asker toplamasini, askerlerini Muaviyenin üzerine göndermesini, hatta bu iki ordu arasinda savasa meydan vermesini ve bu savasta bazi insanlarin ölümüne sebep olmasini izah edemeyiz. Bize göre; Hz. Hasani temize çikarmak için ortaya atilmis olan bu iddia dogru olmus olsaydi, onun Kûfeden hiç hareket etmeksizin hilafeti Muaviyeye devretmesi gerekirdi. Nitekim, Hz. Hasanin ta Medaine kadar gelip hilafeti burada Muaviyeye teslim etmesinin hiçbir mantiki gerekçesi bulunmamaktadir. Yine Kûfelilere hitaben yapmis oldugu konusmalar bizim bu kanaatimizi hakli çikarmaktadir. Hz. Hasan basindan beri vurgulamaya çalistigimiz gibi son derece zeki, akli basinda ve gelecegi görebilen bir devlet adami idi. Binlerce insanin ölümüne veya eziyet ve sikinti çekmesine engel olmak için hilafeti Kûfede Muaviyeye teslim etmek ona en uygun düsen tavir olacakti. Evet Hz. Hasan hilafeti Muaviyeye devretme niyetinde olmadigi ve onunla savasi düsündügü gibi bunda basarili olabilecegi ümidi de tasiyordu. Ama sartlar onu baris masasina oturmak zorunda birakmistir.



    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Belâzûrî, Ensâb, III, 284; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 79; Isfehanî, Mekâtil, 65; Kesî, Ricâl, I-II, (thk. Es-Seyid Mehdî er-Reaî), Kum 1404, I, 330; Isterabadî (Kesînin Ricâli ile bir arada), I, 269. Nuveyrî Ubeydullah b. Abbasin Hasanin Muaviye ile sulh yapma niyetinde oldugunu anlayinca kendisi için bir takim menfaatler elde etmek amaciyla Muaviyenin saflarina katildigini söylemektedir. XX, 289.

    [2] Bkz. Yakubî, Tarih, II, 214

    [3] Bkz. Isfehanî, Mekâtil, 65

    [4] Ibn Sad, VI, 53; Yakubî, Tarih, II, 214; Isfehanî, Mekâtil, 73; Kesî, 330; Nuveyrî, XX, 289; Isterabadî, I, 269

    [5] Belâzûrî, Ensâb, III, 284

    [6] Halid b. Muammer, Rebîa kabilesi adina, Affâf b. Sureyhbil, Temîm kabilesi adina Muaviyeye biat ettiler.Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III,284-285. Ayrica bkz. Müfid, 172

    [7] Bkz. Meclisî, 44, 43

    [8] Bkz. Ibn Asem, IV, 157

    [9] Belâzûrî, Ensâb, III, 285

    [10] Ibn Asam, III/IV, 391

    [11] Belâzûrî, Ensâb, III, 284

    [12] Belâzûrî, Ensâb, III, 284; Isfehanî, Mekâtil, 73

    [13] Belâzûrî, Ensâb, III,284; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 79; Isfehanî, Mekâtil, 74

    [14] Dineverî, 218

    [15] Bkz. Bagdadî, Tarih, I, 139

    [16] Bkz. Ibnul-Esîr, Tarih, III, 414

    [17] Müfid, 173

    [18] Bkz. Ebû Mansûr Ahmed b. Ali b. Ebî Talib et-Tabersî, (ö.6.yy), el-Ihticâc, I/II, (thk. Muhammed Bakir el-Musevî el-Horasanî), Beyrut 1981, 289

    [19] Meclisî, 44/20

    [20] Bkz. Dineverî, 221

    [21] Bkz. Ibn Miskeveyh er-Razi,(421/1030), Tecâribu'l-Ümem, I-II, (thk. Ebû'l-Kasim Imamî), Tahran, 1987, I, 388

    [22] Kalkasandî, Meâsirul-Inâfe, 108

    [23] Demircan Hz. Hasanin ümmetin selameti mülahazasiyla hilafeti Muaviyeye teslim etmesinin hakikat payi tasidigini söyledikten sonra, bu nedenin tek basina hadiseyi açiklamak için yeterli olmadigini da ilave etmektedir. Bkz. Demircan, 69
#20.09.2005 11:21 0 0 0
  • BARIS SARTLARI

    Baris antlasmasi konusunda da yukarida zikrettigimiz siyasî gruplar farkli sartlarin bulundugunu ileri sürmüslerdir. Her grubun zihninde çok degisik meziyetlere sahip bir Hz. Hasan portresi bulundugu için söz konusu gruplar zihinlerindeki Hasana uygun sartlari antlasma metninde var oldugunu iddia etmislerdir. Baris müzakereleri esnasinda Abdullah b. Âmir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Semure,[1] Muaviye adina; Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib ise Hz. Hasan adina elçilik görevi yürütmüslerdir.[2]

    Antlasma sartlari ile ilgili en detayli bilgiler Belâzûrî tarafindan aktarilmaktadir. Adi geçen yazar, biri Muaviyeden Hz. Hasana, digeri ise Hz. Hasandan Muaviyeye olmak üzere iki mektubun bulundugunu kaydetmekte ve bunlari oldugu gibi nakletmektedir. Daha muahhar olan diger kaynaklarda bulunan bilgiler de asagi yukari buna yakindir. Önce Belâzûrînin naklettigi mektuplari, sonra da büyük bir ihtimal ile Belâzûrî kaynakli olan, diger eserlerdeki bilgileri aktaralim:

    Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Aliye Muaviye b. Ebî Süfyandan

    Ben seninle, benden sonra hilafetin sana ait olmasi hususunda anlastim. Bu konuda Allah ve Peygamberi aramizda kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana karsi hiç bir entrika çevirmeyecek ve düsmanlik yapmayacagim. Kim sözünden dönerse Allahin en siddetli azabi onun üzerine olsun. Sana beytulmaldan yilda 1.000.000 dirhem ile Fesâ[3] ve Derâbcirdin[4] haracini verecegim, simdiden oraya görevlilerini gönder senin için çalissinlar.

    Abdullah b. Âmir, Amr b. Selem el-Hemedânî, Abdurrahman b. Semure, Muhammed b. Esâs el-Kindî sahit olup, mektup h.41 yili Rebiulevvel ayinda yazildi.[5]



    Belâzûrî, ikinci mektubun Hz. Hasan tarafindan gönderildigini söylemektedir. Ona göre; Hz. Hasan Muaviyenin kiz kardesinin oglu olan Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalibi Muaviyeye göndererek, kendisine biat edecegini bildirmistir.[6] Muaviye Hz. Hasana alti imzali olan bos bir kagit göndermis ve sart olarak üzerine yazacagi her seyi kabul etmeye hazir oldugunu belirtilmistir.[7] Hz. Hasan da Muaviye tarafindan gönderilen kagida sunlari yazmistir:



    Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Ali ile Muaviye arasinda (hilafete geçtikten sonra) Muaviyenin Allahin kitabi, Resulünün sünneti ve Hulefa-i Rasidînin sireti üzere amel etmesi, kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonraki halifenin sura ile belirlenmesi, insanlarin mallarina, canlarina ve ailelerine eman vermesi (dokunmamasi), Hasan b. Aliye gizli veya açik hiç bir entrikada bulunmamasi ve dostlarindan hiç birine hiç bir sey yapmayacagi sartiyla ona hilafeti teslim edecegine dair yapilan anlasmadir. Buna Abdullah b. el-Hâris ve Amr b. Seleme sahittir[8]



    Yukarida adini zikrettigimiz yazara göre; Hz. Hasan tarafindan yazilan bu mektup Muaviyeye ulasinca, tüm sartlari kabul ettigini bildirmis, bunun üzerine bu iki sahis Kûfede bir araya gelmisler ve Hz. Hasan ona H. 41 yilinin Rebiulahir ayinda biat etmistir.[9] Belâzûrî konuya dair yukarida zikredilen bu iki mektup disinda ilave hiçbir bilgi aktarmamaktadir.

    Ibn Miskeveyh ve Kalkasandî ise, Hz. Hasanin Muaviyeye su üç sarti ileri sürdügünü belirtmektedirler:

    1.Irak Beytul-Malinda bulunan paranin kendisine verilmesi

    2.Derâbcirdin haracinin kendisine verilmesi

    3.Aliye lanet edilmemesi.[10]

    Ibn Miskeveyh bunlari söyledikten sonra Basralilarin Derâbcirdin kendilerine ait oldugunu söyleyerek, buranin haracini Hz. Hasana vermediklerini de ilave etmektedir.[11] Belâzûrî de bunu dogrulamaktadir. Ona göre Muaviyenin emri üzerine Abdullah b. Âmir Basralilari organize etmis ve söz konusu iki yerlesim biriminde bulunan Hasanin görevlilerini oradan çikartmistir.[12]

    Ibn Asem ve Nuveyrî ise Hz. Hasanin, Muaviyeden sonra hilafetin kendisine birakilmasini sart kostugunu aktarmaktadirlar.[13] Ibn Asem disindaki Siîlere gelince; Sianin en muteber hadis bilginlerinden biri olarak kabul edilen Kesî, Hz. Hasanin sart olarak sadece Hz. Ali taraftarlarina iyi davranilmasi, onlarin geçmiste yaptiklarindan dolayi cezalandirilmamalarini ileri sürdügünü aktarmaktadir.[14] Meclisî ise Hz. Hasanin Derâbcirdin haracini istedigini kabul etmekle beraber bu istegin Cemel ve Siffinde yakinlarini kaybeden ailelere yardim amaçli oldugunu söylemektedir. Ancak bunun neden Hz. Ali tarafindan, Derâbcird kendisine bagli iken, yapilmadigini ise izah edememektedir.[15] Meclisî daha sonra Hz. Hasanin sart olarak Muaviyenin Kuran ve sünnete uymasi, hilafeti kendisinden sonra suraya birakmasi, Aliye sövülmemesi, her yil kendisine 50.000 dirhem verilmesi ve herkese hakkettigi atâlarin ödenmesini sart kostugunu iddia etmektedir. [16] Yine Siî temayüllü olarak taninan Dineverî daha farkli sartlarin bulundugunu belirtmektedir. Ona göre yukaridakilerden farkli olarak Hz. Hasan su sartlari ileri sürmüstür. Iraklilardan hiç birine hile yapilmayacak, siyah beyaz herkese eman verilecek, Ahvazin yillik haraci her yil kendisine verilecek, her yil kardesi Hüseyine 200.000 dirhem verilecek, Hasimogullari atâ ve namazda Ümeyyeogullarina öncelenecektir.[17]

    Yine Siî müelliflerden Isfehanî ise antlasma sartlarini çok farkli tespit etmektedir. Ona göre Hz. Hasan, Muaviyeden sonra hilafetin kendisine birakilmasini, Kûfe Beytul-Malinda bulunan her seyin kendisine verilmesini, adi belirlenen bir yerin haracinin kendisine birakilmasini ve buranin haracinin her yil ona gönderilmesini, Hz. Hasana danisilmadan hiçbir seye karar verilmemesini sart kosmustur ki[18] bizce bunlar abartili iddialardir. Zira hem halifeye biat etmek hem de bir anlamda da onu kendine bagimli kilmak anlamina gelen bu sartlar pek de tutarli görünmemektedir. Siî müelliflerden Müstevfi el-Kazvinî ise Sianin, Imamlarin imametlerini gizlemelerinin nedeni olarak sürekli aktarmakta oldugu can emniyeti teorisine basvurmaktadir. O, Hz. Hasan, Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafi tarafindan yakalanip Muaviyeye teslim edilecegini anlayinca, onunla baris yapmanin daha makul oldugu sonucuna vardi ve kendisi ile anlasti demektedir.[19]

    Kanaatimizce antlasmanin büyük bir ihtimalle Ehl-i Sünnet ve Sianin ortak olarak aktardiklari kismi dogru, aykirilik arzeden yanlari tarafli ve yanlistir. Farklilik ve birbiriyle çeliskiler arzeden kisimlar tarihi süreç içerisinde kurgulanmis ve daha erken bir döneme yerlestirilmistir.

    Ehl-i Sünnet ve Sianin ittifak ettigi sartlar ise sunlardir:

    1.Hz. Hasan, ailesi ve taraftarlarina eman verilecektir.

    2.Hasana hayatini idame ettirecek bir gelir saglanacaktir

    Bunun disindaki sartlari dikkatle tahlil ettigimizde dönemin kosullarina pek de uygunluk göstermediklerini de anlariz. Simdi farklilik arzeden bu sartlari gözden geçirelim. Belâzûrînin aktardigi her iki mektupta sart olarak Muaviyeden sonra hilafetin ne olacaginin gündeme geldigi aktarilmaktadir. Birinci mektuba göre Muaviye hilafeti kendisinden sonra Hasana birakmakta, ikinci mektuba göre ise veliaht tayin etmeyecegi ve kendisinden sonra hilafeti sûrâya birakacagi sarti kabullenmektedir. Belâzûrîdeki bu bilgilere yakin rivayetler Nuveyrî tarafindan da aktarilmaktadir.[20] Antlasma esnasinda böyle bir sartin gündeme gelmis oldugunu dogrulayan farkli bilgilere sahip degiliz. Aksine kaynaklar Muaviyenin hicri ellilere kadar hilafetin kendinden sonraki durumunu hiç düsünmedigini, bu dönemde Mugire b. Subenin telkinleri ile oglu Yezidi veliahd tayin etmeye karar verdigini aktarmaktadirlar.[21] Yine Muaviyenin oglu Yezidi veliaht tayin ettigi zaman Islam aleminde aylarca süren tartismalarin meydana geldigi de aktarilmaktadir. Bu tartismalar esnasinda Muaviyeye yöneltilen suçlama ise hilafeti saltanata dönüstürme istegidir.[22] Bazi rivayetler Hz. Hasan ile Sad b. Ebî Vakkasin, hilafeti Yezide birakmak isteyen Muaviye tarafindan, ona rakip olabilecekleri gerekçesi ile zehirletilerek öldürüldügünü belirtilmektedir. Ancak hiçbir rivayet Hz. Hasanin Muaviyeye benim hakkimi ogluna veremezsin dedigini aktarmamaktadir. Aksine kimi rivayetlere göre; Kûfeli Süleyman b. Surad ve diger bazi kimseler Hz. Hasani antlasma metnine böyle bir sart yazdirmadigi hususunda suçlamislardir.[23] Bütün bunlar, bize göre, Hz. Hasan ile Muaviyenin baris görüsmeleri esnasinda hilafetin Muaviyeden sonrasini müzakere etmediklerini açik bir sekilde ortaya koymaktadir.

    Dahasi Hz. Hasanin zihninde Muaviyenin kendisinden sonra oglu Yezidi veliaht birakacagina dair herhangi bir kuskunun olduguna dair en ufak bir bilgi kirintisina rastlanmamaktadir. Aksine gerek Islam öncesi kabile reislerinin seçiminde gerekse ilk halifelerin hilafete gelislerinde böyle bir sistem uygulanmadigi için Hz. Hasanin Muaviyeden süphelenerek böyle bir sart koydurmasi da pek makul degildir.

    Isfehanînin aktardigi Hz. Hasanin Muaviyenin yaptigi her seyi önce kendisine danismasini istemesi sarti ise gerçege hiç uymamaktadir. Çünkü bu cümle Hz. Hasanin Muaviyenin üstünde bir konum kazanmasi, en azindan kendisinden görev bekledigi anlamina gelmektedir. Oysaki Hz. Hasan böyle bir beklentinin içinde olmadigi gibi Muaviye tarafindan kendisine önerilen görevleri siddetle reddetmis,[24] Medineye dönerek hayatinin geri kalan kismini son derece sade bir sekilde geçirmistir. [25] Muaviyenin politikalarindan memnun olmayanlar onu sürekli isyana tesvik ettilerse de Hz. Hasan hiçbir zaman bu oyuna gelmedi, Muaviyeye biat ettigini, o yasadigi sürece biatini bozup, ona ihanet etmeyecegini söyleyerek, bu tür insanlarin beklentilerini bosa çikardi.[26]

    Sonuç olarak Kûfelilerin biatini aldiktan sonra halife olarak tarih sahnesindeki yerini alan Hz. Hasan, Hilafete geldikten sonra Muaviye ile mücadele etmek için harekete geçmis, ancak ordusu tarafindan yalniz birakildigi için onunla anlasmak zorunda kalmis ve hilafeti kendisine devretmistir. Hilafeti devrettikten sonra Medineye yerlesmis, siyasî hadiselerin hiç birinin içerisinde yer almamistir. Onun bu tarihsel tutumu sonraki kusaklar tarafindan yeniden kurgulanmis, degisik boyutlariyla veya tek tarafli yaklasimlarla ele alinarak kullanilmaya çalisilmistir.



    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Taberî, VI, 74; Isfehanî, Mekâtil, 74; Nuveyrî, XX, 227; Yakubî, ise Abdullah b. Âmirin yaninda Mugire b. Sube ile Abdurrhman b. Ümmil-Hakemin de bulundugunu söylemektedir. Bkz. Tarih, II, 214

    [2] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

    [3] Fars bölgesinin önemli kentlerinden biri olan Fesa, Ibnul-Belhîye göre Isfehanin birkaç kati büyüklükte idi. Fesa kenti ve çevresinde zengin su kaynaklari bulundugu için bol miktarda tarim yapilmaktaydi. Havasinin uygun olmasi nedeniyle sicak bölgelerde yetisen meyvelerin yani sira soguk bölgelerde yetisen meyvelerin de yetistirildigi kaydedilmektedir. Ibnul-Belhî her bahçede ceviz, narinciye, üzüm, incir gibi farkli iklimlerde yetisen meyveleri görmenin mümkün oldugunu belirtmektedir. [Genis bilgi için bkz.Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali Ibnul-Belhî, Kitabu Farsnâme, (nsr.G.L.Strange-R.A.Nicholson), Londra 1921, 129-130] Himyerî ise Fesayi Siraz kenti ile karsilastirmakta ve Fesanin Sirazin büyüklügünde bir kent oldugunu, ancak havasinin Sirazin havasindan daha güzel, pazarlarinin da daha canli oldugunu söylemektedir. Ona göre Fesanin ekonomisi büyük ölçüde tarima dayanmaktaydi. Burada yas sebze ve meyve, hububat, tuz, ceviz, ayva, turunç, iyi cins seker kamisi üretilmekteydi. [Bkz. Muhammed b. Abdulmünim el-Himyerî, Revdul-Mitâr fi Haberil-Aktâr, (thk.Ihsan Abbas), Beyrut 1980, 442] Makdisî, Fesada Islam aleminin hemen hemen her yerine ihraç edilen ince ipek elbiselerin yani sira sergi ve havlu çesitleri ve degerli mendillerin üretildigini söylemektedir. Bkz. Ibnul-Besârî el-Makdisî, Ahsenut-Tekâsim fi Marifetil-Ekâlim, (thk. Muhammed Mahzûm), Beyrut 1987, 337

    [4] Fars bölgesinin önemli yerlesim birimlerinden biri olan Derâbcird, genis tarimsal sahasinin yaninda, bol maden yataklarina da sahip idi.[Bkz. Yakut, II, 446] Bu durum söz konusu yerlesim biriminden Emevîler döneminde büyük miktarda haraç gelirinin elde edildigini göstermektedir.

    [5] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Nuveyrî, mektubu bu kadar teferuatli vermemesine ragmen 5.000.000 dirhemi bulan Kûfe Beytul-Malindaki parayi, Fars bölgesindeki Derâbcirdin haracini ve bulundugu yerde Hz. Aliye sövülmemesini sart olarak kostugunu aktarmaktadir. Bkz. XX, 227

    [6] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Meclisî ise bu mektubun Cündep b. Abdullah el-Ezdî tarafindan Muaviyeye götürüldügünü söylemektedir. Bkz. Meclisî, 44, 39

    [7] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Nuveyrî, XX, 227

    [8] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

    [9] Belâzûrî, Ensâb, III, 287

    [10] Ibn Miskeveyh, I, 386-387; Kalkasandî, Measirul-Inâfe, 108; Hamdullah b. Ebî Bekir b. Muhammed b. Nasr b. Mustafa el-Kazvinî, el-Müstevfi, Tarih-i Güzide, (nsr. Abdulhüseyin Nevâî), Tahran 1339, 199

    [11] Ibn Miskeveyh, I, 388

    [12] Bkz. Belâzûrî, III, 290

    [13] Bkz. Ibn Asem, III/IV, 292; Nuveyrî, XX, 229

    [14] Bkz. Kesî, I, 285

    [15] Bkz. Meclisî, 44/3

    [16] Meclisî, 44/56

    [17] Dineverî, 218

    [18] Isfehanî, 58

    [19] Bkz. el-Müstevfi, Tarih, 199

    [20] Büyük bir ihtimalle bu bilgiler Belâzûrîden alinmistir. Çünkü Belâzûrînin, Nuveyrînin en önemli kaynaklarindan biri oldugu bilinmektedir.

    [21] Ibnul-Esîr, h 56 yili hadiselerini anlatirken bu yilda Muaviyenin Yezidi veliaht tayin ettigini söyledikten sonra bunu hazirlayan nedenlere deginmekte ve Muaviyenin oglu Yezidi veiahd tayin etmeyi hicri ellilerden önce düsündügünü vurgulamaktadir. Ona göre; Mugire b. Sube, Kûfe valiliginden azledilecegini anlayinca Sama gitmis, Muaviyeye kendisinden sonra oglu Yezidi halife tayin etmesini önermis idi. Muaviye bunu basarabilir miyiz? diye sorunca da Kûfeyi kendisine birakmasini, buranin biatini alacagini söylemistir. Böylece Kûfe emirligini kurtarmis olan Mugire, sehre geldikten sonra Yezid lehine biat almistir. Bu konuda ciddi bir tepki ile de karsilasmamistir. Ibnul-Esîr, III, 504

    [22] Nitekim Mervan b. el-Hakem, Medine Mescidinde Muaviyenin kendisinden sonra veliahd olarak oglu Yezidi tayin ettigini bildirince; Hz. Ebûbekirin oglu Abdurrahman, Mervana ümmetin hayrini düsürmek için böye bir ise kalkismadiklarini, aksine Bizans yönetimini örnek aldiklarini, yönetimi babadan ogula geçirmek istediklerini söyler. Orada bulunan Hz. Hüseyin, Hz. Aise, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr de ayni gerekçelerle biat etmeyi reddederler. Bkz. Ibnul-Esîr, III, 507

    [23] Bkz. Belâzûrî, III, 291

    [24] Hz. Hasan hilafeti Muaviyeye teslim ettikten sonra Medineye gitmek için yola çiktiginda, yeni halife kendisine haber göndererek onu Haricîler ile savasa göndermek istemis, ancak Hz. Hasan Muaviyenin bu istegine karsi çikmistir. Genis bilgi için bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 289; Ibnul-Esîr, el-Kâmil, III, 417; Nuveyrî, XX, 273

    [25]Taberî, VI, 80; Kalkasandî, Subhul-Asa, III, 266; Ibnul-Esîr, el-Kâmil, III, 415; Nuveyrî, XX, 232. Hz. Hasan, Medineye döndükten sonra buradan hiç ayrilmadi, hiçbir siyasi hadisenin içerisinde de yer almadi. [Kalkasandî, Meâsirul-Inâfe, 109] Medinede vefat eden Hz. Hasan, Abbas b. Abdulmuttalibin kabrinin yaninda Baki mezarligina defnedildi. Hz. Hasanin vefat nedeni ise tartisilmaktadir. Rivayetler esi Cade bnt. el-Esas tarafindan zehirlendigini belirtmektedir. [Kalkasandî, Meâsirul-Inâfe, 107] Bu iddiaya sahip olan rivayetlerin büyük bir kismi Muaviye b. Ebî Süfyanin bu hadisede dahli oldugu yönünde kanaat serdederler. Bkz. Müstevfi, 200

    [26] bkz.Ibn Kuteybe, el-Imame, I, 164
#20.09.2005 11:22 0 0 0
  • BARIS SARTLARI

    Baris antlasmasi konusunda da yukarida zikrettigimiz siyasî gruplar farkli sartlarin bulundugunu ileri sürmüslerdir. Her grubun zihninde çok degisik meziyetlere sahip bir Hz. Hasan portresi bulundugu için söz konusu gruplar zihinlerindeki Hasana uygun sartlari antlasma metninde var oldugunu iddia etmislerdir. Baris müzakereleri esnasinda Abdullah b. Âmir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Semure,[1] Muaviye adina; Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib ise Hz. Hasan adina elçilik görevi yürütmüslerdir.[2]

    Antlasma sartlari ile ilgili en detayli bilgiler Belâzûrî tarafindan aktarilmaktadir. Adi geçen yazar, biri Muaviyeden Hz. Hasana, digeri ise Hz. Hasandan Muaviyeye olmak üzere iki mektubun bulundugunu kaydetmekte ve bunlari oldugu gibi nakletmektedir. Daha muahhar olan diger kaynaklarda bulunan bilgiler de asagi yukari buna yakindir. Önce Belâzûrînin naklettigi mektuplari, sonra da büyük bir ihtimal ile Belâzûrî kaynakli olan, diger eserlerdeki bilgileri aktaralim:

    Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Aliye Muaviye b. Ebî Süfyandan

    Ben seninle, benden sonra hilafetin sana ait olmasi hususunda anlastim. Bu konuda Allah ve Peygamberi aramizda kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana karsi hiç bir entrika çevirmeyecek ve düsmanlik yapmayacagim. Kim sözünden dönerse Allahin en siddetli azabi onun üzerine olsun. Sana beytulmaldan yilda 1.000.000 dirhem ile Fesâ[3] ve Derâbcirdin[4] haracini verecegim, simdiden oraya görevlilerini gönder senin için çalissinlar.

    Abdullah b. Âmir, Amr b. Selem el-Hemedânî, Abdurrahman b. Semure, Muhammed b. Esâs el-Kindî sahit olup, mektup h.41 yili Rebiulevvel ayinda yazildi.[5]



    Belâzûrî, ikinci mektubun Hz. Hasan tarafindan gönderildigini söylemektedir. Ona göre; Hz. Hasan Muaviyenin kiz kardesinin oglu olan Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalibi Muaviyeye göndererek, kendisine biat edecegini bildirmistir.[6] Muaviye Hz. Hasana alti imzali olan bos bir kagit göndermis ve sart olarak üzerine yazacagi her seyi kabul etmeye hazir oldugunu belirtilmistir.[7] Hz. Hasan da Muaviye tarafindan gönderilen kagida sunlari yazmistir:



    Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Ali ile Muaviye arasinda (hilafete geçtikten sonra) Muaviyenin Allahin kitabi, Resulünün sünneti ve Hulefa-i Rasidînin sireti üzere amel etmesi, kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonraki halifenin sura ile belirlenmesi, insanlarin mallarina, canlarina ve ailelerine eman vermesi (dokunmamasi), Hasan b. Aliye gizli veya açik hiç bir entrikada bulunmamasi ve dostlarindan hiç birine hiç bir sey yapmayacagi sartiyla ona hilafeti teslim edecegine dair yapilan anlasmadir. Buna Abdullah b. el-Hâris ve Amr b. Seleme sahittir[8]



    Yukarida adini zikrettigimiz yazara göre; Hz. Hasan tarafindan yazilan bu mektup Muaviyeye ulasinca, tüm sartlari kabul ettigini bildirmis, bunun üzerine bu iki sahis Kûfede bir araya gelmisler ve Hz. Hasan ona H. 41 yilinin Rebiulahir ayinda biat etmistir.[9] Belâzûrî konuya dair yukarida zikredilen bu iki mektup disinda ilave hiçbir bilgi aktarmamaktadir.

    Ibn Miskeveyh ve Kalkasandî ise, Hz. Hasanin Muaviyeye su üç sarti ileri sürdügünü belirtmektedirler:

    1.Irak Beytul-Malinda bulunan paranin kendisine verilmesi

    2.Derâbcirdin haracinin kendisine verilmesi

    3.Aliye lanet edilmemesi.[10]

    Ibn Miskeveyh bunlari söyledikten sonra Basralilarin Derâbcirdin kendilerine ait oldugunu söyleyerek, buranin haracini Hz. Hasana vermediklerini de ilave etmektedir.[11] Belâzûrî de bunu dogrulamaktadir. Ona göre Muaviyenin emri üzerine Abdullah b. Âmir Basralilari organize etmis ve söz konusu iki yerlesim biriminde bulunan Hasanin görevlilerini oradan çikartmistir.[12]

    Ibn Asem ve Nuveyrî ise Hz. Hasanin, Muaviyeden sonra hilafetin kendisine birakilmasini sart kostugunu aktarmaktadirlar.[13] Ibn Asem disindaki Siîlere gelince; Sianin en muteber hadis bilginlerinden biri olarak kabul edilen Kesî, Hz. Hasanin sart olarak sadece Hz. Ali taraftarlarina iyi davranilmasi, onlarin geçmiste yaptiklarindan dolayi cezalandirilmamalarini ileri sürdügünü aktarmaktadir.[14] Meclisî ise Hz. Hasanin Derâbcirdin haracini istedigini kabul etmekle beraber bu istegin Cemel ve Siffinde yakinlarini kaybeden ailelere yardim amaçli oldugunu söylemektedir. Ancak bunun neden Hz. Ali tarafindan, Derâbcird kendisine bagli iken, yapilmadigini ise izah edememektedir.[15] Meclisî daha sonra Hz. Hasanin sart olarak Muaviyenin Kuran ve sünnete uymasi, hilafeti kendisinden sonra suraya birakmasi, Aliye sövülmemesi, her yil kendisine 50.000 dirhem verilmesi ve herkese hakkettigi atâlarin ödenmesini sart kostugunu iddia etmektedir. [16] Yine Siî temayüllü olarak taninan Dineverî daha farkli sartlarin bulundugunu belirtmektedir. Ona göre yukaridakilerden farkli olarak Hz. Hasan su sartlari ileri sürmüstür. Iraklilardan hiç birine hile yapilmayacak, siyah beyaz herkese eman verilecek, Ahvazin yillik haraci her yil kendisine verilecek, her yil kardesi Hüseyine 200.000 dirhem verilecek, Hasimogullari atâ ve namazda Ümeyyeogullarina öncelenecektir.[17]

    Yine Siî müelliflerden Isfehanî ise antlasma sartlarini çok farkli tespit etmektedir. Ona göre Hz. Hasan, Muaviyeden sonra hilafetin kendisine birakilmasini, Kûfe Beytul-Malinda bulunan her seyin kendisine verilmesini, adi belirlenen bir yerin haracinin kendisine birakilmasini ve buranin haracinin her yil ona gönderilmesini, Hz. Hasana danisilmadan hiçbir seye karar verilmemesini sart kosmustur ki[18] bizce bunlar abartili iddialardir. Zira hem halifeye biat etmek hem de bir anlamda da onu kendine bagimli kilmak anlamina gelen bu sartlar pek de tutarli görünmemektedir. Siî müelliflerden Müstevfi el-Kazvinî ise Sianin, Imamlarin imametlerini gizlemelerinin nedeni olarak sürekli aktarmakta oldugu can emniyeti teorisine basvurmaktadir. O, Hz. Hasan, Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafi tarafindan yakalanip Muaviyeye teslim edilecegini anlayinca, onunla baris yapmanin daha makul oldugu sonucuna vardi ve kendisi ile anlasti demektedir.[19]

    Kanaatimizce antlasmanin büyük bir ihtimalle Ehl-i Sünnet ve Sianin ortak olarak aktardiklari kismi dogru, aykirilik arzeden yanlari tarafli ve yanlistir. Farklilik ve birbiriyle çeliskiler arzeden kisimlar tarihi süreç içerisinde kurgulanmis ve daha erken bir döneme yerlestirilmistir.

    Ehl-i Sünnet ve Sianin ittifak ettigi sartlar ise sunlardir:

    1.Hz. Hasan, ailesi ve taraftarlarina eman verilecektir.

    2.Hasana hayatini idame ettirecek bir gelir saglanacaktir

    Bunun disindaki sartlari dikkatle tahlil ettigimizde dönemin kosullarina pek de uygunluk göstermediklerini de anlariz. Simdi farklilik arzeden bu sartlari gözden geçirelim. Belâzûrînin aktardigi her iki mektupta sart olarak Muaviyeden sonra hilafetin ne olacaginin gündeme geldigi aktarilmaktadir. Birinci mektuba göre Muaviye hilafeti kendisinden sonra Hasana birakmakta, ikinci mektuba göre ise veliaht tayin etmeyecegi ve kendisinden sonra hilafeti sûrâya birakacagi sarti kabullenmektedir. Belâzûrîdeki bu bilgilere yakin rivayetler Nuveyrî tarafindan da aktarilmaktadir.[20] Antlasma esnasinda böyle bir sartin gündeme gelmis oldugunu dogrulayan farkli bilgilere sahip degiliz. Aksine kaynaklar Muaviyenin hicri ellilere kadar hilafetin kendinden sonraki durumunu hiç düsünmedigini, bu dönemde Mugire b. Subenin telkinleri ile oglu Yezidi veliahd tayin etmeye karar verdigini aktarmaktadirlar.[21] Yine Muaviyenin oglu Yezidi veliaht tayin ettigi zaman Islam aleminde aylarca süren tartismalarin meydana geldigi de aktarilmaktadir. Bu tartismalar esnasinda Muaviyeye yöneltilen suçlama ise hilafeti saltanata dönüstürme istegidir.[22] Bazi rivayetler Hz. Hasan ile Sad b. Ebî Vakkasin, hilafeti Yezide birakmak isteyen Muaviye tarafindan, ona rakip olabilecekleri gerekçesi ile zehirletilerek öldürüldügünü belirtilmektedir. Ancak hiçbir rivayet Hz. Hasanin Muaviyeye benim hakkimi ogluna veremezsin dedigini aktarmamaktadir. Aksine kimi rivayetlere göre; Kûfeli Süleyman b. Surad ve diger bazi kimseler Hz. Hasani antlasma metnine böyle bir sart yazdirmadigi hususunda suçlamislardir.[23] Bütün bunlar, bize göre, Hz. Hasan ile Muaviyenin baris görüsmeleri esnasinda hilafetin Muaviyeden sonrasini müzakere etmediklerini açik bir sekilde ortaya koymaktadir.

    Dahasi Hz. Hasanin zihninde Muaviyenin kendisinden sonra oglu Yezidi veliaht birakacagina dair herhangi bir kuskunun olduguna dair en ufak bir bilgi kirintisina rastlanmamaktadir. Aksine gerek Islam öncesi kabile reislerinin seçiminde gerekse ilk halifelerin hilafete gelislerinde böyle bir sistem uygulanmadigi için Hz. Hasanin Muaviyeden süphelenerek böyle bir sart koydurmasi da pek makul degildir.

    Isfehanînin aktardigi Hz. Hasanin Muaviyenin yaptigi her seyi önce kendisine danismasini istemesi sarti ise gerçege hiç uymamaktadir. Çünkü bu cümle Hz. Hasanin Muaviyenin üstünde bir konum kazanmasi, en azindan kendisinden görev bekledigi anlamina gelmektedir. Oysaki Hz. Hasan böyle bir beklentinin içinde olmadigi gibi Muaviye tarafindan kendisine önerilen görevleri siddetle reddetmis,[24] Medineye dönerek hayatinin geri kalan kismini son derece sade bir sekilde geçirmistir. [25] Muaviyenin politikalarindan memnun olmayanlar onu sürekli isyana tesvik ettilerse de Hz. Hasan hiçbir zaman bu oyuna gelmedi, Muaviyeye biat ettigini, o yasadigi sürece biatini bozup, ona ihanet etmeyecegini söyleyerek, bu tür insanlarin beklentilerini bosa çikardi.[26]

    Sonuç olarak Kûfelilerin biatini aldiktan sonra halife olarak tarih sahnesindeki yerini alan Hz. Hasan, Hilafete geldikten sonra Muaviye ile mücadele etmek için harekete geçmis, ancak ordusu tarafindan yalniz birakildigi için onunla anlasmak zorunda kalmis ve hilafeti kendisine devretmistir. Hilafeti devrettikten sonra Medineye yerlesmis, siyasî hadiselerin hiç birinin içerisinde yer almamistir. Onun bu tarihsel tutumu sonraki kusaklar tarafindan yeniden kurgulanmis, degisik boyutlariyla veya tek tarafli yaklasimlarla ele alinarak kullanilmaya çalisilmistir.



    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Taberî, VI, 74; Isfehanî, Mekâtil, 74; Nuveyrî, XX, 227; Yakubî, ise Abdullah b. Âmirin yaninda Mugire b. Sube ile Abdurrhman b. Ümmil-Hakemin de bulundugunu söylemektedir. Bkz. Tarih, II, 214

    [2] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

    [3] Fars bölgesinin önemli kentlerinden biri olan Fesa, Ibnul-Belhîye göre Isfehanin birkaç kati büyüklükte idi. Fesa kenti ve çevresinde zengin su kaynaklari bulundugu için bol miktarda tarim yapilmaktaydi. Havasinin uygun olmasi nedeniyle sicak bölgelerde yetisen meyvelerin yani sira soguk bölgelerde yetisen meyvelerin de yetistirildigi kaydedilmektedir. Ibnul-Belhî her bahçede ceviz, narinciye, üzüm, incir gibi farkli iklimlerde yetisen meyveleri görmenin mümkün oldugunu belirtmektedir. [Genis bilgi için bkz.Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali Ibnul-Belhî, Kitabu Farsnâme, (nsr.G.L.Strange-R.A.Nicholson), Londra 1921, 129-130] Himyerî ise Fesayi Siraz kenti ile karsilastirmakta ve Fesanin Sirazin büyüklügünde bir kent oldugunu, ancak havasinin Sirazin havasindan daha güzel, pazarlarinin da daha canli oldugunu söylemektedir. Ona göre Fesanin ekonomisi büyük ölçüde tarima dayanmaktaydi. Burada yas sebze ve meyve, hububat, tuz, ceviz, ayva, turunç, iyi cins seker kamisi üretilmekteydi. [Bkz. Muhammed b. Abdulmünim el-Himyerî, Revdul-Mitâr fi Haberil-Aktâr, (thk.Ihsan Abbas), Beyrut 1980, 442] Makdisî, Fesada Islam aleminin hemen hemen her yerine ihraç edilen ince ipek elbiselerin yani sira sergi ve havlu çesitleri ve degerli mendillerin üretildigini söylemektedir. Bkz. Ibnul-Besârî el-Makdisî, Ahsenut-Tekâsim fi Marifetil-Ekâlim, (thk. Muhammed Mahzûm), Beyrut 1987, 337

    [4] Fars bölgesinin önemli yerlesim birimlerinden biri olan Derâbcird, genis tarimsal sahasinin yaninda, bol maden yataklarina da sahip idi.[Bkz. Yakut, II, 446] Bu durum söz konusu yerlesim biriminden Emevîler döneminde büyük miktarda haraç gelirinin elde edildigini göstermektedir.

    [5] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Nuveyrî, mektubu bu kadar teferuatli vermemesine ragmen 5.000.000 dirhemi bulan Kûfe Beytul-Malindaki parayi, Fars bölgesindeki Derâbcirdin haracini ve bulundugu yerde Hz. Aliye sövülmemesini sart olarak kostugunu aktarmaktadir. Bkz. XX, 227

    [6] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Meclisî ise bu mektubun Cündep b. Abdullah el-Ezdî tarafindan Muaviyeye götürüldügünü söylemektedir. Bkz. Meclisî, 44, 39

    [7] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Nuveyrî, XX, 227

    [8] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

    [9] Belâzûrî, Ensâb, III, 287

    [10] Ibn Miskeveyh, I, 386-387; Kalkasandî, Measirul-Inâfe, 108; Hamdullah b. Ebî Bekir b. Muhammed b. Nasr b. Mustafa el-Kazvinî, el-Müstevfi, Tarih-i Güzide, (nsr. Abdulhüseyin Nevâî), Tahran 1339, 199

    [11] Ibn Miskeveyh, I, 388

    [12] Bkz. Belâzûrî, III, 290

    [13] Bkz. Ibn Asem, III/IV, 292; Nuveyrî, XX, 229

    [14] Bkz. Kesî, I, 285

    [15] Bkz. Meclisî, 44/3

    [16] Meclisî, 44/56

    [17] Dineverî, 218

    [18] Isfehanî, 58

    [19] Bkz. el-Müstevfi, Tarih, 199

    [20] Büyük bir ihtimalle bu bilgiler Belâzûrîden alinmistir. Çünkü Belâzûrînin, Nuveyrînin en önemli kaynaklarindan biri oldugu bilinmektedir.

    [21] Ibnul-Esîr, h 56 yili hadiselerini anlatirken bu yilda Muaviyenin Yezidi veliaht tayin ettigini söyledikten sonra bunu hazirlayan nedenlere deginmekte ve Muaviyenin oglu Yezidi veiahd tayin etmeyi hicri ellilerden önce düsündügünü vurgulamaktadir. Ona göre; Mugire b. Sube, Kûfe valiliginden azledilecegini anlayinca Sama gitmis, Muaviyeye kendisinden sonra oglu Yezidi halife tayin etmesini önermis idi. Muaviye bunu basarabilir miyiz? diye sorunca da Kûfeyi kendisine birakmasini, buranin biatini alacagini söylemistir. Böylece Kûfe emirligini kurtarmis olan Mugire, sehre geldikten sonra Yezid lehine biat almistir. Bu konuda ciddi bir tepki ile de karsilasmamistir. Ibnul-Esîr, III, 504

    [22] Nitekim Mervan b. el-Hakem, Medine Mescidinde Muaviyenin kendisinden sonra veliahd olarak oglu Yezidi tayin ettigini bildirince; Hz. Ebûbekirin oglu Abdurrahman, Mervana ümmetin hayrini düsürmek için böye bir ise kalkismadiklarini, aksine Bizans yönetimini örnek aldiklarini, yönetimi babadan ogula geçirmek istediklerini söyler. Orada bulunan Hz. Hüseyin, Hz. Aise, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr de ayni gerekçelerle biat etmeyi reddederler. Bkz. Ibnul-Esîr, III, 507

    [23] Bkz. Belâzûrî, III, 291

    [24] Hz. Hasan hilafeti Muaviyeye teslim ettikten sonra Medineye gitmek için yola çiktiginda, yeni halife kendisine haber göndererek onu Haricîler ile savasa göndermek istemis, ancak Hz. Hasan Muaviyenin bu istegine karsi çikmistir. Genis bilgi için bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 289; Ibnul-Esîr, el-Kâmil, III, 417; Nuveyrî, XX, 273

    [25]Taberî, VI, 80; Kalkasandî, Subhul-Asa, III, 266; Ibnul-Esîr, el-Kâmil, III, 415; Nuveyrî, XX, 232. Hz. Hasan, Medineye döndükten sonra buradan hiç ayrilmadi, hiçbir siyasi hadisenin içerisinde de yer almadi. [Kalkasandî, Meâsirul-Inâfe, 109] Medinede vefat eden Hz. Hasan, Abbas b. Abdulmuttalibin kabrinin yaninda Baki mezarligina defnedildi. Hz. Hasanin vefat nedeni ise tartisilmaktadir. Rivayetler esi Cade bnt. el-Esas tarafindan zehirlendigini belirtmektedir. [Kalkasandî, Meâsirul-Inâfe, 107] Bu iddiaya sahip olan rivayetlerin büyük bir kismi Muaviye b. Ebî Süfyanin bu hadisede dahli oldugu yönünde kanaat serdederler. Bkz. Müstevfi, 200

    [26] bkz.Ibn Kuteybe, el-Imame, I, 164
#20.09.2005 11:23 0 0 0
  • Emeviler dönemi

    Yezid bin Muaviye dönemi

    HARRA OLAYI

    Emevî yöneticisi Yezid b. Muaviye devrinde Medine'de Ashab çocuklarinin yönetime karsi kiyamlari neticesinde Medine'nin yagmalanmasi ve bir çok kimsenin öldürüldügü olay. Yezid'in birçok kimsenin muhalefetine ragmen veliahd olup basa geçmesinden sonra yönetimden razi olmayan fakat Dimask'ta ne olup bittigini ögrenmek isteyen bazi müslümanlar vardi. Bunlar ashabin ileri gelenlerinin çocuklari idi. Gasîlü'l Melâike diye bilinen Hanzala'nin oglu Abdullah ve Mahsunogullari kabilesinden Abdullah b. Hafs ile Münzir b. Zübeyr Medine halkinin ileri gelenlerinden kalabalik bir hey'et olusturup Dimask'a Yezid b. Muaviye'yi ziyarete gittiler. Bunlar Yezid'in huzuruna vardiklarinda Yezid'den büyük iltifatlar gördüler. Yezid onlara bol ikram ve ihsanlarda bulunup cömertçe hediyeler verdi. Son derece adil, kibâr, haysiyetine düskün olan Abdullah b. Hânzala, Yezîd'in verdigi yüz bin dirhem ile yaninda bulunan ogullarina verdigi on bin dirhemi reddetmeden kabul etmisti. Bu hey'ete katilanlarin hemen hemen çoguna ayni hediyeler takdim edildi. Ancak onlar Dimask'a giderken orada nasil bir yönetimin hüküm sürdügünü ve Yezid'in neler yaptigini ögrenmek için gitmislerdi. Bu hey'et Dimask'tan Medine'ye geri dönmek üzere yola koyuldugunda bunlardan Münzir b. ez-Zübeyr Irak'a Ubeydullah b. Ziyad'a gitmis ve bir müddet orada kalmisti. Medine'nin ileri gelenlerinden tesekkül eden bu hey'et Dimask'ta görüp isittiklerini anlatmak üzere Rasûlullah'in sehrine varinca bütün orada gördüklerini ve Yezîd'in nasil bir hayat sürdügünü müslümanlara aynen aktarmaya basladilar. Söyle diyorlardi: "Bizler Islâmî hiç bir hayati olmayan bir adamin yanindan geldik. Bu adam mü'minlerin halîfesi sifatini kullaniyor, fakat saraf içiyor; tanbur çaliyor; huzurunda câriyeler sarki söylüyor; maymun ve köpeklerle ugrasiyor ve geceleyin de ülkenin haydutlariyla bir araya gelip sohbet ediyor. Sahit olunuz ki biz daha evvel kendisine yapmis oldugumuz bey'ati geri aldik ve onu hilafet makamindan azlettik." Sonra Hanzala'nin oglu Abdullah bu konusmalara sunlari ilave etmisti:

    "Biz öyle bir adamin yanindan geldik ki su çocuklarimin disinda hiç kimseyi bulamayacak olsam bile onlari yanima alir ve ona karsi cihada çikarim. Evet o bana hediyeler verdi, ikramda bulundu, hediyelerini ancak bana gerekli ve yetecek kadariyla kabul ettim." Bu haberler üzerine bütün Medine halki Yezid'e daha evvel yapmis olduklari bey'atlerini bozarak herkesin itimadini kazanmis olan Abdullah b. Hanzala'ya bey'at ettiler ve onu mü'minlerin emiri olarak basa geçirdiler.

    Diger taraftan Ubeydullah b. Ziyad'in yanina varmis olan Münzir b. ez-Zübeyr'e gelince; onun bu olaydan sonra rahatlikla tutuklanabilecegi bilindiginden dolayi, Yezid b. Muaviye tarafindan Ubeydullah'a yazilan mektupta derhal tutuklanip Dimask'a gönderilmesi isteniyordu. Ancak Ibn Ziyad, babasinin eski bir dostu ve ayni zamanda o an için kendi misafiri olan Münzir'i yakalamayi istememisti. Nihayet bir hile ile onu Kufe'den çikartip Medine'ye gitmesini Münzir b. Zübeyr saglayarak tutuklamisti. Medine'ye varinca gerçekten o da Yezid'e karsi insanlari kiskirtmaya basladi. Söyle diyordu:

    "O bana yüz bin dirhem para hediye etti. Ancak onun bana yaptigi bu iyilik benim sizlere onun içinde bulundugu durumu anlatmama engel olamaz. Allah'a yemin ederim ki, Yezid b. Muaviye sarap içiyor, namaz kilamayacak hale gelinceye kadar sarhos oluyor." Daha sonra da onun ve yönetimde bulunan diger arkadaslarinin içine düstükleri o kötü durumlarini, kusurlarini ve Islâm ile bagdasmâyan tavirlarini bir bir anlatmaya basladilar.

    Medine'de Yezid'e yapilan bey'atin geri alindigi ve müslümanlarin Abdullah b. Hamala'ya bey'at ettikleri haberi Dimask'a ulasinca Yezid b. Muaviye derhal Ensar'in ileri gelenlerinden Nu'man b. Besir'i Medine'ye göndererek buna engel olmasini ve halki bundan vazgeçirmeye çalismasini istedi. Nu'man b. Besir Medine'ye giderek onlara böyle bir kiyamdan vazgeçmelerini, Samlilara karsi koymanin mümkün olmadigini, onlarin büyük ordu ve süvarilerinin oldugunu söyleyip durdu. Ancak Nu'man b. Besir'e karsi çikan Medineliler bu kararlarindan dönmeye pek niyetli görünmediler. Nu'man b. Besir Yezid'in böyle bir davranisi asla affetmeyecegini, çok kötü bir sekilde sehre saldirilarak halkin perisan edilecegini, hanimlara dahi kiliç çekilecegini ve Medine'nin hareminin çignenecegini söyledigi halde hiç kimse onu dinlememisti. Medineliler bu Abdullah b. Hanzala'ya bey'at ettikten sonra Yezid'in yeni tayin etmis oldugu genç ve tecrübesiz vali Osman b. Muhammed b. Süfyan, sehrin disina çikarilarak Ümeyyeogullarini muhasara altina aldilar. Ümeyyeogullari o gün Medine'de yasayanlar olarak kendilerine bagli olanlarla birlikte yaklasik bin kisi idiler. Bunlar Mervân b. el-Hakem'in evine yerleserek durumu çok acele bir sekilde Yezid'e bir mektupla bildirdiler ve durumun ciddi oldugunu da eklediler. Gönderdikleri elçi Yezid'in yanina vardiginda Yezid Ümeyyeogullarinin bu yardim talebini hayretle karsiladi 've elçiye söyle sordu: "ümeyyeogullari taraftarlariyla birlikte yaklasik bin kisi civarinda degil miydi?" Elçi olumlu cevap verince Yezid: "Peki onlar hiç olmazsa biraz da olsa kiliçlarina sarilip savasmadilar mi?" dedi. Yezid bu isyani bastirmak ve zor durumda olan Ümeyyeogullarini kurtarmak üzere yine kendilerinden bir fert olup Hicaz valiliginden yeni azledilmis olan Amr b. Saîd'i çagirarak ona Medine'den akrabalarinin gönderdigi mektubu okumus ve derhal yanina asker alip Medine üzerine gitmesini emretmisti. Ancak Amr b. Said böyle bir görevi yüklenmek istememis, bundan âffedilmesini talep etmisti. Yezid b. Muaviye Medine üzerine Ubeydullah b. Ziyad'i gönderme karari verdi. Fakat daha önce bu isyanlari bastirmak üzere kendisini görevlendirdiginde Rasûlullah'in torununu Kerbelâ'da sehid edip Yezid'i millete rezil ettigi için onu bundan uzak tutmustu.

    Amr b. Said Medine üzerine gitmeyi kabul etmeyince Yezid bu isi becerebilecek biraz da insaftan yoksun birisini düsünüp dururken, hatirina bir hayli yaslanmis bulunan ve halk arasinda "müsrif" diye bilinen Müslim b. Utbe geldi. Ona haber göndererek Medine üzerine gitmesini istedi. Ancak Müslim b. Utbe, Ümeyyeogullarinin Medine'de bu isyancilara karsi koyabilecek yeterli sayida olduklari ve neden çarpismadiklarini sormus, Yezid'in bunlari düsmana karsi çarpistirarak onlari yoruncaya kadar savasmaya devam etmelerini emretmesini tavsiye etmisse de Yezid, Ümeyyeogullarinin öldürülmelerinden sonra yasamanin bir anlami kalir mi? anlaminda Müslim'e serzeniste bulunarak derhal askerlerinin basina geçip Medine üzerine yürümesini istemisti. Özellikle Yezid'in Müslim b. Utbe üzerinde durmasinin asil sebebi kaynaklarin ifadesine göre babasi Muaviye Medine'de herhangi bir karisikli çikacak olursa bunun üzerine Müslim b. Ukbe'yi gönder; emin bir kimse olup sana samimiyetle yardim edecektir, seklinde bir tavsiyesinden kaynaklanmaktadir (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, IV,112). Iste Medine halkinin Yezid'e karsi kiyam etmeleri üzerine Müslim b. Ukbe'nin emrine verilen çapulcu bir asker kitlesi Medine üzerine yola çikarildi. Bunlar Kuzey Afrika ve Suriye'nin kenar bölgelerinden toplanmis on iki bin kisilik bir ayak takimi grubu idi. Müslim b. Ukbe bu orduyu alip Medine üzerine yürüdü. Yezid'in ondan istedigi su idi: Medine halkina üç defa ikazda bulunacak, itaat ettikleri takdirde onlari kendi haline birakip bey'atlerini yenilemelerini isteyecekti. Aksi takdirde derhal onlara karsi savasarak üç gün üç gece müddetle sehri yagmalamalarini Müslim'e emretti. Bu yagma ve talan sirasinda Rasulullah'in beldesinde bulunan her türlü mal, binek, silah ve yiyecek malzemesi tamamen askerlerin olacakti.

    Bu arada Medine'de meydana gelen bu kiyam sirasinda Kerbala'da karsilasmis oldugu büyük zulum ve izdiraplari bir daha asla yasamak istemeyen Hz. Hüseyin'in olu Ali Zeynelabidîn gönderdigi bir mektupta kendisinin bu kiyama katilmadigini ifade ederek eman istediginden dolayi Yezid Medine üzerine gönderdigi kumandani Müslim'den, Ali b. Hüseyin'e dokunmamasini, ona eman vermesini istemisti. Medine halkinin kiyami sirasinda Ümeyyeogullarinin o gün Medine'de yasayanlarinin en yaslisi ve reisi durumunda olan Mervan b. Hakem kendi aile efradini garanti altina almak için onlari Yezid'den eman almis bulunan Hz. Hüseyin'in oglu Ali'nin aile efradina katarak Yenbu' civarina göndermisti.

    Kur'ân ve sünnet çerçevesinde Islâmî devletin yönetilmesini arzulayan Rasûlullah'in yardimcilari o gün hayatta kalan Ensâr ve Muhacir çocuklari Rasûlullah'in sünnetini ihya etmek için giristikleri bu iyi niyetli ve tertemiz tesebbüs Yezid'in askerlerinin saldirisiyla önlenecekti. Müsfim b. Ukbe, ordusunu alip Medine yakinlarina gelerek Kureys'ten bazi kimselerle ve özellikle Ümeyyeogullariyla görüsmek istemisti. Ancak bu arada Ümeyyeogullarina eman verilmis ve Onlar Medine'nen disina çikarak adeta kendilerini koruma altina almislar; fakat Suriye'den gelecek orduya katilmayacaklarina ve ona asla bilgi vermeyeceklerine söz vererek Medine'den çikip gitmislerdi. Müslim b. Ukbe, Hz. Osman b. Affan'in oglu Amr'i yanina çagirarak Medine'de neler olup bittigini ve ne yapmasi gerektigini kendisine danismis, Amr b. Osman b. Affan ise söyle demisti: "Kesinlikle sana bu konuda yardimci olamam. Çünkü Medinelilere bir söz ve ahid vermis bulunuyoruz. Onlarin düsmanlarina asla yardimci olmayacak ve herhangi bir konuda onlara yol göstermeyecegiz." Yezid'in kumandani Müslim, Hz. Osman'in ogluna son derece sert bir çikis yaparak, eger Osman'in oglu olmamis olsaydi derhal kendisini öldürecegini söylemisti. Arkasindan Mervan b. Hakem'in oglu Abdülmelik ile karsilasinca Abdülmelik verdigi bu sözü tutmus gibi görünerek ona bazi hususlarda ögütler vermis ve Medinelilerle çarpismak üzere Medine'nin dogusuna geçmesini ve sabah erkenden çarpismalara giristiginde günesi arkasina alarak Medinelilere saldirmasini ögütlemisti. Böylelikle onlar kendisine saldirinca günes yüzlerine vuracak ve gözlerini kamastirip arzu ettikleri sekilde çarpisamayacaklardi. Bundan son derece memnun olan Müslim b. Ukbe böyle akilli bir Ümeyyeogullari mensubu ile karsilastigi için memnuniyetini ona ve babasina açiklamisti. Müslim b. Ukbe derhal Medine halki üzerine saldiriya geçmek üzere Mervan b. el-Hakem'in oglu Abdülmelik'in tarif ettigi Harra bölgesine kadar ilerlemis ve burada durup Medine halkina üç gün müddet verdigini, bu müddet içinde kendisine itaat ederlerse onlara eman verecegini; aksi takdirde onlarla savasacagini, fakat buna ragmen kanlarini da akitmak istemedigini; bunun için itaat etmenin kendi lehlerine olacagini söylemisti. Bu verilen üç günlük müddet sona ermisti. Medine halki asla teslim olmayip savasmaktan yana bir tavir takindilar. Yapmis olduklari bey'ati koruyacaklari hususunda samimi olduklarini da ortaya koyarak Yezid'in bu tehdidine ragmen yönetiminden asla razi olmadiklarini ve böyle bir yönetimi de istemediklerini davranislariyla, tavirlariyla, kiyamlariyla ilan etmislerdi. Nihayet Müslim b. Ukbe bir daha onlara söyle demisti: "Savasmaktan vazgeçin, bize itaat edin. Böylece bütün gayret ve gücümüzü bütün bu isyankâr ve fasiklari her yerde etrafina toplamis bulunan su Mekke'deki inkarci Ibn-i Zübeyr'in üzerin yöneltelim." Medinelilerin ise bu söze daha çok canlari sikilmis ve Müslim'in suratina inen bir samar gibi su sözleri söylemislerdi:

    "Ey Allah'in düsmanlari, sizler oraya gitmek isteyecek olursaniz biz sizi birakmayacagiz. Biz sizin Allah'in beytu'l-Haram'ina giderek oranin halkini korkuya düsürmenize, oranin ihtiramini sarsmaniza asla izin veremeyiz. Allah'a yemin ederiz ki Mekke'ye saldirma imkâni bulamayacaksiniz; karsiniza bizler dikilecegiz ve Abdullah'a yardimci olacagiz."

    Medineliler Harra bölgesinde sehri korumak üzere bir hendek kazmis ve bu bölgede bütün kuvvetlerini dörde bölerek dört ayri ordu olusturmuslardi. Bunlarin her biri bir tarafta sehri savunmayi üstlenmis bulunuyordu. Nihayet Müslim b. Ukbe, bütün askerlerini ve o çapulculari biraraya getirerek onlari kendisine mü'minlerin emiri sifatiyla bey'at edilmis bulunan Hz. Hanzala'nin oglu Abdullah'in üzerine yöneltti. Abdullah b. Hanzala yanindaki müslümanlarla birlikte bu Suriye ordusuna karsi koymaya çalismis ve bir hayli direnis göstermisti. Bu arada Abdullah b. Hanzala'nin yakin arkadaslarindan ve Rasulûllah'in amca çocuklarindan Fadl b. Abbas b. Rabia b. Haris b. Abdulmuttalib, kumandan Abdullah'in yanina varmis ve onunla birlikte sonuna kadar çarpisacagina, atini mahmuzlayarak su zalim ve gaddar ordunun basinda bulunan Müslim b. Ukbe'nin yanina kadar varip onu öldürecegine dair söz vermisti. Fadl b. Rabia, yanina aldigi yirmi kadar Medineli müslümanlar ile birlikte hamle üstüne hamle yapip Müslim b. Ukbe'nin bulundugu karargaha kadar ilerledi. Müslim etrafinda bes yüz kadar piyade ile kendini koruyordu. Bunlar dizleri üzerine çökmüs, mizraklariyla karsidan geleceklere karsi hazir vaziyette bekliyorlardi. Ama bu bes yüz mizrakliya ragmen Fadl b. Rabia büyük bir cesaretle atini sancagin bulundugu yere kadar kosturmus ve sancagi elinde tutan adamin kafasina indirdigi kiliç darbesiyle onu öldürmüs ve: "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki bu azginlarin baslarini öldürdüm" diye bagirmisti. Ancak Müslim, ona yanildigini ve kendisinin hayatta oldugunu söylemisti. Bu öldürülen kisi Bizansli bir genç olup Müslim'in ordusunda yer almis bulunuyordu. Bu Bizanslinin Medine'de acaba ne isi vardi. Gerçekten müslüman olmus bir kisi mi yoksa bir çapulcu veyahut da parayla tutulan bir asker miydi? Nihayet Samlilarin bu sekilde karargahina kadar ilerleyen Fadl b. Rabia b. Abbas, Yezid'in askerleri tarafindan öldürüldü. Bu arada Abdurrahman b. Avf'in oglu Zeyd de bu gelenler arasinda bulundugundan o da hayatini kaybetmisti.

    Bu arada Suriye ordusu, süvari ve piyadeleriyle ve bütün gücüyle Müslim b. Ukbe'nin tesvikleriyle Abdullah b. Hanzala'nin bulundugu noktaya dogru hamle ederek saldiriya geçti. Medineli müslümanlarin üzerine saldirip, onlari tavuk keser gibi dograyip duruyorlardi. Bu arada Abdullah b. Hanzala arkadaslarini da tesvik etmeye çalisarak onlara söyle diyordu: "Su anda tam olarak düsmanla karsi karsiya gelmis ve savasin en sert anini yasiyorsunuz. Ben savasin basladigi andan itibaren bir saat içinde durumun ya lehimize ya da aleyhimize neticelendigini bekliyordum. Fakat simdiye kadar sabrettiniz; Allah'in kelâminda zikrettigi Rasulünün yardimcilarinin çocuklari ve hicret yurdunun sakinlerisiniz. Ben Rabbinizin, müslümanlarin bütün sehirleri arasinda bu sehir disinda baska bir sehirden daha razi oldugunu zannetmiyorum. Yine bütün bölge sehirleri arasinda herhangi bir sehir halkinin su anda sizinle çarpismakta olanlardan dâha çok gazab ettigini de zannetmiyorum. Kesinlikle biliniz ki sizden her biriniz mutlaka ölecektir, ölüm mukadderdir. Allah'a yemin ederim ki sehîd olarak ölmekten daha üstün bir ölüm olamaz. Iste bu firsati yüce Allah önünüze getirmistir."

    Çarpismalar siddetlendikçe siddetlenmisti. Abdullah b. Hanzala samimiyetle çarpisan sekiz oglunu teker teker gözünün önünde kaybetti. Onlarin hepsi Rasulullah'in sehrine saldiran askerlerin eliyle sehid olmuslardi. Daha sonra kendisi de sehid edildi. Bu arada yine Medineliler arasinda ve Rasûlullah'in ashabinin çocuklarindan olan Abdullah b. Zeyd b. Asim ile Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensarî sehid edilmislerdi. Mervan b. el-Hakem gibi gerçekten gerçekler karsisinda insafa az gelebilecek birisi dahi Muhammed b. Amr'in öldürüldügünü ögrenince söyle demisti: "Allah rahmet eylesin onun mesciddeki bir diregin yaninda namaz kilarken uzun uzun ayakta dikildigini, Allah'in huzurunda uzun müddet ibadet ettigini çok çok görmüsümdür."

    Müslim b. Ukbe Medinelileri tamamen dagittiktan sonra üç gün müddetle Rasûlullah'in sehrini yagmalatti. Ashabin ve ashab çocuklarinin mallari ve esyalari bu askerler tarafindan talan edildi. Bu durumda Medine'de bulunan sahabiler bir hayli üzülmüs ve durumdan endise duyarak çok korku duymuslardi. Rasûlullah'in yakin ashabindan ve bir çok hadis rivayet eden Ebu Said el-Hudrî büyük bir korkuyla sehrin disina çikip bir magaraya gizlenmisti. Fakat Yezid'in askerlerinden birisi onu öldürmek üzere magara kapisina kadar gelmis, ancak "Ben Ebu said el-Hudrî'yim, Rasûlullah'in arkadasi Ebu Said" deyince Sanili asker onu öldürmekten vazgeçmisti. Yezid b. Muaviye Medinelilerin kanlarini, namuslarini ve mallarini Müslim b. Ukbe'ye havale etmisti. O istedigi sekilde hüküm verecekti. Üç gün müddetle zaten Medine halkini kiliçtan geçirip mallarin yagmaladiktan sonra onlardan bey'at istedi. Müslim onlara, bildiginiz sartlar ölçüsünde Yezid'e bey'at ediniz diye söyleyince Medineli ve Kureysli iki kisi söyle demislerdi "Biz sana Allah'in kitabi ve Rasulullah'in sünneti üzere bey'at ediyoruz." Bu lafi isiten Müslim b. Ukbe derhal her ikisinin boyunlarini vurdurmustu. Mervan b. Hakem insafa gelerek ona söyle söyledi:

    "Fesübhanallah, sen Kureys'den emân ile gelmis iki kisiyi nasil oluyor da öldürüyorsun?" deyince, Müslim elindeki sopayla Mervan'in boynunu dürterek onu, "Allah'a yemin ederim ki, sen de bu laflari söylemis olsan seni de öldürürdüm" diye azarlamisti. Evet Allah'in kitabi ve Rasulullah'in sünneti üzere bey'at ediyoruz diyenler öldürülüyordu. Allah'in kitabi ve Rasulünün sünnetine kimler karsi çikabilir ve böyle bir uygulamayi kimler yapabilir?

    Bu arada Makil b. Sinan, bir ara Müslim b. Ukbe ile Taberiyye yakinlarinda beraber bulunmusken Yezid'in hilafetine karsi isyan eden ve Abdullah b. Hanzala'ya bey'at eden Medinelilere yardim edecegini Ensar ve Muhacirlerin yaninda yer alarak Medine'ye vardiginda bu fasikin oglu fasika yapilan bey'ati bozacaklarina dair sözler söylemis, bundan dolayi da Müslim, onu Medine'de yakalayinca öldürmüstü. Diger taraftan Müslim bu insanlari tek tek huzuruna çagirip hep ayni sekilde sorgulamis ve çok kimsenin canina kiymisti. Bunlardan birisi de Yezid b. Vehb idi. Yezid müslümanlarin yanina gelince ona "bey'at et" denildi o da: "Kitap ve sünnet üzere bey'at ediyorum" deyince, Müslim; "Onu öldürünüz" dedi. Müslim de yine Mervan'in sefaatine ragmen Müslim tarafindan öldürüldü. Bu arada Hz. Abbas'in oglu Abdullah'in oglu Ali, bey'at ettirilmek üzere Müslim'in yanina getirilince annesinin Kinde kabilesinden olmasindan dolayi, hayatini kaybetmekten kurtulmustu. Yoksa Rasûlullah'in bir amcasinin oglu daha burada öldürülecekti.

    Bu arada Müslim, Ümmeyyeogullarindan herhangi bir ferdi öldürmüs degildi. Ancak yine de onlara hakaretler yapmaktan kendini alamamisti. Hz. Osman'in oglu Amr, Ümmeyyeogullarindan olmasina ragmen Medinelilerin tavrina karsi asla menfi bir davranista bulunmamis ve gönlünün onlardan yana oldugunu göstermisti. Bunun üzerine Müslim onu yanina çagirarak herkesin yaninda bir çok hakaret yaptiktan sonra sakalinin tellerini yolmus kendisine, annesine ve babasina hakaretler etmisti. Harra Olayi 28 Zilhicce 63 (27 Agustos 683) tarihinde meydana gelmisti. Bu olayda Rasûlullah (s.a.s)'in sehri yagmalanmis ve her türlü kötülük bu sehre reva görülmüstü. Isyan etmis herhangi bir Islam beldesine yapilabilmesi bir yana gayr-i müslim bir kitlenin savasa katilmasi ve isyan etmesi halinde bile onlara karsi böyle davranilamaz, masum halki kiliçtan geçirilemez ve hele hele namuslarin el uzatilamazdi. Bütün bunlar Islam savas hukukuna göre kesinlikle yasak olmasin ragmen, Hz. Peygamber'in mübarek bir harem olarak tavsif ettigi sehrine yapilmisti. Medine'nin faziletieri hakkinda Rasûlullah'in nice hadisleri vardir. O Medine'yi kurtulus ülkesi ve hicret sehri diye isimlendirirken söyle buyuruyordu: " Kim Medine hareminde kitap ve sünnete muhalif bir bid'at islerse Allah'in azabi meleklerin ve bütün insanlarin laneti o kimse üzerinde olsun" (Buhârî, Fadâilü'l-Medine,1, Müslim, el-Hacc 85/469 ve 371.) Gerek Sahih-i Buhârî ve gerek Sahih-i Müslim'de Medine'nin faziletlerine dair bir çok kimseden ve özellikle Ebu Hureyre'den hadis-i serifler rivayet edilmistir. Bu hadis-i seriflere ragmen Râsulüllah'in mübarek sehrine saldirip yagmaladilar, talan ettiler ve ashabin çocuklarinin mal ve namuslarina ellerini uzattilar. Onlarin hesabi Allah'a aittir. Onlar nasil bir sekilde cezalandiracagini Allah daha iyi bilmektedir. Fakat Muhammed b. Umara'dan nakledilen bir olay son derece ibretamizdir. Muhammed b. Umara söyle anlatiyor: "Ben ticaret maksadiyla Dimask'a gitmistim. Birisiyle karsilastim. Bana nereli oldugumu sorunca, "Medineliyim" dedim. O da dönüp Medine'nin çok kötü bir yer oldugunu söyledi. Ben ona, "Rasûlullah'in sehrine ve onun güzel bir sehir diye vasiflandirdigi yere nasil pis bir sehir diyebilirsin" diye çikistim. O; "benim orada yasadigim kötü bir hatiram vardir, bundan dolayi orayi sevmiyorum. Yezid zamaninda "Harra Olayi" meydana geldiginde benim oraya katilan askerler arasinda yer almam istendi. Ben o gece rüyamda Muhammed adinda birisini öldürdügümü ve bunun için de cehenneme atildigimi gördüm. Bu orda arasina katilmamak için çok gayret sarfetmeme ragmen zorla beni orduya kattilar. Ben rüyanin etkisiyle Medine'ye vardigimda asla kilicimi çekip. kimseye vurmadim ve kimsenin de kanini akitmadim. Zira bu rüyadan sonra bile bile cehenneme atilmaktan çekiniyordum. Ama olay bitmis ve biz de savas alaninda öldürülenler arasinda dolasirken yaralilardan birisi can çekismekte iken bana "çekil oradan ey köpek" diye seslenince "köpek" diye hitap etmesi nefsime agir geldi, kilicimi çektim ve onu öldürdüm. Sonra rüyam aklima geldi. Medinelilerden yakaladigim birini götürüp o öldürdügüm adamin kim oldugunu, bunu taniyip tanimadiklarini sordugumda, onun yerde maktul olarak yattigini gören Medineli, çok acikli bir sekilde ve hayretler içerisinde söyle dedi: "Inna illah ve inne ilayhi râciun, Bunu öldüren adam cennete giremeyecektir" Medineliye bunun kim oldugunu sordugumda bana; "Bu adam Muhammed b. amr b. Hazm'dir. Rasûlullah (s.a.s)'in döneminde dogmustu. Rasûlullah ona bizzat kendi adini vermisti." Adamin bana söylediklerini dinledikten sonra Muhammed'in ailesine gidip kisas istedim, kabul etmediler; diyet vermek istedim, reddettiler" (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, IV, 121). Iste Muhammed b. Umara Dimask'ta karsilastigi bu adamin büyük bir pismanlik içerisinde naklettigi hatirasini aktardiktan sonra, Harra olayina katilanlarin Rasûlullah nazarinda nasil kimseler olduklarini söylemeye herhalde gerek kalmaz. Zira onlar hiçbir kötülük yapmamis olsalar bile, Rasûlulah'in yaptigi bu mübarek belde üzerine ordu göndermis, ashabin çocuklarindan "biz Kur'an ve sünnet çerçevesinde bey'at ederiz" diyenleri öldürmüslerdi. Kur'ân ve sünnete bagliligini ifade eden bu insanlar vahsice öldürüldükten sonra, Harra olayina sebep olanlar hakkinda düsünmek her akli basinda olan ahirete iman eden müslümanin karar vermekte hiç de zorluk çekmeyecegi bir hadisedir.
#20.09.2005 11:24 0 0 0
  • Velid bin Abdülmelik dönemi

    ENDÜLÜS'E DOĞRU -

    Endülüs'ün fethi


    Bindik katranlanmış gemilere,

    Allah; nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığında bizden alır diye...

    Bu uğurda birşey istersek kolaylaşsın bize,

    Hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,

    Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye...

    Tarık b. Ziyad



    Sekizinci yüzyılda müslümanlar fetihlerde zirveye ulaşarak, doğuda ve batıda en uzak noktalara kadar ilerlemişlerdi. Kısa zamanda büyük zaferlere imza atarak, kitlelere kurtuluş yollunun açılmasına vesile olmuşlardı. Bu uğurda canlarını vermek, müminler için en büyük mutluluk kaynağıydı.

    Bu fetihlerde İslâm orduları, Kuzey Afrikanın Atlas Okyanusu kıyılarına kadar ilerlemiş, sıra Akdenizi Atlas Okyanusuna kavuşturan dar boğazdan geçerek Avrupa içlerine doğru ilerlemeye gelmişti.

    Komutanlığını Tarık b. Ziyadın yaptığı İslâm ordusu, işte bu hedefe yönelmişti. Hicrî 92, miladî 711 yılında, aralarında Sahabe-i Kiramı görmekle şereflenmiş Tabiundan zatların da bulunduğu İslâm ordusu, gemilerle Endülüs (İspanya) kıyılarına geçiyordu.

    Geri dönüş yok

    Tarık b. Ziyad dört gemiyle, daha sonra kendi ismiyle anılacak olan Cebel-i Tarık boğazından ordusunu karşı kıyıya geçirdi. Bu nakil işi hiçbir zorlukla karşılaşılmadan tamamlandı. Çünkü bu iş için kullanılan gemiler ticaret gemileri idi ve halk bu gemilerden inen insanların yeni tüccarlar olduğunu zannediyordu. Kimse bu gemilerin İspanyayı asırlar boyunca hakikatle diriltecek, dünya tarihini etkileyecek kuvvetleri taşıdığını bilmiyordu.

    Tarık b. Ziyad, bütün askerlerini karşı kıyıya geçirdikten sonra son seferde gemiye binerek kendisi de Endülüs kıyılarına geçti. Ordusunu biraraya toplayıp, önce üzerinde bulundukları dağın stratejik konumunu inceledi ve ani saldırılara karşı hazırlıklı olmak için ordugâhın etrafına tarihçilerin Arap Surları diye adlandırdıkları surları çektirdi. Ve buram buram kahramanlık kokan, ilahî çoşkuyla dolu emrini verdi: Şimdi gemileri yakın!

    Artık dönüş yoktu. Önde düşman, arkada deniz. İspanyolların ülkemize gökten mi indiklerini yoksa yerden mi çıktıklarını bilemediğimiz bir kavim geldi dedikleri İslâm ordusu, kılıçtan başka silahı ve düşmandan ele geçirecekleri yiyecekten başka erzakları olmamasına rağmen, tevhidi şanına layık şekilde yüceltip yaymak uğruna canlarını ortaya koymuşlardı.

    Tarık b. Ziyad, öncü birlikleri keşif için ileri mevzilere göndererek ilerleyecekleri yolların güvenliğini sağladı. Daha sonra kendisi bütün ordusuyla birlikte deniz sahili yoluyla kuzeye, Kurtubaya yöneldi. Müslümanlar burada İspanyol kralı Rodrichin yeğeni Bencio komutasındaki bir orduyla karşılaştılar. Bencionun öldürülmesine kadar direnen İspanyolları dağıtan İslâm ordusu, İspanya içlerine doğru ilerlemesine devam etti.

    Müslüman güçlerin zaferlerle kuzeye doğru ilerlediği haberleri kendisine ulaşan Rodrich, ülkesinin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin ileri gelenlerine bütün kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı. Kısa zamanda yüzbin kişilik bir ordu toplayarak güneye doğru harekete geçti.

    Tarık b. Ziyadın emrindeki çoğunluğu piyade olan onikibin kişilik ordu da kuzeye doğru ilerliyordu.

    İki ordu Guadalete (Bekka) vadisinde karşılaştılar. İki taraf da savaş vaziyeti aldı. Komutanlar askerlerine cesaret vermeye çalışıyor, moral kazandırıcı sözler söylüyorlardı.

    Rodrich, düşman karşısında tek vücut olarak ülkeyi korumak için bütün eşraf ve ileri geleni bu savaşta bulunmaya çağırmıştı. Çünkü ülkenin geleceği bu savaşa bağlıydı.

    Kahramanlar içinden siz seçildiniz

    Tarık b. Ziyad da askerlerine heyecanlı konuşmalar yapıyor, zafer kazanmakla elde edecekleri sevap ve ganimetten bahsediyordu:

    Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyecek ve techizatı da bol. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzağımız da yoktur.

    Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü akıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.

    Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilâkis önce kendi canımdan başlıyorum. Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.

    Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti. Çünkü sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza ve sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin İlây-ı Kelimetullah olduğuna, dolayısıyla bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız olsun. İki cihanda sizin bahadırlığınız anılacaktır.

    Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich denilen azgına hücüm edip inşaallah onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten aciz değilsiniz. Eğer ona yetişemeden ölürsem, bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini tamamlayın. Düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.

    İki ordu birbiriyle karşılaştığı zaman gece olmak üzereydi. Tarık b. Ziyad, ordusuna ihtiyatı elden bırakmadan gece istirahat etmelerini söyledi.

    Sabah olunca iki ordu savaş vaziyeti aldı. Rodrich, tacını giydi ve bütün ziynetlerini taktı. Tahtına oturup, uşaklarına kendisini savaş meydanına götürmelerini emretti. İpek gölgelikler altında bayrak ve sancak ormanını andıran bir kalabalıkla, önünde savaşcılarıyla müslümanlara doğru ilerledi.

    Tarık b. Ziyad ise atına binmiş, ordusundaki herhangi bir asker gibi harekete geçmişti.

    Müslümanların büyük kısmı piyadeydi. Zırhlı asker azdı. Başlarında beyaz sarık, ellerinde yay, kılıç ve mızraklar bulunuyordu.

    İlk hücum müslümanlardan geldi. Kendilerden kat be kat büyük orduya saldırırken, İspanyanın tarihini değiştirecek savaşı başlatmış oluyorlardı. Sekiz gün süren şiddetli çatışmalar oldu. Müslümanlar bu ölüm-kalım savaşında büyük kahramanlıklar gösterdiler.

    Her iki tarafın da kayıpları büyük oldu. Savaşta ölenlerin cesetleri uzun süre ortada kaldı. Sonunda İspanyol ordusu dağıldı. Kral Rodrich, geri kalan az sayıda askeriyle kaçtı. Ancak kaçarken düştüğü bataklıkta boğularak öldü.

    Bu savaş sonunda Endülüs yolu müslümanlara açılmış oldu ve uzun bir süre İslâmın nuruyla aydınlandı bu topraklar.

    Onların hedefi Allahın rızasıydı ve bir kez daha anlaşıldı ki, zafer geri dönmemek üzere azmedenlerindi. Şimdi o mübarek komutanın aziz hatırası, o meşhur emrinin deyime dönüşmesiyle dilimizde yaşamakta: Gemileri yakmak. Ya kalbimizde?..
#20.09.2005 11:25 0 0 0
  • Selahaddin Eyyubi, Kudüs ve Haçlılar


    M. Ismail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104
    Kudüs ve Filistin, Nazilere sapka çikarttiran gaddar Siyonistlerin ve azmettiricisi Batili emperyalistlerin zulmüne ve soykirimina sahne olmaktan ne yazik ki kurtulamiyor.Osmanli'nin elinden çiktigindan beridir kutsal topraklarin hüzün ve esâreti bitmek bilmiyor. Zuhur eden yürek parçalayici hâdiseler dün oldugu gibi bugün de Müslümanlara sürekli Selâhaddin-i Eyyûbî'yi hatirlatiyor ve ona mersiyeler ve serenatlar yagdirmaya vesîle oluyor. Biz de bu münâsebetle, "Sark'in en sevgili Sultani" Selâhaddin'in Kudüs'e olan müthis tutkusunu, Onu Haçli tasallutundan kurtarmak gâyesiyle tesebbüs ettigi büyük cihâdini, Dogu ve Bati Alemi'nde efsânelesen kahramanligini, dillere destan seciyesini ve hâsili bunlarin günümüze mâtuf mânâ ve ibret dolu yansimalarini, biraz daha derinlemesine kaleme almaya çalisacagiz.

    Kudüs'ün Fethine Giden Yol

    Selâhaddin-i Eyyûbî, 1167'de amcasi Sirkuh (Musul Atabeyi Nureddin Mahmud b. Zengi'nin önemli bir komutani) ile beraber Siî Fâtimî hâkimiyetine son vermek amaciyla çikilan Misir Seferinde, onun yardimcisi sifatiyla kendini ilk kez tarih sahnesinde göstermisti. Sefer esnâsindaki el-Bâbeyn Meydan Muharebesi ve Iskenderiye Muhasarasinda sergiledigi basarilarla göz dolduran Selâhaddin, ilerisi için büyük ümitler vâdeden bir emir oldugunu herkese ispatlamasini bilmisti. 1169'da Mahmud Zengi, büyük bir orduyla Kahire'yi fethedip, idâreyi vezir tâyin ettigi Sirkuh'a birakacakti. Ancak Sirkuh çok yasamayacak; yerine 26 Mart 1169'da ittifakla Selâhaddin Eyyûbî getirilecek ve ayni zamanda Nureddin'in ordu komutani da olacakti. Iste bu tarihten sonra Selâhaddin, kendisinden tarihin bekledigi esas rolleri îfâ etmeye baslayacakti. Eylül1171'de Nureddin'in emriyle, Misir'da Fâtimî hâkimiyetini ve hilâfetini nihâyeteerdirecek ve Islâm Dünyasi'ni tehdit eden/bölen Siî-Bâtinî tehlikesini bertaraf edecekti. Ayrica, Câmiü'l-Ezher'deki Fâtimilerin propaganda merkezini kapatarak, Sünnî akideyi yaymak için medreseler açma yoluna da gidecekti.

    Bu arada Selâhaddin, hep Nureddin adina hareket ediyor ve tâbiiyetini sürdürüyordu. 15 Mayis 1174'te Nureddin ölünce, devlette saltanat kavgasi bas göstermis; Emirler, Haçlilarla mücadele edecek yerde birbirlerine düsmüstü. Selâhaddin, Sam'dan gelen dâvet üzerine Ekim 1174'te Misir'dan ayrilacakti. Muhaliflerini saf disi ettikten sonra 6 Mayis 1175'te istiklâlini ilan edecek ve adina hutbe okutup para bastiracakti. Böylelikle, kendisinin ve kurucusu oldugu Eyyûbî Devleti'nin siyasî gelecegi yeni bir dönüm noktasina girecekti. 1186 yili Mart ayina kadar Halep ve Musul Atabeyliklerine hükümranligini kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a kadar olan Islâm topraklari Selâhaddin'in hâkimiyetine geçecekti. Nureddin Zengî'nin ölümüyle parçalanan Islâm birligi böylece daha da kuvvetlenmis olarak yeniden saglaniyordu. Artik sartlarin olgunlasmasiyla, Kudüs'ün fethi için de yavas yavas kapi aralanacakti.

    Selâhaddin'in Kudüs'e Meftûniyeti

    Hiristiyan Bati Alemi, Kudüs'ü kurtarmak gâyesiyle, tarihin o en barbar taarruzu olan "Haçli Seferleri"ne start vermekte gecikmemisti. Haçlilar, Hz. Ömer'in 638'deki Yermuk Zaferinden 460 yil sonra, I. Haçli Seferi sonunda (1099) Kudüs'ü ele geçirip, bir krallik kurmaya muktedir olacaklardi. Vahsî Haçlilar, geçmiste bir benzeri daha görülmemis canavarlik numunelerini gösterime sunmaktan zerrece çekinmemislerdi. Yapilan hunharliklar sirasinda, sehrin su tanklari kana bulanacak kadar sokaklarda 3 gün boyunca oluk oluk kan akmis, mâbetlerde bile yüz binlerce Müslüman acimasizca katledilmis ve pek çok yerde ölüler dev piramitler hâlinde yigilip yakilmisti. Kisacasi, irtikap edilen vahsîlikler, yamyamlari dâhi hicâba sevk edecek ölçüde korkunç ve târifsizdi.

    Selâhaddin Eyyûbî, aradan 88 yil geçmesine ragmen, Kudüs'ün Haçlilarin tahakkümü altinda bulunmasini bir türlü içine sindirememisti. Islâm'in ilk kiblesi ve Kâinatin Efendisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldigi mukaddes beldenin, Haçli sultasinda bulunmasini kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selâhaddin'in âdetâ bir mecnun gibi dolastigi; yemegi ve uyumayi unuttugu; gülmeyi, zevk ü sefâyi kendine haram ettigi ve Kudüs'ün fethine dek hep çadirda kaldigini tarih hazin bir biçimde kaydetmistir. Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin'deki bu derin hicrani su muhtesem sözlerle sâhikalastirmisti: "O, Kudüs hakkinda o kadar gamli idi ki, onun bu gam ve kederini daglar kaldiramazdi. O, çocugunu kaybetmis bir ana gibi sasirmis kalmisti. Atini bir yerden bir yere kosturup Müslümanlari, Kudüs'ü kurtarmak için cihâda davet ediyordu. Dâimâ hüzünle gözyasi döküyor, göz pinarlari hiç kurumuyordu. Hele Akka'ya baktigi zaman, kendine bir türlü hâkim olamiyor, halkina yapilan zulüm ve iskenceleri hatirlamak istemiyordu. Bogazina bir türlü yemek girmiyordu. O söyle diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlilarin isgâlinde oldugu müddetçe, ben nasil olur da gülebilirim, sevinebilirim, istedigim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku girebilir?!"

    Hittin'deki Büyük Zafer ve III. Haçli Hezîmeti

    Selâhaddin, Kudüs Haçli Kralligi'na ilk büyük seferini 14 Kasim-9 Aralik 1177'de gerçeklestirmisti. Yaklasik 10 yildir hasretle bekledigi zafer anini, nihâyet 1187'de Hittin'de yakalamisti. Ortaya koydugu muazzam inanç, cesâret ve kahramanlikla Haçlilara hâdlerini bildirmis ve Kudüs üzerindeki heveslerini inkisâra ugratmisti. Hittin'de Haçlilar, Dogu'ya saldirdiklarindan beri ilk defâ bu denli agir bir hezîmete mâruz kalmislardi. Öyle ki, Papa III. Urbanus kahrindan ölmüstü. Sultan Selâhaddin, devletini kisa sürede bölgenin tek hâkim kuvveti durumuna getirmisti. Sultan'in yaninda harplere katilan ve olaylari yaziya döken Imâdeddin, Hittin'in Islâm Tarihi'ndeki önemini söyle belirtmistir: "Haçlilar, Dogu sâhillerine geldiklerinden beridir Müslümanlar, böyle bir zafer kazanmamislardi. Diger hükümdarlarin yapamadigini Allah, Sultan'a nasip etti." 2 Ekim 1187 Cuma günü "Miraç Kandili'nde" kiliç hükmünde emanla Kudüs teslim olmustu. Fethin ardindan Mescid-i Aksa'ya gelen muzaffer Sultan,

    Haçlilarca tahrip edilen ilk kiblegâhi elleriyle süpürüp gül yagi ile yikamisti. Ilk Cuma Namazi'nda, Zekiyiddin Ali el-Kurasi, fethin emsâlsiz mevkiini su hutbeyle taçlandirmisti: "Allah, kullari arasindan sizi seçmemis olsaydi, bu fazileti kazanamazdiniz. Ne mutlu size! Rasûlullah'in mûcizesi Bedir vak'alari, Hz. Siddik'in idealleri, Hz. Ömer'in fetihleri, Hz. Hâlid'in hücumlari sizinle yeniden gerçeklesti! Allah Nebîsi Muhammed (a.s.) sizi en güzel övgü ile övdü. Düsman içine dalarak gösterdiginiz kahramanligin ecrini verdi. Ona yaklasmak için döktügünüz kanlari kabul etti. Size, mutlu insanlarin karargâhi olan cenneti verdi." Kudüs'ün yeniden Müslümanlara geçmesi, Haçli Alemi'nde öyle bir sok meydana getirmisti ki, hemen Papa'nin çagrisiyla tüm Avrupali Devletler, fevkalâde kalabalik ve kuvvetli yeni bir haçli ordusu düzenlemekten geri kalmamislardi. "Krallar Savasi" olarak da bilinen III. Haçli Seferinin basinda, Alman Imparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Krali Philippe Auguste ve Ingiltere Krali meshur Arslan Yürekli Richard'in yani sira, söhretli komutanlar vardi. Bunlardan Alman Imparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke Irmaginda bogularak can verecekti. Bir ara iki ordu arasindaki dengesizligi gören Sultan Selâhaddin'in askerleri, çekingenlik göstermislerdi. Selâhaddin ise, su müthis sözlerle azim ve cesâretlerini bilemeye kâdir olmustu: "Mâdem ki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocugumuzla zevk ve sefâ içinde yasamiyoruz? Bizim vazifemiz düsmanin azligini ve çoklugunu mukâyese etmek degil, onun karsisina çikmaktir!" Netîcede Richard'in öncülügünde sulh istemek zorunda kalan Haçlilar, 1 Eylül 1192'de imzalanan anlasmayi müteakip çekilmislerdi. Selâhaddin, Haçlilari tek basina perisan edip muhtesem bir ders daha vermeye ve hüsranla geri dönmeye mahkûm etmisti. Selâhaddin sahsinda, Müslümanlarin üstünlügünü Haçlilara bir defa daha tasdik ettirmis; Kudüs ve Ortadogu'daki Islâm varligini ortadan kaldirmanin mümkün olmadigini tekrar ispatlamisti.

    Ebediyete Ibret-nûmâ Irtihâli

    Selâhaddin Eyyûbî, 1193'te 56 yasinda Sam'da vefat etti. Haçlilari târumar eden Kudüs Fâtihi, ölüm dösegindeyken, emri geregince sehre dagilan münâdiler, mizraga geçirilmis kefenini göstererek su ibret yüklü sözü haykirmislardi: "Ey ahâli!.. Sarkin hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak su bez parçasini götürebilecektir. Öyleyse, Allah'a kullukta gevseklik göstermeyin!.." Söhreti cihâna mâlolan Islâm Mücâhidi vefat ettiginde, geride mîras olarak biraktiklarinin dünya nâmina hiçbir degeri yoktu. Tüm mal varligi sundan ibâretti: 1 Misir dinari, 36 veya 37 Nasirî dirhemi. Koca Sultan, zühd ve takva içinde kâmil bir hayat sürmüstü.

    Selâhaddin'in Mürüvveti ve Efsânelesmesi

    Selâhaddin, fetihlerden sonra gösterdigi müsâmaha, merhamet ve insanlikla, Haçlilari, bidâyette isledikleri vahsetten ötürü utandirmisti. Magluplarin sefâletine gösterdigi mürüvvet ve âlicenaplik her türlü senâya degerdi. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmisti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamis; 7 bin zavalliyi toptan 30 bin dinarla âzat etmeye râzi olmustu. Ayrica, 2-3 bin kisiyi hiçbir bedel talep etmeden birakmaktan da kaçinmamisti. Selâhaddin Eyyûbî'nin sergiledigi muhtesem insanlik manzaralari, hasimlari ve Avrupali tarihçiler tarafindan bile takdirle karsilanmisti. Yerli Hiristiyanlar ve Mûsevîler onun idâresini, Frenklerinkine tercih etmislerdi. Yüce Sultan bütün bunlarla, sâdece Islâm Dünyasi'nda degil; Bati Alemi'nde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin dogmasina sebebiyet vermisti. Avrupa'da yayilan efsâneler, onun sövalyelik ruhu, asâleti, adâleti, cesâreti, mertligi ve kudreti etrâfinda yogunlasmisti. 13. ve 14. Yüzyillarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazilmisti. Basta Erakles olmak üzere, fazla sayida tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almislardi.

    Selâhaddin-i Eyyûbî, Batililarin hâfizasinda engin bir hayranliga degecek kadar yer etmesine karsilik, suur altinda derin bir kâbus uyandiracak kadar unutulmaz bir tesir de birakmistir. Meselâ, Fransiz Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savasi'ni müteakip Sam'a girmis ve Sultan Selâhaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçli ruhuna tercüman olan su müstehzî sözle seslenerek; Batililar adina sanki Hittin'in öcünü almak ve kabaran öfkeyi bosaltmak istemisti: "Ey Selâhaddin! Haçli Seferi simdi bitti! Iste biz döndük!.."

    Essiz Sahsiyeti ve Hafizalardaki Yeri

    Sultan Selâhaddin, yüksek insanî meziyetlere mâlik, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsâmahakâr bir yapiya sahipti. Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe'yi bilen, iyi tahsil görmüs bir hükümdardi. Kur'an-i Kerim ve Ebû Temmam'in Hamase'sini çok mükemmel bir sekilde ezberlemisti. Zamanindaki çesitli âlimlerden hadis ve fikih dersleri almisti. Itikâdî mezhebi Es'arî, ameldeki mezhebi ise Safiî idi. Edebî zevkleri üstün, tarihî mâlumati engindi. Verdigi sözü tutar, insanlarin kendisine güvenini sarsmamaya titizlikle gayret ederdi. Adâlete ehemmiyet verir, gerektiginde kendisi de hâkim karsisina çikmaktan sarf-i nazar etmezdi.

    Engin tevâzuu, hilmi, hosgörüsü ve cömertligi "Onunla oturan bir sultanla oturdugunun farkina varmaz; bir arkadasiyla oturdugunu sanirdi. Anlayisli, hatalari affeden, dindar, temiz, samîmi bir kimseydi. Kusurlari görmezden gelir, kizmazdi. Mütebessim davranir, yüzünü asmazdi. Bir sey isteyeni, eli bos çevirmezdi." Devrin büyük âlim ve düsünürü Abdüllâtif el Bagdadî'nin, Selâhaddin'i ziyareti münâsebetiyle sarfettigi satirlar ise en az yukaridakiler kadar çarpici: "Huzuruna vardiginizda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. Insanlar Onda, Peygamberlerde görülen meziyetlere benzer seyler görüyorlardi. Iyi-kötü, Müslim-Gayri Müslim herkes tarafindan sevilirdi."

    Selâhaddin'e Bitmeyen Özlem!

    Bugün Filistin'de, Selâhaddin gibi bir kurtaricinin çikmasi ve Islâm sancaginin Kudüs semâlarinda yeniden sehbâl açmasi; zâlim Siyonistlerin ve suç ortagi Batililarin hâlâ kâbusudur. Lâkin, Kudüs ve Filistin topraklarinin, istiklâl için Selâhaddin gibi kahramanlara ve liderlere muhtaç oldugu da mutlaktir. O, bu anlamda bir "sembol" ve "timsâl" mevkiindedir. Kudüs, Selâhaddin Eyyûbî'sini hasretle aramakta ve 'Çagin Firavunlarina' dur diyecek o sanli Fâtihinin çikacagi ani büyük bir inkisarla beklemektedir. Bunu, Kenan Seyithanoglu'nun "Kudüs" siirindeki özlem, nedâmet ve serzenis yüklü su efsunkâr ifadeler ne müthis bir sekilde bayraklastiriyor:

    Her vuslata mehtap olmus beldeye bak!

    Eyvah! Yaliyor ufkunu bir kanli safak

    Sabret Kudüs'üm silmek için gözyasini

    Elbet bir Ömer bir Salâhaddin çikacak.



    Kaynaklar:

    1)Ramazan Sesen, Salahaddin Devrinde Eyyubiler Devleti, Ist.1983, I.Ü.E.F. Yay., s.59-67.; 2)Ramazan Sesen, Salahaddin Eyyubi ve Devlet, Ist.1987, Çag Yay., s.95-200.; 3)Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, c.6, Ist.1989, Çag Yay., s.329-342.; 4)Ah. Djevad, Yabancilara Göre Eski Türkler, Ist.1978, Yagmur Yay., s.108-112.; 5)Necati Kotan, Tarih Fikralari, Ist.1988, M.E.B. Yay., s.80.; 6)Ismail Çolak, Yeni Dünya Düzeninde Osmanliyi Aramak, Ist.2000, Kirkambar Kit., s.37-38.; 7)M. Ismail Çolak, "Barbar Kim?", Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mayis 1999, Sayi: 62, s.24-27.; 8)M. Ismail Çolak, "Kudüs'te Selâhaddin Olmak!", Anadolu Gençlik Dergisi, Mayis 2002, Sayi: 28.; 9)M. Ismail Çalik, "Batinin Barbar Yüzü: Haçli Seferleri", Yeni Dünya Dergisi, Subat 2001 Sayisi, s.6-9.; 10)M. Ismail Çalik, "Vahsetin ve Medeniyetin Gerçek Adresleri", Anadolu Gençlik Dergisi, Agustos 2001, Sayi: 19, s.48-51.; 11)Burhan Bozgeyik, Meshurlarin Son Anlari, Ist.1993, s.205.; 12) Ibrahim Refik, Tarih Suuruna Dogru, c.1, Ist.1994, s.111, c.2, Ist.1998, s.43.; 13)Muzaffer Tasyürek, "Selahaddin-i Eyyubi", Semerkand Dergisi, Ekim 1999, Sayi: 10, s.37-38.; 14)Sizinti Dergisi, Aralik 1985, Sayi: 83, s.428-429; Mart 1993, Sayi: 170, s.69.; 15)Zaman Gazetesi, 19 Eylül 1992, s.8.
#20.09.2005 11:26 0 0 0