Acı paylaşılır... Ve paylaşıldıkça azaldığı söylenir... Mutluluk paylaşılır... Ve paylaşıldıkça çoğaldığı söylenir...
Ya hüzün?
Hüzün yalnızlıktan ibarettir...
Ve yalnız yaşanır...
Bir an gelir ki, insan gelecek günlerden çok, geçmişten bahsettiğinin farkına varır...
Çocukluğun yaşandığı sokak...
Köşebaşındaki bakkal...
Çınar ağaçları, çay bahçeleri ve...
O geçmiş...
Köy müdür, kasaba mı yoksa şehir mi, bilinmez ama; sizindir...
O geçmiş, müşfik bir liman gibidir... Sığınırsınız...
Belki de bir tavanarası... Huzurlu, meraklı ve anılarla dopdolu...
Kaldırıp atamadığınız ne varsa, soluk almanıza yardım eder...
Bir an gelir ki, insan gelecek günlerden çok, geçmişten bahsettiğinin farkına varır...
Ve sonra gelecek için çok eski olduğunuzu düşünmeye başlarsınız ki, yekpare hüzün kapınızı çalmıştır...
Üstelik yatılı gelmiştir ve artık kolay kolay gitmez...
Gelecek günleri yaşadığınız günlerde sizi yoklayan hüzün, gelip geçicidir...
Uçarıdır...
Lezzetlidir ama derin değildir...
Artık geçmişle daha çok başbaşa olduğunuz dönemde yakanıza yapışan hüzün ise, unutulmuş gazilere takılan ve pek de bir işe yaramayan rozet gibidir ki, artık yapacak bir şey yoktur...
Derin ve tadı buruk bir hüzün...
Hüzün paylaşılmaz dedim... Evet, belki paylaşılır; ama artmaz ve eksilmez...
Sadece karşı tarafa da bulaşır...
Bir an gelir ki, insan hüznün yorgunluğu altında bunalır...
O zaman düşünmek lazım; bu hüzün gelip geçici ve uçarı mı, yoksa...
En iyisi boşverin...
Çünkü nasıl olduğunuz değil, nasıl olmak istediğiniz önemli...
Bir an gelir ki, insan gelecek günlerden çok, geçmişten bahsettiğinin farkına varır...
Ve sonra gelecek için çok eski olduğunuzu düşünmeye başlarsınız ki, yekpare hüzün kapınızı çalmıştır...
Üstelik yatılı gelmiştir ve artık kolay kolay gitmez...