Musibeti Mükâfat Kılmak

Son güncelleme: 09.09.2009 07:24

  • noimage

    Dünya kimin daha iyi olduğunun kimin güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir denenme evi sınanma yeridir. Bu sınamada insanlar bela ve musibetlerle karşılaşırlar. Maddi ve manevi sıkıntılarla dertlerle külfetlerle imtihan olunurlar. İnsanın görevi bu imtihandan başarı ve yüz akı ile çıkmaktır.

    Başta peygamberler olmak üzere herkes bu sınanmaya tabidir. Hatta ilâhi hikmetin bir tecellisi olarak en çok denenmiş olanlar peygamberlerdir. En zor en şiddetli işler musibetler peygamberlerin ve onlara tabi olanların başına gelmiştir. Aslında bütün insanlık denenmektedir. Fakat bu farklı şekillerde olmaktadır ve ancak selim akıl sahipleri bunu anlamaktadır.

    Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde "Mümine eza veren her şey ona musibettir." buyurmuşlardır. Her türlü eziyet sıkıntı cefa zarar birer musibettir ve başa gelen küçük büyük bütün sıkıntılarla insanlar imtihandan geçerler.

    Musibetler karşısında müminlerden beklenen ise sabırdır. Nitekim Cenab-ı Mevlâ Kur'an'da "Müjdele o sabırlıları ki onlar başlarına bir musibet geldiği vakit 'Biz Allah'a aidiz nihayet O'na döneceğiz' derler." (Bakara 156)

    İşte o sabırlılar Allah'a tam bir güvenle teslim olup teselli bulurlar. Allah Tealâ da onları müjdeler: "İşte Rableri tarafından mağfiret ve rahmet onlaradır. Hidayete erenler de onlardır." (Bakara 157)

    Mümin her halinde sabır ve namazla Rabbinden yardım ister. Bir musibet karşısında hemen korkmaz sızlanıp şikayet etmez. Çünkü bilir ki her şey Allah Tealâ'nın mülküdür. Kendi canı bedeni hayatı da O'na aittir. O her şeyi dilediği gibi idare eder ve O'nun tasarrufuna itiraz edilmez. Kaza ve kaderine tam bir rıza gösterilir.

    İnsan bir gayeye doğru yürümektedir. Gayesi ilâhi rızadır. Bu gayeye yürürken çeşitli imtihanlardan geçecek dışarıda dünyanın içeride nefsinin çıkardığı zorluklarla çeşitli bela ve musibetlerle baş etmeye çalışacaktır. Herkes gücü miktarınca sınanacaktır. Başına gelen her türlü musibete sabır göstererek olgunlaşacak kemale erecektir. Gösterilen her sabır ilerlemeye olgunlaşmaya sebep olacaktır.

    Bir musibetle karşılaşınca "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn." yani: "Biz Allah'tan geldik dönüşümüz de O'nadır." deyip malı canı her şeyiyle Allah'a ait olduğunu bilenler ve O'ndan razı olanlar da pek büyük bir nimete ermişlerdir.

    Cenab-ı Mevlâ'nın tasarrufuna rıza göstermek O'nunla buluşma ve O'nun rızasını elde etme ümidinde olmaktır. İşte bu halde olmak nefsin kemaline işarettir. Biliyoruz ki nefs lezzetlerin peşine düşer. Bir nefs için en büyük lezzet ise rıza lezzetidir. Allah Tealâ'nın ondan razı olmasıdır.

    İnsanın nefsi önce nefs-i emmare yani kötülüğü emreden nefstir. Bu nefs kötü şeylerden lezzet alır. İsyan günah olan işler hoşuna gider. Fakat dinî ve ahlâkî bilgiyle gelişerek kendisinde olan kötülükleri kınamaya başlar. Nihayet kötülüklerini terk eder isyandan kurtulup huzura erer. Artık o Rabbine dönmeyi arzulamakta O'ndan gelen bela ve mihnete gönül hoşluğuyla karşılık vermektedir.

    İnsanın sevdiği uğruna ne sıkıntılara katlandığı malumdur. Onun sevgisi ümidi musibetlere sabretmeyi kolaylaştırır. Hatta musibetlerin hatalarına kefaret olup yoldaki engelleri birer birer kaldırmasına sevinir. Bu yüzden artık şikayet eden biri olmayı terk eder.

    İnsanın şikayet etmesi Rabbi hakkında suizan etmesi ise ne çirkindir! Her türlü kusurdan münezzeh olan Rabbimiz kimseye zulmetmez kimseye kötülük yapmaz. O insana yarattıkları içinde başkasına nasip olmayan bir nimet bahşetmiş ve insanın o nimete layık olması için yol göstermiştir.

    Fahr-i Cihan s.a.v. Efendimiz Cebrail Aleyhisselam'a "Yakub'un Yusuf'a hicranı ne dereceye varmıştı?" diye sormuş Cebrail de "Evladını kaybeden yetmiş annenin toplam hicranına.." cevabını vermişti. "O halde onun sevabı ne kadardır?" diye sorulunca da "Yüz şehit sevabıdır. Çünkü o bir an bile Rabbine suizan etmedi." demiştir.

    İnsan başına gelenleri isyan etmeden karşılarsa musibetler birer nimet olur. Çünkü musibetleri sabırla karşılayanlar nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini bilmekte ve her şeyin sahibi olan Allah'ın kendilerini sahipsiz bırakmayacağı ümidiyle rahatlamaktadırlar. Ama musibetler karşısında isyan edenler kendilerini Allah'ın dostluk sahasının dışına atarak daha büyük belalara maruz kalmakta helâk olmaktadırlar.

    Biz Allah'a aidiz. Vaktiyle nasıl yok iken bizi yaratıp yaşattı ise yine öyle öldürüp mahşer günü tekrar diriltecek. Bu artık kesin dönüştür ve sonumuz ancak Allah Tealâ'nın hükmüne kalmıştır. Herkesin bildiğini yaptığı dünya hayatı sona ermiştir. Musibetlerin en büyüğü de ordadır. Allah korusun bir insan için kahırla hüküm verilmişse onun için cidden vahim bir durum söz konusudur.

    Halbuki Cenab-ı Mevlâ kullarının cennete girmesini ister. Bunun için yol gösterir peygamber gönderir bela ve musibetlerle alemlerin sahibinin kim olduğunu hatırlatır. Ama insan ne kadar aciz ve muhtaç olduğunu unutup şımarır. Her şeye gücü yeteceğini sanır. Allah ona acır da acziyetini hatırlatır. Sabredip temizlensin ister. Şükründeki kusurlarını zorluklar karşısında sabır göstererek örtmesine imkan tanır.

    Mevlâmız çok merhametli büyük lütuf sahibidir. Fakat nefs ve şeytan azgınlık edip insanı yoldan çıkararak lütuftan mahrum ederler. Böyle bir mahrumiyete düçar olmamak için akl-ı selimin yolu dünyada başımıza gelenlere sabır ve gönül hoşluğuyla karşılık vermemizdir. Böyle yapanlar asla yalnız kalmayacak korku ve hüzünden emin olacaklardır.

    Rabbimizin tevfik ve inayeti ile...
#09.09.2009 07:24 0 0 0