Hey Aşk Seni Hiç Aldatmadım

Son güncelleme: 23.09.2009 20:05

  • 'Hocam hayat kaç kere yere serdi sizi ?' dedi.
    'Birden çok fazla' dedim.
    'Ne yaptınız sonra?' dedi.
    'Ayağa kalktım hayatın yasası bu. Düştükten sonra kalkarsın' dedim.
    'Hocam ben kalkamadım' dedi, ağlamaklı bir sesle, 'denemeye bile kalkmadım.'
    'Ne oldu hocam' dedim.
    Bir süre düşündü, derin bir soluk aldığını duydum sonra.
    'Kırkyedi yaşındaydım' dedi 'o zamanlar. Evlenmemiştim. Bir evim vardı ama annem yalnız
    ve yaşlı olduğu için onda da kalıyordum bazen. İyi bir işim vardı. Sanat adamıydım ben zaten.
    Dışarıdan bakıldığında çok insanın imrendiği bir adamdım. Ama içim bomboşmuş ve
    bunu sonradan anlayacaktım. Kafama göre bir insan bulamamıştım. Ruh ikizi denen o şey var ya
    onu arıyordum sanırım. Çok seçiciydim. Ve artık bunun olmayacağına karar vermek üzereydim.
    Zaten artık yaşlanıyordum da... Ama bir gün, o akşam üstü herşey alt üst oldu.
    Orta boylu, güleç yüzlü, gencecik, kıpır kıpır, güzel, esmer bir kadına rastladım bir şiir dinletisinde.
    O kadar güzel ve derinden baktı ki, inanın içim titredi. Şiiri bile unutacaktım az kalsın.
    O hayranlık dolu bakışlar, o içtenlik, o hafif gülüş elimi ayağımı birbirine dolaştırmaya yetmişti...'

    Yine o suskunluk, tavanlara dikili gözler...
    'Onu unutamadım. Gece rüyama girdi. İzmir'deydim bulmaya karar verdim onu.
    Ama nasıl? Sonra aklıma yeni bir şiir dinletisi düzenlemek geldi. Oraya gelebilirdi. Ve geldi.
    Artık onu kaçıramazdım. Dinletinin ardından tanıştık. Onu alıp sahile yürüyüşe çıkardım.
    Sonra bir yere oturup çay içtik. Ve nasıl başardıysam duygularımı açtım ona.'

    'Onun tavrı ne oldu hocam' dedim.
    Başını hafiften bana çevirirken, 'O anda sarıldı boynuma. Yanaklarımı öptü ve
    'beni bulacağını, beni isteyeceğini biliyordum' dedi bana... '
    'Ve ruh ikizini bulan iki insan olup çıktınız sonra' dedim.
    Derin bir iç geçirdi. Bir sigara yaktı. Dumanı üfledi tavana doğru.
    'Daha da ötesi oldu hocam' dedi, 'ruh ikizimi ararken bir cennet bulduğumu kısa sürede anlamıştım.
    Dokunuşu, sevmeleri, sıcaklığı, gözlerindeki o derin ışık, sevişmelerimizin doğallığı,
    aldığımız hazzın yoğunluğu kendimden geçiriyordu beni. Onu çok sevmiştim. Ona aşıktım.
    O da aynı durumdaydı. Benim yarı yaşımdaydı. Ama deli gibi seviyordu beni.
    Birbirimizi koyacak yer bulamıyorduk. Sürekli öpüşen, el ele göz göze bir çifttik artık.
    Onu kıskanmıyordum ama biliyor musunuz? Gerek yoktu ki kıskanmaya. O ruhu ve bedeniyle benimdi zaten.
    O da kıskanmazdı. Ondan başka biri olamazdı ki hayatımda. Bunu adı gibi biliyordu.
    Bütün enerjimiz, hayatlarımız birbirimiz içindi...'
    Yeniden sustu. Yorulmuştu. Konuşmak için enerji toplaması gerekiyordu.
    Bacağını ötekinin üzerine atmakta zorlanıyordu.
    'Tam üç yıl sürdü bu aşk hocam, tam üç yıl. Bir gecesine, bir anına bile razı olacağım aşk
    tam üç yıl sürdü. Cennette üç yıl yaşadım. Tanrı bana cenneti bu dünyada bahşetmişti...'
    ve ağlamaya başladı. Gözlerinden boşanmaya başladı yaşlar.
    [...]
    'Tanrım ne yaptın? Tanrım ne yaptın?' diye söylendi sonra bir süre.
    Birkaç dakika sonra sustu gözyaşları.
    'Tanrı ne yaptı hocam' dedim.
    'Beni cennetsiz bıraktı' dedi ağlayarak, 'meleğini geri çağırdı.'
    Yıkılmıştı. Bitirmişti onu içindeki kasırga. Bütün ruhunu yıkamıştı acılı gözyaşları.
    Kadehini tutuşturdum eline ve bir yudum almasını rica ettim bakışlarımla. Gördü beni galiba.
    Bir yudum aldı.
    'Bir trafik kazası' dedi, 'lanet bir kaza işte. Bir kamyonun altında kaldı meleğim.'
    Sonra kağıt mendille kurulamaya çalıştı gözyaşlarını. Bir sigara daha yaktı.
    'İzmir'den kaçtım onu toprağa verdikten sonra' dedi madeni bir sesle, 'oralarda kalamazdım.
    Kalsam delirirdim. Biliyordum bunu. Ama delirmek istemiyordum. Yaşamak istiyordum.
    Bir süre daha en azından. Her sevgililer gününde, her doğum gününde gittim İzmir'e.
    Ve mezarına bir karanfil bıraktım. Bunu ömrümün sonuna kadar da yapacağım.
    Bir gün ne yaptım biliyor musunuz? Onunla ilk kez şarap içtiğimiz yere gittim. Epey içtim. Ağladım.
    Sonra çıldırmak üzere olduğumu anlayınca kalktım ordan.
    Ve gidip mezarını ellerimle kazımaya kalktım. Alıp eve götürecektim onu. Orada yatamazdı o.
    Benimdi o. Sevgilimdi. Aşkımdı. Meleğimdi. Cennetimdi. Toprağın altında olamazdı.
    Sonradan aklım başıma geldi. Ve oracıkta iki söz verdim kendime. Onu aldatmayacaktım.
    O aşkı kirletmeyecektim. Zaten aşkı kirletemezdi insan. Aşk aldatılamazdı. Aldatılırsa aşk olmazdı.
    O yüreğinde yaşadıkça başka birine dokunamazdın. Bunu biliyordum.
    Geceydi. Ve bağırdım geceye doğru mezarlıkta.
    HEY AŞK dedim, SENİ HİÇ ALDATMAYACAĞIM!

    İkinci sözüm ise şuydu hocam. Altmışlı yaşların ortalarında ben de gideceğim yanına.
    Hemen de gidebilirdim. Ama bunu o da istemezdi sanırım. Yirmi yıla yakın bir süre o aşkı yaşayacağım içimde.
    Doya doya. Acıyla, kanla, hasretle, ağlayarak... Bir şey daha var hocam.
    Kendimi öldürmeden önce mezarına gideceğim. Ve sözümü tuttuğumu haykıracağım orada meleğime:

    HEY AŞK! SENİ HİÇ ALDATMADIM...
#21.09.2009 01:50 0 0 0
  • Ne güzel, kıskanılacak bir sevgi... Aşk.
#23.09.2009 20:05 0 0 0