Legend of Zelda Twilight Princess

Son güncelleme: 04.10.2009 08:13
  • Twilight çökerken Link yine tek başına


    Nintendo'nun piyasaya çıkarttığı bütün konsolları ve hepsinde seri haline gelen oyunları gözlerinizin önüne getirin. Mario, Donkey Kong, Metroid, Zelda. Birini diğerinden ayırmaya, herhangi birini öne çıkarmaya lüzum yok; hepsi de kaliteli ve hepsinin de kendince hayranı var. Zelda da güzel bir seri, ama bu sonuncu oyunun yeri apayrı. Düşünün bir defa! Nintendo devrimsel kontrolleriyle yepyeni bir konsol piyasaya çıkartıyor ve tüm zamanların en iyi oyunlarından birkaçına sahip olan Zelda'nın son oyunu da konsolla aynı anda raflarda. Daha önce gerçekleşmemiş bir olay bu ve ilk kez Wii buna ev sahipliği yapıyor. Bu aslında Wii alacaklar için inanılmaz bir şey. Çünkü konsolun yanına hangi oyunu alayım diye fazla düşünmüyorsunuz.

    Bunlardan bahsettim, çünkü bu sebeplerden dolayı konsol çıkmadan önce ve şimdi bile Wii'nin en çok merak uyandıran oyunu Twilight Princess'di. Uzun zaman süren bekleyiş ve Nintendo'nun mükemmeliyetçiliği de bir Zelda oyunu kalitesiyle birleşince hem bu okumakta olduğunuz inceleme yazısının fazla bir özelliği kalmadı, hem de oyunun diğer rakipleri yarışa 1 ' 0 geride başlamış oldu. Tüm bunların ötesinde en önemli şeylerden bir diğeri de serinin yaratıcısı Miyamoto'nun, Twilight Princess'i yapılmış en iyi Zelda oyunu olarak göklere çıkarmasıydı. En çok merak edilen ve ilgi uyandıran oyunlarından biri olduğu bariz, ama en iyisi olup olmadığını deneyip de görmek isteriz açıkçası.

    Hyrule'u beş geçe

    Legend of Zelda: Twilight Princess, öteki Zelda oyunlarında olduğu gibi klasik bazı özellikleriyle birlikte geliyor. Kontrolümüzdeki ana karakter yine Link ve kendisi köyün genç delikanlısı olarak karşımızda. Yalnız önceki oyunlardan ziyade bu kez onu çok daha gelişmiş bir şekilde, daha iyi ve gerçekçi grafiklerle görüyoruz. Link ve köydeki diğer insanlar normal yaşantılarını sürerken aniden karanlık bir güç ile tüm gökyüzü kaplanıyor ve bu gücün etkisi altında kalan hayvanlar garip canavarlara, insanlarsa sürekli son saniyelerini yaşayan ruhlara dönüşüyorlar. Bu güç akşam saatleriyle birlikte yayılmaya başladığı için hiç kimse bir gariplik sezinlemiyor. Twilight denen bu etkinin yarattığı garip yaratıklar insanlara saldırmaya başladığında da her şey için çok geç olduğunun farkına varılıyor.

    Kahramanımız da bu anda devreye giriyor. Twilight pek tabii ki onu da etkiliyor ve bunun sonucunda kendisi bir kurda dönüşüyor. Yalnız bu etkinin sonucu ve nedenleri çok sonra belli oluyor. Senaryonun akışına göre anlatılana bakılırsa ülkenin tepesine çöken bu karanlığa sebep olarak Hyule'un ışığını koruyan ruhların gözyaşlarının çalınması gösteriliyor ve Link de tanrılar tarafından bu gözyaşlarını geri almak üzere seçilen kahramanı canlandırıyor. Biz de kendisine yardımcı olarak Hyrule'u karış karış dolaşmalı, bütün yaratıkların hakkından gelmeliyiz. Oyuna Ordon köyündeki sade bir vatandaş olarak başlıyoruz. Köydeki diğer çocuklara örnek olan davranışlarımızla bütün halkın gözünde çok farklı bir yerdeyiz; herkes bizi sevip sayıyor. Burası aynı zamanda oyuna alışmak için oluşturulmuş bir deneme safhası. Etraftaki insanlarla konuşup basit yan görevleri yerine getiriyor, bu sırada da basit kılıç hareketleri ile uzak mesafeli vuruşların nasıl yapıldığını öğreniyoruz.
    Oyunun tamamında karşımıza çıkan yan görevlerin hepsi başarılı bir biçimde hazırlanmış, ama ilk bölümler hem biraz daha yoğun, hem de yapmanız gerekenler buralarda daha anlaşılır. Bununla birlikte Twilight Princess'de özellikle yol bulma ve senaryoyu ilerletme kısımlarında biraz sorun yaşayabilirsiniz. Bu sorunun kaynağı eğer yapmanız gereken şeyi konuşmalar sırasında kavrayamazsanız, herhangi bir harita işaretçisiyle bunun gösterilmeyişi diyebiliriz. Onun dışında harita üzerinde açılan bölümlerin isimleri yazıyor ve gideceğiniz yollar gösterildiği için, en azından ilerleyişte fazla problem yaşamıyorsunuz. Düşünülebilecek tek şey tüm Hyrule haritasının çok büyük olduğu olabilir. Bunun ışığında oyun piyasaya çıkmadan önce söylenen şey, ülkenin bir ucundan ötekine at üzerinde gitmek için bile en az 45 dakikaya ihtiyacımız olduğuydu. Denememiş olmakla birlikte bunun doğruluğuna inanmıyor değilim.

    Oyun çok başarılı bir biçimde tek bir dünya üzerine yerleştirilmiş ve olayların geçtiği mekânların hepsi birbirine muhteşem bir biçimde bağlanmış. Öyle ki, oyun size tek bir bölüm üzerinde tüm haritayı kullanıyormuşsunuz izlenimi veriyor. Ve sırf bu yüzden de oyunda bulunduğunuz yeri tanımlamak için ilk bölümün sonları ya da üçüncü bölümün başı gibi bir şey söyleme imkânınız yok. Ama gerçekleştirmeniz gereken bir hedef var ve bu sizi bir an olsun boş bırakmıyor. Örneğin sürekli bir gözyaşı avcısı durumundasınız. Böylesi durumlarda kurt formunda oluyorsunuz ve haritanız üzerine de beyaz noktalarla öldürmeniz gereken düşmanlar işaretleniyor. Her öldürdüğünüz düşmandan sonra ortaya çıkan mavi güç toplarını toplamanız gerekiyor. Her neyse. En nihayetinde sizden istenen gözyaşlarını böylelikle toplamış ve sırasıyla Hyrule'deki ışığın üç koruyucusundan birine tekrar hayat kazandırmış oluyorsunuz. Ama özellikle sonlara doğru bu işe girişmek için epeyce bir yol tepmeniz gerekiyor. Bundan sıkıcı ve zaman kaybı diyerek söz etmek ise mümkün değil. Çünkü o arada o kadar farklı şeyler yapıyorsunuz ki, ilerleyişiniz çok canlı ve eğlenceli bir hal alıyor. Kimi zaman bir balık tutuyorsunuz, kimi zaman sumo güreşinin nasıl yapıldığını öğreniyorsunuz, kimi zaman da kendinizi etraftaki detayları araştırırken buluyorsunuz.

    Twilight buçuk

    Normal dünyada at koştururken bildiğiniz insan formunda oluyorsunuz ve etraftaki yaratıklar da buna uygun olarak görünüyorlar. Link'i kontrol ederken yaptığınız savaşlar, Remote kontrolörün sayesinde gayet gerçekçi ve güzel. Oyuna başladığınız anlarda tahta bir kılıca sahip oluyorsunuz ve bunu bölümlere alışmak için gerçekleştirdiğiniz işlemlerde kullanıyorsunuz, daha sonraları bu da gelişim gösteriyor. Kılıçla yapabileceğiniz çok farklı kombinasyonlar var, bunların tamamını da pek tabii ki Remote ile gerçekleştiriyorsunuz. Kılıcınızı üst üste savurarak yaptığınız saldırılar oldukça etkili ve bu şekilde yaptığınız komboların sonucunda etkili ve sürekli bir vuruş gücü oluşturmuş oluyorsunuz. Fakat yapabildiklerinizin tamamına baktığınızda işin düşmana kilitlenip kılıcı sallamaktan çok farklı olmadığını fark etmeniz uzun sürmüyor. Z tuşu ile yapabileceğiniz bu işlem olayı aslında fazlasıyla da basitleştiriyor. Düşmana kilitlendikten sonra A ile yapabileceğiniz havadan saldırı da fazlasıyla etkili; bu da karşılıklı savaşın kolaylaşmasına yol açan bir etmen. Sahip olduğunuz kalkan da işinize fazlasıyla yarıyor. Silahınızı çıkartmaksızın Z'ye bastığınızda Link otomatikman savunma pozisyonuna geçiyor.
    Her ne kadar oyunun ilk kısımlarında çok fazla bir gereksinim duymasanız da özellikle sonlara doğru onsuz yapamıyorsunuz. Dayanıklılığı ise ateşle temas etmedikçe gayet iyi. Şimdiye kadar darbeler yüzünden yıpranıp kırıldığını görmedim, ama bir defasında madenlerdeki ateş kusan yaratıklara karşı tahta zırhımın eriyip yok oluşuna hayretler içerisinde şahit oldum.

    Hem kılıç, hem de kalkan olarak silahlarınızı oldukça verimli bir biçimde kullanabiliyorsunuz. İlerleyen bölümlerde oyun içerisindeki gizli yetenekleri keşfediyorsunuz ve böylelikle son vuruşlarınızı daha etkili kılabiliyor, kalkanı da bir silah olarak aktivitenize ekleyebiliyorsunuz. Her bakımdan bu ikilinin yapabileceklerinin çok başarılı olduğunu söylemek olası.

    İnsan formundayken silahlarınız bunlarken kurda dönüştüğünüzde tabii ki pençelerinize ve sivri dişlerinize güveniyorsunuz. Burada yaptığınız şey de az öncekinden çok farklı değil; temelde sadece görseller değişiyor ve yapılan saldırıların etkisi çok benzerlik gösteriyor. Kurt halindeyken en büyük avantajınız o sırada size sürekli yardımcı olan, sırtınızdaki Midna. Yolculuklarınızda yardımcı oluyor, arasında mesafe olan yerlerden zıplamanızı sağlıyor ve tüm bunların yanında size özel bir saldırı imkanı da kazandırıyor. Kurt formundaylen sürekli olarak Twilight'ın karanlık güçleri ile karşı karşıya geliyorsunuz. Onlarla kılıcınızla veya kurt halinizdeki pençelerinizle karşılık verebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Genel olarak üçerli, nadiren de dörderli gruplar halinde önünüze çıkan büyük siyah yaratıklardan kurtulmanız için hepsini bir defada öldürmeniz gerekiyor. Bunu başarabilmek içinse Midna'nın size sağladığı üst düzey saldırı tekniğine başvurmanız lazım. Öncelikle B'ye basarak etrafınızda kırmızı bir hale oluşturmalı, sonrasında da etraftaki bütün yaratıkları bu halenin içerisine toplamanız gerekli. Böylece hepsini aynı anda öldürmüş oluyorsunuz ve hareketlerinizi kısıtlayan düşmanların hakkından gelmiş oluyorsunuz. Buna benzer alan etkili bir diğer saldırı yönteminiz de Nunchuk'ı hızlı bir şekilde sallamaktan geçiyor. Tek dikkat etmeniz gereken şey, bu tarz saldırıları arka arkaya yapabilmek için öncelikle bir süre dinlenmeniz gerektiği.

    Link'e çeyrek var

    İlk planda kullandığınız yakın mesafe silahlardan sonra oyunun ilerleyişine göre kazandığınız silahlar da fazlasıyla işinize yarıyor. Bunların başında yay ve bumerang en önemlileri; oyun içerisindeyse ilk olarak bumerangı, sonra da yayı ele geçiriyorsunuz. Savaşlarda bu silahlarınızı kullanmanız için çok fazla alternatifiniz ve ihtimaliniz oluyor. Yayı bulduktan sonra uzak mesafeli düşmanlarınızda kullanmanız gerçekten de işe yarıyor. İlerlediğiniz bölümlerde satın alabileceğiniz bombaları ok ile birleştirdiğinizde kalabalıklara karşı avantajlı duruma geçiyorsunuz. Bulmacalarda ise yaydan ziyade bumerang çok daha kullanışlı. İlk zindan içerisinde çok fazla kullanmanızın gerektiği bu silaha ilerleyen bölümlerde de ihtiyaç duyuyorsunuz. Kullanımı ise çok detaylı. Sırasıyla çarpmasını istediğiniz yerleri işaretledikten sonra serbest bırakıyorsunuz ve genel bulmacalarda bunu epey kullanıyorsunuz. Yay ve bumeranga ilaveten ilk bölümlerde bir de sapanınız oluyor, onu da küçük hedefleri yolunuzdan çekmek için kullanabilirsiniz. Yolunuzu aydınlatmak için de bir feneriniz var, fakat yağı çok çabuk bitebildiği için yanınızda ek bir şişe yağ bulundurmanız çok işe yarıyor.
    Oyundaki harita sistemi de çok kaliteli ve işe yarar. Remote üzerinde 1'e basarak ulaşabildiğiniz haritada nerede olduğunuzu ve bölgelerin isimlerini görebiliyorsunuz. İlerleyişinize göre bazı durumlarda bölgeler arasında ışınlanmanız gerekiyor ve kurt formunda olduğunuz bu bölümlerde haritadaki büyükçe mavi noktalara tıklayarak geçiş yapabiliyorsunuz. Bunlar tamamen bulmacaların gereklilikleriyle birleşiyor ve fazlasıyla başarılı. Zindanların içerisine girdiğinizde ise geçtiğiniz yerler harita üzerinde yerleşiyor, bir yerlerden de harita bulduğunuzda haritanın tamamını görmüş oluyor ve böylece de nerelere gidebileceğinizi daha iyi kestirebiliyorsunuz. Bazı kapılarsa önceki Zelda oyunlarında olduğu gibi büyük veya küçük anahtarlarla korunmuş durumdalar; küçük anahtarlar harita üzerindeki bazı önemli yerleri, büyük anahtarlarsa boss'lara açılan kapıları açabilmek için gerekli. Önceki Zelda oyunlarında olduğu gibi etraftaki çalıları keserek içlerinden ruby'leri topluyorsunuz ve bunları alışveriş yapmak için kullanıyorsunuz.

    Zelda

    Grafiksel olarak oyun gerçekten de çok iyi. Her ne kadar oyunu açar açmaz karşılaştıklarınız sizi biraz hayal kırıklığına uğratabilse de oyuna alıştıkça asıl önemsemeniz gereken şeyin grafiklerden ziyade tasarımın sanatsal yapısı olduğunu görüyorsunuz. Atınız Epona'nın yürüyüşü, tüm karakterlerin animasyonları ve etraftaki ağaç, nehir, kale gibi yapıların duruşlar mükemmel. Kurt formundayken D-Pad'in sağ veya sol tuşuna basarak geçiş yapabildiğiniz sense modu ile değişen görüşünüz ve buna göre etrafın kararması, onun dışında da grafiklerin parlaması gerçekten de harika. Sesler de sizi ilk anda pek tatmin etmiyor. Ama grafiklerin aksine buna alışmanız çok da hızlı değil; hatta alışamama ve beğenmeme durumunuz bile var. Bir Zelda klasiği olarak karakterler konuşmuyorlar, ama ünlem belirtmeleri gereken noktalarda 'Hey, Ooo, Ohaa' diye sesler çıkartıyorlar ve bunlara göre siz de kendi hayal gücünüzü kullanarak atmosferi istediğiniz gibi oluşturuyorsunuz. Sadece Midna konuşuyor, o da kendi dilinde anlamsız sesler çıkartıyor. Buraya kadar herhangi bir sorun yok; hatta bunun oyunun havasına hava katması bakımından inanılmaz bir özelliğe sahip olduğunu söylemek de mümkün. Ama müzikler pek o kadar tat vermiyor. Her ne kadar özellikle atınızla koştururken coşturucu müziklerimiz varsa da, tamamını değerlendirdiğinizde daha iyi tınılar beklenebilirdi.

    Legend of Zelda: Twilight Princess, müziklerini biraz görmezden geldiğinizde inanılmaz bir oyun yapısını size sunacaktır. Hatta bu kadar şımarmamak lazım; oyun tek kelimeyle şaheser. Her yanı ayrı bir ayrıntı, her adımınız size inanılmaz bir tat veriyor. Hem Remote, hem Nunchuk kontrollerin kullanımları başarılı. Belki vuruşlarda Remote biraz daha aktif kullanılabilseydi daha güzel olabilirdi ama yine de çok iyi olduğunu söylemek lazım. Wii aldıysanız yanına en iyi şekilde eşlik edebilecek oyunların başında Twilight Princess geliyor. Takılmaksızın oynamanız durumunda bile nereden baksanız 50 saatlik kesintisiz oyun zevkini size sunuyor. Şahsi önerimdir; bile bile takılın, zorlanın, atınızı yavaş sürün, etrafın sesini dinleyin, balık tutun, insanlarla konuşun ve bu oyunun tadını çıkarın. Koleksiyon oluşturabilecek küçük böcekleri bulmak için etrafı defalarca kez gezebilirsiniz; oyunu bitirince ikinci amacınız da bu olsun. Hem konu, hem karakter ve hem de bulmacalar konusunda Twilight Priness kadar sürükleyici ve kaliteli bir oyun oynamadığımı da belirterek noktayı koyayım.
#04.10.2009 08:13 0 0 0