Kanadı Kırık Güvercin

Son güncelleme: 19.10.2009 08:22

  • noimage

    Şu hayattaki son yolculuğuna hazırlanıyordu kanadı kırık güvercin. Artık yaşlı, yorgun ve hastaydı. Bir gün bütün güvercinler havada süzülürken kendini yere bırakıverdi aniden.

    Pes etmişti. Gidecek ne yeri, ne umudu, ne uçacak, ne de kanat çırpacak gücü kalmıştı. Gökyüzünden yeryüzüne doğru düşerken bütün yaşadıkları geldi aklına.

    Önce bir pencere kenarında bebekliğini gördü, hayalle gerçek arasında. Ağlıyordu. Sevgiye ve bakıma muhtaç, çırılçıplak, tüysüz, kanatları daha uçamayacak kadar minik bedeniyle karşılaştı.

    Annesi onu eski bir evin çatı arasında dünyaya getirmişti. Sonra uçmayı öğrenmesi için eski evin pencere kenarına yuva yapmıştı. Sarmaşıklar kaplamıştı yuvalarını. Sarmaşıkların rengarenk çiçekleri vardı. Alışmıştı çiçeklere.

    Annesi onu uçurabilmek için çok çaba harcamıştı. Ama o bir türlü uçamıyordu. Çünkü, kanadının biri kırık ve kısaydı. Ne zaman uçmaya kalksa havada dengesini sağlayamıyor, tekrar o sarmaşıklarla kaplı yuvasına geri dönüyordu. Havada süzülen arkadaşlarını görüyor, dağlarda uçan bir güvercin olmak istiyordu. Sarmaşıklar, çiçekler onun hayatıydı. Özlemi yeşilliklerle dolu bir dünyaydı.

    Bir gün deneye deneye uçmayı öğrendi. Fakat, pek uzaklara gidemiyordu. Hele de istediği o yeşilliklerle dolu dağlara doğru. Hayat ona en sonunda uçmayı öğretti. Ama, yaşamı boyunca gidebildiği yerler sadece yuvasının bulunduğu yerlerdi. Uçmayı öğrendiği gün annesini kaybetti. O an yapayalnız kalmış, sanki kanatlarından birini daha kaybetmiş gibiydi.

    Zaman hızla akıp geçti. Kanadı kırık güvercin hiçbir zaman bütün güvercinler arasında havada süzülemedi. Onlarla birlikte olmak, gökyüzünün keyfini onlarla beraber çıkarmak istedi. Ama büyüdükçe kırık ve kısa kanadı diğer güvercinlerin arasında olmasına, gökyüzünde rahatça süzülmesine imkan vermedi.

    Yorulduğu zaman hep çiçeklerle dolu yerlerde dinlenirdi. Hayatı hep bir kısır döngü içerisinde doğduğu mekanla sınırlı kaldı. Bir gün uzaklara kadar gidebileceği dağları hep umut ederek geçti ömrü.

    Yaşlanmıştı. Hasta ve yorgundu. Kırık ve kısa kanadı ömrü boyunca ona yardımcı olmamıştı. O denedi. Her denediğinde yenildi. Artık gücü ve umudu hiç kalmamıştı. Yalnızdı. Yalnızlığın esiri olmuştu. Kırık kanadıyla girdiği bu savaştan yenik düşmüştü.

    Son bir kez karşıdaki evin penceresinde duran çiçeklere doğru hızlıca süzüldü. Çiçekler onun tek dostuydu. Çiçekler arasında başladığı bu hayat yolculuğunu, çiçeklerle dolu bir pencere camında son buldurmak istemişti. Ve cama şiddetli bir şekilde vurduğu gibi yere düştü.

    ( İnsanda böyle değil midir? Umut ederek, hep bekleyerek, hayal kurarak, belki bir gün diyerek yaşar. Fakat, bekledikleri, umut ettikleri o güzel gün hiç gelmez. O yüzden hayatımızda neler olursa olsun becerebildiğimiz kadar kusurlarımızla yaşamayı öğrenebilmeliyiz.)

    Yazan : Melodi AKÇAY

#19.10.2009 08:22 0 0 0