Can Sıkıntısı

Son güncelleme: 02.11.2009 11:38
  • Can Sıkıntısı - Yaşam Hikayeleri - Mesut Çiftçi

    Yağmur çiseliyordu. Kaldırım kenarlarında su akıntıları oluşmuştu. Sokakların çökmüş kısımlarında ise su birikintileri. Hava soğuktu. Kenti kaplayan evlerin bacalarından gri dumanlar gökyüzüne uzanıyordu. Her zaman kalabalık olan cadde ve sokaklar neredeyse boştu. Sokaklardan gürültülü kamyonlar, kalabalık minibüsler ve silecekleri hızla çalışan otomobiller geçiyordu. Tüm kent yağmura teslim olmuştu.

    Kentin bu hüzünlü halini ofisinin penceresinden izliyordu Emrah. Kapalı alanlarda sigara yasağı olduğunu bildiği, iş hanındaki diğer kişilere kıyasla bu yasağı ilk kendisi uyguladığı ve bu yasağın en kararlı savunucusu olduğu halde bir sigara yaktı manzarayı izlerken. Masasının en alt çekmecesindeydi kül tablası. Kendisini iyi hissetmiyordu. İyi bir emlak pazarlamacısı olduğunu düşünürdü Emrah. Dost muhabbetlerinde İstanbul'da pazarlayamayacağım ev yoktur diyerek övünmesini pek severdi. Ama yaklaşık bir aydır iş yoktu. Her sabah ofisini umutla açıyor ve her akşam hayal kırıklığıyla kapatıyordu. Ana haber bültenlerinde bahsedilen kriz, sonunda Emrah'ı da bulmuş olmalıydı. Derin düşünceler içerisinde sigarasını bitirdikten sonra telefon çaldı. Telefondaki karısı Sibel'di.

    - Alo
    - Efendim.
    - Benim hayatım.
    - Efendim Sibel?
    - Hiç öylesine bir arayayım dedim. Nasılsın, ne yapıyorsun?
    - Bildiğin gibi. Değişen bir şey yok.
    - Öğlenleyin yemeğe gelecek misin?
    - Yok
    - Neden?
    - Canım istemiyor. Ofiste kalacağım.
    - Peki hayatım. Ben annemlere gideceğim. Akşam biraz erken çıkabilir misin?
    - Neden?
    - Elif'i okuldan alman için.
    - Tamam alırım.
    - Akşama istediğin bir şey var mı?
    - Kendine dikkat et.
    - Görüşürüz canım
    - Görüşürüz.

    Telefonu kapattıktan sonra arkasına yaslandı ve hayatının sıkıcılığı üzerine düşünmeye koyuldu. Belki havanın kapalı olması kendisini bu kadar karamsar yapmıştı, belki de gördüğü rüyadan uyanmış ve gerçekle yüz yüze kalmıştı. Ama her ne olursa olsun, içinde keskin bir hüzün hissediyordu. Son zamanlarda en çok hissettiği duyguydu can sıkıntısı. Üniversite, askerlik, evlilik, çocuk ve iş telaşı derken hayat bir anda hız kesmiş gibiydi. Yaşanılan günlerin hepsi birbirine benziyordu. Sabah uyanmak, kahvaltı etmek ve çocuğu okula götürüp ofise gitmek, sonra beklemek, beklemek ve beklemek. Akşamları çocuğu okuldan alıp eve dönmek. Akşam yemeği, haberler ve uyku. Kendini bir kısır döngünün içinde hapsolmuş gibi hissediyordu Emrah. Bu kısır döngüyü kırmanınsa bir imkanının olduğuna inanmıyordu. Çünkü bir zamanlar ulaşmak için çabaladıkları şimdi bileklerinde kendini bu kısır döngüye bağlayan kelepçeler olmuştu. İlkokul aşkı Sibel ile evlenmek için az uğraşmamıştı. Ama şimdi evliliği kendisine oldukça sıkıcı gelmekteydi. Çocuk yapmak konusunda da durum aynı olmuştu. Kaç defa doktora gitmişti ve en sonunda bir çocuğu olmuştu. Ama şimdi çocuğun omuzlarına yüklediği sorumluluktan sıkılıyordu. Bu emlak ofisi içinde çok çalışmıştı ama emlak pazarlamacılığından da sıkılmıştı artık. Tüm bu olanları düşündüğünde büyük bir trajediyle karşı karşıya olduğuna inanıyordu Emrah. Bu hayatı kendisi istemişti Emrah. İstediklerine ise kavuşmuştu. Peki o zaman neden şimdi istediklerinden şikayetçiydi? Bu denklemi çözemiyordu.

    Oturduğu makam koltuğundan kalkıp ofisinin içinde adımlamaya başladı. Saatine baktı. Saat öğle yarısını çoktan geçmişti. Paltosunu askılıktan alıp kendini ofisten dışarı attı. Yağmur aynı şiddette yağmaya devam ediyordu. Otomobilini kullanabilirdi Emrah. Ama yürümeyi tercih etti. İş hanından çıkarken siyah uzun paltosunu giydi ve yakasını kaldırdı. Ellerini paltosunun cebine sokup yürümeye başladı. Aslında nereye gittiğini bilmiyordu. Yalnızca yürüyordu. Önünden insanlar geçiyordu, yanından otomobiller. Arada bir su birikintisine denk geliyordu. Islanmak ve yağmur havası biraz olsun iyi gelmişti can sıkıntısına. Aynı zamanda üşümeye de başlamıştı. İlerideki cafe gözüne çaptı ve hızlı bir hamle ile içeri girdi. İçerisi sıcak ve kalabalıktı. Sıcağın yüzünü yaladığını hissetti. Garson kendisine cafenin uzak köşelerinden birindeki boş masayı gösterdi. Garsona kibarca teşekkür edip masaya doğru ilerledi Emrah. Paltosunu çıkarıp duvardaki askılığa astıktan sonra sandalyeye oturdu. Yine aynı garson başındaydı.

    - Buyurun efendim, ne arzu edersiniz?
    - Koyu bir kahve istiyorum.
    - Kremasız olsun değil mi?
    - Evet lütfen.
    - Derhal efendim.

    Garsonun işinin ehli olduğu, konuşmasından ve hareketlerinin seriliğinden belliydi. Emrah etrafı incelemeye koyuldu. Masadaki kül tablası ve müşterilerin sigara içmesi dikkatini çekti. İçinde bir sigara içme isteği belirmesine karşın bu isteğe karşı koydu. Garson seri bir biçimde kahvesini getirip masasına bıraktı ve tam giderken;

    - Garson Bey, bir şey sorabilir miyim?
    - Buyurun efendim
    - Burada sigara içmek yasak değil mi?
    - Evet yasak efendim. Ama maalesef kimse bu yasağa uymuyor.
    - O halde bende sigara içebilir miyim?
    - Elbette efendim bu sizin bileceğiniz bir iş.
    - Teşekkür ederim.
    - Ben teşekkür ederim efendim.

    Emrah bu konuşmanın ardından hiç çekinmeden cebinden sigarasını çıkardı ve sigarasını yaktı. Kapalı alanlarda sigara içme yasağının bazı yerlerde uygulanmadığını düşündü. Yasak olan bir eylemin içerisinde olduğunu düşündü. Kendisini kötü hissetti. Kurallara uymak ve uymamak konusunda düşünmeye başladı. Aslında insan işine geldiği kurala uyuyor, işine gelmediği kurala uymuyordu. İnsan diye genelleme yapmaksa suçtan kaçınmanın başka bir yolu olmalıydı. Bu gelişmişlikle ve gelişmemişlikle, eğitimle ve eğitimsizlikle açıklanabilirdi. Ama bir toplum davranışı haline gelmiş olan bu durum bireyin karakteriyle de açıklanabilirdi. Emrah bu düşünceler içerisinde keskin bir baş ağrısı hissetti ve kendisini sokağa attı. Yağmur hala devam ediyordu. Emrah adımlarını hızlandırdı. Kendisini kuşatılmış ve bir kapanın içerisine kapatılmış hissediyordu. Neredeyse koşarak ofisine döndü. Kapısını kilitledi ne paltosunu bile çıkarmadan koltuğuna kıvrıldı. Bir şekilde bu sıkıcılıktan kurtulmak istiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu durumdan kurtulmak için en kestirme yolun uyuşmak olduğunu düşündü. Hızla ofisinden çıkarak karşıdaki tekel bayiinden içki alıp ofisine geri döndü.

    Her yudumda içindeki can sıkıntısının biraz daha azaldığını hissediyordu. Başı dönmeye başlamıştı. Hareketleri yavaşlamıştı. Düşünmekten vazgeçmeye başlamıştı. Alkol vaat ettiği uyuşmayı veriyordu kendisine. Mutlu değildi ama canı da sıkılmıyordu artık. Zamanla başı dönmeye başladı. Kendisini uykunun şefkatli kollarına bırakması ise fazla uzun sürmedi. Hiçbir şey düşünmüyordu. Yalnızca uyumak istiyordu ve uyudu. Emrah bu davranışının yanlış olduğu biliyordu. Ama can sıkıntısı içerisinde yanlış işler yapmaktansa uyuşmanın daha iyi olacağına inanıyordu. Kısacası yaptığı kendisinin kendi hapishanesinden kaçmasını engellemekten başka bir şey değildi. Çaresizliğin içerisinde boğulmaktan başka bir çaresinin olmadığını düşünüyordu


    Mesut Çiftçi
#02.11.2009 11:38 0 0 0