Milkboy'un Seyir Defteri

Son güncelleme: 24.10.2008 13:46
  • HIZLANIYORUZ

    Hiçbir düşünceyi yazmak için gökkuşağına batırılmış bir kaleme ve kelebek kanadına bulaşmış tozlara ihtiyaç yok. Parmaklarımdan klavyeme akan düşüncelerde ne gökkuşağına batırılmış usta bir kalem ne de kelebek kanadından alınmış sihirli tozlar mevcut.Çevresel uyum içerisinde duyulan, imgelenen ve yaşama yön veren diyalektik sahibi düşünce taşlarının üzerindeki yazıtları çözümlemeye çalışan öğretileri ve kırıntıları klavyemin üzerinde gezinen parmaklarımın yankılanan sesinde yön tayini yapma çabasında...

    Günümüz hayatı televizyon programlarındaki gibi düz ve derinliksiz bir sathiyatta ilerliyor...Ne var ki sadece gözlerimizi boyayan bir renklilik ve klişeleşmiş bir çeşitlilik mevcut.Düz, derinliksiz fakat renkli, yaşadığımız çağı hemen hemen tüm kültürel yaklaşımlar ve otoriteler hız çağı olarak tanımlıyor.Bütün bunların ötesinde her şey hızlı bunun idrakindeyim, evet daha hızlı benden, belki de yavaş düşündüğüm, yazdığım, açıldığım yani yaşadığım için bana öyle geliyor.

    Bendeki kişisel etkileşimi, bu hız çağının bir alt kertesinde birazda mesleki bir yaklaşım olarak tekno yaşam = iletişim engelli iletişim çağı görüntüsünde.Ve herşey artan bir ivme ile hızlanmakta, bu hızlanmayla birlikte otomatlaşmakta.Ne var ki böylesine bir sürat derinleşmenin de öldürücü bir rakibi oluveriyor.Zaten herkesin hızdan dolayı televizyon kanalları ve internet siteleri arasında devinim oluşturmaktan derinleşmeye pek olanakları kalmıyor.Hatta bu hız çağının bireylerde bellek kaymasına neden olduğu söyleniyor.Hiç bir noktaya özen gösterilerek yoğunlaşılamıyor.Sıkı sıkıya durmadan değişim ve gelişim ekseninde huzur ile yaşamını idame ettiren bir insanın bile belleği kayıveriyor.

    Çocukluğumun bir dönemini geçirdiğim Berlin'de çoğunluğunu Türk gurbetçilerin oluşturduğu apartmanımızın hemen arka bahçesinden geçiş yaparak ulaştığım eski bir tiyatro binasının bahçesinde yetişen böğürtlenler ve çilekler benimle aynı hızda büyür ve ölürlerdi, kelebeklerin ve uçurtmaların ömrü çok kısaydı ama şu anki kontrolsüzlük hissinin hiçbir izini taşımazdı yaşamımdan çıkışları, çünkü bir şeylere yetişmek zorunda değillerdi ve bende bir yerlere yetişmek zorunda değildim, şu an çalışma odamın karanlık köşelerinden çıkmış , gecenin onlara tattırdığı dolaşma hakkından rahatça yararlanan karabasanlarla aynı zamanda doğup ölüyorum, evet bu böyle...her şey çok hızlı ilerliyor.

    Derinlik olgusunun niteliği algılamanın, sorgulamanın, yargılamanın ve yavaş yavaş tadını çıkartmanın idrakinde ve hazzında yaşıyor.Hız ise tam tersini oluşturuyor.Dinler gibi yapıp dinlememe hali yaşam pusulasına dönüştürülüyor.Duyarlılık ve duygusallık ise bu hoyrat bulduğu yeni anlayıştan , elini eteğini çekiyor.

    Hız ile derinlik arasındaki hatırıma gelen en çarpıcı örnek büyük rus Edebiyatcısı Tolstoy'un Çocukluk, Ergenlik ve Gençlik anılarında heyecanla anlattığı bir pasaj.Anılarının bir yerinde çekinip bakmadığı için, yüzünü tam olarak hatırlamadığı bir kadına, atçılık kulübünde nasıl aşık olduğunu anlatır.Yüzünün güzel mi çirkin mi olduğunu bilmediği bir kadının varlığını, anılarında yaşatacak kadar ağır akan bir nehirde ilişkisizlikten ilişki çıkarır...Belki bu Rus edebiyat kahramanlarının içlerinde dolaşmanın bir sonucudur.

    Şimdi ise derin anlatımlara ihtiyaç yok gibi...
    (her daim derinliğini koruyabilen üstâdlar haricinde)

    Burada hız kavramının kıvrımlarından çekiştirerek bir tarifi sorguluyorum.Hız bir bozulmanın da ifadesidir artık, "her şey yaşadıkça bozulur" denmesinin bir sebebi de bu gerçeği perdelemek olabilir. Aşırı hız çağının söylemcileri bu türden pek çok kafa bulandırıcı ifadelerle çıkıyor karşımıza.

    "Her şey yaşar ve ölür" daha sade daha anlaşılır, dinleyeninin kulağına bir an önce yerleşip anlam karmaşası yaratma amacında ve acelesinde olmayan bir ifade.

    Hız çağının hükümranlığı dijital kölelik ile iktidarının doruk noktasında Varlığı ile değil imajları ile durumu idare ediyor insanlar.Mektup yerine sms yada e-posta.Derinliğin hızdan çok daha elzem olduğunun idrakine sahip bireylerin bile afalladığı bir dönem.Öyle birileri kapının ardında ne olduğunu hesaplarken , hız çağı bir an önce kapıya ulaşmayı hedefliyor.Çünki hız çağının kapıya olan mesafesi tahayyüllerimizin de ötesinde bir uzaklıkta.

    Hızlı ama sığ bir yaşam mı? Yoksa derinlemesine bir yoğunlaşma ve idrak mı? Akıp giden yaşamımızın sorgulanmayan önemli soruları bunlar.Bilincin, kalbin ve duyguların hakim olmadığı bir ortamda koşarak yaşamak mı yoksa derinliğin bahçesinde edebiyatın kahramanları gibi gezinmek mi? Evet bir şekilde yapacağımız tercih yaşamımızın niteliğini tanımlıyor.

    Evet, hız artıyor, etrafımdaki nesneler hızlanmaları ve bozulmaları ile benden uzaklaşıyorlar, gitgide. Kendime yeni bir kalem ve defter almalıyım, koşuşturmayan yeni nesneler.Etraftaki yapaylaşma arttıkça daha da açılıyor aramızdaki fark, önce iyice uzaklaşacaklar benden, sonra daha da, ufak bir nokta olacaklar uzakta ve kaybolacaklar nihayet.

    Başka bir açıdan, bu uzaklaşan şeyler tarafından daha yavaş hareket eden bir varlık olarak algılanacağım, gitgide daha hareketsiz. Bir kaplumbağa başını yuvasından neden çok az çıkarır, işte öyle bir yaşayışım olacak, evet, bir kaplumbağanın gözlerinden nasıl görünür yaşam, benim göz bebeklerim ne kadar dayanır bir küçülüp bir büyümeye bu hızda, onların hızında. Bu uzaklaşma üç boyutlu uzay düşünüldüğünde zor anlaşılır gibi geliyor, daha çok daha büyük boyutlu uzun upuzun bir uzaklaşmadan bahsetmek olası.
    Şimdi kelebek kanadına bulaşmış sihirli tozlarla yazmak istiyorum, doruklardan gelen bir kaynak suyunun, sırça yanaklı bir anadolu çocuğunun sesi olmalı bunları yazarken arkamda. Ama parmaklarımın dövdüğü klavye anlamsızlaştırıyor bu yazıyı, sadece o değil ben bile anlamsızlaştırıyorum büsbütün, niçin kağıt ve kalem kullanmadığımı sorup korkuyorum birden bire. Yoksa bunca şeyi yavaşlamaya çalışan biri olarak mı yazıyorum, hatta sadece yavaşlamak isteyen biri olarak mı, bir oluşu onun dışından eleştirmek ne kadar imkansızsa içinden eleştirmeye, yıkmaya çalışmak da bir o kadar korkutucu.

    Sanırım hız, beni kör noktalarımın birinden vuruyor, alışkanlıklarımdan. Bu hıza alışmamak olanaksız ama, her yerde çıkıyor karşıma. Ben hızlanan biri olmasam da, hız aletlerini işine geldiği gibi kullanan bir tembel daha kötüsü bir bireyim. Bu yüzden ışıkların hepsini söndürmeliyim bu gece, karabasanlara daha geniş bir hareket olanağı sağlamalıyım.

    "Her nefis ölümü tadacaktır" Enbiya -35
#24.11.2005 12:41 0 0 0
  • UNUTMADIM

    Ben seni hiç sevmedim
    Ben seni hiç sevemedim ki
    Eskileri bekledim unutulmuşluğumda
    Nefes nefes eceldi içime çektiğim
    Yalnızlıktı ilmik ilmik sana ördüğüm
    Sadece hayallerim vardı yanımda
    Birde sana dair üç beş satır
    Satsan satılmaz, atsan atılmaz
    Malum aşk pazarı bu
    Dürüstlük para yapmaz.
    Ve sen unutulmuş aşkımın varolmamış şairi
    İçimden kovamadığım gönül taciri
    Çok su aktı bu çeşmeden,
    Çok geç kalındı belki
    Ama ben seni hiç unutmadım
    Ben seni hiç unutamadım ki...
#24.11.2005 14:38 0 0 0
  • DUA

    ALLAH'IM BANA ÖYLE BİR ANLAYIŞ VER Kİ
    Düşünebildiğim, yargılayabildiğim, inandığım, kahrolduğum, varolduğum şu anda bu sözleri söyleyebildiğim için şükredebileyim...
#24.11.2005 14:39 0 0 0
  • AŞK - Karalamalar

    bir zamanlar... bir zamanlar aşk vardı... çünkü ben inanıyordum buna... beklenen, olunan ve yaşanan bir şeydi... tek bir bakışın yettiği hatta bazen kahrettiği... gülüşlerin dudak kıyısından başladığı... gözlerin saklanacak her şeyi arsızca ortaya döktüğü...

    o zamanlar adı aşktı bunun...

    sonra...
    eskiyen kelimeler gibiydi... her kelime eskir bir gün... kullanıla kullanıla... ya da unutulunca... belki o kadar sık duyulur ki, hatta o kelime olmadan kurulamaz cümleler... ama hiç kimsenin umurunda değildir bu... yokluğunu hiç hissettirmemiştir ki...

    "beni bırakma...güzel"

    sabah uyanmayı istemedin... çünkü "o" yanında olmayacaktı... belki ancak geceleri yazabilecektin onu... belki hani o film vardı ya... herkesin ağladığı...ona anlatacaktın... şimdi yalnız sen kaldın...istersen artık tek başına yaz..tek başına ağla...dön gerçeklerine...

    dünyanın bir ucuna gitse... beklerdin... ne baharlar geçer giderdi de, sen "neden?..." demezdin... şimdi tek başına ağla...

    bir öğleden sonra...
    ne yalancıymış şu masallar... hey Allah'ım!...

    hadi güzel şimdi birlikte bir öykü yazalım...
    "elindeki sigara kutusunu masasına koydu... yanına, günlerdir sakladığı kayıp düşleri... uzandı sonra... gözlerinin önünde ekranın puslu görüntsü... ardında kaybolmuş düşler umutlar... "büyüdün sen milkboy...kocaman adam oldun" dedi...

    bir ses duyuyordu aslında... uzun zamandır duymadığı... duysa bile anlamadığı... hani çok konuşan çocuklar vardır ya... önceleri ne mutlu olur ana-babası... sonra bıkarlar işte... öyle belirgin bir itiraf yoktur ama duyulmadığını anlar çocuk... o ses yıllardır bilir duyulmadığını... umutsuzca, yaramazca... seslenir...


    öykü kalsın böyle...kayıp düşler unutulacak nasıl olsa...
    beni yine de bakışlar etkiliyor... ne garip!...

    anahtar...
    dün kaybettim... küçük bir anahtardı... bir işe yaramıyordu... doğum günümde bana bir defter almıştı bir arkadaşım...hani ilk anı defterleri vardır ya...kilidi vardır ucunda...ben o deftere ne yazmış olabilirim?...

    işe yaramayan bir anahtardı...
    dokunmanın ne olduğunu bilen var mı?...

    belki de duyulan en büyük öfkenin adı aşktır... sadece aşk...
#24.11.2005 14:43 0 0 0
  • Yalnızlık Mevsimi - Karalamalar

    kar ortası gerginliği
    hepsi bu...
    ışığımı yürek soğuruyor
    sessizliğimi gözlerin
    mutsuzluk ;
    yaramaz bir kurt alazı
    pençesini savurmuş
    allı pullu korkularıma
    hepsi bu...

    sözlerimi kutsayan güç
    sezgi cehenneminden
    boşluktan boşluğa, köprü ses
    su diplerinin çıkrığı dönüyor batıklığımda
    yalnızlık mevsimimde...
    özümü gösterip sözümü gizliyorum
    kadınlardan öğreniyorum
    ıssız doğumlara benzeyen
    yalnızlık mevsimimi...

    yırtılmış belleğimi yamıyorum
    bir hitit saklıyorum yüzümde
    ne anılarıma aitim
    nede sevgililerime
    şaşkınım
    hepsi bu...
#24.11.2005 14:55 0 0 0
  • DURUŞ - Ritüel 1

    Açıyor mu dersin dört bahardır beklediğin çiçek. Bir çoşku...Ay ışığı...Çok genç olan bir kızın hemen bir kaç yaş daha büyümesini dilemek gibi gizli bir istek .....

    Bir duruş, örneğin otobüs durağında yada gece, ayaklarını karnına doğru toplayarak oturmuş, bir eliyle dizini tutmuş, bir ayağını azıcık öne doğru çıkarmış, silüet halinde , sevgilisiyle omuz omuza durmakta olan kızın bir anlık izlenimi bana aşık olma isteğini çok yoğun hissettirebilir. Sadece bir duruş... Bir duruş sadece... Yarı karanlıkta, kanepeye uzanmış kalmış bir kız.Yüzü bana dönük,yanlamasına uzanmış,bacakları uzun, ayakları çıplak, saçlarını dökmüş kanepenin kenarından, bir kolu belinde, dirseğinden hafifçe bükülmüş, uzun parmaklı eli yerde bir şeyi usulca işaret ediyormuş gibi durmuş... Gözleri gözlerimde mi, yoksa çok huzurlu bir uykunun derinliklerinde mi, belli değil... Sadece bir duruş...
#24.11.2005 14:58 0 0 0
  • Transformasyon - Dilin Kemiği

    Gökyüzünde yıldız olmadığında ne kadar yalnızdır insan.

    Seni bekledim. Umutsuzca döküldü yaşamak ellerimden. Avuçlarımda biriktirdiğim kalem tozları görünmez oldu tenimin renginde. Yırtılan,atılan,unutulan sayfalar vardı etrafımda ve ben onları yeniden yazmaya uğraşıyordum. Tamamlamaya çalışıyordum eksilen sözcükleri. Dayanamadım, ağladım.

    Şehre yağmur yağmazken ilk ağlayışımdı bu.

    Dakikaları yüzyıllara dönüştüren denklemler bulmuşum arada. Satır sonlarına kaydettim hepsini birer birer. Parantezler yarattım,içleri yalnızlıklarla doldu. Ama hangi yalnızlık bir parantez içine sığabilecek kadar boyutsuzdu ki? Bu yüzden parçalandı yalnızlıklar.-Yalnızlıklar bile parçalandı-Gözlerimde kalansa, öksüzlük oldu. Yalnızlık kırıklarını yapıştırmaya çalışan umarsız bir boşluk.Mevsim dönüyordu, ve biz bu değişimden en az kayıpla çıkmayı plânlıyorduk sadece. Naftalin kokan özlemler çıkarıyorduk sandıklardan. En güvenilir ses tonumuzla yeminler sunuyorduk etrafa, geçmiş mevsimden kalan gülüşlerle süsleyerek. Oysa geç kalınmış bir şeyler vardı. Uzaklaşan seslerini duyuyor, yokluklarını hissediyor, ama saklamaya çalıştığımız hüzünlerimizle ifade edemiyorduk. Ne çok şey vardı saklanmaya çalışan. Mevsim dönüyordu, belki her şey dönüyordu, farkındaydık,farkında olmanın verdiği sancıyla sarsılıyorduk.

    Ama yetişemiyorduk.
    Seni bekledim. Böyle bir beklemenin tanımı bulunmuyordu bildiğimiz sözlüklerde.

    Hissettiklerim birkaç beden büyüğüydü olabileceklerin. Her şeyi yeniden

    tanımlamaya başladım bu yüzden. Seni beklemek nefes almaktan bir sonra geliyordu, seni özlemekse bir önce. Ayırabiliyordum her şeyi birbirinden, düşle gerçeği bile, ama sevmekle sen ayrılmıyordun. Sevmek seni sevmekti, ve seni sevmenin karşısında ölümsüzlük vardı.Her seferinde, biraz daha ölümsüzleşiyordum. Ama hâlâ bir ölümlüydüm senin yanında. Bu kaçınılmazdı, sorgusuz bir gerçekti ve ben her şeye rağmen bu gerçekte güç buluyordum.

    Yokluğun, üşümekti, yeryüzüne yeni buzullar indirmekti uzay boşluklarından. Kar topluyordu damarlarım, ve sızım sızım bir inlemekti dışa vuramadığım.

    Olmuyordu, olağanlıklar avutmuyordu sensizliği. Tozlu gül kuruları ve saydam yalnızlıklar içinde, seni özlüyordum. Durmadan, duramadan.

    Binbir gece masalları yazıyordum içimde, sıcak, pırıltılı ve aşktan. Düşle gerçek arasında yaptığım bu yolcukluklardı beni ayakta tutan. Öyle çok, öyle amansız istiyordum ki seni, beni sana ulaştıracak her yol kutsaldı, gerçek olsa da, olmasa da. Yeni, yepyeni masallar yazışım bundandı, ve hiç yorulmayışım.

    Gece maviydi masallarda, karanlığı örtüyordu mavi, ışık parçacıkları düşüyordu üzerime. Isınıyordum. Gözlerin beliriyordu her düş yansımasında, büyüleniyordum.

    Ama masaldı. Gerçeğe dönüşüm ayrı bir yıkım oluyordu her seferinde. Yine üşüyordum. Sanki sürekli üşüyordum.

    Acılarım vardı, kağıtlara, ekrana ve zamansızlıklara sığmayan acılarım. Bekledikçe çoğalan, çoğaldıkça derinleşen acılar. Görünmez acılarım vardı. Çıkmaz sokak bitimlerinde ve yağmur sonralarında. Bebek arabalarında ve yıldız kaymalarında.

    Dönüşen bir hüzün mevsimiydi gizlice. Acılar...Terkettiğim şehirlerde bırakamadığım. Yanıbaşımda biriken. Koynumda sakladığım. Boğazımda düğümlediğim.

    Her seferinde ölümü anımsadığım..Bayatlaşıyordu hayat gitgide. Her bekleyişim, her gelmeyişle sonuçlandıkça geride üzeri karanlanmış masallar kalıyordu, buruşmuş, atılmış, kanamış masallar. Oysa bildiğimiz hiç bir masal kanamamıştı daha önce.Mutlu sonlar ezberletilmiştik hep. Mutlu sonlara bilenmiştik. Kan tükendikçe, çürüme başlıyordu şimdilerde.

    Tanımlar değişiyordu hâlâ. Sabit sözlüklerle ispatlayamıyordum anlamlarımı. Sayfalar birer birer yırtılıyor, yenileri ekleniyordu. Takvimleri andırıyordu yaşamdan çıkardıklarım. Ve yerine koyamadıklarım.Yeniler bile tükeniyordu, inanır mısın? Kalem tozları birikiyordu tutam tutam avuçlarımda, ve yanık güller.Gülleri yakmazdım olsaydın eğer.

    Olsaydın eğer, bayat çay tadı kalmazdı damağımda hayattan yudumladıkça.Beklemenin karşısında gelmeyişin yazıyordu artık. Özlemin karşısında uçurum. Nefes almak tarifsizdi, bir boşluk, anlamsız bir yokluk vardı yaşamın yerinde. Ağlamak olağanlıktı, ve gözyaşı tükenmişti. Zaman bir çemberdi, ve mevsim ara boyutların birinde takılıp kalmıştı. Masallar çoktan bitti.Ve yalnızlık, en büyük saydamlığımızdı.

    Yine de ölümsüzdüm. Değişmeyecek tek şey oydu belki de.Gelmeyeceğini biliyordum.

    Belki de gelmek seni ölümlü kılardı...
#24.11.2005 15:03 0 0 0
  • Tam Düşecekken Tut Beni

    tam düşecekken tut beni. tam düşecekken. öyle ki; tutmasaydın düşmeyeceğimi bileyim, ama tuttuğun için düşmediğimi de...

    (...de ki :
    gel sularımda boğ kendini
    gel rahmimde doğ kendine
    ay oldum damladım ağzına
    elinin tersiyle sil beni...)

    saçlarının dağınıklığını seviyorum nedense. dudaklarının hep bir söze başlayacakmış gibi duruşunu. ama hiçbir söze başlamayışını. beni yıkamanı. ve içime bir göçmen gibi sığınmanı...

    (...de ki :
    canımı candan ayırdım
    kanımı kandan ayırdım
    senin teninden başka
    tenimi tenden ayırdım...)

    eflatun bir ölüm düşünüyorum. ilk yağmurun toprağa damlaması gibi.
    ilk orağın başağa vurması gibi. insanın ilk kez ölmesi gibi. ilk. ve eflatun...

    (...de ki :
    gül memelerimden emzireyim seni
    alnımın akında büyüteyim seni
    vur sözcüklerini dilime
    sokak sokak anlatayım seni...)

    kendimi kıracağım bir yerdeyim. bir parçam bir parçama uymuyor. hiç bir şarkı dudaklarıma, hiç bir sokak adımlarıma yakışmıyor. geç beni, yürü beni, bul beni; tam düşecekken tut beni, öldür beni...
#24.11.2005 15:08 0 0 0
  • Yansımalar - Yanılsamalar

    Karanlığın her delinişinde ortaya çıkan saklanmış bir öykü bu.
    Rüzgar artıyor, su soyunuyor bulutlar ve yağmur uyanıyor. Artık bir yıldırım çizebilirim gökyüzüne.
    Ufalanırken yıldızlar mavi bir yangın yayılıyor, gri uçuşların göklerine..
    Dalgaların yayılışını, onların, dinmeyen rüzgardan topladığım seslerini, yani bana verdiklerini saklıyorum, yansımalarda..
    Uzaklığı izliyorum. Günlerden günlere doluyor yalnızlığım ve böyle iki dalga arasında artıyor suskunluğum. Yürek atışlarını dinliyorum sessizliğin.
    Yeni bir dalgayı yükseltiyor sevda ve örtülüyorum ben..
    Boğuluyorum ama, öldürmez bu boğulmalar çünkü; yağmurun bittiği yere gittim ve dönmedim daha, orada bir gökkuşağı arıyorum hala...

    Ay düşsün ezsin beni...
#24.11.2005 15:21 0 0 0
  • Yansımalar - Yanılsamalar

    (Tutunamadan sürüklendiğim bu boşlukta, hep bir umudu büyütüyorsun gözlerinle..)

    Savruluyor düşler rüzgarda ve söndürüyor gerçeği. Güneşin son söndürdüğü en parlak yıldız oluyorsun. Onun için uykulara bırakamıyorum kendimi.. Hava serin ve yokluğunu örtüyorum üstüme seni örter gibi, alışığım ben üşümeye...

    Sen gecesin ve ben adsız duyguların tanımlarını arıyorum uzaklarında..

    Belki bu, ancak böyle yaşanabilir bir sevda ve denizine ulaşamayan ırmaklar dolaşıyor aramızda.

    Bizim dışımızda eksiliyor zaman ve dökülürcesine yağmur yağıyor, düşen damlalar dalgalandırıyor yansımaları.

    Umutlar akıyor saydam sonsuzluklara.
#24.11.2005 15:23 0 0 0
  • duygularini cok güzel ifade etmisin milkboy.
#25.11.2005 14:33 0 0 0
  • DİOTİMA - Nöbet Sayıklaması

    Yağmur taneleri sanki düşlerimizin birer parçasıymışcasına helezonlar çiziyorlar bunalım vakti çözümlenememiş karanlık asfaltın yüzüne...Ve biz şimdi güneşin çocukları olma hülyasında kaybediyoruz ıslaklığın yüreğimizde can verdiği umutlarımızı...Sesler o kadar derin ve afaki çalıyorki bir an için o karanlık asfaltın çığlıklarını nöronlarımın yörüngesinde hissedebiliyorum anlık ağıtları dinlemek defalarca yaşamak tekrar tekrar...Doğa vucud eksenimizde can çekişiyor bir kez daha...

    ...ve büyük usta Nazım Hikmet'in dizeleri geliyor aklıma

    İŞLER ATOM REAKTÖRLERİ İŞLER
    YAPMA AYLAR GEÇER GÜNEŞ DOĞARKEN
    VE GÜNEŞ DOĞARKEN GÜL YAPRAĞINA
    UÇAK ALANINDA SESSİZ PİLOTLAR
    "H" BOMBASI YÜKLER TEPKİLİLERE
    VE GÜNEŞ DOĞARKEN, GÜNEŞ DOĞARKEN
    OTOMATİK SİLAHLARLA BİÇİLİR
    ÜNİVERSİTELİLERLE İŞCİLER...

    Not : Vatani görevimi ifa ederken bir makinalı tüfeğin gölgesinde sabaha karşı 04:00 - 08:00 nöbetinde karalanmıştır.
#25.11.2005 16:30 0 0 0
  • DeliBeyaz kardeşim üşenmeyip ziyaret ettiniz seyir defterimi BİN YAŞAYIN!...

    saygılarımla
#25.11.2005 16:54 0 0 0
  • milkboy yazdiklarin beni gercekten cok etkiledi devamini sabirsizlikla bekliycem yüregine ellerine saglik. duygularini paylastigin icin tesekkürler
#26.11.2005 01:01 0 0 0
  • Üstad seni gördüm göreli yüreğinden çıkan ve buraya sunduğun kelimelere ne kadar kıymet versem azdır. Yüce Mevlam nurundan sana fazlasıyla yansıtmış. Sözlerinle liyakat sahibi olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuşsun.

    Burada yazdıklarının sürekli olması dileğiyle, yürekten teşekkür ederim. Zevkle okuduğumu da söylemek istiyorum. Bize aksettirdiğin güzelliklerin şerefiyle şerefyab olduk, sağolasın..
#26.11.2005 03:04 0 0 0
  • eyvallah lemyezel kardeşim ummana açık sözleriniz gökyüzüne ve ötelere her daim ulaşır dileklerimle...
    ne güzel bir yüreksiniz...gönülden teşekkürler...

    zahmet ettiniz,yoruldunuz...klavyenize bereket....
    imkan buldukca seyir defterinde sürekli olacağım inşaallah...

    "...DİLİ YOK KALBİMİN ONDAN NE KADAR BÎZÂRIM..."

    sevgi ve saygılarımla
#26.11.2005 09:33 0 0 0
  • Porselen Demlik - Mevsimsiz

    Porselen demlikte çay yapmıştın bana, daimi olarak bilincimden çıkmak bilmeyen parmaksız düşler uçuşuyordu zihnimde, paslanmaya yüz tutmuş ahşap bir evin kapısındaki küçük metal parçası gibi yalnızdım ve öylece kırgınlıkların imgeleme getirdiği kırıntıları toplayan bir zaman gezmeniydim düş yorgunuydum ellerimi sıcaklığı henüz geçmemiş fincandan çekmiyor ısının parmaklarımdan bütün vucuduma ve oradan can alıcı töz noktasına ulaşmasına imkan tanıyordum

    noimage

    Konuşmanı istiyordum, anlatmanı yaşamımı huzura boğacak cümleleri kurup beni bir kez olsun hayal kırıklığının o yelkeni yırtık gemisine zorla itelemeni bekliyordum..belki mükemmel değildin fakat fevkalede sabır göstermiştin bana, halden anlar olduğunu ilk gözlerine gözlerimin aktığı o dağdağalı günün gecesinde farketmiştim bir ece kadar tahammülşinas ve aristokrattın.Sokaklarda seyyar satıcıların çığırtkan sesleri yankılanıyordu demlikten çıkan buharın ısıtmaya yettiği küçük odada, duyuyordum gözlerinden akan yaşların huzursuz sitemlerini...

    Duyuyordum ve artık biliyordum birşeylerin artık hiç eskisi gibi olamayacağını.Kabuslarımın sırça yanaklı çocukları artık sessizliklerini bozmuşlardı dile gelmişlerdi gözyaşlarının yüreğimi delip geçen ıslaklığında...

    Dost !..evet Dost ! kalalım olurmu
#26.11.2005 13:48 0 0 0
  • KORKULARIMIZ - Karalamalar

    Paspaslara benzer mi korkular...

    Girerken papuçlarınızı silersiniz.
    Bu hareketi hiç ona bakmadan doğal bir alışkanlıkla yaparsınız.
    O paspasın üzerinden kim bilir kimler geçmiştir.
    Hiç düşünmezsiniz kapıların önünde bekleşen şu sevimsiz paspasları, onlara basmış, basacak ayakların oraya gelme amaçlarını...
#26.11.2005 14:21 0 0 0
  • Taşı delip çıkan çiçekler - Mevsimsiz

    Taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır. Taş durdurur, çiçek yürür. Aslında uzun düşmanlıklar da bir sadakat meselesidir. Yani çiçek de taş da birbirini bilir. Ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir.

    Taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur.
#26.11.2005 18:28 0 0 0