Vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi adı verilen şaşırtıcı ve bir o kadar da ilginç savunma mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi insanoğlunu "mikrop" diye tanımlanan, enfeksiyona yol açabilen virus, bakteri, mantar ve parazit gibi mikrororganizmaların zarar verici etkilerine karşı korur.
İnsan vücudu çevresinde bulunan çok sayıdaki mikrobun saldırısına uğrar ve bu organizmalar vücudumuza girebilmek için uğraş verir. Sağlıklı bir vücut; karşılaştığı hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla "çaktırmadan" başeder. Mikroplarla başedemediğimiz durumlarda da "hasta" oluruz.
Bağışıklık sisteminin görevi de; öncelikle bu organizmaların vücuda girmelerini engellemek veya girer ise vücuda girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir. Bağışıklık sistemi bu görevlerini, yaşam süresi boyunca sürdürür ancak bazı koşullarda bağışıklık sistemi yardıma gereksinim duyabilir.
Bağışıklık sistemi; aynı nörolojik sisteme benzer bir yapıya sahiptir. Bağışıklık sisteminin en önemli özelliklerinden biri; kendi ve kendisine yabancı milyonlarca değişik düşmanı tanıyıp ayırt edebilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Bağışıklık sisteminin diğer bir özelliği de, hatırlama yeteneğine sahip olmasıdır. Bu özelliği sayesinde bağışıklık sisteminde görevli olan tüm hücreler, ilk karşılaştığı yabancıyı görür, belleğine kaydeder ve daha sonra gördüğünde de hatırlar.
Bağışıklık sistemimizin vücudumuzu savunmada başarılı olmasının altında yatan sır ise; vücudumuz içerisinde detaylı ve dinamik bir iletişim ağına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Milyonlarca ve milyonlarca hücre, arı kovanının etrafını saran arı kümeleri gibi bir araya gelip seriler halinde organize olur ve bilgileri arkadan ileriye doğru iletir. Bir kez bağışıklık hücreleri uyarıyı aldıkları zaman, taktiksel birtakım değişiklere giderek çok güçlü kimyasallar üretmeye başlarlar. Bu maddeler hücrelerin kendi büyeme ve hareketlerini düzenlemelerine izin vererek vücut savunmasını başlatır.
Canlılar öldüğünde; bağışıklık sistemleri de (diğer herşeyle birlikte) yok olur. Saatler içerisinde vücudu çok çeşitli bakteri, parazit ve mikrop istila eder. Ancak bunların hiçbiri bağışıklık sistemimiz çalıştığı zaman vücudumuza giremez. Ama bağışıklık sistemimizin bozulduğu veya yok olduğu noktada vücudumuzun savunma kapıları sonuna kadar açık kalır, Bunun sonucunda da allerji, artrit, enfeksiyonlar veya AIDS gibi birçok hastalığın gündeme geldiği durumlarla karşılaşabiliriz.
Bağışıklık sistemi hakkında en saşırtıcı olan şey bütün yaşantımız boyunca vücudumuzun içinde çalışıyor olması ve bizim de onun hakkında muhtemelen hiçbirşey bilmememizdir. Örneğin; kalbimizin nerede olduğundan ve ne işe yaradığından hepimiz haberdarızdır. Aynı zamanda insan vücudunda nefes almamızı sağlayan akciğerlerimizin olduğunu kim bilmez ki. Ama kaçımız "timus"un ne olduğundan haberdardır?
Bağışıklık sisteminde yer alan organ, yapı ve hücreler ayrıntılı bir etkileşim içindedir. Bu sistemin temel bileşenleri olan timus bezi, kemik iliği, dalak, lenf sistemi akyuvarlar (lökositler) hormonlar ve bazı proteinler hepsi birlikte birbirlerini tamamlayıcı bir işbölümü içinde çalışırlar.
Bağışıklık sisteminin temel öğeleri;
Lenf düğümleri
Vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunur. Boyun, koltuk altı, kasıklarda olduğu gibi yüzeyde bulunan lenf düğümleri kolaylıklla farkedilebilir. Ancak göğüs ve karın boşluğunda da çok sayıda lenf düğümü mevcuttur. Bunların başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir. Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle farkedilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir. Bademciklerimiz de birer lenf düğümüdür. Bakteriler ya da virüslerle yoğun bir biçimde savaştığında, bademciklerimiz şişer ve iltihaplanır.
Timus
Göğüs boşluğu içinde yer alan iki parçadan oluşan bir organdır. Lenfosit, T lenfosit veya sadece "T hücreleri" timus'ta büyür, eğitilir ve olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar. Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ 20 yaşından sonra giderek küçülür.
Dalak
Sol böğrümüzün arka bölümünde yeralır. Kırmızı kan hücreleri ve immun sistemin beyaz kan hücreleri için depo olarak görev yapar, aynı zamanda kandaki yabancı maddelerin büyük bir kısmını süzer.
Kemik İliği
Kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur. Bağışıklık sisteminde çok önemli işlevleri olan akyuvarlar da dahil olmak üzere bütün kan hücrelerinin yapım yeridir.
Akyuvarlar
Akyuvarlar (Lökositler); bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir. Lökositler damar içinde dolanır iken, tehlike sinyallerini aldıkları bölgelerde damardan ayrılıp bakteri ve ölü doku gibi yabancı cisimlerin etrafını sarabilirler. Lokositler plazma kaynaklı kan proteinleri birlikte organizmanın bütünlüğünü sağlamakta askeri güç gibi görev yaparlar. Bu savaşçıların da bakteri ve virüslerin yok edilmesinde çalışan farklı çeşitleri vardır.
*Granülositler
*Lenfositler
*Monosit ve Makrofajlar
Aslında yeryüzünde insanoğlu ile birlikte var olan stres, son yıllarda dünyada ve ülkemizde zorlaşan yaşam koşulları ve bu koşulların artan baskısına paralel olarak daha çok gündemimize geliyor. Bizi zorlayan koşulları, duygusal durumumuzu, iş ve öğrencilik yaşantımızı tarif etmek için "çok stresli" ifadesini sıklıkla kullanmaya başlamadık mı?
Geçtiğimiz aylarda yapılan bir araştırmada, görüşülen kişilerin yarısından fazlasının iş stresine bağlı uyku sorunu, her beş kişiden birinin de depresyon şikayetinin bulunması, iş yaşamındaki yoğunluk ve stresin ve buna bağlı sağlık problemlerinin önemli boyutlarda arttığına dikkat çekiyor. O kadar ki görüşülen kişilerin dörtte biri, iş yaşamındaki stresin azalması karşılığında maaşlarından kesinti yapılmasına razı olduklarını belirtmişler!
İş Stresi
Bireyin tehdit ve baskı unsurları karşısında duyduğu endişe ve gerginlik olarak tanımlanabilen stresin en önemli sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz iş yaşantısı ve çalışma koşulları. Öyle ki; iş ile ilgili stres, "iş stresi" olarak ayrı bir başlık altında inceleniyor. Yaşamımızın üçte birini, birçoğumuzun ise daha fazlasını geçirdiği iş yerimiz, stres kaynaklarımızın çoğunun yuvası.
Yapılan araştırmalar "iş stresi"nden en çok etkilenen meslek gruplarını şöyle sıralıyor :
*Polisler
*Askerler
*Öğretmenler
*Doktorlar
*Taksi-Otobüs Şöförleri
*Call-Center Çalışanları
*Borsacılar (Dealer/Broker)
*Hava Trafik Kontrolörleri
*Öğrenciler
İş tanımındaki belirsizlik, zaman yetersizliği, kişiler arası çatışma, kariyer belirsizliği, aşırı sorumluluk, yoğun iş yükü, iş güvenliği, fiziki mekan ise "iş stresi"ni tetikleyen faktörlerin bazıları.
Dolayısıyla son yılların zor, rekabetçi ve aşırı çalışmaya dayalı iş ortamlarından kaynaklanan stresin, insan sağlığını tehdit eder duruma geldiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.
Stres Bağışıklık Sistemini Zorluyor
Uzun süreli kronik stres bağışıklık sistemini zayıflatıp, sağlığımızı tehdit eden durumlara neden olur:
Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini azaltır
İnsanların üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını 3-5 misli artırır.
Kanser, ülser insidansında artışa sebep olabilir.
Sırt ve omuz ağrılarını artırabilir.
Kalp krizi riskini artırır.
Yorgunluğa, bitkinliğe yol açar.
Metabolizmayı bozarak yaşlanmayı hızlandırır.
Herkesin hayatta kalmak için ihtiyacı olduğu oksijenin sağlığımıza zararlı olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Evet, aslında oksijenin iki yüzü vardır. Kötü olan yüzü ve iyi olan yüzü. Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir. Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar. yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir
Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Elektron taransferi enerji üretimi ve pek çok diğer metabolik işlevde temel oluşturur. Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir. Bilim adamları 1954'lerden beri serbest radikallerin yaşlanma ve dejeneratif hastalıklara neden olduğunu bilmektedirler.
Serbest radikaller, yaşadığımız her dakika oluşur ve büyük ölçüde vücudun kendi anti-oksidan ordusunun kontrolünde tutulmaktadır.
UV Radyasyonu
Bağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür. Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir. UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir. Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir.
Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkiliyebilmektedir. Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir. Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalığın kapısını aralayan radyasyondan korunmak için buralardan uzaklaştırılmalı, daha güvenli başka bölgelere taşınmalıdır.
Kötü Beslenme
Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Fazla yorgunluk, travmalar, yanıklar vb vücutta protein yıkımına ve böylece direncin azalmasına neden olur. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme durumlarında bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücü zayıflar.
Beslenme yetersizliği özellikle çocuklukta hastalıklara yakalanma ve ölümde büyük rol oynamaktadır. Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir.
Alkol
Alkol keyif verici bir madde olarak günlük yaşantımızda yer almaktadır. Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının, organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır.
Uykusuzluk
Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir.
Yukarıda saydığımız etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir.
Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak bize aşağıdaki avantajları sağlayacaktır:
*Enfeksiyonların şiddetini azaltacaktır. Böylelikle özellikle savunma hücreleri henüz tam gelişmeyen bebeklerin, mikrop taşıyan diğer çocuklarla temasın fazla olduğu okul çağındaki çocukların, ve bağışıklık azalmaya başladığı için yaşlıların enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini azaltacaktır.
*Soğuk algınlığı, nezle ve diğer enfeksiyonlara yakalanma olasılığını azaltacaktır.
*Kanser hücrelerinin yok edilmesini en yüksek seviyeye çıkaracaktır.
*Canlılığı azaltan toksik kimyasalların birikmesini önleyerek enerji düzeylerini artıracaktır.
*Vücudu çevredeki radyasyon ve kirlerden koruyacaktır.
*Yaşlanma sürecini yavaşlatacaktır
Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi, iyi görünmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserlerden ve çevresel zararlardan korur. Ayrıca yanık ya da ameliyat sonrası iyileşmede de sağlıklı bir bağışıklık sistemi gerekir.
Hayatımızda immun sistemizi zayıflatan faktörlerden kaçınmaya çalışmak örneğin bizi strese sokan faktörlerden olabildiğince uzakta kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, spor yapmak bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır. Ama zaman zaman bu destekler de yetersiz kalır ve dışardan bağışıklık sistemimizi güçlendirici yardımlar (takviyeler) da almak durumunda kalabiliriz.
*Sağlıklı Beslenme
*Spor
*Vitamin ve Mineraller
*Bitkisel Ürünler
*Omega-3 Yağ Asitleri
*Doğal Immunostimulanlar
Sağlıklı Bir Yaşam, Zinde Bir Beden İçin
Bağışıklık Sisteminizi Destekleyin
Vücudumuz farklı enfeksiyon ve toksik ajanlarla savaşmak için bağışıklık sistemine sahiptir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi, iyi görünmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserden ve çevresel zararlardan korur, yanık ya da ameliyat sonrası iyileşmeyi çabuklaştırır.
Bağışıklı sistemimizi zayıflatan faktörlerden kaçınmaya çalışmak örneğin bizi strese sokan faktörlerden olabildiğince uzakta kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, düzenli spor yapmak bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır. Ama zaman zaman bu destekler de yetersiz kalır ve dışardan bağışıklık sistemimizi güçlendirici yardımlar (takviyeler) da almak durumunda kalabiliriz.
Bağışıklık sisteminin dengelenmesinde sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme önemli bir yer tutar. Yiyecekler yendikten sonra vücuda enerji vermek için oksijenle yanarlar, yanma sırasında zararlı maddeler olan serbest radikaller oluşur. Çoğalan serbest radikaller, vücudun tüm hücre ve organlarına zarar vermeye başlarlar. Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı U.V ışınları veya alkolün vücuda girmesi, stres vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur.
Bunun dışında çevredeki hava kirliliği, ultraviyole ışınları, radyasyon, egzos gazları, sigarı dumanı v.b. gibi bir çok faktör hücrelerimizi etkileyerek serbest radikalleri çoğaltır. Vücutta serbest radikallerin çoğalması kalp hastalığı, kanser, katarakt ve yaşlanma gibi sağlık sorunlarını daha çabuk ortaya çıkarır. Bu zararlı etkilerden kurtulmak için vücudumuz serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirir. Vücutta üretilen bazı enzimler, serbest radikallerden kurtulmamızı sağlar, yanmayı (oksitlenmeyi) önleyen anti-oksidan maddeler enzim miktarını artırır ve böylece savunma mekanizması güçlenir.
Anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini, beta-karoten, selenyum, bazı protein bileşikleri, isoflavonlardır. Bu anti-oksidanları içeren besinleri günlük beslenmemiz içerisinde bol miktarda tüketmeliyiz.
Anti-oksidanlar dışında bazı besin maddelerini günlük beslenmemize eklememiz bağışıklık sistemini güçlendirici etki yapacaktır. Omega 3 yağ asitleri adı verilen ve balıkta bolca bulunan yağ asitleri ve proteinli gıdalardan aldığımız arginin amino asidi, bağışıklık sistemimiz için önemli besin kaynaklarıdır. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek gıdalar arasında beta-glukan, echinacea, probiyotikler, izozomlar ve yeşil çay gibi doğal maddeler de yer alır.
Beta-glukan ekmek mayası hücre duvarından elde edilen, bağışıklık sistemini güçlendiren tamamen doğal bir maddedir. Bağışıklık cevabını artırarak vücut savunma hücrelerinin patojenleri daha etkili şekilde yok etmesini sağlar ve sıklıkla hastalıkları önler. Kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar. Aynı zamanda cildin yaşlanmasını geciktirir ve kolesterol düzeyini düşürür. Stres gibi bağışıklık sistemini zayıflatan faktörlere karşı vücut direncini artırır. Sık enfeksiyon geçiren kişilerde de vücudun hastalıkla mücadelesini kolaylaştırır. Echinacea doktorlar tarafından çok eski tarihlerden bu yana soğuk algınlığı tedavisinde kullanılır. Doktor kontrolü ile kullanılması gerekir.
Her erişkin sağlam ve işler halde bir bağışıklık sistemine sahiptir. Ancak sık hastalanma, çevre koşullarının uygun olmaması, stres, aşırı yorgunluk, uykusuzluk, kötü ve yetersiz beslenme, sigara ve alkol kullanımı, aşırı egzersiz gibi etkenler bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur. Bronzlaşmış bir deride U.V ışınları; Langerhans hücrelerinin yok olmasına dolayısıyla bağışıklık sisteminin baskılanmasına sebeb olur. Dolayısıyla deri kanseri ve enfeksiyon sıklığında bir artış gözlemlenir.
Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmanın en iyi yolu sağlıklı bir yaşam tarzıdır. Besin öğelerinin organizmaya yeterli ve dengeli miktarda sunulması, kilo kontrolü için düzenli ve ağır olmayan kişiye özel bir egzersiz programı, sağlıklı ruh hali içinse düzenlenmiş sosyal yaşam ve kontrol edilebilen stres her birey için sağlığa giden yoldur.
Beslenmenin yanısıra, bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmede düzenli yapılan sporun da faydası vardır. Hafif bir egzersiz bakterilerin akciğerde toplanmasını engeller. Ve bağışıklık sisteminin gücünü artırır. Bunu kanda antikorların dolaşımını artırarak yapar. Bağışıklık sistemini iyi düzeyde tutmak için günde en az 20 dakika, haftada 3 kez 35 - 45 dakika yürüyüş yapmak gereklidir
Günümüzde büyük şehirlerde yaşayan, dengesiz ve sağlıksız beslenen, özellikle fast-food yeme alışkanlıklarına sahip olan, stres ve çevresel kirlilikle sürekli içiçe yaşayan, kronik sigara ve alkol kullanan kişilerde vitamin-mineral eksiklikleri sık sık karşılaşılan sorunlardan biri haline gelmiştir.
Eğer stressiz bir ortamda yaşıyor veya en azından stresle başa çıkmanın yolunu bulabiliyorsanız, günde en az 5-6 öğün hormonsuz veya katkı maddesi olmadan yetiştirilmiş sebze-meyvelerden yiyebiliyorsanız, sigara içmiyor, çevre ve hava kirliliğinin minimum olduğu bir ortamda yaşıyor iseniz vitamin-mineral eksiklikleri sizin hayatınızın bir sorunu haline gelmemiş demektir. Ama tüm bunlara cevabınız hayır ise, sizi bekleyen sürekli yorgunluk, halsizlik, zayıf tırnaklar ve saçlar, dikkat dağınıklığı, cilt sorunları, enfeksiyonlara yatkınlık gibi nice problemler olacaktır.
Tüm dünyada vitamin ve mineral kombinasyonları değişik hastalıkların tedavi protokollerine ek olarak, günlük beslenmeyi desteklemek amacıyla, subklinik seyirli hastalıklardan korunmada kullanılmaktadır.
Vitaminler ve mineraller; vücudun kendisi tarafından üretilemeyeceği için yiyeceklerle alınmaları gerekmektedir. Dolayısıyla beslenme ve sağlıklı bir bağışıklık sistemi arasındaki korelasyonu görmek çok kolaydır. Ancak iklim, toprak, ürünün ham ya da olgun oluşu, ürün toplama yöntemleri, taşıma ve depolama gibi çok sayıda faktör meyve ve sebzelerde vitamin kaybına yol açabilmektedir
Bu durumda sağlığımız için gerekli olan vitaminleri dışardan yani çeşitli ilave vitamin takviyeleri ile sağlamamız gerekmektedir. Mikrobesinler olarak da adlandırılan vitaminler; yağlar, proteinler ve karbonhidrat gibi makrobesinlerin aksine çok düşük miktarda alınabilirler ve kalori içermezler.
Yağda ve suda eriyen olmak üzere iki alt gruba ayrılır. A, D, E ve K vitamininden oluşan yağda eriyen vitaminler, sentezleri için kolestrol gerektiren, yağ dokusunda depolanabilen ve ihtiyaç anında salınabilen vitaminlerdir. Bu vitaminlerin yemeklerden sonra alınması, emilimlerini artırabilir.
B vitamin kompleksleri ailesinden ve C vitamininden oluşan suda eriyen vitaminler ise, vücutta depolanmazlar ve hergün belli miktarlarda dışardan alınmaları gerekmektedir. Bu vitaminlerin emilimlerini artırmak için bol su ile içilmesinde fayda vardır.
Vücut için vitaminler kadar önemli bir grup madde daha vardır ki; onlar da ninerallerdir. Mineraller olmadan vitaminler görev yapamazlar. Mineraller kemik, diş, yumuşak doku, kas, kan sinir hücrelerinin yapısında bulunur. Hormon üretimi, sinirlerden mesaj iletimi gibi birçok biyolojik reaksiyonda, reaksiyonu hızlandırıcı rol oynarlar. Kalsiyum, iyot demir, magnezyum, fosfor, potasyum, selenium, sodium, çinko en önemlileridir.
Vitamin ve mineraller; birbirlerinin etkilerini artırabilmek için multivitamin - multimineral formülasyonları veya bitkisel preparatlarla kombinasyonlar şeklinde de piyasada bulunabilmektedir.
Son zamanlarda, vitaminlerin sağlığımız üzerine etkilerine yönelik araştırmalar yoğunlaşmıştır. Son dönemin en popular takviyelerinden olan antioksidanlar, vücudumuzu serbest radikallerin yol açtıkları hastalıklara karşı koruyan bileşiklerdir.
Çeşitli vitamin ve mineraller, ya anti-oksidan bir enzimin parçası olarak ya da tek başlarına antioksidan etki gösteriler. Minerallerden selenyum, bakır ve manganez, serbest radikalleri yok etmek için bir enzimle birleşir. Diğer yandan, E, C, A ve B6 vitaminleri ile beta-karoten ve çinko minerali, serbest radikalleri etkisiz hale getirmek için enzimlerden bağımsız olarak görevlerini yerine getirirler.
Bağışıklık hücrelerini serbest radikallerden zarar görmekten korumanın yanısıra (antioksidan özellik) kalp-damar hastalıkları, kanser ve katarakta karşı koruyucu olduğu bilinmektedir. Başka bir antioksidan olan yani hücreleri zarar görmekten koruyan madde olan C vitamininin yetersizliğinde çeşitli bağışıklık sistemlerinin bozulduğu görülmüştür. Ayrıca C vitamini, sigaranın akciğerlerdeki lenfositlere vereceği zararı önler. B6 vitamini bağışıklık ve sinir sistemlerinin düzenli çalışmasına yardım eder, folik asitse vücudu savunmak için savaşan alyuvarların yapımında görev alır.
Minerallerden çinkonun; bağışıklığı güçlü tutmada önemli rolü vardır. Vücutta enfeksiyon olduğu zaman bağışıklık hücrelerini çoğalması, ve hücreleri harekete geçiren kimyasal maddelerin salgılanması için çinkoya gereksinim duyarız. Aynı şekilde demir, bakır, ve selenyum da bağışıklık sistemini iyi çalışması için gereklidir.
Vücuda vitamin ve mineral takviyeleri değişkenlik gösteren bir süreçtir. Örneğin; Bazı ilaçların düzenli kullanımları vitamin ve minerallerin emilim, kullanım, depolanım ve atılımını etkileyebileceğinden, vücudun vitamin dengesini bozabilir. Bu ilaçlar arasında antibiyotikler(B2 ve C vitamini gereksinimini etkiler)oral kontraseptifler (B6 ve folik asit), tranklizanlar (B2), ağrı kesiciler (folik asit, C vitamini) ve diüretikler (folik asit) sayılabilir.
Günümüzde hemen herkes çevremizdekilerin tavsiyesiyle zaman zaman vitamin ve mineral içeren preparatlar kullanabiliyoruz. Ancak yanlış vitamin seçimi hastalıkların daha da kötüye gitmesine neden olabiliyor. Fazla alınan vitaminler her zaman daha iyisi demek değildir. Çoğu vitamin ve mineral, vücutta enzimlerle birlikte çalışır. Vücudun her enzimi üretmek için maksimum bir kapasitesi vardır-öyleyse, enzimle uyumlu olarak yalnızca belirli miktarlarda vitamin ya da mineral kullanılabilir. Çoğu durumda, ihtiyaç duyulandan daha fazlasının tüketimi metabolik aktiviteyi artırmayacaktır. Aksine, yağda çözünebiliyorsa (örneğin A ve D vitaminleri) vücut fazlalığı depolayacak, suda çözünüyorsa (örneğin C vitamini) hızla dışarı atacaktır.
Almanya Vitamin Araştırmaları Cemiyeti'nin başkanı Klaus Pietrzik, "Dozaj artınca, tüm diğer ilaçlarda görüldüğü gibi, vitaminlerin etkisinin de değiştiğini" ifade etmektedir. Örneğin;
Fazla miktarda vitamin C, ishal ve böbrek taşı yapabilmektedir.
A vitamininin gereğinden fazla alınmasının bir yararı olmadığı gibi tehlikeleri de vardır. 50 bin ünitenin üstünde alındığında bulantı, kusma, başağrısı, iştahsızlık, görme bozukluğu ve eklem ağrıları gibi şikayetlere neden olabilmektedir.
B6 vitaminin fazla dozda alınması, yaşlılarda bağışıklık sistemini güçlendirmek ve bazı sinir sorunlarını tedavi etmekte kullanılırsa da, 6 ay süreyle günde 100 mg'dan fazla kullanmak sinirlerin tahrip olmasına neden olabilmektedir.
Vitamin D yüklemesi ise kemiklere zarar vermektedir.
Serbest radikallerle savaşıp kanserden koruyan beta karotinin fazlası akciğer kanserini tetikleyebilmektedir.
Her maddenin fazlasının zarar olabiliceği göz önünde bulundurularak vitamin ve mineral kombinasyonların doktor kontrolünde kullanılmasında fayda vardır.
Günümüzde, tıbbi bitkilerin sağlığa katkılarıyla ilgili bilimsel araştırmalar bulunmaktadır. Gerek Avrupa'da, gerekse'de Amerika'da tıbbi bitkilerin kullanımlarına yönelik yapılan çalışmalarla sağlığa katkıları iyice araştırılmaktadır.
Binlerce yıldır genel sağlığı desteklemek, bağışıklık sistemini güçlendirmek, ağrı, ateş, uykusuzluk, ishal, kabızlık gibi sorunları gidermede kullanılan bitkisel ürünlerin kullanımının, son yıllarda yeniden arttığını görmekteyiz.
Ama bitkisel ürünler, kullanılırken herşeyden önce ilaç oldukları, ve tüm ilaçlar gibi vücudumuz üzerinde etkilerinin olabileceği ve bu yüzden de dikkatli kullanılmaları gerektiği unutulmamalıdır.
Çok önemli bir problem de, bu bitkisel destek ürünlerinin, diğer reçeteli ilaçlarla birlikte kullanıldığında ilaç etkileşimlerinin ortaya çıkmasıdır. Bitkisel destek ürünlerinin en uygun koşullarda üretilmeleri ve gerekli güvenlik koşullarını taşımaları halinde kullanılmaları gerektiği de unutulmamalıdır. (Ref: Medicines and HealthCare Products Regulatory Agency UK - http://www.mca.gov.uk)
Bitkisel ürünler içerisinde en sık kullanılan tıbbi bitkiler aşağıda listelenmiştir.
"Omega" adı ismini kimyasal yapısından almaktadır. Halk arasında "balıkyağı" olarak bilinen Omega-3 ile bitkisel yağlarda bulunan Omega-6 yağ asitleri döllenme anından başlayarak anne karnından itibaren yaşam boyunca vücudumuzdaki doku hücrelerinin önemli yapı taşlarını oluşturmakta ve bağışıklık sistemini güçlendirerek kalp, kanser, romatoit artrid ve sedef hastalıklarından koruma sağlamaktadırlar.
Vücudumuzda bulunan kötü huylu hücreleri baskı altında tutabilmek ve yok edebilmek için bağışıklık sistemi omega yağlarından güç almaktadır. Yapılan araştırmalarda göğüs, prostat ve kolon kanseri başta olmak üzere pek çok kanser türünde omega yağ asitlerinin yararlı olduğu gözlenmiştir.
Beta-Glukan, ekmek mayası hücre duvarından ekstrakte edilen basit bir polisakkaritdir. Bağışıklık sistemimizin ilk savunmasını yapan makrofajlar (beyaz kan hücreleri) üzerindeki özel yüzeylere bağlanarak, bağışıklık sistemini aktive etmesinden dolayı yıllardır "güçlü bir immun sistem destekleyicisi" olarak ün yapmış tamamen doğal bir besin desteğidir.
Enfeksiyonlara karşı savunmadan sorumlu hücrelerini aktive ettiğinden yabancı hücreleri sarıp yokeden ve vücudun koruma mekanizmasını harekete geçiren bir seri etkiyi başlattığı gözlenmiştir. Bunun sonucu da güçlü bir bağışıklık sistemidir. Sağlıklı bireylerde kullanıldığında hastalıklara karşı dayanıklılık ve iyilik hali oluşturur.
Beta-glukan; bakteri, virüs, mantar gibi faktörlere bağlı olarak enfekte olmuş kişilerde kullanıldığında anti-infektifin etkinliği artar, kişi bu hastalıklarla daha kolay savaşır. Ayrıca, kolestrol ve kan şekeri düzeylerinin azalmasına katkıda bulunur, vücutta hasarlı dokuların iyileşmesine destek olur.
Serbest radikalleri nötralize ederek, antioksidan özellik gösterir.
Beta-Glukan "Saccharomyces cerevisiae" yani ekmek mayası hücre duvarından ekstrakte edilen polisakkarit lif yapısında bağışıklık sistemini güçlendiren tamamen doğal bir maddedir.
Beta-Glukan nasıl etki gösterir?
Bağışıklık cevabını artırarak vücut savunma hücrelerinin patojenleri daha etkili şekilde yok etmesini sağlar ve sıklıkla hastalıkları önler, kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.
Beta-Glukan'ın serbest radikaller üzerine nasıl bir etkisi vardır?
Oksijen kullanan her canlı; nefes alma işlemi sırasında 'Serbest radikaller' olarak bilinen moleküller üretirler. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Ancak kontrolsüz bırakılırsa hücreler daha çok serbest radikal üretir ve böylece hücrelerin savunma mekanizmaları daha yorgun hale gelir.
Serbest radikallerden tamamen uzak kalabilmek olanaksızdır. Böcek öldürücüler, endüstride kullanılan kimyasal maddeler, işlenmiş gıdalar, sigara dumanı, güneşin zararlı U.V ışınları veya alkolün vücuda girmesi vücudumuzda serbest radikallerin açığa çıkmasına neden olur. Ayrıca, zihin ile beden stres altında kaldığında da büyük oranlarda serbest radikal üretimi olur.
Kısaca serbest radikaller, bedenimizdeki hücreleri parçalayarak yaşlanmaya ve vücut direncimizin zayıflaması sonucunda da hastalıklara (eklem iltihabından şeker hastalığına, kalp-damar sistemi hastalıklarından kansere kadar) yol açan, tahrip edici moleküler saldırganlardır.
Ekmek mayasından elde edilen doğal bağışıklık güçlendirici bir madde olan Beta-Glukan ise ; vücudumuzu serbest radikallerin zararlı etkilerinden arındırır. Böylelikle hastalıklara karşı etkili bir koruma sağlayarak kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.
Stres nasıl sağlığımıza zarar verir?
Uzun süreli kronik stres bağışıklık sistemini zayıflatıp, sağlığımızı tehdit eden durumlara neden olur:
Vücudun enfeksiyonlara karşı direncini azaltır.
İnsanların üst solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını 3-5 misli artırır.
Kanser, ülser insidansında artışa sebep olabilir.
Sırt ve omuz ağrılarını artırabilir.
Kalp krizi riskini artırır.
Yorgunluğa, bitkinliğe yol açar.
Metabolizmayı bozarak yaşlanmayı hızlandırır.
Doğal bağışıklık güçlendirici Beta-Glukan ;
Stres gibi bağışıklık sistemini zayıflatan faktörlere karşı vücut direncini artırır. Böylelikle hastalıklara karşı etkili bir koruma sağlayarak kişinin kendini daha sağlıklı hissetmesini sağlar.
Kronik stres nedeniyle vücut direnci zayıflamış ve buna bağlı olarak sık enfeksiyon geçiren kişilerde de vücudun hastalıkla mücadelesini kolaylaştırır.
Beta-Glukan erken deri yaşlanmasına karşı yararlı olabilir mi?
Yaşlılık çizgilerinin %90'ının yaşam biçimi, hava kirliliği, alkol, sigara, güneşin U.V ışınları gibi çevresel faktörler etkisiyle oluştuğu blinmektedir. Aynı zamanda bu çevresel faktörler ; içimizde var olan Serbest Radikallerin varlığını da etkiler.
Derimiz; bağışıklık sistemimizin en önemli kısmını oluşturur ve derimizde bulunan ,bağışıklık sistemimizin ilk hücreleri de diyebileceğimiz Langerhans hücreleri U.V ışınlarının zararlı etkilerine karşı son derece duyarlıdır. U.V ışınlarıyla kısa süreli de olsa bir karşılaşma; derideki bazı Langerhans hücrelerinin kaybına yol açar ve bağışıklık cevabının oluşmasındaki ilk hücrenin tahribatı, bağışıklık sisteminin geri kalan kısmını da zora sokar.
Sonuçta; bronzlaşmış bir deride U.V ışınları; Langerhans hücrelerinin yok olmasına dolayısıyla bağışıklık sisteminin baskılanmasına sebeb olur. Dolayısıyla deri kanseri ve enfeksiyon sıklığında bir artış gözlemlenir.
Beta-Glukan;
Derimizi; güneş ışınlarının açığa çıkardığı serbest radikallerden arındırarak ERKEN DERİ YAŞLANMASINI geciktirir.
Langerhans hücreleri (=epidermal makrofajlar ) üzerindeki özel yüzeylere bağlanarak EPİDERMAL BÜYÜME FAKTÖRLERİ gibi maddeler salgılanmasını sağlayarak, DERİMİZİN KENDİSİNİ YENİLEMESİNİ TEŞVİK EDER.
Beta-Glukanın birincil etkisi makrofaj aktivasyonu sayesinde özellikle yaşlanmış bir deride tamamen fonksiyonel savunma hücrelerine (Langerhans hücreleri = epidermal makrofajlar) sahip olmak VUCUT DİRENCİNİ ARTIRIR, DERİ KANSERİ VE ENFEKSİYON RİSKİNİ önler.
Beta-Glukan ne zaman bulunmuştur?
1960 yılında ABD'de Tulane Üniversitesinde Prof. Dr. Nicolas Di Luzio tarafından Beta-Glukan tanımlanmış vebağışıklık sistemi üzerindeki etkileri gösterilmiştir.
Hangi dünyaca ünlü klinikler Beta-Glukan'ı araştırmışlardır?
ABD Harvard Üniversitesi Abdominal ve Toraks Cerrahisi
Baylor Koleji Bakteriyal Enfeksiyonlar
Amerika Ulusal Kanser Enstitüsü
Mayo Kliniği
Norveç Tromso Üniversitesi
ABD Tulane Üniversitesi
Kanada Ottawa Hastanesi
İsviçre Neastle Araştırma Merkezi
ABD Silahlı Kuvvetleri Radyobiyoloji Enstitüsü
gibi seçkin kurumlarda Beta-Glukan ile ilgili araştırmalar yapılmış ve etkinliği tesbit edilmiştir.
Dünyada hangi ülkelerde Beta-Glukan kullanılmaktadır?
Başta ABD olmak üzere Kanada, İngiltere, Norveç, İsviçre gibi ülkelerde beslenme desteği olarak OTC ürün kategorisinde; Japonya'da ise bazı mantar-türlerinden elde edilen Beta-Glukanlar ilaç kategorisinde bulunmaktadır.
çok teşekkürler dokyoruydu .Çok çok önemlibir konuyu araştırmış ve bunu titizlikle yayınlamışsın.Ben de bağışıklık sistemi ile ilgili sürekli araştırmalar yapmaktayım.Ama bu bilgiler çok doyurucu oldu.Ellerine sağlık