Suudi Arabistan'da İnsan Hakları

Son güncelleme: 05.03.2010 02:26
  • Geçtiğimiz ay Suudi Arabistan yönetimi dünyadaki "radikal" İslâmcı örgütlere maddi yardımda bulunduğu gerekçesiyle ülkenin en zengin ailesine mensup Usâme ibnu Ladin'i vatandaşlıktan çıkardı ve bütün mal varlığına el koydu. Suud yönetiminin böyle bir kararı niçin aldığı konusunda çeşitli söylentiler var. Bazıları hükümetin çok zengin olan Ladin ailesinin mal varlığına el koymak için böyle bir yola başvurduğunu ileri sürdüler. Ancak bize göre en çok üzerinde düşünülmesi gereken konu hukuk devleti olduğunu ve özellikle şeriat kanunlarını uyguladığını ileri süren bir ülkede yönetimin bazı yayın organlarında çıkan haberlerden yola çıkarak ciddi bir soruşturma yapmadan ve yargı yolunu işletmeden insanları vatandaşlıktan çıkarabilmesi ve mal varlıklarına el koyabilmesidir.

    Suud yönetimini Usâme bin Ladin'i vatandaşlıktan çıkarmaya ve mal varlığına el koymaya yönelten, İngiliz The Guardian gazetesinde çıkan bir haber oldu. Söz konusu gazetede çıkan habere göre adı geçen kişi Sudan başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki "radikal" İslâmcı örgütlere para yardımı yapıyordu. Suud yönetimi de bu haberi bir "ihbar" olarak değerlendirdi ve Usâme'nin sorumsuzca davranışlarıyla ülke çıkarlarına zarar verdiğini ileri sürerek hakkındaki kararını verdi. Daha önce de Reuters Ajansı'nın dağıttığı bir haber üzerine Mısır yönetimi Kahire'nin fakir banliyölerinden olan Imbaba'ya askeri harekât düzenlemişti. Reuter Ajansı'nın söz konusu haberinde İmbaba'nın adeta Kahire'den bağımsız bir devlet sıfatı kazandığı ve bu devlete İslâmcıların hükmettiği ileri sürülüyordu. Haberde Cemaati İslâmiye'nin Imbaba temsilcisi olduğu ileri sürülen Cabir Reyyan adlı kişi de "Imbaba emiri" olarak anılıyordu. Reuter Ajansı'nın abonelerine böyle bir haber dağıtmasından sonra Mısır yönetimi Cabir Reyyan'ı ele geçirmek için derhal Imbaba'ya bir askeri harekât düzenledi. 14 bin asker 800 subay ve onlarca zırhlı aracın kullanıldığı harekâtta bir milyon insanın yaşadığı Imbaba günlerce kuşatma altında tutuldu. Kuşatmadan sonra Imbaba'nın manzarası gerçek bir savaştan çıkmış şehir manzarasıydı. Kuşatma sonunda İmbaba'daki Cemaati İslâmiye'nin emiri olduğu ileri sürülen Cabir Reyyan'ın tutuklanışı haberini Mısır televizyonu normal yayınını keserek verdi.

    Bütün bu gelişmeler ister istemez insanın aklına şu soruyu getiriyor: "Acaba Müslüman halkları yönetmekle görevlendirilmiş olan kişiler büyük ölçüde uluslararası siyonizmin etkisi altında olan basın yayın kuruluşları tarafından mı yönlendiriliyor?" Yukarıda zikrettiğimiz olaylara ve benzerlerine baktığımızda bu soruya "evet"ten başka bir cevap bulamıyoruz.

    Biz yine Suudi Arabistan konusuna dönelim. Şeriat kanunlarını uyguladığını ileri süren Suudi Arabistan aynı zamanda laik anlayış sahipleri tarafından sürekli şekilde öcü olarak gösterilen ülkelerden biridir. Ama gerçekler gün yüzüne çıkarıldığında Suud yönetimiyle onu öcü olarak gösterenler arasında ciddi bir anlayış farkının olmadığı ortaya çıkacaktır. Dünyadaki "İslâmi hareketlere" para temin ettiği yolundaki bir habere dayanarak yargı yoluna başvurmadan bir insanı vatandaşlıktan çıkaran ve mal varlığına el koyan yönetimin "şeriatı uyguladığı" iddiası acaba ne kadar inandırıcı olabilir? Bizim bu sorumuzun okuyucularımızın zihinlerine: "Acaba Suudi Arabistan'da yargı mekanizması nasıl işliyor?" sorusunu getireceğini düşünüyoruz. Aşağıda bu soruya özetle cevap vermeye çalışacağız. Arkasından, Suudi Arabistan yönetiminin vatandaşlarına, İslâm'ın insanlara tanıdığı hakların ve özgürlüklerin ne kadarını verebildiği konusu üzerinde duracağız.

    Suudi Arabistan'da Yargı Mekanizması
    Bilindiği üzere İslâm şeriatına göre yargının yönetimden bağımsız olması gerekir. Buna göre kanunlar gerektiğinde yönetenleri de cezalandırır. Yönetenler kanunları lastik gibi esnetme yetkisine sahip değildirler. Bir suçlunun ne şekilde cezalandırılacağına kanunu iyi bilen, takva sahibi ve adil bir yargıç karar verir. Evet, İslâm hukuk düzeninde diğer hukuk düzenlerindekinden farklı olarak yargıcın aynı zamanda takva sahibi (yani yaptığı her şeyden Allah huzurunda hesaba çekileceğini ve hiçbir kötülüğün cezasız kalmayacağını bilen, hayatına da bu inancı doğrultusunda yön veren) ve adil bir insan olması gerekir.

    Suudi Arabistan'da ise her şeyden önce yargı bağımsız değildir. Yargı mekanizması yöneticilere karşı işlemez. Çeşitli ilmi ve insani kuruluşların yapmış oldukları incelemelere dayanarak hazırladıkları raporlarda Suudi Arabistan'daki yargı mekanizmasının işleyiş şekli ve nitelikleri hakkında şu bilgiler verilmektedir:

    1.Krallık ailesi ve onun etrafına aldığı kişiler başta olmak üzere belli bir grubun yargı dokunulmazlığı vardır. "Siyâde" adı verilen bu gruba mensup bir kişi hakkında dava açılabilmesi için mahkemenin bölge emirine müracaatta bulunması gerekiyor. Emirlikten izin çıkmadığı takdirde dava açılamıyor.

    2.İçişleri ve Belediyeler bakanlığının bütün yargıçları bağlayıcı genelge yayınlama ve bir mahkeme kararını durdurma yetkileri var.

    3.Belli bir avukatlık ve savcılık düzeni yok. Gerek görüldüğünde hiçbir hukuki bilgisi olmayan komiserlere bile savcılık görevi verilebilmektedir.

    4.Yönetim, yargı organlarının bazı davalara bakmasını engelleyebiliyor. Bunun için gösterilen tek gerekçe ise davanın devlet prestijiyle ve sırlarıyla ilgili olması. Bu konuda da belli bir düzen olmadığı için yöneticiler istedikleri dava hakkında: "Bu dava devlet prestijiyle -veya sırlarıyla- ilgilidir" diyebiliyorlar. Mahkemenin buna karşı herhangi bir itiraz hakkı da yok.

    5.Yönetim, sonuçlandırılmış bir davayla ilgili hükmü dondurabiliyor yahut bir başka mahkemeye veya kurula devrederek yeniden incelenmesini dolayısıyla istediği gibi sonuçlandırılmasını sağlayabiliyor.

    6.Bazı davalarda şikâyetçi tarafın duruşmada hazır bulunmasına imkân verilmiyor. Özellikle yönetici kadroyla bağlantısı olan bir kişi hakkında açılan davalarda bu yola başvuruluyor.

    7.Pek çok davada savcının soruşturmayı belli bir noktadan ileri götürmesine engel olunuyor. Dolayısıyla bilgi ve belge yetersizliğinden dolayı dava düşüyor. Örneğin pasaportlar, istihbarat, gizli soruşturmalar alanına giren davalarda yönetim soruşturmayı bir noktada durdurabiliyor. Buna göre örneğin, bir vatandaşın haksız yere pasaportuna el konulmuşsa mahkeme yoluyla onu geri alması mümkün olmuyor.

    8.Mahkemenin verdiği kararın aynen uygulamaya konması zorunluluğu yok. Mahkeme kararının uygulamaya konabilmesi için bölge emirinin yahut kralın da muvafakat etmesi gerekiyor. Eğer kral veya bölge emiri muvafakat etmezse kararın uygulanması belirsiz bir tarihe kadar erteleniyor. Bu yüzden çok sayıda karar yıllardan beri uygulamaya geçirilmeyi bekliyor.

    9.Yargıçlar Yüksek Yargı Kurulu tarafından atanıyor. Ancak Yüksek Yargı Kurulu'nun başkanı dahil bütün üyeleri kral tarafından belirleniyor. Bu yüzden yargıçların tamamı da dolaylı olarak kralın isteği doğrultusunda tayin edilmiş oluyor. Bunun yanı sıra herhangi bir bölgenin mahkeme başkanı ancak o bölgenin emirine danışılarak belirlenebiliyor.

    10.Yönetim, yargıçların terfilerine müdahale edebiliyor. Bir yargıcı bir yerden başka yere sürgün edebiliyor veya daha iyi bir yere tayin edebiliyor. Bunun için herhangi bir kanuni işleme gerek görülmüyor.

    11.Normalde bir yargıcın görevine son verilebilmesi için Yüksek Yargı Kurulu'nun karar vermesi gerekiyor. Ancak Krallık Divanı gerek gördüğünde herhangi bir yargıcın görevine son vermesi için adı geçen kurula baskı yapabiliyor. Örneğin 1992 yılında Abdulmuhsin el-Abikan'ın görevine bu tür bir baskıyla son verildi. Aynı şekilde Krallık Divanı görevine son verilen bir yargıcın yeniden görevine iade edilmesi için baskı yapabiliyor.

    12.Yönetim gerek görürse bir davaya kendi istediği bir yargıcın veya mahkemenin bakmasını sağlayabiliyor.

    13.Yöneticiler yargıçları kendi istedikleri yönde hüküm çıkarmak istememeleri durumunda çeşitli şekilde tehdit edebiliyor, hata dövebiliyor ve hapse atabiliyorlar. Örneğin Hamis Meşit'te dört yargıç bir davada Ebhâ emiri Halid Faysal'ın istediği doğrultuda hüküm vermediklerinden hapse atıldılar ve birkaç gün hapiste kaldılar.

    14.Yargı organları normal devlet dairelerinden farksız görüldüğünden onlara ayrı bir statü tanınmıyor. Bu yüzden yargı organları ülkenin maddi açıdan en geri resmi kurumları durumunda.

    Suudi Arabistan'da yaşayan veya yaşamış olan tanıdıklarımın vermiş olduğu bilgiler ve bizzat kendimin bu ülkeyi ziyaretim esnasındaki gözlemlerim de bu tespitleri te'yid etmektedir.

    Yasama Yetkisi Kralın Tekelinde
    Yasama kanun çıkarma demektir. Bilindiği üzere İslâm hukukuna göre Kitap ve Sünnet'ten kesin delillere dayanan şer'i hükümler birer kanundur. Güncel meselelerle ilgili hükümler ve kanunlar da, Fıkıh Usulü'ne göre ve gerek Fıkıh Usülü'nü, gerekse İslâmi hükümler açısından iki kesin kaynak niteliğindeki Kitab'ı ve Sünnet'i çok iyi bilen ilim adamları tarafından belirlenir. Suudi Arabistan'da ise durum oldukça farklı. Bu ülkede yasama yetkisi tamamen kralın ve kraliyet ailesinin tekelinde. Fetva makamlarının yaptığı çoğunlukla kralın uygulamalarına şer'i kaynaklardan deliller aramaktan ibaret kalıyor. Bu yüzden bazen uygulamayla hiç ilgisi olmayan ayet ve hadisler delil olarak gösterilebiliyor. Örneğin, Körfez savaşı öncesinde ABD askerlerinin Suudi Arabistan topraklarına doldurulmalarının şeriata aykırı olmadığını ispat için: "Tedbirinizi alın" ve: "Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet hazırlayın" mealindeki ayeti kerimeler delil olarak gösterildi. Bu uygulama esasta kralın ve çevresinin şeriata aykırı düşmeme gayretinden kaynaklanan bir uygulama değil. Öyle olsaydı kral ve adamları yapacakları işlerin şeriata uygun olup olmadığını baştan araştırırlardı. Suud Kralı Fehdu'bnu Abdilaziz ve çevresinin yaptıkları işlere ayet ve hadislerden delil bulma ihtiyaçları halkın ikna edilmesi ve direk bir tepki göstermesine engel olunması amacını taşıyor. Fetva makamları kralın uygulamalarına Kitap ve Sünnet'ten hiçbir delil bulamadıkları yahut uygulamanın Kur'an ve Sünnet'e tamamen ters düştüğünü gördükleri zaman da yönetimin kendi özel yetkilerini kullanarak kanun çıkarma hakkının olduğunu ileri sürüyorlar. Kralın çıkarmış olduğu bir kanunun iptal edilmesi için başvurulabilecek bir makam mevcut değil.

    Ülkenin anayasası olan "düstur" tamamen kral tarafından belirlenmiş. Anayasayı değiştirme yetkisi de sadece kralın elinde. Kanunların ve tüzüklerin metinlerini hazırlayan kurullar kral tarafından belirleniyor. Alimler Yüksek Konseyi'nin bütün üyelerini kral tayin ediyor.

    Suudi Arabistan'da halkın iradesini yönetime aksettirecek ve yönetimin uygulamalarını kontrol edecek bir parlamento bulunmuyor. Kral, ülkede son zamanlarda meydana gelen bazı ufak tefek çalkantıları sakinleştirmek amacıyla bir Şura Meclisi oluşturacağı vaadinde bulundu. Ancak şu ana kadar herhangi bir adım atmış değil. Bununla birlikte bu Şura Meclisi'nin üyelerinin serbest seçimlerle belirleneceğinden de şüphe ediliyor.

    Bazı ilim adamları kralın birtakım aşırıya varan uygulamalarını protesto için geçtiğimiz yıl bir ültimatom yayınladılar. Ama kral onların bu ültimatomlarına sert bir şekilde tepki göstererek hepsini susturdu. Söz konusu ültimatoma imza atan ilim adamlarının içinde İlmi Araştırmalar, Fetva, Davet ve İrşâd Yönetimleri genel başkanı ve halk üzerinde önemli etkinliğe sahip bir kişi olan Abdulaziz bin Baz da vardı.

    İnsan Hakları İhlalleri
    Yasama ve yargının bu şekli aldığı bir ülkede insan hakları ihlallerinin olması da doğaldır. Çünkü halkına karşı adil davranacağından şüphe etmeyen bir yönetim kendi uygulamalarını yargı denetiminin dışında tutmaz. Hata yapması halinde kendisine nasıl davranacaklarını halkına sormaktan çekinmeyen ve halkının bu durumda kendisini kılıçlarıyla düzeltecekleri yolunda cevap vermelerinden dolayı Allah'a şükreden Hz. Ömer (r.a.) yönetimiyle bugünkü Suud yönetimini yan yana koyduğunuzda arada ne kadar büyük farklar olduğunu göreceksiniz. Bu gerçeği görmezlikten gelerek, herkese huzur ve güveni sağlamayı taahhüt eden İslâm adaletiyle, yaptıkları haksızlıklara şeriattan kılıf bulmaya çalışan yöneticilerin uygulamalarını aynı kefeye koyanların tutumları da elbette maksatlıdır. Bu hususa dikkat çektikten sonra şimdi Suudi Arabistan'daki insan hakları ihlallerine geçelim.

    Kral, onun ailesi ve "siyâde" sınıfına giren yönetici kadro yargı denetiminin dışında olduğundan, bunlar yaptıkları haksızlıklardan dolayı mahkeme önüne çıkarılamadıklarından dolayı vatandaşlarını huzursuz edici, insan haklarını ihlal edici davranışlardan da çekinmemektedirler. Biz onların uygulamalarından bazı örnekler vereceğiz:

    1.Kasıtlı olarak adam öldürme: Örneğin Kraliyet ailesinden Emir Seyfulislâm ibnu Suud bir vatandaşını kasıtlı olarak öldürdü. Yönetim öldürülen kişinin akrabalarını mali tazminat almaya zorladı. Dolayısıyla katil hakkında kısas cezası uygulanamadı. Aynı şekilde Emir Muş'il bin Abdulaziz iki yıl önce, izinsiz arazisine girdiklerinden dolayı Kahtan kabilesinden iki kişiyi öldürdü. Bunlardan birini döverek diğerini de silahla öldürdü. Bu örnekler çoğaltılabilir.

    2.Dayak ve özel tutukevlerine atma: Bazı yöneticiler hiçbir yargı yoluna başvurmadan insanları kendi kararlarıyla cezalandırabiliyor ve bu cezaları anında uygulayabiliyorlar. Buna göre bazen söz konusu yöneticilerin özel koruma görevlilerinin insanlara dayak attıkları, tutuklayarak yöneticilerin saraylarındaki özel tutukevlerine attıkları olmaktadır. Emir Muş'il'in, Emir Abdullah bin Abdurrahman'ın ve daha başka bazı yöneticilerin bu yollara çok sık başvurdukları bilinmektedir.

    3.Vatandaşları silahla tehdit: Yöneticiler serbestçe silahla taşıyabildikleri gibi kalabalık yerlerde insanları silahla tehdit ettikleri de olmaktadır.

    4.Cinsel taciz: Yöneticiler bu suçları çoğunlukla gizli işlemektedirler. Riyad polisi bu nitelikte birçok suç ortaya çıkardı. Ancak Riyad emirliği olaylara müdahale etti, suçların yargıya intikal etmesini önledi ve söz konusu suçları ortaya çıkaran polisleri de cezalandırdı. Bazı yöneticiler de beğendikleri kızların anne babalarına kızlarını kendilerine nikâhlamaları için baskı yapmaktadırlar. Hatta bazıları birtakım erkeklere karılarını boşamaları için baskı yapmakta, onların boşamalarından sonra da bu kadınlarla kendileri evlenmektedirler.

    5.Arazilere ve mal varlıklarına el koyma: Bunun bir örneğinden yukarıda söz ettik. Yönetim gerek gördüğünde bir kimseyi herhangi bir şeyle suçlayarak yargı yoluna başvurmaksızın onun bütün mal varlığına el koyabiliyor. Yukarıda zikrettiğimiz şekilde kraliyet ailesinin ve onun seçtiği kadronun yargı denetimi dışında tutulması onlara bu konuda gayet rahat hareket etme imkânı vermektedir. Örneğin Emir Abdurrahman bin Abdulaziz, babası Kral Abdulaziz'in kendisine bu konuda bir vasiyetinin olduğunu ileri sürerek Cidde'nin ortasında değişik şahıslara ait geniş bir araziye el koydu. Daha sonra bu arazi üzerine geliri kendine olmak üzere resmi te'sisler kurdurdu. Arazinin sahipleri ise bu uygulamaya hiçbir şekilde itiraz edemediler ve mülklerini geri almak için mahkemeye başvuramadılar. Bir diğer örnek Emir Muş'il bin Abdulaziz'in Riyad'ın kuzeybatısındaki bazı te'sislere hiçbir gerekçe göstermeden el koymasıdır. Emir Abdullah bin Abdurrahman, Emir Mut'ab ve Emir Sultan bin Abdulaziz bu şekilde özel arazilere el koymakla ün salmış kişilerdir.

    6.Hak sahiplerinin hak ettiklerinin verilmemesi veya ödemelerin geciktirilmesi: Bu da resmi ihalelere giren ve projeleri gerçekleştiren bazı insanlara hak ettiklerinin zamanında veya hiç ödenmemesi şeklinde olmaktadır. Yine birtakım satışlarda da buna benzer uygulamalar olmaktadır.

    İdari Baskılar
    Suudi Arabistan rejimi dünyanın en katı baskı rejimleri arasındadır. Bu yüzden devlet oldukça kapsamlı çalışan bir gizli istihbarat ağı oluşturmuştur. Yaklaşık 14 milyon nüfusa sahip olan Suudi Arabistan'da 300 binden fazla gizli istihbarat elemanının olduğu sanılmaktadır. Yani her 46 kişiye bir istihbarat elemanı düşmektedir. Bunlardan en az dörtte üçünün istihbarat elemanlarını ilgilendirecek bir iş yapamayacak durumdaki çocuklardan, yaşlılardan, köylülerden vs. oluştuğunu düşünürsek her 11 kişinin başına bir gizli istihbarat elemanının dikildiği sonucuna varırız. Bu durum bütün insanların birbirlerinden şüphe etmeleri sonucunu doğurmaktadır. Suudi Arabistan'da müşahede edilen manzara da budur. Tıpkı eski komünist ülkelerde olduğu gibi herkes birbirinden şüphe ettiğinden insanlar çok özel sohbetlerinde bile yönetimin yanlış uygulamalarını tenkit etmekten çekiniyorlar. Öte yandan ülke topraklarını dış tehditlere karşı savunmak amacıyla kurulmuş olan milli orduda görevlendirilen asker ve subayların sayısı yüz bini geçmiyor.

    Suudi Arabistan'da istihbarat elemanlarının toplamış olduğu bilgiler insanların hapsedilmesi, işkenceye maruz bırakılması ve benzeri cezalandırmalar için değerlendirilebiliyor.

    Basın yayın organları üzerinde aşırı bir baskı var. Hiçbir yayın organı kralı veya etrafındaki insanlardan birini tenkit eden, yanlışlarını gündeme getiren yayında bulunamaz.

    Her ne şekilde olursa olsun bir tören düzenlemek, hayır amaçlı çalışmalar yürütmek, toplumsal ve kültürel faaliyetlerde bulunmak ancak yönetimin özel izniyle mümkün olabilmektedir.

    Hayır cemiyetleri kurma yetkisi sadece devletin elindedir. Şahısların böyle cemiyetler ve siyasi partiler kurma hakları yoktur. En ufak bir dernek yöneticilerinin belirlenmesinde bile seçime gidilmez. Bütün yöneticiler merkezden taşraya doğru tayinle belirlenir.

    Şimdi bazı baskı uygulamalarından örnekler sunmak istiyoruz:

    1.Mecburi ikamet: Alt kademedeki bir devlet memurunun yazısıyla bile bir kişi mecburi ikamete tabi tutulabilmektedir. Mecburi ikamete tabi tutulanların isimleri derhal bilgisayar kayıtlarına geçirilmekte dolayısıyla her ne şekilde olursa olsun mecburi ikamete tabi tutulduğu bölgenin dışına çıkması önlenmektedir. Bugün ülkede birçok üniversite hocası mecburi ikamete tabidir. Bunlardan bazıları: Selmân el-Udeh, Abdulvehhab et-Tariri, Dr. Nasır el-Umer, Dr. Said bin Zu'ayr, Dr. Muhammed el-Mis'ari.

    2.Sıkı denetimler: Teyp ve video kaseti satanlar, kitap, dergi, broşür gibi basılı malzemeleri çoğaltanlar ve satanlar İçişleri ve Enformasyon bakanlıkları tarafından oluşturulan kurulların sıkı denetimlerinden geçmektedirler. Bu kurulların yasak yayınları çoğaltan veya satanları derhal tutuklama ve cezalandırma yetkileri vardır. Yasak yayınlar da resmi kurullarca belirlenir.

    3.Akamedik çalışmalara müdahale: Yönetim üniversitelerdeki ilmi ve akademik çalışmalara da müdahale etmektedir. Bu müdahale hem üniversitelerdeki idari kadroların oluşturulmasında hem de ilmi çalışmaların denetiminde kendini göstermektedir. Buna göre bir kimsenin bir konuyu akademik düzeyde araştırabilmesi için İçişleri bakanlığından izin alması gerekiyor. İçişleri bakanlığı gerek gördüğünde bazı tezlerin halka açık olarak tartışılmasını önlemekte bu gibi tezlerin gizlice tartışılmasını şart koşmaktadır.

    4.İfade özgürlüğünün kısıtlanması: Suudi Arabistan ifade özgürlüğünün en çok kısıtlandığı ülkelerden biridir. Bu özgürlük basın, yayın alanıyla ilgili yasaklar, dernek, sendika vs. kurma yasağı, izinsiz sosyal faaliyette bulunma yasağı vs. gibi yasaklarla kısıtlanmaktadır. Aynı şekilde camilerde hutbe veren veya vaaz eden hatipler de devletin ağır bir baskısı altındadırlar. Bunların her ne şekilde olursa olsun yönetimin uygulamalarını tenkit etme hakları yoktur.

    Suudi Arabistan'daki insan hakları ihlallerinin hepsi bu kadar değil. Biz bu ülkedeki yönetiminin gerçek yüzünü ortaya koymak amacıyla birkaç örnek sunmak istedik. Bütün bu uygulamaların şeriatla ne kadar ilgisinin olduğuna ve Suud yönetiminin şeriat hükümlerini ne kadar uyguladığına artık siz karar verin.
#04.03.2010 13:12 0 0 0
Nau Nau foto
  • ty paylaşım
#05.03.2010 02:26 0 0 0