Peygamberimiz(sav)in Çalışmakla ilgili Hadisleri

Son güncelleme: 16.07.2011 22:22
  • çalışmakla ilgili hadisler - Peygamberimiz (sav) den çalışmakla ilgili hadisler - çalışmak hadisleri - peygamberimizin hadisleri


    Çalışmak, çalışıp kazanmak, yürümek, koşmak, uğraşmak gibi anlamlara gelen "sa'y" kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de tam

    otuz yerde geçer. Bunlardan bir kısmı doğrudan çalışmak; insanın ancak kendi çalışmasının karşılığını göreceği (1), Allah'ın

    her kuluna kabiliyet ve çalışmasına göre bir takım nimet ve imkânlar vereceği, başkalarının ellerindekine göz dikerek onların

    hasretini çekerek ömür geçirmek yerine, elleriyle kazandıklarının değerini bilmeleri (2), ahiret hayatı için çalışırken dünyadan

    da nasibin unutulmaması (3) çalışmanın daima İslâm Dini'nin istediği meşru yolda olması gerektiği (4) vurgulanmış,

    belirtilmiştir. (5)

    Şimdi Resûlüllah'ın bu konudaki sözlerine ve uygulamalarına şöyle bir göz atalım:

    Hz. Peygamber öncelikle her konuda olduğu gibi bu konuda da dolu dolu bir hayat sürmüştür. Daima çalışmış ve zamanını

    en iyi ve verimli şekilde planlamıştır. Aralarında yaşadığı, eğitim-öğretim ve gelişmeleri ile yakından ilgilendiği sahâbîlere :

    "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır, aldanmıştır." (6) buyururken O, her türlü başarı, gelişme ve ilerlemenin zamanı en

    iyi, en plânlı bir şekilde kullanmanın gereğini ifade etmiştir.

    Hangi işte olursa olsun zamanı iyi kullanmayanın başarı elde etmesi, hedefine ulaşması imkânsızdır. Elbette başarının elde

    edilmesinde birçok faktörler vardır. Ancak bunların en önemlisi zamandır. Zaman süreklidir, bölünmez. Hz. Peygamber:

    "Zamana sövmeyiniz, çünkü Allah zamanın ta kendisidir." (7) sözüyle buna işaret buyurmuştur.

    Her olay iki ortamda cereyan eder; mekan ve zaman. Birincisi ceset, diğeri ise ruh makamındadır. Zaman ve mekândan

    münezzeh olan sadece Allah Teâlâ'dır.

    "Bütün oluşlar ve dirilişler zaman tezgâhında dokunur ve kesilir. Herkesin hamuru bu tezgâhta yoğrulur." Hem dünya hem

    de ahiretimizi kazandırması bakımından zaman çok değerlidir. Dünya işlerinin zamanlamasını iyi yapamayan, madde plânında

    çok şey kaybedecektir ki, bunların telafisi mümkün değildir. Kur'an-ı Kerîm'in ve Hz. Peygamber'in öngördüğü şekilde,

    kendisine emânet olarak verilen ömür sermayesini gerektiği gibi harcamayan insan ise, süreklilik bakımından bir yerde

    dünyanın devamı olan ahiret hayatını da kaybetmiş olacaktır ki, bu gerçekten büyük bir kayıptır, ebedî hüsrandır. Hatta bu

    hususta "vakit nakittir" atasözü vaktin önemini belirtme konusunda yetersiz kalmaktadır. Çünkü vakit nakit kazandırır ama nakit vakit kazandırmaz.

    Bilhassa eğitim ve öğretimlerini sürdüren gençler, gerektiğinde bütün sıkıntılara, fedakârlıklara göğüs gererek zamanlarını

    çalışarak değerlendirme hususunda katiyen taviz vermemelidirler.

    Ve ileride verim elde etmek isteyen herkes şunu iyi bilmelidir: "Sen bugün zamanını nerede ve nasıl kullanırsan, zaman da

    seni yarın orada ve aynı şekilde kullanacaktır."

    Bir İngiliz şairi olan Milton: "Saatler kanatlıdır ve zamanın sahibine uçarlar" der. Zamanın sahibi Allah'tır. Bütün organlar

    da olduğu gibi o da Allah katında bizim kendimizi nerede ve ne şekilde geçireceğimizi haber vererek, bu konuda şehadet

    edecektir. Yaşanan ve giden zamanı geri getirmek imkânsızdır. Öyleyse Resûlüllah'ın bu hadisini göz önünde bulundurarak,

    bize emanet olarak verilen zamanı en iyi ve dengeli şekilde kullanarak, en verimli çalışmalarla değerlendirerek, geçirmek ve

    en güzel haberlerle uğurlamak her Müslümanın görevi olmalıdır. Bir hadîs-i şerifte buyurulduğuna göre Allah, ihlâs ve

    samimiyetle yapılan işlerin, çalışmaların ve iyilik yapılarak geçirilen zamanın ürünlerini, biriktirme ve üretme konusunda, bir

    seyisin pek narin ve nazik olan tayları koruma ve büyütmede gösterdiği ihtimamı gösterecektir.

    Hz. Peygamber zamanı meşru kazançla geçirmeyi nafile ibadet kabul etmiştir. Ama bu gerçeği sahâbe arasında yerleştirmesi

    de kolay olmamıştır.

    Bir gün sahâbîlerle oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sırada bir genç erkenden kalkmış biraz ileride elinde kazma kürek

    çalışıyordu. Ashabdan bazıları: "Yâ Resûlallah! Ne olurdu şu genç burada sohbette bulunsa da Allah yolunda mesai

    sarfetmiş olsa" dediler.

    Resûlüllah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Böyle söylemeyin, eğer o genç insanlara el açmamak, onlardan müstağni olmak,

    çoluk çocuğunun nafakasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş anne-babasına yardımcı

    olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Ancak o, din kardeşlerine karşı mal çoğaltmak ve

    övünmek için çalışıyorsa şeytan yolundadır." (8)

    Allah'ın bize yüklemiş olduğu her türlü dünya ve ahiret işinin, O'nun emri olduğu için yine O'nun rızasına uygun olarak

    yapılmasının daima nafile birer ibadet olduğu bilinen bir husustur.

    Yine bir hadis meali şöyledir:

    "İnsanlara yüz suyu dökmemek ve izzet-i nefsini korumak için çalışan ve helâl rızık kazanan bir kimse kıyamet gününde

    yüzü ayın ondördü, yani dolunay gibi gelecektir. Ama başkalarına karşı övünmek, gösteriş yapmak için çalışan ve dünya malı elde eden ise gazab-ı ilâhiye uğramış olarak Allah'a kavuşacaktır."

    Bu ve önceki hadislerin vermek istediği mesaj, daima çalışmak ve kazanmak. Ama samimiyetle, ihlâsla...

    Hz. Peygamber her fırsatta çalışma ve kazanmayı teşvik etmiştir:

    "Helâlinden kazanan kimse Allah'ın sevgili kuludur."

    "Korkak ve çekingen tacir mahrum, cesur tacir ise merzuktur." (10)

    "Doğru ve kendine güvenilir tüccar, yarın kıyamet günü peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle haşronulacaktır." (11)

    "Helâl kazanç temin etmek için çalışmak cihattır." (12)

    "Kazancın en temizi ve güzeli kişinin kendi eliyle elde ettiği kazanç iş ve hileden, hainlikten uzak meşru alış-veriştir." (13)

    "Dünya işlerinizi ıslah edip yoluna koyunuz, ahiretinizi de ihmal etmeyip onun için çalışınız." (14)

    Hz. Peygamber bu hadisleri ile de dünya-ahiret dengesinin kurulmasını temine çalışmaktadır.

    Resûlüllah, durmadan çalışmaya, kazanmaya, ilerlemeye teşvik etmekle kalmamış, bilakis Ôhelâl kazanç elde etmek için

    çalışmak her Müslümana farzdır." buyurarak kendisine inananları ve bağlananları daima çalışmakla yükümlü kılmış ve

    çalışmayı ibadet kabul etmiştir.

    Hayatta öyle kimseler görülüyor ki, bunlar meslek edindikleri işlerden ziyade, edinmedikleri konularla ilgilenmekte ve bu

    hususta ilerlemektedirler. Böylece branş veya meslek seçiminde yapılan geçmiş hataların cezasını ömürleri boyunca

    çekmektedirler. Onun için ilk ve taze yetenekler üzerinde inceden inceye tetkikler yapmadan ve bu hususta uzmanların

    görüşlerini almadan meslek belirlemesine gidilmemelidir. Hz. Peygamber tarafından buyurulan:

    "Kim herhangi meşru bir şeyde rızıklandıysa onu yapsın, mesleğini sevsin ve bu konuda ilerlesin" (15) hadisi titizlikle

    kabiliyete göre seçilmiş meslekte sebata işaret etmektedir.

    Bu vesile ile Allah Resûlü'nün hadis literatüründe yer alan şu iki sözlerine de işaret edelim:

    "Ekiniz, biçiniz, ziraatla meşgul olunuz. Çünkü ziraat bereketli ve güzel bir meşgaledir." (16)

    "Kim bir ağaç dikerse, o ağaçtan insanlar ve Allah'ın yarattığı diğer canlılar faydalandığı sürece, bu ağaç, sahibi için

    sadaka-i cariyedir." (17)

    Şu son hadis ve benzerleri ağaç yetiştirmek için çalışmanın, ağaç diken, onları titizlikle koruyanların ne büyük sevap

    kazanacaklarını açıkça ortaya koyuyor. Ya ormanlarımızı acımasızca, cahilce tahrip ederek hem bu devamlı ecirlere engel

    olanlara, hem ülkenin tabiî servetine, tabiî ve sıhhî varlığına suikastta bulunanlara ne diyelim!

    Onlar bilerek veya bilmeyerek vatana düşmanlık ve Allah ile sevgili Peygamberine isyan eden insanlardır. Ağaç, yeşillik

    sevgisini gönüllerde bir insan gibi yerleştirmek en kutsal görevlerimizden olmalıdır ve bu elbette büyük bir ibadettir.

    Şimdi konumuzla ilgili birçok hadis içerisinden bazılarını aldığımız İslâm prensiplerinden hangisi tembelliği, geriliği

    emretmekte; hangisi çalışmaya ve kazanmaya, ilerlemeye engeldir!

    Biraz da çalışma ve çalışkanlığın ta zıddı olan tembellik hastalığı üzerinde duralım.

    Resûlüllah'ın en başta gelen görevlerinden birisi de mü'minleri tembellik denilen hastalıktan kurtarmaya çalışmak olmuştur.

    Tembellik, fertler için olduğu kadar toplum ve millet için de büyük bir hastalıktır. Hem de bulaşıcı bir hastalıktır. Allah

    korusun bir kimse tembelliğin kıskacına bir yakalanırsa, onun tarafından bir morfinlenirse, bu kimsenin kendisini kurtarması

    için büyük bir çaba ve irade gücüne ihtiyacı olacaktır. Çünkü "tembellik baldan daha tatlıdır." denmiştir.

    İnsan için tembellik, sürekli olarak yanından ayrılmayan düşmanıdır. Kaynağı nefistir.

    Nefsin, sadece tembellik değil, insan için her konuda hazırladığı tuzaklarına düşmemek için, onunla sürekli olarak mücadele

    etmek şarttır. Onu azmin, imanın ve iradenin kıskacında tutmalıdır. "Nefisle mücadele ederek, ona yenilmemek en büyük

    cihat" (18) kabul edilmiştir.

    Tembellik, önce insanın çalışma ruhunu öldürür, azmini kırar. Onu ümitsizliğe iter. Esas felâket ömür sermayesinin yitirilmesi,

    çalışma saatlerinin heder edilmesidir. Bütün tembellerin yol açtığı zaman israfının, kaybettikleri iş saatlerinin kendilerine,

    ailelerine ve ülkeye neye mal olduğunu hesap etmek herhalde zor olmayacaktır.

    Çalışan ve kazanan ise mutludur, huzurludur, vicdanen müsterihtir. Allah'ın kendisine lutfettiği sağlık, zaman, akıl, düşünce ve bilgiyi yerli yerinde kullanarak bunlardan faydalanmasını bildiği için, Yaradana karşı şükrünü ifade etmiştir.

    Tembel, güçsüzdür, moralsizdir, tatminsizdir ve yoksuldur. Fakirliği meslek haline getirmiştir. Resûlüllah bu miskin ruha ve bu ruhun sahibine karşıdır. O'nun yoksullara yakın olması, onlara yardımı her vesile ile teşvik etmesi, onları himaye etmesi,

    korumaya çalışmasındandır; yoksa fakirliği teşvik etmesinden değildir.

    Nice insan çalışmak istediği halde iş bulamayabiliyor. Yaşlılık, hastalık, sakatlık ve bunlara benzer sebeplerle

    çalışamayabiliyor. Bunların zekâtla, sadaka ve yardımlarla kollanması gerekir. Ancak halkın, başkalarının sırtından asalak

    olarak geçinmeye çalışanlara, tembellere yardım etmesi, dengeyi bozmak, suçlarına ortak olmak demektir.

    Resûlüllah tarafından söylendiği iddia edilen ve bazı eserlerde yer alan "el-fakru fahrî" (19) sözüne hadis ana kaynaklarında rastlamak veya onu Hz. Peygamber'e ulaştıracak senedi tespit etmek mümkün değildir. Bu sözü delil olarak fakirliği övmek, bunun efendimizin yolu olduğunu sanmak kesinlikle yanlışlıktır. Bu, dinin ve sünnetin ruhuna aykırıdır.

    Bütün insanlar Allah'a göre fakirdir, "el-fukarâ ilallah"dır. O'na muhtaçtır. (20) Ama yoksulluğu prensip haline getirerek

    mecbur kalmadıkça başkalarına muhtaç olmamalıdırlar, olmamaya çalışmalıdırlar.

    Hz. Peygamber: "Seyahat edin, ticaret yapın, hem sağlıklı hem de zengin olursunuz, maddi kazanç elde edersiniz." (21)

    buyurmuştur.

    Yine Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'indeki bir hadisten öğrendiğimize göre de "Allah Resûlü'nün arkadaşları kara,

    deniz demeden seyahat ediyorlar, ticaret yapıyorlar, bağ ve bahçelerde çalışıyorlardı."

    İslâm'ın ilk dönemlerinde de Müslümanlar, inançları, çalışmaları ve azimleri sayesinde Roma'nın 800 senede yaptığını 80

    senede yapmışlardır.

    Hz. Ömer, "Sakın ola ki sizden hiçbiriniz Allah'ım bana rızık ver, yiyecek bir şeyler gönder diye dua ederek rızık temini

    için çalışmaktan geri durmasın. Siz pekâlâ bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş. "

    "Ailemin, çoluk çocuğumun rızkını temin etmek için alışveriş yaparken ölümün bana geldiği yer, en sevdiğim mahaldir"

    sözü yine büyük halife, adâleti, hakkaniyeti ile dünyaya ün salmış olan Hz. Ömer'e aittir.

    "Cuma günü iş yapılmaz" şeklinde yanlış inanç yıllarca halkımız üzerinde menfi tesir yapmıştır. Halbuki bu konudaki ayet-i

    kerime gayet açıktır:

    "Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Bilesiniz bu sizin için

    daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın, (çalışarak) Allah'ın lütfundan rızık isteyin." (22)

    Hz. Peygamber kendisine bir şeyler istemek için gelen bir sahâbîye:

    "Çarşıda-pazarda hamallık yaparak, çalışarak birşeyler kazanmasının dilencilik yapmasından çok daha iyi olduğunu" (23)

    söylemiştir.

    "Yine eğer dilencilikteki günahın mahiyetini bilmiş olsaydınız, hiçbiriniz diğerine birşey istemek için gitmezdi, yürüyemezdi"

    (24), "Mecbur kalmadıkça insanlardan dilenen kimse, kıyamet günü yüzünde hiçbir et parçası kalmamış olarak

    gelecektir." (Terğîb, I,573) buyurmuşlardır.

    Görüldüğü üzere Resûlüllah bu hadisleri ile Müslümanların daima çalışarak, ellerinin emeklerini yemeleri gerektiğini ifade

    buyurmuş, tembelliği ve dilenciliği kötülemiştir.

    İslâm Dini kadar insanlara benliğini, izzet-i nefsini ve şerefini koruma yollarını öğreten hiçbir din, hiçbir sosyal kurum yoktur.

    İslâm'a göre bir milletin bağımsızlığı, toplumun şeref ve namusu ne kadar kutsal ise, bir insan da o derece saygı ve şerefe

    lâyık yüce bir varlıktır. Herkes bu ilâhî emaneti korumakla görevlidir. Bunun içindir ki, bütün insanlara, bütün fazilet yolları

    gösterilmiştir.

    Her kötülük insanın benliğinden, şerefinden bir parçasını giderir...

    Fakat yine de diğer faziletlerini değerlerini koruyabilir. Meselâ bir sarhoşun sarhoşluğu dışında yine de şerefli ve sevimli bir

    varlığı vardır. Fakat insanın dinî haram ve yasaklar arasında bütün şerefini, izzet-i nefsini silip süpüren yegâne bir haram

    varsa o da gereksiz ve ihtiyaçsız olduğu halde dilencilik zilletine düşmesidir. El açmak, boyun eğmek, bir insan için üstünde

    taşıdığı şeref ve itibarın zevalini ilan etmekten başka birşey değildir.

    Bunun için yoksullara, acizlere yardımı şiddetle tavsiye ve emreden dinimiz aynı zamanda ihtiyacı olmaksızın istemeyi ve

    dilenmeyi de kesinlikle yasak etmiştir.

    Dilenmek gibi çirkin hareketten ümmetini korumaya ve bundan uzaklaştırmaya çalışan Resûlüllah onları daima çalışmaya

    teşvik etmiş ve tembellik denilen yüz karasından kurtarma çabası içinde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur...

    "Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, sizden birinizin urganını alıp, arkasında dağdan odun yüklenerek getirmesi ve onu satıp

    geçinmesi, bir zengine gelerek sadaka istemesinden çok daha hayırlıdır. Kimbilir o da eğer verirse minneti altına girersin,

    vermezse zillet ve mahrumiyet içinde kalırsın." (25)

    Görüldüğü üzere Resûlüllah, insana, Müslümanlara, çalışmamanın, tembelliğin maruz bırakacağı bu onur kırıcı durumundan kurtulmanın yollarını göstermiştir.

    O'nun (s.a.s.) tarafından konuyla ilgili olarak dikkate sunulan bir diğer ikazı da şöyledir:

    "Benim hakkınızda korktuğum şu dört şeyden siz de sakının:

    1- Şişmanlık,

    2- Çok uyumak,

    3- Tembellik,

    4- İman zayıflığı." (26)

    Dikkat edilirse, bu rahatsızlıkların her biri peşinden gelenin sebebi durumundadır.

    Yazımızı Sevgili Peygamberimiz'in şu duasıyla bitirelim:

    "Allah'ım, fakirlikten, açlıktan, zelil ve hakir olmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım." (27)



    Dipnotlar:

    1- Necm, (53), 39-40.

    2- Nisâ, (4), 32.

    3- Kasas, (28), 77.

    4- Bakara, (2), 114.

    5- İsra, 18-19; Enbiya, 94; Dehr, 22.

    6- el-'Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 323.

    7- Müslim, Sahîh, IV, 1764 nr. 2246; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 299.

    8- Beyhakî, Sünen, VII, 479; Taberânî, Kebîr, XIX, 129; Sağîr, I, 60.

    9- İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 6; Mişkât, nr. 5207; KenzüI-'Ummâl nr. 9245;Hılyetü'l-Evliyâ, III, 110; VIII, 215.

    10- es-Suyûtî, Cem'u'l-Cemâvi', nr. 10344; Kenzü'l-Ummâl, nr. 9293; el-'Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, I, 349.

    11- Tirmizî, Sünen, nr. 1209; Dârimî, Sünen, II,247; Darekutnî, Sünen, III, 7; el, Beğavi Şerhu's-Sünne, III, 7; Mişkât,

    nr. 2796,2797.

    12- Kudâî, Müsnedu'ş-Şihâb, I,83 nr. 56.

    13- İbn Ebî Şeybe, Musannef, XIV, 196; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI, 31, 42,127, 193, 220.

    14- İbn Mâce, nr. 2142; Beyhâki, Sünen, V, 264; Müstedrek, II, 3.

    15- Kenzü'l-'Ummâl, nr. 9286.

    16- Kenzü'l-'Ummâl, nr. 9348.

    17- Buhårî Sahîh, Edeb 27; Hars 1; Müslim, Sahîh, Müsâkat 2, Zer'7; Tirmizî, Sünen, Ahkâm 40; Dârimî, Sünen, Büyû'

    67; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, III, 147, 192, 229, 243; krş. S. Ateş, Tefsir, I, 465-466.

    18- Tirmizî, Sünen, Fedâilü'l-Cihâd, 2; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI,20, 22.

    19- el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, II, 87.

    20- Fatır, 15; Muhammed, 38.

    21- Kudâî, Müsnedü'ş-Şihâb, I, 364 nr. 403; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 539 nr. 1455.

    22- Cum'a, 9-10.

    23- Buhârî, Sahîh, Zekât, 50; Müslim, Sâhih, Zekât 35 nr. 106; Mâlik b. Enes, Muvatta, II, 998-999.

    24- Nesâî, Sünen, V, 95-96 nr. 2586.

    25- Tecrîd Terc. VI, 95.

    26- es-Suyûtî, Cem'u'l-Cemâvi', 832.

    27- Nesâî, Sünen, VIII, nr. 5460, 5462; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 305, 325, 254; Beyhakî, Sünen, VII, 12;

    Mişkât, nr. 2467.


    alıntı
#02.04.2010 20:51 0 0 0
  • harikasınız
#09.05.2011 19:14 0 0 0
  • Allah razı olsun ablacım
#16.07.2011 22:22 0 0 0