Ve ileride verim elde etmek isteyen herkes şunu iyi bilmelidir: "Sen bugün zamanını nerede ve nasıl kullanırsan, zaman da
seni yarın orada ve aynı şekilde kullanacaktır."
Bir İngiliz şairi olan Milton: "Saatler kanatlıdır ve zamanın sahibine uçarlar" der. Zamanın sahibi Allah'tır. Bütün organlar
da olduğu gibi o da Allah katında bizim kendimizi nerede ve ne şekilde geçireceğimizi haber vererek, bu konuda şehadet
edecektir. Yaşanan ve giden zamanı geri getirmek imkânsızdır. Öyleyse Resûlüllah'ın bu hadisini göz önünde bulundurarak,
bize emanet olarak verilen zamanı en iyi ve dengeli şekilde kullanarak, en verimli çalışmalarla değerlendirerek, geçirmek ve
en güzel haberlerle uğurlamak her Müslümanın görevi olmalıdır. Bir hadîs-i şerifte buyurulduğuna göre Allah, ihlâs ve
samimiyetle yapılan işlerin, çalışmaların ve iyilik yapılarak geçirilen zamanın ürünlerini, biriktirme ve üretme konusunda, bir
seyisin pek narin ve nazik olan tayları koruma ve büyütmede gösterdiği ihtimamı gösterecektir.
Hz. Peygamber zamanı meşru kazançla geçirmeyi nafile ibadet kabul etmiştir. Ama bu gerçeği sahâbe arasında yerleştirmesi
de kolay olmamıştır.
Bir gün sahâbîlerle oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sırada bir genç erkenden kalkmış biraz ileride elinde kazma kürek
çalışıyordu. Ashabdan bazıları: "Yâ Resûlallah! Ne olurdu şu genç burada sohbette bulunsa da Allah yolunda mesai
sarfetmiş olsa" dediler.
Resûlüllah bunun üzerine şöyle buyurdu: "Böyle söylemeyin, eğer o genç insanlara el açmamak, onlardan müstağni olmak,
çoluk çocuğunun nafakasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş anne-babasına yardımcı
olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır. Ancak o, din kardeşlerine karşı mal çoğaltmak ve
övünmek için çalışıyorsa şeytan yolundadır." (8)
Allah'ın bize yüklemiş olduğu her türlü dünya ve ahiret işinin, O'nun emri olduğu için yine O'nun rızasına uygun olarak
yapılmasının daima nafile birer ibadet olduğu bilinen bir husustur.
Yine bir hadis meali şöyledir:
"İnsanlara yüz suyu dökmemek ve izzet-i nefsini korumak için çalışan ve helâl rızık kazanan bir kimse kıyamet gününde
yüzü ayın ondördü, yani dolunay gibi gelecektir. Ama başkalarına karşı övünmek, gösteriş yapmak için çalışan ve dünya malı elde eden ise gazab-ı ilâhiye uğramış olarak Allah'a kavuşacaktır."
Bu ve önceki hadislerin vermek istediği mesaj, daima çalışmak ve kazanmak. Ama samimiyetle, ihlâsla...
Hz. Peygamber her fırsatta çalışma ve kazanmayı teşvik etmiştir:
"Helâlinden kazanan kimse Allah'ın sevgili kuludur."
"Korkak ve çekingen tacir mahrum, cesur tacir ise merzuktur." (10)
"Doğru ve kendine güvenilir tüccar, yarın kıyamet günü peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle haşronulacaktır." (11)
"Helâl kazanç temin etmek için çalışmak cihattır." (12)
"Kazancın en temizi ve güzeli kişinin kendi eliyle elde ettiği kazanç iş ve hileden, hainlikten uzak meşru alış-veriştir." (13)
"Dünya işlerinizi ıslah edip yoluna koyunuz, ahiretinizi de ihmal etmeyip onun için çalışınız." (14)
Hz. Peygamber bu hadisleri ile de dünya-ahiret dengesinin kurulmasını temine çalışmaktadır.
Resûlüllah, durmadan çalışmaya, kazanmaya, ilerlemeye teşvik etmekle kalmamış, bilakis Ôhelâl kazanç elde etmek için
çalışmak her Müslümana farzdır." buyurarak kendisine inananları ve bağlananları daima çalışmakla yükümlü kılmış ve
çalışmayı ibadet kabul etmiştir.
Hayatta öyle kimseler görülüyor ki, bunlar meslek edindikleri işlerden ziyade, edinmedikleri konularla ilgilenmekte ve bu
hususta ilerlemektedirler. Böylece branş veya meslek seçiminde yapılan geçmiş hataların cezasını ömürleri boyunca
çekmektedirler. Onun için ilk ve taze yetenekler üzerinde inceden inceye tetkikler yapmadan ve bu hususta uzmanların
görüşlerini almadan meslek belirlemesine gidilmemelidir. Hz. Peygamber tarafından buyurulan:
"Kim herhangi meşru bir şeyde rızıklandıysa onu yapsın, mesleğini sevsin ve bu konuda ilerlesin" (15) hadisi titizlikle
kabiliyete göre seçilmiş meslekte sebata işaret etmektedir.
Bu vesile ile Allah Resûlü'nün hadis literatüründe yer alan şu iki sözlerine de işaret edelim:
"Ekiniz, biçiniz, ziraatla meşgul olunuz. Çünkü ziraat bereketli ve güzel bir meşgaledir." (16)
"Kim bir ağaç dikerse, o ağaçtan insanlar ve Allah'ın yarattığı diğer canlılar faydalandığı sürece, bu ağaç, sahibi için
sadaka-i cariyedir." (17)
Şu son hadis ve benzerleri ağaç yetiştirmek için çalışmanın, ağaç diken, onları titizlikle koruyanların ne büyük sevap
kazanacaklarını açıkça ortaya koyuyor. Ya ormanlarımızı acımasızca, cahilce tahrip ederek hem bu devamlı ecirlere engel
olanlara, hem ülkenin tabiî servetine, tabiî ve sıhhî varlığına suikastta bulunanlara ne diyelim!
Onlar bilerek veya bilmeyerek vatana düşmanlık ve Allah ile sevgili Peygamberine isyan eden insanlardır. Ağaç, yeşillik
sevgisini gönüllerde bir insan gibi yerleştirmek en kutsal görevlerimizden olmalıdır ve bu elbette büyük bir ibadettir.
Şimdi konumuzla ilgili birçok hadis içerisinden bazılarını aldığımız İslâm prensiplerinden hangisi tembelliği, geriliği
emretmekte; hangisi çalışmaya ve kazanmaya, ilerlemeye engeldir!
Biraz da çalışma ve çalışkanlığın ta zıddı olan tembellik hastalığı üzerinde duralım.
Resûlüllah'ın en başta gelen görevlerinden birisi de mü'minleri tembellik denilen hastalıktan kurtarmaya çalışmak olmuştur.
Tembellik, fertler için olduğu kadar toplum ve millet için de büyük bir hastalıktır. Hem de bulaşıcı bir hastalıktır. Allah
korusun bir kimse tembelliğin kıskacına bir yakalanırsa, onun tarafından bir morfinlenirse, bu kimsenin kendisini kurtarması
için büyük bir çaba ve irade gücüne ihtiyacı olacaktır. Çünkü "tembellik baldan daha tatlıdır." denmiştir.
İnsan için tembellik, sürekli olarak yanından ayrılmayan düşmanıdır. Kaynağı nefistir.
Nefsin, sadece tembellik değil, insan için her konuda hazırladığı tuzaklarına düşmemek için, onunla sürekli olarak mücadele
etmek şarttır. Onu azmin, imanın ve iradenin kıskacında tutmalıdır. "Nefisle mücadele ederek, ona yenilmemek en büyük
cihat" (18) kabul edilmiştir.
Tembellik, önce insanın çalışma ruhunu öldürür, azmini kırar. Onu ümitsizliğe iter. Esas felâket ömür sermayesinin yitirilmesi,
çalışma saatlerinin heder edilmesidir. Bütün tembellerin yol açtığı zaman israfının, kaybettikleri iş saatlerinin kendilerine,
ailelerine ve ülkeye neye mal olduğunu hesap etmek herhalde zor olmayacaktır.
Çalışan ve kazanan ise mutludur, huzurludur, vicdanen müsterihtir. Allah'ın kendisine lutfettiği sağlık, zaman, akıl, düşünce ve bilgiyi yerli yerinde kullanarak bunlardan faydalanmasını bildiği için, Yaradana karşı şükrünü ifade etmiştir.
Tembel, güçsüzdür, moralsizdir, tatminsizdir ve yoksuldur. Fakirliği meslek haline getirmiştir. Resûlüllah bu miskin ruha ve bu ruhun sahibine karşıdır. O'nun yoksullara yakın olması, onlara yardımı her vesile ile teşvik etmesi, onları himaye etmesi,
korumaya çalışmasındandır; yoksa fakirliği teşvik etmesinden değildir.
Nice insan çalışmak istediği halde iş bulamayabiliyor. Yaşlılık, hastalık, sakatlık ve bunlara benzer sebeplerle
çalışamayabiliyor. Bunların zekâtla, sadaka ve yardımlarla kollanması gerekir. Ancak halkın, başkalarının sırtından asalak
olarak geçinmeye çalışanlara, tembellere yardım etmesi, dengeyi bozmak, suçlarına ortak olmak demektir.
Resûlüllah tarafından söylendiği iddia edilen ve bazı eserlerde yer alan "el-fakru fahrî" (19) sözüne hadis ana kaynaklarında rastlamak veya onu Hz. Peygamber'e ulaştıracak senedi tespit etmek mümkün değildir. Bu sözü delil olarak fakirliği övmek, bunun efendimizin yolu olduğunu sanmak kesinlikle yanlışlıktır. Bu, dinin ve sünnetin ruhuna aykırıdır.
Bütün insanlar Allah'a göre fakirdir, "el-fukarâ ilallah"dır. O'na muhtaçtır. (20) Ama yoksulluğu prensip haline getirerek
Hz. Peygamber: "Seyahat edin, ticaret yapın, hem sağlıklı hem de zengin olursunuz, maddi kazanç elde edersiniz." (21)
buyurmuştur.
Yine Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'indeki bir hadisten öğrendiğimize göre de "Allah Resûlü'nün arkadaşları kara,
deniz demeden seyahat ediyorlar, ticaret yapıyorlar, bağ ve bahçelerde çalışıyorlardı."
İslâm'ın ilk dönemlerinde de Müslümanlar, inançları, çalışmaları ve azimleri sayesinde Roma'nın 800 senede yaptığını 80
senede yapmışlardır.
Hz. Ömer, "Sakın ola ki sizden hiçbiriniz Allah'ım bana rızık ver, yiyecek bir şeyler gönder diye dua ederek rızık temini
için çalışmaktan geri durmasın. Siz pekâlâ bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş. "
"Ailemin, çoluk çocuğumun rızkını temin etmek için alışveriş yaparken ölümün bana geldiği yer, en sevdiğim mahaldir"
sözü yine büyük halife, adâleti, hakkaniyeti ile dünyaya ün salmış olan Hz. Ömer'e aittir.
"Cuma günü iş yapılmaz" şeklinde yanlış inanç yıllarca halkımız üzerinde menfi tesir yapmıştır. Halbuki bu konudaki ayet-i
kerime gayet açıktır:
"Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Bilesiniz bu sizin için
daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın, (çalışarak) Allah'ın lütfundan rızık isteyin." (22)
Hz. Peygamber kendisine bir şeyler istemek için gelen bir sahâbîye:
"Çarşıda-pazarda hamallık yaparak, çalışarak birşeyler kazanmasının dilencilik yapmasından çok daha iyi olduğunu" (23)
söylemiştir.
"Yine eğer dilencilikteki günahın mahiyetini bilmiş olsaydınız, hiçbiriniz diğerine birşey istemek için gitmezdi, yürüyemezdi"
(24), "Mecbur kalmadıkça insanlardan dilenen kimse, kıyamet günü yüzünde hiçbir et parçası kalmamış olarak
gelecektir." (Terğîb, I,573) buyurmuşlardır.
Görüldüğü üzere Resûlüllah bu hadisleri ile Müslümanların daima çalışarak, ellerinin emeklerini yemeleri gerektiğini ifade
buyurmuş, tembelliği ve dilenciliği kötülemiştir.
İslâm Dini kadar insanlara benliğini, izzet-i nefsini ve şerefini koruma yollarını öğreten hiçbir din, hiçbir sosyal kurum yoktur.
İslâm'a göre bir milletin bağımsızlığı, toplumun şeref ve namusu ne kadar kutsal ise, bir insan da o derece saygı ve şerefe
lâyık yüce bir varlıktır. Herkes bu ilâhî emaneti korumakla görevlidir. Bunun içindir ki, bütün insanlara, bütün fazilet yolları
gösterilmiştir.
Her kötülük insanın benliğinden, şerefinden bir parçasını giderir...
Fakat yine de diğer faziletlerini değerlerini koruyabilir. Meselâ bir sarhoşun sarhoşluğu dışında yine de şerefli ve sevimli bir
varlığı vardır. Fakat insanın dinî haram ve yasaklar arasında bütün şerefini, izzet-i nefsini silip süpüren yegâne bir haram
varsa o da gereksiz ve ihtiyaçsız olduğu halde dilencilik zilletine düşmesidir. El açmak, boyun eğmek, bir insan için üstünde
taşıdığı şeref ve itibarın zevalini ilan etmekten başka birşey değildir.
Bunun için yoksullara, acizlere yardımı şiddetle tavsiye ve emreden dinimiz aynı zamanda ihtiyacı olmaksızın istemeyi ve
dilenmeyi de kesinlikle yasak etmiştir.
Dilenmek gibi çirkin hareketten ümmetini korumaya ve bundan uzaklaştırmaya çalışan Resûlüllah onları daima çalışmaya
teşvik etmiş ve tembellik denilen yüz karasından kurtarma çabası içinde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur...
"Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki, sizden birinizin urganını alıp, arkasında dağdan odun yüklenerek getirmesi ve onu satıp
geçinmesi, bir zengine gelerek sadaka istemesinden çok daha hayırlıdır. Kimbilir o da eğer verirse minneti altına girersin,
vermezse zillet ve mahrumiyet içinde kalırsın." (25)
Görüldüğü üzere Resûlüllah, insana, Müslümanlara, çalışmamanın, tembelliğin maruz bırakacağı bu onur kırıcı durumundan kurtulmanın yollarını göstermiştir.
O'nun (s.a.s.) tarafından konuyla ilgili olarak dikkate sunulan bir diğer ikazı da şöyledir:
"Benim hakkınızda korktuğum şu dört şeyden siz de sakının:
1- Şişmanlık,
2- Çok uyumak,
3- Tembellik,
4- İman zayıflığı." (26)
Dikkat edilirse, bu rahatsızlıkların her biri peşinden gelenin sebebi durumundadır.
Yazımızı Sevgili Peygamberimiz'in şu duasıyla bitirelim:
"Allah'ım, fakirlikten, açlıktan, zelil ve hakir olmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım." (27)
Dipnotlar:
1- Necm, (53), 39-40.
2- Nisâ, (4), 32.
3- Kasas, (28), 77.
4- Bakara, (2), 114.
5- İsra, 18-19; Enbiya, 94; Dehr, 22.
6- el-'Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, II, 323.
7- Müslim, Sahîh, IV, 1764 nr. 2246; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 299.