Fuzuli Kimdir - Fuzuli Biyografisi - Fuzuli Hakkinda - Fuzuli Resimleri - Türk Divan şairi Fuzuli
Fuzuli (1480-1556), Türk Divan şairi. Temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir şiir anlayışını geliştirmiştir. Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır.
Divan İslam devletlerinde idari, mali, askeri meselelerin ve her türlü davaların görüşülüp gerekli hükümlerin verildiği toplantı ve toplanılan yer. Kelimenin tarih içinde ortaya çıkışı, hazret-i Ömer zamanına kadar uzanır. Hazret-i Ömer zamanında Medine'de hükumet dairesi teşkil edilerek, maaş ve vazife defterleri tutulmuştur. İsimlerin yazıldığı deftere toplanmış olmasından dolayı divan adı verilmiştir.
Emevi Devletinde belli başlı dört divan vardı. İdari işler bu divanlar vasıtasıyla
nız.
Kerbela'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre
Kerbela Irak'ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat'ın 100 km güneybatısında
1480 dolaylarındadır.
1480 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1556'da Kerbelâ'da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını,
1556 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.
Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle
Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.
İslam bilimleri,
İslam, Allah'ın insanlara Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile gönderdiği son ilahi dindir. Arapçada seleme (Allah'a tamamen bağlanmak) kökünden gelen İslam sözcüğünün Türkçe anlamı "Allah'a ve onun buyruklarına kayıtsız şartsız inanan" demektir. Bu kelime aynı zamanda, Hz. Muhammed aracılığıyla ilkeleri bildirilen ve Müslüman adı verilen (Arapça İslamlığı kabul eden anlamına, müslim'den) 600 milyon insanı bünyesinde toplamış büyük bir dinin de adıdır.
tasavvuf,
Öncelikle, Tanrı'nın niteliğini ve evrenin oluşumunu vahdeti vücut, yani varlığın birliği görüşüyle açıklayan felsefe görüşü; daha özel olarak da, İslam dünyasında VII, yüzyılda ortaya çıkan, ve IX. yüzyılda Eski Yunan, Yahudi, Hint ve eski İran düşüncelerinin etkisiyle sistemleşen gizemci, dini ve felsefi öğreti.
İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan "gizli bilimler"le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür.
İnanç bakımından Fuzûlî,
İslâmlığı kabul ettikten sonra yüzyıllar boyunca edebiyatımıza büyük etkileri olmuş olan ve Divan edebiyatımızın ...
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi,
Kerbela olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak
Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı, 10 Ekim 680 (10 Muharrem 61) tarihinde bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi Halifesi I. Yezid'e bağlı ordu arasında cereyan etmiştir.
Hz. Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve
Ali bin Ebu Talib (Arapça:علي بن أبي طالب, Farsça: علی پسر ابوطالب, Türkçe'de Hz. Ali olarak da anılır) (599 - 661) Şii inancına göre ilk halife ve oniki imamın ilkidir. Sünni inanışına göre ise dördüncü halife (Hulefa-i Raşidin'den) ve cennetle müjdelenen on sahabeden (Aşere-i Mübeşşere) biridir. Hz. Muhammed'in (sav) hem damadı hem
Hz. Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ("Mutluların Bahçesi") adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı
Hz. Muhammed, Mekke'nin soylu Haşimoğulları ailesinden gelir. 571 yılında Mekke'de doğmuştur. Annesinin adı Amine, babasının adı Abdullah' tır. Hz. Muhammed daha doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalip üzerine aldı ve torununa o zamana kadar kimseye verilmemiş olan Muhammed adını verdi.
Farsça Divan'ındaki "Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli" (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır.
Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan "Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr); "Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur).
Fuzûlî'nin anlayışına göre insan "seven bir varlık"tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. Fuzûlî, "maarif" adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, "ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör" dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler:
Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder
Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal
Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem "namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma" biçiminde özetlenebilir.
Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir.
Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir "acı çeken varlık" olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür.
Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: "Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz". Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir.
Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır
Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz
Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır.
Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.
Fuzuli'nin Hayatı
Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan
Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında
Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan'da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen "Ok" ve çokluk eki olan "z"nin birleşmesinden "Ok-uz" (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler d
Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta
Akkoyunlular Türk boylarından biri. İran ve Doğu Anadolu'da devlet kurmuşlardır. Akkoyunluların ne zaman ve hangi yolla Anadolu'ya geldikleri bilinmemektedir. Bazı tarihçilere göre on ikinci asırda Maveraünnehr veya Azerbaycan'dan Doğu Anadolu'ya gelip, Urfa, Mardin ve Bayburt bölgelerine yerleştiler. Akkoyunluların soyu, Oğuz Hana kadar uzanmaktadır. Eski Oğuzların Bayındır boyunun bir oymağı oldukları da söylenmektedir. Bundan dolayı da Akkoyunlu Hanedanı "Bayındır" veya "Bayındırıyye"
Kerbela veya
Kerbela Irak'ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat'ın 100 km güneybatısında
Necef'de doğduğu tahmin edilir.
Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde bir
müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden islamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca
Müftü fetva vermek ehliyetine sahip olan büyük İslam alimi. Fetva, bir meselenin dindeki hükmünü öğrenmek için sual soran kimseye, müctehid olan bir İslam aliminin verdiği cevap, bildirdiği dini hükümdür (Bkz. Fetva). Müfti, İslamiyeti iyi bilen, sorulan dini bir meselenin hükmünü Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp beyan eden, açıklayan derin din alimidir. Böyle olan İslam alimlerine "müctehid" denir (Bkz. Müctehid). Esasen usul-i fıkıh ilmi ıstılahında (terminolojisinde) mü
Su Kasidesi'nin 2. beytinde;
"Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem"
"Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su"
diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir.
Azerice Divanı'nın önsözünde;
"İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" demektedir.
Su Kasidesi Fuzûlî'nin meşhur kasidelerinden biridir. Aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Redifi "su" olduğu için bu şekilde adlandırılır. Fuzûlî bu kasidesini Hz.Muhammedi övmek amacıyla yazmıştır. Kaside üstün bir lirik söyleyiş ve sanatlı anlatımıyla Türk Edebiyatı'nın büyük şairlerinden Fuzûlî'nin bir söz şaheseridir.
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Azerice,
Azerbaycan'da 6 milyon, İran'da ise 23 milyon kişi tarafından konuşulan Türkçe'nin Oğuz (Batı) lehçelerinden biri olan Azerice, Azerbaycan'ın resmi dilidir.
Alfabe
Azerbaycan'da 1991'den bu yana Latin alfabesi kullanılsa da, eski Kiril alfabesi de hala yaygın denebilecek ölçüde kullanılmaktadır. İki alfabe arasında aşağıda gösterildiği gibi birebir ilişki vardır (ancak Kiril alfabesinde harflerin sırası değişiktir):
...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
Arapça ve
Hami-Sami Dil Ailesi'nin Sami koluna mensup bir lisan. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, Türkiye ve İran'da ise Arap azınlıklarca kullanılmaktadır.
Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.
Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair
Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.
Yunus Emre'dir. "Leyla ve Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir.
İran şiirinden
Türk ozanı (Sarıköy, Sakarya yöresi, 1240?-Sarıköy, 1320)
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.
Hâfız, Türk şiirinden ise
Hafız-ı Şirazi (Farsça: ondördüncü yüzyılda yaşamış İran'lı şair. Farsçanın en büyük şairlerinden biri olduğu kabul edilir. İran tasavvuf şiirinin öncülüğünü yapmıştır. Şiirlerinde gerçeküstücülük|gerçeküstü öğeler de bulunur.
Nesimî ve
İmadeddin Nesimi veya Türkiye'de bilinen yaygın adıyla Seyyid Nesimi Sûfi, Halk Şairi. Şiirlerinde "Seyyid", "Hüseyin" ve "Nesimi" mahlaslarını kullanmıştır.
Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya kolera'dan öldüğü tahmin edilir. Şiirlerinin başkalarıyla karışmaması için gereksiz, manasız anlamına gelen fuzuli mahlasını kullanmıştır.
Seçkin eserleri
Eserleri Azerice, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz;
Türkçe manzum eserleri
Divan,
Beng ü Bade (بنگ و باده; Beng ü Bâde);
444 beyitlik Türkçe mesnevi, 1956
Beng ü Bade, Fuzuli'ye ait olan mesnevi.
Leyla ile Mecnun (داستان ليلى و مجنون; Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn);
3 bin 96 beyitlik mesnevi. Bir örnek;
:یا رب بلا عاشق ايلهقيل آشنا منى
:بر دم بلا عاشقدن ايتمهجدا منى
:آز ايلمهعنایتونى اهل دردن
:يعنى كهچوح بلالرهقيل مبتلا منى
:Yâ Rab belâ-yı 'aşk ile kıl âşinâ meni
:Bir dem belâ-yı 'aşkdan etme cüdâ meni
:Az eyleme 'inâyetüni ehl-i derdden
:Ya'ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meniLeylâ ve Mecnun 216
Bağdat'ı fethinden sonra (
Bağdat Irak'ın başşehri. Nüfusu 4,5 milyon civarındadır. Mezopotamya çanağının ortasında, Dicle Irmağının iki yakası üzerinde ve Dicle'nin Fırat'a en çok (40 km) yaklaştığı noktada, geniş bir alüvyon ovası üzerinde yer alır. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır.
1534) padişaha
1534 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
kasideler (
Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, tabiat, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
İkinci bölüm girizgah ya da
Arapça: قصيدة, oğul qasā'id, قــصــائـد; Farsça: قصیده sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca ''Şikâyetnâmeyi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.
Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der:
{{Cquote|Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılarKudret 189}}
# Hadikatü's-Süeda (1837, Kerbela olayını anlatan düzyazı)
# Türkçe Divan (1838, 1958)
# Sıhhat u Maraz (1940, tıp bilgileri)
# Enis'ül-Kalb (1944)
# Fuzuli'nin Mektupları (1948)
# Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)
# Rind ü Zahid (1956)
# Arapça Divan (1958)
# Matlau'l İtikad (1962)
# Saki name (tasavvuf içerikli mesnevisidir)
# Su kasidesi
Fuzuli'nin Eserleri
Fuzuli sadece şairliğiyle değil, yapıtlarının çokluğuyla da meşhurdur. Üç divanından başka başta Leylâ ve Mecnun olmak üzere birçok eseri vardır. Başlıca eserleri şunlardır: Leylâ ve Mecnun (ünlü bir mesnevidir); Hadikat-üs-Süeda (Kerbelâ Olayı'nı konu alan bu düzyazı ve şiir karışımı eser, şairin en önemli kitaplarından ve Türk edebiyatının şaheserlerinden biridir, sonraki şairleri büyük ölçüde etkilemiş, birçok defa basılmıştır); Beng ü Bade (500 beyitlik Türkçe mesnevi); Heft-Cam (327 beyitlik bir sakiname); Rind ü Zahid (Farsça düzyazı); Hüsn ü Aşk (Farsça düzyazı); Şikâyetname (Türk mizah ve hiciv edebiyatının şaheserlerindendir) v.d.
Türkçe divanı kadar ünlüdür. Bir Arap emirinin kızı Leylâ ile ona âşık olan bir Arap gencinin başından geçenleri anlatır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Zamanımıza kadar 30 defadan fazla basılmış, bütün önemli dünya dillerine çevrilmiştir. Rusya'da opera olarak da bestelenmiştir.
Gazellerinden ve Beyitlerinden Seçmeler:
Gazel
1- Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı
2- Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele
ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı
3- Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde
Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı
4- Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı
5- Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen
Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı
Açıklama:
1-Senin sokağının başında beladan başka
elde ettiğim (bir şey) yok -aşkının yolunda
yok olmaktan (ölmekten) başka da bir amacım
yok.
2-Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim,
ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka
ne bulursan yele ver (savur) dağıt.
3-Kimsesizliğim o dereceye vardı ki,
çevremde -bela girdabından başka dönen
kimse yok.
4-Bana, ne gönül ateşinden başka kimse
yanar,-ne de tan yelinden başka kimse
kapımı açar.
5-Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah
etmeyeyim? -bende sesten başka ne kâr
bulunur.
Gazel
1 bende mecnundan füzun aşıklık istidadı var
aşık-ı sadık benem mecnunun ancak adı var
2 kıl tefahür kim senin hem var ben tek aşıkın
leylanin mecnunu şirinin eğer ferhadı var
3 ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle
derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var
4 öyle bed-halem ki ahvalim görende şad olur
her kimin kim dehr cevrinden dil-i naşadı var
5 gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkta
kim bu sahranın güzer-gahında çok sayyadı var
6 ey fuzuli aşk men'in kılma nasihten kabul
akl tedbiridir ol sanma ki bir bünyadı var
Açıklama
1 bende mecnundan daha fazla aşıklık özellikleri var
sadık olan aşık benim, mecnunun sadeece adı var
2 ben senin aşığınım ki bununla övünmelisin
nasıl leylanın mecnunu şirinin ferhadı var
3 aklım başımda ey gül beni bülbüle benzetme
onun derde sabrı yok her an feryadı var
4 öyle kötü haldeyim ki halimi görenler mutlu olur
zamanın çarkından kimin neşesiz bir gönlü varsa
5 ey gönlümün kuşu, aşk aleminde boş boş gezme
cunku bu alemin her yolunda birçok avcısı var
6 ey fuzuli! aşkı yasaklayan nasihatçıya uyma
o aklın tedbiridir sanmaki onun bir temeli var
---------------------------------------
aşk men'i: aşkı menetme
bünyad: temel
dehr: zaman
ehl-i temkinem: ağırbaşlıyım
nasih: nasihatçı
naşad: neşesiz
tefahür: iftihar
Gazel
ey firak-i leb-i canan ciğerim hun ettin
çehre-i zerdimi hun-ab ile gul-gun ettin
ciğerim kanını gözyaşına döktün ey dil
vara vara anı Kulzüm bunu Ceyhun ettin
nice hüsn ile seni Leyla'ya nispet kılayım
bilmedin kadrimi terk-i ben-i mecnun ettin
ahd kıldın ki cefa kesmeyesin aşıktan
aşık-ı vade-i ihsan ile memnun ettin
cüra cüra mey içip zib-i cemal artırdın
zerre zerre gözümün nurunu efzun ettin
ey fuzuli akıdıp seyl-i sirişk ağlayalı
aşk ehline figan etmeği kanun ettin
---------------------------------------
cüra: yudum
efzun etmek: çoğaltmak
hun: kan
kulzüm: kızıldeniz
seyl-i sirişk: gözyaşı seli
zerd: sarı
zib: süs
Gazel
1 hasılım yok ser-i kuyunda beladan gayrı
garazım yok reh-i aşkında fenadan gayrı
-
2 ney-i bezm-i gamem ey ah ne bulsan yele ver
oda yanmış kuru cismimde hevadan gayrı
-
3 perde çek çehreme hicran günü ey kanlı sirişk
ki gözüm görmeye ol mah-likadan gayrı
-
4 yetti bikesliğim al gayete kim çevremde
kimse yok çevrile girdab-ı beladan gayrı
-
5 ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı
-
6 bozma ey mevc gözüm yaşı hababın ki bu seyl
koymadı hiç imaret bu binadan gayrı
-
7 bezmi aşk içre fuzuli nice ah eylemeyem
ne temettu bulunur bende sadadan gayrı
------------------------------------------
1 senin etrafında elde edebildigim bir sey yok beladan baska
bir amacım yok aşkının yollarında kendimi kaybetmekten başka
2 uzuntu toplulugunun neyiyim, ne bulursan rüzgara ver
ateşle yanmış kuru cismimde havadan başka
3 hicran günü yüzüme bir perde çek ey gözyaşı
ki gözüm kimseyi görmesin o ay yüzlü güzelden başka
4 yetti artık kimsesizliğim, çevremde kim varsa al
dönen hiç bir şey yok bela girdabından başka
5 ne yanar kimse bana gönül ateşinden özge
ne açar kimse kapımı sabah rüzgarından başka
6 ey dalga! bu sel gözümün yaşının bir kabarcığıdır, bozma
sağlam hiç bir şey bırakmadı bu binadan başka
7 aşk alemi içinde ah edip sızlanma ey fuzuli!
ne kar bulabilirsin ki kendinde bu sedadan başka
------------------------------------------
bi-keslik:kimsesizlik
çevrile: dönen
habab: kabarcık
mah-lika: ay yüzlü
mevc: dalga
reh: yol
seyl: sel
sirişk: gözyaşı
temettu: kar
Gazel
1 ya rab belayı aşk ile kıl aşina beni
bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
2 az eyleme inayetini ehli derdden
yani ki çok belalara kıl mübtela beni
3 oldukça ben götürme beladan iradetim
ben isterim belayı çü ister bela beni
4 gittikçe hüsnün eyle ziyade nigarımın
geldikçe derdine beter et muptela beni
5 öyle zaif kıl tenimi firkatinde kim
vaslına mümkün ola yeürmek saba beni
6 nahvet kılıp nasib fuzuli gibi bana
ya rab mukayyed eyleme mutlak bana beni
-----------------------------------------
1 tanrım, aşk belasıyla beni tanıştır
bir an bile aşk belasından uzak tutma beni
2 elinin bolluğunu dert isteyenlerden esirgeme
yani bir sürü belalara müptela et beni
3 ben olduğum sürece beladan dileğimi çevirme
çünkü ben belayı istiyorum, bela ister beni
4 sevgilimin güzelliğini gittikçe artır
bela geldikçe derdine daha beter müptela et beni
5 vücudumu onun ayrılığında öyle hafif kıl ki
hafif esen sabah rüzgarı bile ulaştırabilsin ona beni
6 kibirlilik edip fuzuli gibi bana
ey tanrım, bir an bile başbaşa bırakma kendimle beni
-----------------------------------------
iradet: dilek
nahvet: kibirlilik
nigar: sevgili
Gazel
Ey gönül yârı iste candan geç
Ser-i kûyun gözet cihandan geç
Yâ tama' kes hayat zevkinden
Yâ leb-i lâl-i dil-sitândan geç
Mülk-i tecrîddir ferâgat evi
Terk-i mâl eyle hân-ü-mandan geç
Lâ-mekan seyrinin azîmetin et
Bu harâb olacak mekandan geç
ı'tibar etme mülk-i dünyâya
ı'tibar-i uluvv-i şandan geç
Ehli dünyanın olmaz ahireti
Ger bunu ister isen andan geç
Meskenin bezm-gâh-i vahdettir
Ey Fuzûlî bu hâk-dandan geç
Gazel
Ey bî-vefa ki âdet oluptur cefâ sana
Bi'llah cefadır olma demek bî-vefa sana
Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedir işin
Cânın sevenler olmasa yiğ âşnâ sana
Bin cân olaydı kâş men-i dil
# şîkestede
Tâ her biriyle bir kez olaydım fidâ sana
Aşkından mübtelalığımı ayb eden sanır
Kim olmak ihtiyâr iledir mübtelâ sana
Ey dil ki hecre düzmeyip istersin ol mehi
şükr et bu hâle yoksa gelir bir belâ sana
Et gül gâmımda eşk ruh-i zerdim etti âl
Bildirdi ola sûret-i hâlim sabâ sana
Düşmez çü şâh kurbu Fuzûlî gedâlara
Ol şehden iltifat ne nisbet bana sana
Gazel
Ol ki her sa'at gülerdi çeşm-i giryânım görüp
Ağlar oldu hâlime bî-rahm cânânım görüp
Eyleyen ta'yin-i cezâ-yi müdâvâ derdime
Terk edip cem' etmedi hâl-i perîşânım görüp
Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar
Hiç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânım görüp
Tut gözün ey dûd-i dil çerhin ki devrin terk edip
Kalmasın hayrette çeşm-i gevher efşânım görüp
Pertev-i hur-şîd sanmam yerde kim devr-i felek
Yere urmuş âf-tâbın mâh-i tâbânım görüp
Suda aks-i serv sanmam kim koparıp bağ-bân
Suya salmış servini serv-i hırâmânım görüp
Ey Fuzûlî bil ki ol gül-'ârızı görmiş değil
Kim ki ayb eyler benim çâk-i girîbânım görüp
Gazel
Gönülde bin gâmım vardır ki pinhân eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki il ta'nından efgân eylemek olmaz
Ne müşkil derd olursa bulunur âlemde dermânı
Ne müşkil der imiş aşkın ki dermân eylemek olmaz
Fena mülküne çok azm etme ey dil çekme zahmet kim
Bu tedbîr ile def'i derd-i hicrân eylemek olmaz
Sakın gönlüm yıkarsın pendden dem urma ey nâsih
Hevâ-yi nefs ile bir mülkü vîran eylemek olmaz
Dehânın üzre lâ'lin istemiş dil def-i müşkildir
Görünmez hiç cürmü yok yere kan eylemek olmaz
Du'âlar eylerim benden yana bir dem güzâr etmez
Ne çâre sihr ile servi hırâman eylemek olmaz
Fuzûlî âlem-i kayd içre sen dem urma aşkından
Kemâl-i cehl ile da'vây-i irfân eylemek olmaz
Gazel
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Gazel
Ya Rab, belâ-yı aşk ile âşinâ kıl meni
Bir dem belâ-yı ışkdan kılma cüda meni
Az eyleme inayetini ehl-i derdden
Ya'ni ki çok belâlara kıl mübtela meni
Oldukça men götürme belâdan irâdetim
Men isterem belâyı çü ister belâ meni
Temkinimi belâ-yı mahabbetde kılma süst
Tâ dost ta'n edüp demeye bî-vefa meni
Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın
Geldikçe derdine beter et mübtelâ meni
Öyle zâif kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkin ola yetürmek sabâ meni
Nahvet kılub nasîb Fuzûlî gibi mana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak mana meni
Gazel
Eyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünya nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey ü sahba nedür
Gerçi cânândan dîl-i şeyda içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dîl-i şeyda nedür
Vasldan çün âşıkı müstağnî eyler bir visal
Âşıka mâşukdan her dem bu istiğna nedür
Hikmet-i dünya vü mâfiha bilen ârif degül
Ârif oldur bilmeye dünya vü mâfiha nedür
Âh u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi
Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür
Gazel
Hansı gülşen gülbün-ü serv-i hırâmânunca var
Hansı gülbün üzre gonca la'l-i handânunca var
Hansı gülzâr içre bir gül açılur hüsnün kimi
Hansı Gül bergi leb-i lâl-i dür-ebşânunca var
Hansı bâgun var bir nahli kadün teg bâr-ver
Hansı nahlün hâsılı sib-i zenahdânunca var
Hansı hûnî sen kimi cellâda olmuşdur esîr
Hansı cellâdun kılıcı nevk-i müjgânunca var
Hansı bezm olmuş münevver bir kadün teg şem'den
Hansı şem'ün şu'lesi ruhsâr-ı tâbanunca var
Hansı yerde tapılır nisbet sana bir genc-i hüsn
Hansı gencün ejderi zülf-i perîşânunca var
Hansı gülşen bülbülün derler Fuzûlî sen kimi
Hansı bülbül nâlesi feryâd ü efgânunca var
Gazel
Ney kimi her dem ki bezm-i vaslünı yâd eylerem
Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem
Rûz-ı hicrândur sevin ey murg-ı rûhum kim bugün
Bu kafesden men seni elbette azâd eylerem
Vehm edüp tâ salmaya sen mâha mihrin hiç kim
Kime yetsem cevr-ü zulmünden ana dâd eylerem
Kan yaşum kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına
Munca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem
ıncimen her nice kim ağyâr bî-dâd eylese
Yâr cevri içün gönül bî-dâda mutâd eylerem
Bilmişem bulman visâlinlik bu ümmîd ile
Gâh gâh öz hatır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem
Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını
Ey Fuzûlî men dâhi âlemde bir ad eylerem
Gazel
Bilmez idüm bilmek ağzun sırrını düşvâr imiş
Ağzunı derlerdi yoh dedüklerince var imiş
Âciz olmuş yakmağa âhı ile kûhu Kûh-ken
Neylesün miskin anun 'ışkı hem ol mikdâar imiş
Daşa çekmiş halk içün Ferhâd şîrîn suretin
'Arza kılmış halka mahbûbun 'aceb bî-'ar imiş
Ka'be ihrâmına zâhid dediler bel bağladı
Eyledüm tahkîk anun bağlanduğı zünhâr imiş
'Ömrlerdir eylerem ahvâl-i dünyâ imtihân
Nakd-i 'ömr ü hâsıl-ı dünyâ hemün bir yar imiş
Zevk-i dîdârı ile dir-dârun yoh etdüm varumı
Devlet-i bâkî ki derler devlet-i dîdâr imiş
Dün Fuzûlî 'ârızun görgeç revân tapşurdu cân
Lâf edüp derdi ki cânum var emânet-dâr imiş
Gazel
Kad enâr el-aşk-ı li'l-'uşşâkı minhâci'l-hüdâ
Salik-i râh-i hakikat aşka eyler iktida
Aşktır ol neş'e-i kâmil kim andandır müdâm
Meyde teşvir-i hararet neyde te'sir-i sadâ
Vâdi-i vahdet hakikatte makâm-i aşktır
Kim müşahhas olmaz ol vadide sultândan geda
Eylemez alvet-sarây-i sırr-i vahdet mahremi
Âşıkı ma'şuktan ma'şuku âşıktan cüda
Ey ki ehl-i aşka söylersen melâmet terkin et
Söyle kim mümkin midir tağyîr-i takdîr-i Hudâ
Aşk kilki çekti hat levh-i vücûd-i âşıka
Kim ola sâbit Hak isbâtında nefy mâ'ada
Ey Fuzûli intihâsız zevk buldun aşktan
Böyledir her iş ki Hak adiyle kılsan ibtida
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib!
Kılma derman kim, helakim zehri dermanındadır
Ol yire varanı eylesun Hak cennetmekan
Anın meni her daim şen olasız duada
Su Kasidesi
KASÎDE DER NA'T-I HAZRET-İ NEBEVÎ (Su Kasidesi)
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su
Suya versin bağ-ban gülzar-ı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin-gülzâre su
Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su
Ârızın yâdiyle nem-nâk olsa müjgânım n'ola
Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su
ıste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bu sahrede benim'çün âre su
Ben lebim müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su
Ravza-ı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâol serv-i hoş reftâre su
Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su
Dest-bûsı arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su
ıçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mîzacına gire kurtâre su
Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
ıktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su
Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yi dürr-i istifâ
Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su
Kılmak için taze gül-zâr-i nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su
Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su
Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su
Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzu-ı için gül ruhsâre su
Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su
Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister salar nûr
Dönmez ol der-gâhdan ger olsa pâre su
Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer mey-hâre su
Yâ Habîbâ'llah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım
Eyle kim leb-teşneler yanıb diler hem vâre su
Sensin ol bahr-i kerâmet kim şeb-i Mi'rac'da
şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su
Çeşm-i hûr-şidden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su
Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dîl-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsanın sepe ol nâre su
Yümn-i na'tinden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şeh-vâre su
Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Hâb-i hasretten dökende dîde-i bîdâre su
Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
Mehmed Bin Süleyman - FUZULİ ( 1485-1556 )
Akkoyunlular devrinde, bu hanedanın toprakları içinde kalan Kerbela'da doğdu.Okumuş bir aileden geldiği ve çok iyi bir eğitim gördüğü bilinmektedir.Edebi yönünün gelişmesinde Azeri şairi Habibi'nin ve Ali Şir Nevai'nin fazlaca etkisi olmuştur. Arapça ve Farsça'yı, bu dillerde şiir söyleyebilecek kadar iyi bilen Fuzuli, Türkçe divanının önsözünde, uzun yıllarını akli ve nakli bilim leri öğrenmeye, hikemi ve hendesi bilgileri edinmeye harcadığını anlatır, tevsir ve hadis ile uğraştığını açıklar.Farsça divanının önsözünde ise, " fuzuli" mahlasını neden seçtiğini anlatırken, bu ismin başkalarının hoşuna gitmeyecek ve kimse tarafından kullanılmayacak bir kelime olduğu için seçtiğini belirtir.Fuzuli kelimesi, meziyet, kerem, bilim anlamındaki "fazl" sözcüğünün çoğuludur.Fakat öte yandan da "edebe aykırı" manasını da taşımaktadır.
Safevi Devleti'nin ilk hükümdarı Şah İsmail, Bağdat'ı ele geçirdiği sırada Fuzuli kendini kanıtlamış bir şairdi.Şah İsmail'in, Horasan yakınlarında Özbek hanını yenmesi üzerine yazdığı ilk mesnevisi " Beng ü Bade " ( Afyon ve Şarap ) yi kendisi gibi Şii olan ve şairliği ile tanınan hükümdar Şah İsmail'e hayranlık ve takdir belirten beyitlerle sundu.
Kanuni Sultan Süleyman, 1534 yılında Bağdat'ı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine dahil ettiğinde ise Fuzuli, bu fetih için övgüler yazdı.Osmanlı hükümdarı için beş kaside yazdı.Bu durumdan da anlaşılacağı gibi; Bağdat'ta yönetimin değişmesi Fuzuli'yi sıkıntıya sokmamaktadır.Bağdat'ın fethine katılan Hayali ve Taşlıcalı Yahya gibi Osmanlı şairleriyle tanışan Fuzuli'ye Kanuni tarafından maaş bağlanmıştı.Fakat hükümdarın İstanbul'a dönmesinden sonra bu parayı alamayan şair İstanbul'a o ünlü mektubu gönderir : " Şikayetname ".
Osmanlı yöneticileri ile gayet iyi ilişkiler kuran Fuzuli, " Leyla vü Mecnun " ve " Hadikat - üs - Süeda " ( Saadete Ermişlerin Bahçesi ) gibi eserlerini Osmanlı döneminde yazdı.Bu eserleri devlet büyüklerine ithaf etti.
Tüm hayatı boyunca Bağdat ve çevresinde yaşayan şair, 1556 yılında veba salgınından öldü. Kerbela'da gömülü olduğu sanılmaktadır.
Sanatı
1 ) Şiirinin en önemli özelliği içtenliği, coşkunluğu ve sadeliğidir.
2 ) Şiirlerinin başlıca temaları; sevgi, ıstırap, dünyanın faniliği, ölüm
vs.'dir.Bunların ele alınışında lirizm dikkati çeker.
3 ) Gençlik şiirleri dil bakımından Azeri edebiyatının özelliklerini
gösterir.Osmanlılar'ın Bağdat'ı almalarından sonra yazdığı şiirlerin ise
sözlük ve gramer kuralları bakımından Türkiye Türkçesi' ne uyduğu görülür.
Divanı
- Önsöz
- Kasideler
* kaside der tevhid-i hazret-i bari ( Allah'a )
* kaside der na't-i hazret-i fahr-i mevcudat ( Allah'a)
* na't-i hazret-i nebevi ( Peygambere)
* na't-i hazret-i fahr-i kainat
* şah-i velayet ( Ali'ye )
* şah-i velayet
* sultan süleyman'a ( 4 adet )
* Ayaş paşa'ya ( 7 adet )
* Mehmet paşa'ya ( 4 adet )
* diğer devlet büyüklerine kasideler
- Gazeller ( 302 adet )
- Müstezad
- Terci-i bend
- Müseddes
- Muhammes
- Tahmis
- Murabba
- Mukatta'at