Şair Fuzuli - Fuzuli Eserleri

Son güncelleme: 25.04.2010 00:09
  • Fuzuli Kimdir - Fuzuli Biyografisi - Fuzuli Hakkinda - Fuzuli Resimleri - Türk Divan şairi Fuzuli


    Fuzuli (1480-1556), Türk Divan şairi. Temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir şiir anlayışını geliştirmiştir. Gerçek adı Mehmed b. Süleyman'dır.
    Divan İslam devletlerinde idari, mali, askeri meselelerin ve her türlü davaların görüşülüp gerekli hükümlerin verildiği toplantı ve toplanılan yer. Kelimenin tarih içinde ortaya çıkışı, hazret-i Ömer zamanına kadar uzanır. Hazret-i Ömer zamanında Medine'de hükumet dairesi teşkil edilerek, maaş ve vazife defterleri tutulmuştur. İsimlerin yazıldığı deftere toplanmış olmasından dolayı divan adı verilmiştir.

    Emevi Devletinde belli başlı dört divan vardı. İdari işler bu divanlar vasıtasıyla
    nız.
    Kerbela'da doğdu, doğum yılı kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara göre
    Kerbela Irak'ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat'ın 100 km güneybatısında

    1480 dolaylarındadır.
    1480 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler

    1556'da Kerbelâ'da öldü. Yaşamı, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. Şiirde "Fuzûlî" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını,
    1556 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler

    Farsça Divan'ının girişinde açıklar. Ama "işe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sözcüğünün başka bir anlamı da "erdem"dir. Onun bu iki kaşıt anlamdan yararlanmak amacını güttüğünü ileri sürenler de vardır.

    Fuzûlî'nin yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle söylenceyle gerçeği ayırma olanağı bulunmamaktadır. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanışından kaynaklanmaktadır. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle
    Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.

    İslam bilimleri,
    İslam, Allah'ın insanlara Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile gönderdiği son ilahi dindir. Arapçada seleme (Allah'a tamamen bağlanmak) kökünden gelen İslam sözcüğünün Türkçe anlamı "Allah'a ve onun buyruklarına kayıtsız şartsız inanan" demektir. Bu kelime aynı zamanda, Hz. Muhammed aracılığıyla ilkeleri bildirilen ve Müslüman adı verilen (Arapça İslamlığı kabul eden anlamına, müslim'den) 600 milyon insanı bünyesinde toplamış büyük bir dinin de adıdır.

    tasavvuf,
    Öncelikle, Tanrı'nın niteliğini ve evrenin oluşumunu vahdeti vücut, yani varlığın birliği görüşüyle açıklayan felsefe görüşü; daha özel olarak da, İslam dünyasında VII, yüzyılda ortaya çıkan, ve IX. yüzyılda Eski Yunan, Yahudi, Hint ve eski İran düşüncelerinin etkisiyle sistemleşen gizemci, dini ve felsefi öğreti.

    İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Şiirlerinde görülen kavramlardan simya, gökbilim konularıyla ilgilendiği, İslam ülkelerinde pek yaygın olan ve gelecekteki olayları bildirmeyi amaçlayan "gizli bilimler"le ilişkili bulunduğu anlaşılmaktadır. İslam bilimleri içinde hadis, fıkıh, tefsir ve kelam üzerinde durduğu, gene yapıtlarında yer alan kavramların incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu üç dili de çok iyi kullandığını, onların bütün inceliklerini kavradığını göstermektedir. Yapıtları incelendiğinde İran şairlerinden Hâfız, Türk şairlerinden de Nesîmî, Nevâî ve Necati'yi izlediği, onların şiir anlayışını, duygu ve düşüncelerini benimsediği görülür.

    İnanç bakımından Fuzûlî,
    İslâmlığı kabul ettikten sonra yüzyıllar boyunca edebiyatımıza büyük etkileri olmuş olan ve Divan edebiyatımızın ...
    ...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Şii mezhebine bağlıdır. On iki İmam'a karşı derin bir sevgisi vardır. Bütün yaşamını Kebelâ'da, Şiiler'ce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirmesi, aşağı yukarı bütün şiirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi,


    Kerbela olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenlerdir. Ancak
    Kerbela Savaşı veya Kerbela Olayı, 10 Ekim 680 (10 Muharrem 61) tarihinde bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi Halifesi I. Yezid'e bağlı ordu arasında cereyan etmiştir.

    Hz. Ali'ye bağlılığı, Ali'nin tanrısal bir varlık olduğu görüşünü savunan ve İslam ülkelerinde Galiye (aşırılık) diye nitelenen inançla ilgili değildir. Ona göre Ali erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişidir ve
    Ali bin Ebu Talib (Arapça:علي بن أبي طالب, Farsça: علی پسر ابوطالب, Türkçe'de Hz. Ali olarak da anılır) ‎ (599 - 661) Şii inancına göre ilk halife ve oniki imamın ilkidir. Sünni inanışına göre ise dördüncü halife (Hulefa-i Raşidin'den) ve cennetle müjdelenen on sahabeden (Aşere-i Mübeşşere) biridir. Hz. Muhammed'in (sav) hem damadı hem

    Hz. Peygamber'den sonra imam (halife) olması gereken kimsedir. Bu görüşü benimsemeye, İslam ülkelerinde, mufaddıla (erdeme bağlı olma) denir. Fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasındadır. Ona göre Ali erdem bakımından, bütün halifelerden ve Peygamber'in yakınlarından (sahabe) üstündür. Bu konudaki inancını Hadîkatü's-Süedâ ("Mutluların Bahçesi") adlı yapıtında bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında Ali ve onun soyundan gelen imamlara bağlılığını konu edinen birçok şiir vardır. Bir aralık Bağdat'ı ele geçiren İsmail Safevi'ye yazdığı övgünün kaynağı da bu sevgidir. Fuzûlî'nin, geçimini Kerbelâ, Necef ve Bağdat'ta bulunan On İki İmam'la ilgili vakıfların gelirlerinden sağladığı
    Hz. Muhammed, Mekke'nin soylu Haşimoğulları ailesinden gelir. 571 yılında Mekke'de doğmuştur. Annesinin adı Amine, babasının adı Abdullah' tır. Hz. Muhammed daha doğmadan babası öldü. Yetiştirilmesini dedesi Abdülmuttalip üzerine aldı ve torununa o zamana kadar kimseye verilmemiş olan Muhammed adını verdi.

    Farsça Divan'ındaki "Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli" (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, yaşadığı dönemin geleneğine uyarak, Bağdat'ı ele geçiren Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman'a ve Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyüklerine övgüler yazmıştır.

    Fuzûlî'nin bütün yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışını, insanla ilgili düşüncelerini sergilediği şiirlerinde görülür. Ona göre şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" anlayışından yola çıkarak sevgiyi evrenin özünü kuran bir öğe diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" yargısına varır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğe üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü. Üzüntünün, ayrılık acısının, kavuşma özleminin odaklaştığı başlıca yapıtı Leylâ ile Mecnun'dur. Burada seven insan, bütün varlığıyla kendini sevdiği kimseye adamıştır, ancak sevilen kimsede yoğunlaşan sevgi tanrısal varlığı erek edinmiş derin bir özlem niteliğindedir. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünüş alanına çıkan Tanrı, tek erektir. Fuzûlî, bu konuda Yeni-Platonculuk'tan beslenen tasavvufun insan-tanrı anlayışına bağlı kalarak, varlık birliği görüşünü işlemiştir. Ona göre gerçek varlık Tanrı'dır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Bu nedenle yaratılış, tanrısal varlığın görünüş alanına çıkışı, bir ışık (nûr) olan "Tanrı özü'nden dışa taşmasıdır (sudûr); "Zihî zâtın nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden ver olmuştur).

    Fuzûlî'nin anlayışına göre insan "seven bir varlık"tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur, ayrı insanın Tanrı'ya yaklaşmasını sağlar. Bu nedenle de yalnız insan sevebilir. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır. İnsanda Tanrı istenci dışında bir eylemi gerçekleştirme olanağı yoktur. İnsan biri gövde, öteki ruh olmak üzere iki ayrı özden kurulu bir varlıktır. Gövdenin toprak, yel (hava), od (ateş) ve su gibi dört oluşturucu öğesi vardır. Ruh ise tanrısaldır, gövdede, gene Tanrı buyruğuyla bir süre kaldıktan sonra, kaynağına, tanrısal evrene dönecektir, bu nedenle ölümsüzdür. İnsanın yeryüzünde yaşadığı sürece ruhunun kutsallığına yaraşır biçimde davranması, doğruluk, iyilik, erdem, güzellik gibi değerlerden ayrılmaması, özünü bilgiyle süslemesi gerekir. Fuzûlî, "maarif" adını verdiği gönül bilgisini kişinin özünü ışıklandırması için bir kaynak diye yorumlar, "ey güzel zâtın maârif birle tezyîn edegör" dizesiyle bu konudaki görüşünü açıklar. Onun ahlakla ilgili görüşlerinin temelini kuran doğruluk, iyilik ve erdem gibi üç öğedir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki dizelere geniş yer verir. Ona göre bu yeryüzü bir alışveriş yeridir, herkes elindekini ortaya döker. Bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dünyayı seven de altını, gümüşü sergiler:

    Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder

    Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal

    Fuzûlî, inanç konusunda da erdemin, doğruluğun, Kuran'ın özüne bağlı kalmanın gereğini savunur. Ona göre oruç, namaz, zekât gibi görevler gösteriş için değil, kişinin özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Oysa içinde yaşanan çağın insanı İslam dininin temel ilkelerini bir çıkar aracı olarak kullanmakta, gerçeğinden uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle İslam'ın özünden ayrılmak istemeyen bir kimsenin uygulaması gereken yöntem "namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma" biçiminde özetlenebilir.

    Fuzûlî'nin dili Azeri söyleyişidir, özellikle Nevâî ve Nesîmî'yi anımsatan bir nitelik taşır. Şiirde uyumu sağlayan öğe genellikle, sözcükler arasında ses benzerliğinden kaynaklanır. Aruz ölçüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Dilde biri ses uyumu, öteki anlam olmak üzere iki temel öğe dizeler arasında, ses uyumuna dayanan bağlantıdır. Farsça'nın şiire daha yatkın bir dil olduğunu, Türkçe şiir söylemenin güçlüğünü ileri sürmesine karşılık, Türkçe şiirlerinde daha çok başarılı olmuştur. Hadikatü's-Süedâ adlı yapıtında şiir söylemeye pek elverişle olmayan Türkçe'yi başarıyla kullanacağını, bu dili güçlü, elverişli bir şiir durumuna getireceğini ileri süren Fuzûlî'de halk dilinde geçen sözcükler, deyimler, atasözleri önemli bir yer tutar. Kimi şiirlerinde Kuran ve Hadisler'den alıntılarla dizenin anlamı güçlendirilir.

    Divan şiirinin bütün ölçülerini, biçimlerini kullanan Fuzûlî'nin yaratıcı gücü, düşünce derinliği, söyleyiş akıcılığı daha çok gazellerinde görülür. Kerbelâ olayıyla ilgili şiirlerinde üzüntüyü çok geniş boyutlar içinde ele alarak şiirinin bütününe yayar, inanan, seven insanı bir "acı çeken varlık" olarak gösterir. Bu tür şiirlerinde sevgi ve aşk birbirini bütünleyen iki öğe niteliğine bürünür. Leylâ ile Mecnun adlı yapıtında işlenen derin özlem, ayrılıktan duyulan acı ağıt özelliği taşıyan şiirlerinde ölüm karşısında duyulan derin sarsıntıya dönüşür.

    Şiir, Fuzûlî için, düşünceleri, duyguları ortaya koymaya, insanı anlatmaya, kimi sorunları sergilemeye yarayan bir yaratıdır. Şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir varlık görüşünü dile getirmeyi amaçlar. Şiiri oluşturan özlü ve anlamlı sözdür, söz ile kişi kendini ortaya koyar. Öte yandan söz bir yaratma öğesidir: "Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz". Söz, onu söyleyenle bağlantılıdır, onun bulunduğu bilgi ve duygu aşamasını, değer basamağını gösterir.

    Artıran söz kadrini sıdk ile kadrin artırır

    Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz

    Dizelerinde sergilenen düşünceye göre sözün değerini artıran kendi değerini artırır, kişinin kendi neyse söylediği sözle açığa vurduğu da odur. Söz kişinin aynasıdır.

    Fuzûlî, kendinden sonra gelen Türk Divan şairleri arasında Bâkî, Ruhî, Nâilâ, Neşâti, Nedim ve Şeyh Galib gibi sevgiyi şiirlerinin odağı durumuna getiren şairleri etkilemiştir. Öte yandan kimi Alevi ozanlarca da bir "inanç ulusu" olarak benimsenmiş, saygı görmüştür.

    Fuzuli'nin Hayatı



    Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan
    Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.
    ...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında
    Oğuzlar, Oğuz Boyu Bugün; Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan'da yaşayan Türklerin ataları olan büyük bir Türk boyu. Oğuzlara, Türkmenler de denir.

    Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Kelimenin boy, kabile mânâsına gelen "Ok" ve çokluk eki olan "z"nin birleşmesinden "Ok-uz" (oklar, koylar) anlamında olduğu ileri sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı, yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu iddiâ edenler d

    Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta
    Akkoyunlular Türk boylarından biri. İran ve Doğu Anadolu'da devlet kurmuşlardır. Akkoyunluların ne zaman ve hangi yolla Anadolu'ya geldikleri bilinmemektedir. Bazı tarihçilere göre on ikinci asırda Maveraünnehr veya Azerbaycan'dan Doğu Anadolu'ya gelip, Urfa, Mardin ve Bayburt bölgelerine yerleştiler. Akkoyunluların soyu, Oğuz Hana kadar uzanmaktadır. Eski Oğuzların Bayındır boyunun bir oymağı oldukları da söylenmektedir. Bundan dolayı da Akkoyunlu Hanedanı "Bayındır" veya "Bayındırıyye"

    Kerbela veya
    Kerbela Irak'ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin'in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu yer. Bağdat'ın 100 km güneybatısında

    Necef'de doğduğu tahmin edilir.

    Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehirinde bir

    müftü olan babasından, ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür. Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden islamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır.

    Ayrıca
    Müftü fetva vermek ehliyetine sahip olan büyük İslam alimi. Fetva, bir meselenin dindeki hükmünü öğrenmek için sual soran kimseye, müctehid olan bir İslam aliminin verdiği cevap, bildirdiği dini hükümdür (Bkz. Fetva). Müfti, İslamiyeti iyi bilen, sorulan dini bir meselenin hükmünü Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp beyan eden, açıklayan derin din alimidir. Böyle olan İslam alimlerine "müctehid" denir (Bkz. Müctehid). Esasen usul-i fıkıh ilmi ıstılahında (terminolojisinde) mü

    Su Kasidesi'nin 2. beytinde;

    "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem"

    "Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su"

    diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca hamse sahibidir.

    Azerice Divanı'nın önsözünde;
    "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" demektedir.

    Su Kasidesi Fuzûlî'nin meşhur kasidelerinden biridir. Aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün" kalıbıyla yazılmıştır. Redifi "su" olduğu için bu şekilde adlandırılır. Fuzûlî bu kasidesini Hz.Muhammedi övmek amacıyla yazmıştır. Kaside üstün bir lirik söyleyiş ve sanatlı anlatımıyla Türk Edebiyatı'nın büyük şairlerinden Fuzûlî'nin bir söz şaheseridir.


    ...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Azerice,
    Azerbaycan'da 6 milyon, İran'da ise 23 milyon kişi tarafından konuşulan Türkçe'nin Oğuz (Batı) lehçelerinden biri olan Azerice, Azerbaycan'ın resmi dilidir.

    Alfabe

    Azerbaycan'da 1991'den bu yana Latin alfabesi kullanılsa da, eski Kiril alfabesi de hala yaygın denebilecek ölçüde kullanılmaktadır. İki alfabe arasında aşağıda gösterildiği gibi birebir ilişki vardır (ancak Kiril alfabesinde harflerin sırası değişiktir):
    ...Tümünü okumak için linke tıklayınız.
    Arapça ve
    Hami-Sami Dil Ailesi'nin Sami koluna mensup bir lisan. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, Türkiye ve İran'da ise Arap azınlıklarca kullanılmaktadır.

    Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Türkçedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.

    Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır. Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair
    Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran'ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır.

    Yunus Emre'dir. "Leyla ve Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dahil) en iyi mesnevîlerden biridir.

    İran şiirinden
    Türk ozanı (Sarıköy, Sakarya yöresi, 1240?-Sarıköy, 1320)

    Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.

    Hâfız, Türk şiirinden ise
    Hafız-ı Şirazi (Farsça: ondördüncü yüzyılda yaşamış İran'lı şair. Farsçanın en büyük şairlerinden biri olduğu kabul edilir. İran tasavvuf şiirinin öncülüğünü yapmıştır. Şiirlerinde gerçeküstücülük|gerçeküstü öğeler de bulunur.


    Nesimî ve
    İmadeddin Nesimi veya Türkiye'de bilinen yaygın adıyla Seyyid Nesimi Sûfi, Halk Şairi. Şiirlerinde "Seyyid", "Hüseyin" ve "Nesimi" mahlaslarını kullanmıştır.

    Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya kolera'dan öldüğü tahmin edilir. Şiirlerinin başkalarıyla karışmaması için gereksiz, manasız anlamına gelen fuzuli mahlasını kullanmıştır.

    Seçkin eserleri

    Eserleri Azerice, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde de eser veren Fuzuli'nin eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz;

    Türkçe manzum eserleri




    Divan,

    Beng ü Bade (بنگ و باده; Beng ü Bâde);

    444 beyitlik Türkçe mesnevi, 1956

    Beng ü Bade, Fuzuli'ye ait olan mesnevi.



    Leyla ile Mecnun (داستان ليلى و مجنون; Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn);

    3 bin 96 beyitlik mesnevi. Bir örnek;

    :یا رب بلا عاشق ايلهقيل آشنا منى

    :بر دم بلا عاشقدن ايتمهجدا منى

    :آز ايلمهعنایتونى اهل دردن

    :يعنى كهچوح بلالرهقيل مبتلا منى

    :Yâ Rab belâ-yı 'aşk ile kıl âşinâ meni

    :Bir dem belâ-yı 'aşkdan etme cüdâ meni

    :Az eyleme 'inâyetüni ehl-i derdden

    :Ya'ni ki çoh belâlara kıl mübtelâ meniLeylâ ve Mecnun 216

    # Risale-i Muammeyat (رسال ﻤﻌﻤيات; Risâle-i Muammeyât);

    # Kırk Hadis,

    # Su kasidesi

    # Hz. Ali Divanı

    #




    Şikâyetnâme (شکايت نامه; Şikâyetnâme) kafiyeli nesir türündedir;


    ız.
    Kanuni'nin


    Bağdat'ı fethinden sonra (
    Bağdat Irak'ın başşehri. Nüfusu 4,5 milyon civarındadır. Mezopotamya çanağının ortasında, Dicle Irmağının iki yakası üzerinde ve Dicle'nin Fırat'a en çok (40 km) yaklaştığı noktada, geniş bir alüvyon ovası üzerinde yer alır. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır.

    1534) padişaha
    1534 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler

    kasideler (
    Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur:
    Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, tabiat, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir.
    İkinci bölüm girizgah ya da

    Arapça: قصيدة, oğul qasā'id, قــصــائـد; Farsça: قصیده;) sunmuştur. Padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında 9 akçelik maaşla ödüllendirilmiştir. Maaşını alamayınca ''Şikâyetnâmeyi yazmıştır. Şikâyetnâme Fuzuli'nin en önemli eserlerinden biridir.

    Şikâyetnâmesinde Fuzuli şöyle der:

    {{Cquote|Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.
    Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılarKudret 189}}

    Türkçe mensur eserleri

    # Hadikatü's-Süeda (حديقهت السعداء; Hadîkat üs-Süedâ);

    Kerbela olayını anlatan düzyazı, 1837

    # Mektuplar

    Farsça manzum eserleri

    # Divan,

    # Enis'ül-Kalb (اﻥﻴﺲ الﻗﻠﺐ; Anîs ol-qalb);

    # Heft Cam (sâkinâme) (هﻔﺖ جام; Haft Jâm);

    tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi

    # Resale-e Muammeyat (رسال ﻤﻌﻤيات; Resâle-e Muammeyât);

    # Sehhat o Ma'ruz (ﺹحت و ﻡﻌﺮوض; Sehhat o Ma'ruz)

    Farsça mensur eserleri

    # Rind ü Zahid (رند و زاهد; Rend va Zâhed);

    Basımları

    # Hadikatü's-Süeda (1837, Kerbela olayını anlatan düzyazı)

    # Türkçe Divan (1838, 1958)

    # Sıhhat u Maraz (1940, tıp bilgileri)

    # Enis'ül-Kalb (1944)

    # Fuzuli'nin Mektupları (1948)

    # Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)

    # Rind ü Zahid (1956)

    # Arapça Divan (1958)

    # Matlau'l İtikad (1962)

    # Saki name (tasavvuf içerikli mesnevisidir)

    # Su kasidesi

    Fuzuli'nin Eserleri

    Fuzuli sadece şairliğiyle değil, yapıtlarının çokluğuyla da meşhurdur. Üç divanından başka başta Leylâ ve Mecnun olmak üzere birçok eseri vardır. Başlıca eserleri şunlardır: Leylâ ve Mecnun (ünlü bir mesnevidir); Hadikat-üs-Süeda (Kerbelâ Olayı'nı konu alan bu düzyazı ve şiir karışımı eser, şairin en önemli kitaplarından ve Türk edebiyatının şaheserlerinden biridir, sonraki şairleri büyük ölçüde etkilemiş, birçok defa basılmıştır); Beng ü Bade (500 beyitlik Türkçe mesnevi); Heft-Cam (327 beyitlik bir sakiname); Rind ü Zahid (Farsça düzyazı); Hüsn ü Aşk (Farsça düzyazı); Şikâyetname (Türk mizah ve hiciv edebiyatının şaheserlerindendir) v.d.

    Başlıca eserleri:
    Divan (Türkçe), (ö.s.) 1838; Sıhhat ve Maraz, (ö.s.), 1940; Enisü'l-Kalb, (ö.s.), 1944; Terceme-i Hadis-i Erbain, (ö.s.), 1951, ("Kırk Hadis Çevirisi"); Beng ü Bâde, (ö.s.), 1956; Hadikatü's-Süedâ, (ö.s.), 1955, ("Mutluların Bahçesi"); Leylâ ve Mecnun, (ö.s.), 1955; Rindü Zahid, (ö.s), 1956; Divan (Arapça) (ö.s.),1958; Mektuplar, (ö.s.), 1958; Divan (Farsça), (ö.s.), 1962; Heft Câm, (ö.s.), 1962.

    Leylâ ve Mecnun

    Türkçe divanı kadar ünlüdür. Bir Arap emirinin kızı Leylâ ile ona âşık olan bir Arap gencinin başından geçenleri anlatır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Zamanımıza kadar 30 defadan fazla basılmış, bütün önemli dünya dillerine çevrilmiştir. Rusya'da opera olarak da bestelenmiştir.

    Gazellerinden ve Beyitlerinden Seçmeler:

    Gazel

    1- Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı

    Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı

    2- Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele

    ver

    Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

    3- Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde

    Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı

    4- Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

    Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı

    5- Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen

    Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı

    Açıklama:

    1-Senin sokağının başında beladan başka

    elde ettiğim (bir şey) yok -aşkının yolunda

    yok olmaktan (ölmekten) başka da bir amacım

    yok.

    2-Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim,

    ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka

    ne bulursan yele ver (savur) dağıt.

    3-Kimsesizliğim o dereceye vardı ki,

    çevremde -bela girdabından başka dönen

    kimse yok.

    4-Bana, ne gönül ateşinden başka kimse

    yanar,-ne de tan yelinden başka kimse

    kapımı açar.

    5-Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah

    etmeyeyim? -bende sesten başka ne kâr

    bulunur.

    Gazel

    1 bende mecnundan füzun aşıklık istidadı var

    aşık-ı sadık benem mecnunun ancak adı var

    2 kıl tefahür kim senin hem var ben tek aşıkın

    leylanin mecnunu şirinin eğer ferhadı var

    3 ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle

    derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var

    4 öyle bed-halem ki ahvalim görende şad olur

    her kimin kim dehr cevrinden dil-i naşadı var

    5 gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkta

    kim bu sahranın güzer-gahında çok sayyadı var

    6 ey fuzuli aşk men'in kılma nasihten kabul

    akl tedbiridir ol sanma ki bir bünyadı var

    Açıklama

    1 bende mecnundan daha fazla aşıklık özellikleri var

    sadık olan aşık benim, mecnunun sadeece adı var

    2 ben senin aşığınım ki bununla övünmelisin

    nasıl leylanın mecnunu şirinin ferhadı var

    3 aklım başımda ey gül beni bülbüle benzetme

    onun derde sabrı yok her an feryadı var

    4 öyle kötü haldeyim ki halimi görenler mutlu olur

    zamanın çarkından kimin neşesiz bir gönlü varsa

    5 ey gönlümün kuşu, aşk aleminde boş boş gezme

    cunku bu alemin her yolunda birçok avcısı var

    6 ey fuzuli! aşkı yasaklayan nasihatçıya uyma

    o aklın tedbiridir sanmaki onun bir temeli var

    ---------------------------------------

    aşk men'i: aşkı menetme

    bünyad: temel

    dehr: zaman

    ehl-i temkinem: ağırbaşlıyım

    nasih: nasihatçı

    naşad: neşesiz

    tefahür: iftihar

    Gazel

    ey firak-i leb-i canan ciğerim hun ettin

    çehre-i zerdimi hun-ab ile gul-gun ettin

    ciğerim kanını gözyaşına döktün ey dil

    vara vara anı Kulzüm bunu Ceyhun ettin

    nice hüsn ile seni Leyla'ya nispet kılayım

    bilmedin kadrimi terk-i ben-i mecnun ettin

    ahd kıldın ki cefa kesmeyesin aşıktan

    aşık-ı vade-i ihsan ile memnun ettin

    cüra cüra mey içip zib-i cemal artırdın

    zerre zerre gözümün nurunu efzun ettin

    ey fuzuli akıdıp seyl-i sirişk ağlayalı

    aşk ehline figan etmeği kanun ettin

    ---------------------------------------

    cüra: yudum

    efzun etmek: çoğaltmak

    hun: kan

    kulzüm: kızıldeniz

    seyl-i sirişk: gözyaşı seli

    zerd: sarı

    zib: süs

    Gazel

    1 hasılım yok ser-i kuyunda beladan gayrı

    garazım yok reh-i aşkında fenadan gayrı

    -

    2 ney-i bezm-i gamem ey ah ne bulsan yele ver

    oda yanmış kuru cismimde hevadan gayrı

    -

    3 perde çek çehreme hicran günü ey kanlı sirişk

    ki gözüm görmeye ol mah-likadan gayrı

    -

    4 yetti bikesliğim al gayete kim çevremde

    kimse yok çevrile girdab-ı beladan gayrı

    -

    5 ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge

    ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı

    -

    6 bozma ey mevc gözüm yaşı hababın ki bu seyl

    koymadı hiç imaret bu binadan gayrı

    -

    7 bezmi aşk içre fuzuli nice ah eylemeyem

    ne temettu bulunur bende sadadan gayrı

    ------------------------------------------

    1 senin etrafında elde edebildigim bir sey yok beladan baska

    bir amacım yok aşkının yollarında kendimi kaybetmekten başka

    2 uzuntu toplulugunun neyiyim, ne bulursan rüzgara ver

    ateşle yanmış kuru cismimde havadan başka

    3 hicran günü yüzüme bir perde çek ey gözyaşı

    ki gözüm kimseyi görmesin o ay yüzlü güzelden başka

    4 yetti artık kimsesizliğim, çevremde kim varsa al

    dönen hiç bir şey yok bela girdabından başka

    5 ne yanar kimse bana gönül ateşinden özge

    ne açar kimse kapımı sabah rüzgarından başka

    6 ey dalga! bu sel gözümün yaşının bir kabarcığıdır, bozma

    sağlam hiç bir şey bırakmadı bu binadan başka

    7 aşk alemi içinde ah edip sızlanma ey fuzuli!

    ne kar bulabilirsin ki kendinde bu sedadan başka

    ------------------------------------------

    bi-keslik:kimsesizlik

    çevrile: dönen

    habab: kabarcık

    mah-lika: ay yüzlü

    mevc: dalga

    reh: yol

    seyl: sel

    sirişk: gözyaşı

    temettu: kar

    Gazel

    1 ya rab belayı aşk ile kıl aşina beni

    bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni

    2 az eyleme inayetini ehli derdden

    yani ki çok belalara kıl mübtela beni

    3 oldukça ben götürme beladan iradetim

    ben isterim belayı çü ister bela beni

    4 gittikçe hüsnün eyle ziyade nigarımın

    geldikçe derdine beter et muptela beni

    5 öyle zaif kıl tenimi firkatinde kim

    vaslına mümkün ola yeürmek saba beni

    6 nahvet kılıp nasib fuzuli gibi bana

    ya rab mukayyed eyleme mutlak bana beni

    -----------------------------------------

    1 tanrım, aşk belasıyla beni tanıştır

    bir an bile aşk belasından uzak tutma beni

    2 elinin bolluğunu dert isteyenlerden esirgeme

    yani bir sürü belalara müptela et beni

    3 ben olduğum sürece beladan dileğimi çevirme

    çünkü ben belayı istiyorum, bela ister beni

    4 sevgilimin güzelliğini gittikçe artır

    bela geldikçe derdine daha beter müptela et beni

    5 vücudumu onun ayrılığında öyle hafif kıl ki

    hafif esen sabah rüzgarı bile ulaştırabilsin ona beni

    6 kibirlilik edip fuzuli gibi bana

    ey tanrım, bir an bile başbaşa bırakma kendimle beni

    -----------------------------------------

    iradet: dilek

    nahvet: kibirlilik

    nigar: sevgili

    Gazel

    Ey gönül yârı iste candan geç

    Ser-i kûyun gözet cihandan geç

    Yâ tama' kes hayat zevkinden

    Yâ leb-i lâl-i dil-sitândan geç

    Mülk-i tecrîddir ferâgat evi

    Terk-i mâl eyle hân-ü-mandan geç

    Lâ-mekan seyrinin azîmetin et

    Bu harâb olacak mekandan geç

    ı'tibar etme mülk-i dünyâya

    ı'tibar-i uluvv-i şandan geç

    Ehli dünyanın olmaz ahireti

    Ger bunu ister isen andan geç

    Meskenin bezm-gâh-i vahdettir

    Ey Fuzûlî bu hâk-dandan geç

    Gazel



    Ey bî-vefa ki âdet oluptur cefâ sana

    Bi'llah cefadır olma demek bî-vefa sana

    Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedir işin

    Cânın sevenler olmasa yiğ âşnâ sana

    Bin cân olaydı kâş men-i dil
    # şîkestede

    Tâ her biriyle bir kez olaydım fidâ sana

    Aşkından mübtelalığımı ayb eden sanır

    Kim olmak ihtiyâr iledir mübtelâ sana

    Ey dil ki hecre düzmeyip istersin ol mehi

    şükr et bu hâle yoksa gelir bir belâ sana

    Et gül gâmımda eşk ruh-i zerdim etti âl

    Bildirdi ola sûret-i hâlim sabâ sana

    Düşmez çü şâh kurbu Fuzûlî gedâlara

    Ol şehden iltifat ne nisbet bana sana

    Gazel



    Ol ki her sa'at gülerdi çeşm-i giryânım görüp

    Ağlar oldu hâlime bî-rahm cânânım görüp

    Eyleyen ta'yin-i cezâ-yi müdâvâ derdime

    Terk edip cem' etmedi hâl-i perîşânım görüp

    Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar

    Hiç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânım görüp

    Tut gözün ey dûd-i dil çerhin ki devrin terk edip

    Kalmasın hayrette çeşm-i gevher efşânım görüp

    Pertev-i hur-şîd sanmam yerde kim devr-i felek

    Yere urmuş âf-tâbın mâh-i tâbânım görüp

    Suda aks-i serv sanmam kim koparıp bağ-bân

    Suya salmış servini serv-i hırâmânım görüp

    Ey Fuzûlî bil ki ol gül-'ârızı görmiş değil

    Kim ki ayb eyler benim çâk-i girîbânım görüp

    Gazel

    Gönülde bin gâmım vardır ki pinhân eylemek olmaz

    Bu hem bir gam ki il ta'nından efgân eylemek olmaz

    Ne müşkil derd olursa bulunur âlemde dermânı

    Ne müşkil der imiş aşkın ki dermân eylemek olmaz

    Fena mülküne çok azm etme ey dil çekme zahmet kim

    Bu tedbîr ile def'i derd-i hicrân eylemek olmaz

    Sakın gönlüm yıkarsın pendden dem urma ey nâsih

    Hevâ-yi nefs ile bir mülkü vîran eylemek olmaz

    Dehânın üzre lâ'lin istemiş dil def-i müşkildir

    Görünmez hiç cürmü yok yere kan eylemek olmaz

    Du'âlar eylerim benden yana bir dem güzâr etmez

    Ne çâre sihr ile servi hırâman eylemek olmaz

    Fuzûlî âlem-i kayd içre sen dem urma aşkından

    Kemâl-i cehl ile da'vây-i irfân eylemek olmaz

    Gazel

    Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı

    Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

    Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan

    Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

    şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım

    Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

    Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su

    Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

    Gâmım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen

    Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

    Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil

    Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

    Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır

    Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

    Gazel

    Ya Rab, belâ-yı aşk ile âşinâ kıl meni

    Bir dem belâ-yı ışkdan kılma cüda meni

    Az eyleme inayetini ehl-i derdden

    Ya'ni ki çok belâlara kıl mübtela meni

    Oldukça men götürme belâdan irâdetim

    Men isterem belâyı çü ister belâ meni

    Temkinimi belâ-yı mahabbetde kılma süst

    Tâ dost ta'n edüp demeye bî-vefa meni

    Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın

    Geldikçe derdine beter et mübtelâ meni

    Öyle zâif kıl tenimi firkatinde kim

    Vaslına mümkin ola yetürmek sabâ meni

    Nahvet kılub nasîb Fuzûlî gibi mana

    Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak mana meni

    Gazel



    Eyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünya nedür

    Men kimem sâkî olan kimdür mey ü sahba nedür

    Gerçi cânândan dîl-i şeyda içün kâm isterem

    Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dîl-i şeyda nedür

    Vasldan çün âşıkı müstağnî eyler bir visal

    Âşıka mâşukdan her dem bu istiğna nedür

    Hikmet-i dünya vü mâfiha bilen ârif degül

    Ârif oldur bilmeye dünya vü mâfiha nedür

    Âh u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi

    Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür

    Gazel



    Hansı gülşen gülbün-ü serv-i hırâmânunca var

    Hansı gülbün üzre gonca la'l-i handânunca var

    Hansı gülzâr içre bir gül açılur hüsnün kimi

    Hansı Gül bergi leb-i lâl-i dür-ebşânunca var

    Hansı bâgun var bir nahli kadün teg bâr-ver

    Hansı nahlün hâsılı sib-i zenahdânunca var

    Hansı hûnî sen kimi cellâda olmuşdur esîr

    Hansı cellâdun kılıcı nevk-i müjgânunca var

    Hansı bezm olmuş münevver bir kadün teg şem'den

    Hansı şem'ün şu'lesi ruhsâr-ı tâbanunca var

    Hansı yerde tapılır nisbet sana bir genc-i hüsn

    Hansı gencün ejderi zülf-i perîşânunca var

    Hansı gülşen bülbülün derler Fuzûlî sen kimi

    Hansı bülbül nâlesi feryâd ü efgânunca var

    Gazel



    Ney kimi her dem ki bezm-i vaslünı yâd eylerem

    Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem

    Rûz-ı hicrândur sevin ey murg-ı rûhum kim bugün

    Bu kafesden men seni elbette azâd eylerem

    Vehm edüp tâ salmaya sen mâha mihrin hiç kim

    Kime yetsem cevr-ü zulmünden ana dâd eylerem

    Kan yaşum kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına

    Munca kim her dem ciğer kanından imdâd eylerem

    ıncimen her nice kim ağyâr bî-dâd eylese

    Yâr cevri içün gönül bî-dâda mutâd eylerem

    Bilmişem bulman visâlinlik bu ümmîd ile

    Gâh gâh öz hatır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem

    Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını

    Ey Fuzûlî men dâhi âlemde bir ad eylerem

    Gazel



    Bilmez idüm bilmek ağzun sırrını düşvâr imiş

    Ağzunı derlerdi yoh dedüklerince var imiş

    Âciz olmuş yakmağa âhı ile kûhu Kûh-ken

    Neylesün miskin anun 'ışkı hem ol mikdâar imiş

    Daşa çekmiş halk içün Ferhâd şîrîn suretin

    'Arza kılmış halka mahbûbun 'aceb bî-'ar imiş

    Ka'be ihrâmına zâhid dediler bel bağladı

    Eyledüm tahkîk anun bağlanduğı zünhâr imiş

    'Ömrlerdir eylerem ahvâl-i dünyâ imtihân

    Nakd-i 'ömr ü hâsıl-ı dünyâ hemün bir yar imiş

    Zevk-i dîdârı ile dir-dârun yoh etdüm varumı

    Devlet-i bâkî ki derler devlet-i dîdâr imiş

    Dün Fuzûlî 'ârızun görgeç revân tapşurdu cân

    Lâf edüp derdi ki cânum var emânet-dâr imiş

    Gazel



    Kad enâr el-aşk-ı li'l-'uşşâkı minhâci'l-hüdâ

    Salik-i râh-i hakikat aşka eyler iktida

    Aşktır ol neş'e-i kâmil kim andandır müdâm

    Meyde teşvir-i hararet neyde te'sir-i sadâ

    Vâdi-i vahdet hakikatte makâm-i aşktır

    Kim müşahhas olmaz ol vadide sultândan geda

    Eylemez alvet-sarây-i sırr-i vahdet mahremi

    Âşıkı ma'şuktan ma'şuku âşıktan cüda

    Ey ki ehl-i aşka söylersen melâmet terkin et

    Söyle kim mümkin midir tağyîr-i takdîr-i Hudâ

    Aşk kilki çekti hat levh-i vücûd-i âşıka

    Kim ola sâbit Hak isbâtında nefy mâ'ada

    Ey Fuzûli intihâsız zevk buldun aşktan

    Böyledir her iş ki Hak adiyle kılsan ibtida

    Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib!

    Kılma derman kim, helakim zehri dermanındadır

    Ol yire varanı eylesun Hak cennetmekan

    Anın meni her daim şen olasız duada

    Su Kasidesi

    KASÎDE DER NA'T-I HAZRET-İ NEBEVÎ (Su Kasidesi)



    Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

    Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su

    Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

    Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

    Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk

    Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su

    Suya versin bağ-ban gülzar-ı zahmet çekmesin

    Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin-gülzâre su

    Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına

    Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su

    Ârızın yâdiyle nem-nâk olsa müjgânım n'ola

    Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

    Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ

    Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su

    ıste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et

    Susuzum bu sahrede benim'çün âre su

    Ben lebim müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi

    Nitekim meste mey içmek hoş gelir huş-yâre su

    Ravza-ı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr

    Âşık olmuş gâlibâol serv-i hoş reftâre su

    Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek

    Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su

    Dest-bûsı arzûsiyle ger ölsem dostlar

    Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su

    ıçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

    Gül budağının mîzacına gire kurtâre su

    Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

    ıktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su

    Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yi dürr-i istifâ

    Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su

    Kılmak için taze gül-zâr-i nübüvvet revnakın

    Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su

    Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim

    Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâre su

    Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima

    Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su

    Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevc-hîz

    El sunup urgaç vuzu-ı için gül ruhsâre su

    Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl

    Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su

    Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister salar nûr

    Dönmez ol der-gâhdan ger olsa pâre su

    Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ

    Eyle kim def-i humar için içer mey-hâre su

    Yâ Habîbâ'llah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım

    Eyle kim leb-teşneler yanıb diler hem vâre su

    Sensin ol bahr-i kerâmet kim şeb-i Mi'rac'da

    şeb-nem-i feyzin yetirmiş sâbit ü seyyâre su

    Çeşm-i hûr-şidden her dem zülâl-i feyz iner

    Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su

    Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dîl-i sûzânıma

    Var ümîdim ebr-i ihsanın sepe ol nâre su

    Yümn-i na'tinden güher olmuş Fuzûlî sözleri

    Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şeh-vâre su

    Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

    Hâb-i hasretten dökende dîde-i bîdâre su

    Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam

    Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su

    Mehmed Bin Süleyman - FUZULİ ( 1485-1556 )
    Akkoyunlular devrinde, bu hanedanın toprakları içinde kalan Kerbela'da doğdu.Okumuş bir aileden geldiği ve çok iyi bir eğitim gördüğü bilinmektedir.Edebi yönünün gelişmesinde Azeri şairi Habibi'nin ve Ali Şir Nevai'nin fazlaca etkisi olmuştur. Arapça ve Farsça'yı, bu dillerde şiir söyleyebilecek kadar iyi bilen Fuzuli, Türkçe divanının önsözünde, uzun yıllarını akli ve nakli bilim leri öğrenmeye, hikemi ve hendesi bilgileri edinmeye harcadığını anlatır, tevsir ve hadis ile uğraştığını açıklar.Farsça divanının önsözünde ise, " fuzuli" mahlasını neden seçtiğini anlatırken, bu ismin başkalarının hoşuna gitmeyecek ve kimse tarafından kullanılmayacak bir kelime olduğu için seçtiğini belirtir.Fuzuli kelimesi, meziyet, kerem, bilim anlamındaki "fazl" sözcüğünün çoğuludur.Fakat öte yandan da "edebe aykırı" manasını da taşımaktadır.

    noimage

    Safevi Devleti'nin ilk hükümdarı Şah İsmail, Bağdat'ı ele geçirdiği sırada Fuzuli kendini kanıtlamış bir şairdi.Şah İsmail'in, Horasan yakınlarında Özbek hanını yenmesi üzerine yazdığı ilk mesnevisi " Beng ü Bade " ( Afyon ve Şarap ) yi kendisi gibi Şii olan ve şairliği ile tanınan hükümdar Şah İsmail'e hayranlık ve takdir belirten beyitlerle sundu.

    Kanuni Sultan Süleyman, 1534 yılında Bağdat'ı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine dahil ettiğinde ise Fuzuli, bu fetih için övgüler yazdı.Osmanlı hükümdarı için beş kaside yazdı.Bu durumdan da anlaşılacağı gibi; Bağdat'ta yönetimin değişmesi Fuzuli'yi sıkıntıya sokmamaktadır.Bağdat'ın fethine katılan Hayali ve Taşlıcalı Yahya gibi Osmanlı şairleriyle tanışan Fuzuli'ye Kanuni tarafından maaş bağlanmıştı.Fakat hükümdarın İstanbul'a dönmesinden sonra bu parayı alamayan şair İstanbul'a o ünlü mektubu gönderir : " Şikayetname ".

    Osmanlı yöneticileri ile gayet iyi ilişkiler kuran Fuzuli, " Leyla vü Mecnun " ve " Hadikat - üs - Süeda " ( Saadete Ermişlerin Bahçesi ) gibi eserlerini Osmanlı döneminde yazdı.Bu eserleri devlet büyüklerine ithaf etti.

    Tüm hayatı boyunca Bağdat ve çevresinde yaşayan şair, 1556 yılında veba salgınından öldü. Kerbela'da gömülü olduğu sanılmaktadır.

    Sanatı
    1 ) Şiirinin en önemli özelliği içtenliği, coşkunluğu ve sadeliğidir.
    2 ) Şiirlerinin başlıca temaları; sevgi, ıstırap, dünyanın faniliği, ölüm
    vs.'dir.Bunların ele alınışında lirizm dikkati çeker.
    3 ) Gençlik şiirleri dil bakımından Azeri edebiyatının özelliklerini
    gösterir.Osmanlılar'ın Bağdat'ı almalarından sonra yazdığı şiirlerin ise
    sözlük ve gramer kuralları bakımından Türkiye Türkçesi' ne uyduğu görülür.

    Divanı
    - Önsöz
    - Kasideler
    * kaside der tevhid-i hazret-i bari ( Allah'a )
    * kaside der na't-i hazret-i fahr-i mevcudat ( Allah'a)
    * na't-i hazret-i nebevi ( Peygambere)
    * na't-i hazret-i fahr-i kainat
    * şah-i velayet ( Ali'ye )
    * şah-i velayet
    * sultan süleyman'a ( 4 adet )
    * Ayaş paşa'ya ( 7 adet )
    * Mehmet paşa'ya ( 4 adet )
    * diğer devlet büyüklerine kasideler
    - Gazeller ( 302 adet )
    - Müstezad
    - Terci-i bend
    - Müseddes
    - Muhammes
    - Tahmis
    - Murabba
    - Mukatta'at
#25.04.2010 00:09 0 0 0