Bir Ölümün Anatomisi

Son güncelleme: 28.02.2006 14:24
  • bir ölümün anatomisi
    Yazar: aris nalcı


    Uzun mavi taşlarla kaplı koridorun ışıksız bölümünde yere çökmüş oturuyordu. Gözü karşısında duran ve içeri girilmesi kesinlikle yasaktır yazan kapının tam karşısında küçük elle yapılmış ufak bir tahta parçasının üzerinde ellerini dizerinde birleştirmiş ve kafasını yaslamış oturuyordu.

    Kapıdaki en ufak kıpırtı gözlerini birkaç kez kırpıştırmasına neden oluyordu. Heyecanla dışarı çıkacak hademeyi ekliyordu. Geldiğinden beri dışarı kimse çıkmamıştı Nöroloji Bölümü yoğun bakımının kapısından. Birkaç saat önce etrafta koşuşturup duran içerideki yakınını görmek isteyen ziyaretçiler şimdi koridorun diğer köşesindeki koltukları birleştirmiş birbirlerinin üzerine kafaları düşmüş bir şekilde uyuyorlardı. Hasta beklemek onları yormuştu. Ama o 3 saattir yerinden hiç kıpırdamadan hatta kimseyle konuşmadan içerdeki odadan birinin çıkıp ona olan biten hakkında bilgi vermesini bekliyordu.

    Hademe elinde bir liste ile dışarı çıktı. İçinde en azından içeriden bir haber geleceği için bir sevinç fırtınası koptu gereksiz yere. Hastane koridorundan nasıl bir sevinç yaşanabilirdi ki doğumhane kapısında değilse eğer insan.

    Hademe elindeki listeyi çocuğa uzattı. Doktorun el yazısını, çocuğun da okuyamayacağını anlamış olacak ki hademe listeyi alıp tek tek okudu sırayla. Hortum, şırınga, bant, kotluk altı derecesi ve sargı bezi& Ardından da bunları alt kattaki tıp markette bulabileceğini söyledi. Hademenin elindeki ikinci listede ise bir fotokopi kâğıdı bulunuyordu. Kâğıtta hastaneye getirilmesi gereken eşyalar yazıyordu. Çatal, kaşık, pijama, iç çamaşırı, terlik vs. Uzun süre hastanede kalacaktı anlaşılan.

    Hastanenin uzun ve dolambaçlı koridorlarında alt kata inen merdivenleri bulmak için telaşla yürümeye başladı çocuk. Önce ailesini bulup onlardan para almalıydı. Önce sağ sonra kırık sandalyeli koridordan sağ ardından da merdiven, ilk merdivenden sonra tekrar sağ ve sonra sol& Kaybolmaya başlamıştı& Yoğun bakımın yerini bulana kadar zaten bayağı zaman harcamıştı. Ama bulmuştu işte. Tıp marketi de bulabilirdi. Hastanede birkaç dakika turladıktan sonra acil servisin kapısının önündeki bahçeye sigara içmek için çıkan anne ve babasını buldu. Onlara hademenin dediklerini bir teyp kasetinden okurmuş gibi duygusuz bir ses tonuyla tekrarladı. Sonra da onları alıp eliyle koymuş gibi bulduğu tıp markete götürdü. Gecenin 3ünde uykuya yeni dalmış bir görevli marketin kapısını açmadan camdan aldı listeyi ardından da aynı camdan verdi istediklerini.

    Yukarı çıktıklarında hademeye teslim etti torbayı. Hademenin onu güler yüzle karşılaması onu kuşkulandırdı. Hastanelerde güler yüz görmek iyi bir şey değildi. Doğumhane kapısında değilsen eğer. Sonra da tekrar kapının karşısındaki yerini aldı. Orda duran el yapımı sandalyeye benzeyen bir tahta parçasının üzerine oturdu yine. Üzerinde Ben bunu yaparken içerdeki tüm hastalar için dua ettim. Her kim ki buraya oturursa o da aynını yapsın. Yazıyordu tahta çökmeliğin üzerinde. Ancak bir çökmelik olabilirdi zaten. Birkaç saat önce ayakta bekleşen koltuklarda oturacak yer bulamayan çaresiz hasta yakınlarından biri yapmıştı herhalde.

    Çökmeliğe oturup hayatında çok az yaptığı bir şey yaptı o da. Dua etti. O an yoğun bakım kapısında bekleyen herkes dua ediyordu belki ama onun duasının hem dili hem de amacı farklıydı. Daha önce ettiği duaları hatırladı. Lisede üniversite sınavının iyi geçmesi için dua etmişti. Beğendiği kız da onu beğensin diye dua etmişti. Ama şimdi hayatında ilk kez uzun süredir hasta olan anneannesinin artık huzura kavuşması için dua ediyordu. Dua ederken bir yandan utanıyor bir yandan da Allahtan böyle bir şey istediği için kendine kızıyordu.

    Yorgundu, annesi ve babası nöbeti devralmaya geldiklerinde eve gitti. Uyudu. Rahattı. Sanki geçmişti tüm olanlar. Kendi de rahatlığına bir anlam veremedi.

    Ertesi akşam hademe kapıdan ölüm haberiyle çıktı. Son bir kez görsün diye annesini aldılar içeri. Konuşuyor ama iyi değil diye durumu özetledi annesi kapıdan çıkışta. Zaten birkaç dakika sonra da ölüm haberiyle geldi hademe dışarıya. Yapacak bir şey kalmamıştı onlar için. Duası tuttu diye sevinmeli miydi yoksa üzülmeli miydi anlayamadı o an. Yapabildiği tek şey anneannesinin hastalığı boyunca huzura kavuşmak için sürekli olarak dua okuduğunu hatırlayıp kendini avutmak oldu.

    Henüz sabah olmadan hastaneden çıkışını almaya gitti babası. Cenazeyi teslim almak için morga gittiğinde nüfus kâğıdını soran kişi imamdı. Dün gece eline tutuşturulan onca belge arasında nüfus kâğıdını ararken imam dua okumaya başlamıştı bile.

    Hoca bey biz Hıristiyanız

    Öyle mi& olsun bir de ben okumuş olayım bir şey olmaz. Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara kuvvet versin evladım

    Nüfusu bulamadı ama elindeki kâğıt tomarlarına bakan imam bunların yeterli olduğunu söyleyerek başsağlığı dileyip cenazeyi teslim etti.

    Elindeki kâğıtların hiçbirinde hastanın adı doğru yazılmamıştı. Tüm gece hastanenin koridorlarındaki bir sürü vezneye kayıt yaptıran babası memurlara kaynanasının adını ve soyadını doğru yazdıramayacağını anlayınca işler hızlansın diye vazgeçmiş, isimleri memurların kulaklarındaki paslara bırakmıştı.

    Giriş belgesinde Agani Mandroğlu olan isim, gece boyunca Ağani Mandrolu, Agni Mando, Aganik Mandrolu olarak değişmiş, çıkış belgesinde ise Avni Mado olarak geçmişti.

    Zor bir isimdi belki ama Ermeniler arasında en çok bilinen isimdi Ağavni, güvercin anlamına geliyordu. Birçok kez hastalığı sebebiyle eski günleri hatırlayamadığı dedesini konuşma fırsatını bulamayan çocuk şimdi anneannesinin tabutu başında kilisedeki ayinin bitmesini bekliyordu. Bir yandan da kilisenin sahne şeklindeki ön tarafındaki yükseltide duran güvercin figürlerine takılmıştı gözü. Çok uzun sürdü cenaze töreni. Birçok düğüne gitmişti son yıllarda onlar bile bu kadar uzun olmamıştı. Ermeniler ölülerine çok saygılıdır ondan cenaze törenleri uzun sürüyor herhalde. Gitmesini istemiyorlar hemen diye düşündü.

    Ermeni cenazeleri uzun sürer. En önemli şeydir ölülerin ölüm yıldönümlerinin anılması. Ölümlerinin 40. günlerinde bir araya gelinip ölenin ruhunun şad edilmesi. Cenaze töreninin ardından kilise salonunda yapılan taziye ziyaretleri ve ardından da ölünün canına yenilen helva törenin en önemli yerleridir.

    Tören başlarken aile kilisenin yönetim kurulu odasında bekletilir. Gelenler karşılamak onların görevi değildir. Kapıdan girenleri imza listeleri karşılar. Cenazeye gelenler listelere isimlerini yazar ardından da ölenin anısına herhangi bir yardım kurumuna bağış yapmak için sıraya girerler.

    Tören büyük bir titizlikle başladı. En yakınından en uzak akrabasına kadar önem sırasıyla dizildiler konuklar kiliseye. Kadınlar solda erkekler sağ tarafta bekledi geleneğe uygun olarak. Ayinin ardından kapı çıkışında papaz ölenin ruhunu andı ve kalanlara güç vermesini diledi. Haçını öptürdü onlara. Kadınlar ayinden sonra kilise salonunda aileye gelen taziyeleri kabul etti. Konuklara kahve pişti. Kahve kokusu kapladı tüm salonu o kadar ağırdı ki gözyaşının akmasına bile izin vermedi. Erkekler ise cenazeyi toprağa vermeye gittiler.

    Ne kilisedeki törende ne evde hiç ağlamadı. Taa ki mezarlığa kadar. Mezarlıkta tabutun arkasında dört beş kişi vardı sadece. Tabutu gömmeye gittikleri yerde mezar taşının önüne dizildiler. En öndeydi torunu. Dikkatle seyretti tabutu nasıl yerleştirdikleri. Sanki bir şey olacak anneannesine diye korkuyordu halen. Ne yapacağını bilmiyordu vücudu. Papaz tekrar dua okumaya başlayıp tabut toprağa girdiğinde küreği kaptı gömücülerin elinden. Biri varsa toprağı onun üzerine atacak o da o olmalıydı. En azından 24 yıldır tanıdığı çocukluk yıllarında kendine bakan anneannesine bunu borçluydu. Cenaze töreninde tabutun önünde bulunan üzerinde torunları yazılı bir çelenk duygularına anlatmaya yetmezdi. Hiç yorulmadan saatlerce kürek salladı. İlk gözyaşı orda aktı torunun. Tabut tamamen gözden kayboluncaya kadar. Mezar taşı dikkatini çekti oradan giderken Mandroğlu soyadlı son kişiydi anneannesi. Bir ailenin daha soyu tükenmişti Sadece kütük kayıtlarında kalacaktı. Nüfus cüzdanından anne kızlık soyadı hanesinde yaşayacaktı artık o var olmayan Mandroğlu ailesi.

    Güvercinler eşlik ediyordu o mezarlıktan çıkarken. Anneannesi onu izliyor diye düşündü. O iki yaşındayken ölen dedesine çok benzediğini söylerlerdi, şimdi anneannesi onun yanındaydı belki de. Benden dedeme selam söyle dedi içinden dışarı çıkarken.

    Kiliseye döndü annesini kız kardeşini aldılar. Sonra da eve gittiler. Anneannesinin odasını topladılar. Tüm elbiseleri fakirler kurumuna verilmek üzere bavula kondu. Ama öyle eşyalar vardı ki&

    Televizyon seyrederken koltuğun minderinin arasından çıkan anneannesin yakın gözlükleri hatıra kaldı tüm o odadan.

    Yılbaşı arifesiydi. Herkes yeni yıl heyecanındaydı ertesi sabah İstanbulda. İlk yapmayı düşündüğü şeyi yaptı kalkınca. Binlerce kez önünden geçtiği Eminönü Sultanahmet Cami önündeki yemcilere gitti. Bir poşet yem alıp dağıttı cami önündeki güvercinlere. Anneannesinin yeni yılını kutladı bir yandan güvercinlere konuşarak. Ne de olsa Ağavniydi adı Güvercindi o da belki&

    Gözlerinize Sağlık Güzel Arkadaşlarım...
#28.02.2006 14:21 0 0 0
  • teşekkür...
#28.02.2006 14:24 0 0 0