Gecenlerde Milli Egitim Bakani Celik, Kanal D Ana Haber Bülteni'ne konuk olmustu. Okullardaki siddeti konusuyorduk ki, sorularimdan birini son derece dogru bir saptamayla yanitladi:
"...Cocuklugundan itibaren dayak yiyerek büyüyen, sonra da dayak atan bir toplumuz..."
Daha dünlere kadar babalarimiz annelerimiz "Dayak cennetten cikmadir" demez miydi? Simdi neden böylesine hayret ediyoruz?
Cocuklugumuz, "Bugün cocugunu dövmeyen, yarin dizini döver" felsefesiyle gecti. Gözümüzü actigimiz andan itibaren aile ici disiplin metodu, yani dayak ile tanismaya basladik.
Ilk ve ortaokulda ögretmenlerden dayak yedik. Lisede sinifin iri yari cocuklari, okulun kabadayilari bu rolü aldilar. Maca gittik, ya karsi takimin taraftarlari dövdü veya bizim takim arkadaslariyla girisilen kavgalarda dayak yedik.
Askerlikte, dayak atma sorumlulugunu bu defa komutanlar sirtlandilar. Onlarin da amaclari bizi egitmek(!), disiplini hayatimiza sokmakti. Mutlaka kötü niyetli degillerdi, ancak baksa bir yöntem ögrenmemislerdi. Bizi "yola getirmenin" baksa caresi bulunmadigina inandirilmislardi.
Kazara suc isleyenlerimiz, karakola düsünce, bu defa polis amcalar tarafindan yola getirilirler. Ya sorgulama veya hapishane hayatina uyum saglayamadigi gerekcesiyle, dayak en makbul yöntemdir. Iste böyle büyüdük.
Simdi de biz dövüyoruz!
Daha dogrusu, bize ögretilenleri bizde cocuklarimiza, genclerimize ögretiyoruz.