Güzel Sanat Dallarının Özellikleri - Sanat Sınıflandırmak Hakkında

Son güncelleme: 24.09.2011 23:46
  • Güzel Sanatlar hakkında - Güzel Sanatlar Dallarınin Özellikleri Nelerdir - Güzel Sanatlarda Kullanılan Malzemeler - Güzel Sanatlar Hakkında - Güzel Sanat Dalları Hakkında Bilgi

    Türkiye, güzel sanatlar alanında geçmişten gelen engin bir birikime sahiptir. Bu birikim Cumhuriyet döneminde daha dinamik, üretken ve çağdaş bir kimliğe dönüştürülmüştür. Böylece Cumhuriyet, geçmişten devraldığı zengin mirası çağdaşlıkla sentezleyerek kendi kültür ve sanatını yaratmıştır.

    Cumhuriyet'in ilanının 1. yıldönümü kutlamaları kapsamın-da, gençlerin öğrenimlerini geliştirmeleri amacıyla Avrupa'ya gönderilen yirmi öğrencinin beşinin ressam olması Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in sanata bakışını kanıtlar. 1930'ların başlarında kurulan Halkevleri, Türkiye'nin bütün illerine resim, müzik, tiyatro etkinliklerini taşımış, 1937 yılında Atatürk'ün direktifleriyle Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olarak açılmış, 1938 yılında "Devlet Resim ve Heykel Sergileri" düzenlenmiştir. Türk mimarları, ressamları, heykeltıraşları uluslararası sanat ortamında varlıklarını tanıtan gelişmelere imza atmaya başlamışlardır.

    Resim. Türkiye'de batılı anlamda resim anlayışının gelişmesi 19. yüzyılda olmuştur. 1910'larda sanat eğitimi için Avrupa'ya giden İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail, Avni Lifij ve Feyhaman Duran gibi ressamlar, Cormon Atölyesi'nde öğrenim görmelerine karşın izlenimcilik akımının ilkelerini ya da sembolist yorumları Türk resmine kazandırmışlardır. "1914 Kuşağı" olarak anılan bu sanatçılar, Güzel Sanatlar Akademisi'nin öğretim üyeleri olarak, Cumhuriyet döneminin ressamlarını da yetiştirmişlerdir. Türk resmine modern yorumları kazandıran ilk ressamlar olan Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi, Hoffman Okulu'nun etkilerini ve dışavurumcu görüşün öncülüğünü, arkadaşları Şeref Akdik, Mahmut Cuda, Hale Asaf, Muhittin Sebati, Refik Epikman, Cevat Dereli ve heykeltraş Ratip Aşir Acudoğlu ile paylaşırlar. "Müstakiller" adı altında toplanan bu ressamlar, Zonguldak, Samsun, Bursa, İzmit gibi illerde Anadolu sergileri düzenleyerek Modern Türk Resmi'nin yaygınlaşmasına da önayak olmuşlardır. Bu atılımı yeni ufuklara taşıyan Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino, Sabri Berkel ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu, "D Grubu" adı altında birleşerek kübizim kaynaklı analitik çözümlemelere ve soyutlamalara yönelmiş, yeni gelişen sanat ortamında modern akımlarına ivme kazandırmışlardır.

    "Sanayi-i Nefise Mektebi" 1936 Üniversite Reformu ile Güzel Sanatlar Akademisi'ne dönüştürülmüş, Yüksek Resim Bölümü başkanlığına Fransız ressam ve gravür sanatçısı Léopold Levy getirilmiştir.

    Levy, akademi kadrolarını D Grubu ressamları ile birlikte yeni bir sisteme sokmuştur. Levy'nin öğrencileri tarafından kurulan "Yeniler Grubu" sanatçılarından Turgut Atalay ve Mümtaz Yener sosyal gerçeklere yönelirken, Nuri İyem soyuttan yola çıkarak Anadolu kadınının, gecekonduların, grevlerin ve göçlerin ressamı olmuştur.

    "Yeniler"in yarattığı Non-Figüratif resim 1950'lerde Mubin Orhon, Fahr el Nissa Zeyd, Nejat Devrim, Adnan Çoker, Lütfü Günay, Devrim Erbil, Özdemir Altan, Adnan Turani, Güngör Taner ve Mustafa Ata gibi ressamlar tarafından geliştirilirken, Sosyal Gerçekçi resim, Duran Karaca'nın Çukurova görünümlerinde, Cihat Aral'ın tuvallerinde ve Neşet Günal, Neşe Erdok atölyesinde yetişen sanatçılar arasında yaygınlaşmıştır.

    1950'lerde Bedri Rahmi Eyüboğlu ve atölyesinde yetişen sanatçıların birleştiği "Onlar Grubu" ise Türk Resim Sanatı'nda geleneksel kaynakları, minyatür, hat ve kilim, halı ve mozaiklerin esinlerini çağdaş yorumlarla birleştirdiler. Mehmet Pesen ve Nedim Günsür geleneklere yönelirken Orhan Peker, Leyla Gamsız, Turan Erol renk ve leke soyutlamalarının anlatım gücünü resimlerine kattılar. Resim sanatı 1980 ve 1990'larda önemli bir atılım dönemi geçirerek, Fantastik Gerçekçilik başta olmak üzere tuval resmine yeni eğilimler katılmış, Fikret Mualla, Avni Arbaş, Komet, Burhan Uygur, Ergin İnan, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Utku Varlık gibi sanatçılar uluslararası başarılar elde etmişlerdir. Gökhan Anlağan, Hüsamettin Koçan, Mehmet Gün, Mahir Güven, Alp Tamer Ulukılıç, İsmet Doğan, Canan Tolon, Murat Morova, İnci Eviner, Gülsün Karamustafa, Hale Tenger, Mehmet Uygun, Altan Çelem, Hakan Akçura, Mehmet Güleryüz, Selda Asal ve Serhat Kiraz gibi sanatçılar, tuval resimleri ya da kavramsal uygulamalarla Türk sanatına yeni boyutlar kazandırmışlardır. Öncü ve deneysel çalışmalar, ilki 1977'de düzenlenen İstanbul Sanat Bayramı çerçevesinde yer alan "Yeni Eğilimler" sergileriyle desteklenmiştir. 1980 sonrası yıllarda ve günümüzde geleneksel tuval resminin yanı sıra kavramsal sanat çalışmaları da yaygınlaşmıştır. Murat Morova, Zahit Büyükişleyen, İsmet Doğan, Serhat Kiraz, Zafer Gençaydın, Şenol Yokozlu, Bedri Baykam, Tomur Atagök, Habip Aydoğdu, Vural Yurdakul, Mustafa Ata, Güngör Taner ünlü ressamlardan bazılarıdır.

    Güzel Sanatların dalları

    1. Edebiyat: kelimelerle yapılan bir güzel sanattır. Nazım ve nesir yolundaki bütün eserler bu kola girer.

    2 Resim: yağlı, sulu ya da kuru boyalarla bir zemin üzerine çizgiler çizme ve boyama suretiyle yapılan güzel sanattır. Resim yapan sanatçıya ressam adı verilir.

    3. Heykel: ya tabiatta var olan ya da hayalde canlandırılan varlıkları, taş, çamur, tahta, maden gibi maddeler kullanmak suretiyle üç boyutlu olarak yapma işidir. heykel yapanlara heykeltiraş adı verilir.

    4. Mimarlik: insanların estetik zevklerine hitap edecek şekilde yapılar yapmaktır. Tarihî olmak özelliğini kazanmış yapılar, tapmaklar, camiler, saraylar, bir medeniyetin en güzel eserlerini meydana getirirler. Sanatçılarına mimar adı verilir.

    5. Musiki: sesleri melodi haline getirme sanatıdır. Musıki, pek çok bölümlere, ayrılır. Musiki bestecilerine musikişinas denir.

    6. Tiyatro: bir hikâyenin, sahnede, oyuncular tarafından canlandırılarak, temsil edilmesi sanatıdır. Bugün tiyatro eserleri, sinemalarda, radyolarda, televizyonlarda yer almaktadır. Eseri oynayan sanatçılara aktör, aktris denmektedir.

    7. Dans: musikiye uyularak yapılan ritmik hareketlerdir. Pek çok çeşitleri vardır.

    Bunların dışında, bugün, sinema ve fotoğrafçılığı da güzel sanatlar arasında sayanlar vardır.

    Güzel Sanatların sınıflandırılması

    Yüzey Sanatları: Tüm iki boyutlu sanat çalışmaları, yani bir eni ve bir boyu olan kâğıt veya tuval üzerine, bir duvar ya da kumaş üzerine uygulanan sanatlardır: resim ve türleri ( Yağlı boya, Sulu boya, baskı sanatları, afiş, grafik çizimler ), duvar resmi, minyatür, karikatür, fotoğraf, batik, süsleme vb.

    Hacim Sanatları: Üç boyutlu sanat çalışmalarıdır. Sözgelimi heykel, seramik, anıtlar gibi.

    Mekân Sanatları: İç ya da dış mekânı içine alan ya da düzenleyen sanat dallarıdır. En başta mimarî olmak üzere (bahçe mimarîsi, peyzaj mimarîsi), çevre düzenlemesi gibi mekâna ilişkin tüm tasarım çalışmaları.

    Dil Sanatları: edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatlardır: roman, hikâye, şiir, deneme, Tiyatro metni, film senaryosu vb. gibi.

    Ses Sanatları: Müzik ve bütün türlerini kapsayan sanatlardır : Halk müzikleri, klâsik müzikler gibi.

    Hareket Sanatları: İnsanın, bedeniyle anlatım gücü kazandırdığı sanatlardır: Bale, dans türleri, Halk dansları, pandomim vb.
    Dramatik Sanatlar: İnsanın, eyleme dönüşmüş ifadelerle kendini veya bir olayı, bir olguyu anlattığı sanatlardır: Tiyatro, opera, müzikal oyun, kukla gibi sahne sanatları, sinema, gölge oyunu gibi türleri buna örnek olarak gösterebiliriz.

    Güzel Sanat Dalları Bölümü Okutmanları

    Okt. F.Ferzan TÜZEL (Koordinatör) Müzik

    Okt. Aclan EVYAPAN (Müzik)

    Okt. Nevzat ALTUĞ (Müzik)

    Okt. Necla YAVUZ (Müzik)

    Okt. Ayşe ASPARUK (Müzik)

    Okt. Serpil SOLMAZ (Müzik)

    Okt. Muzaffer SARAÇ (Müzik)

    Okt. Nurhayat YENİCE (Resim)

    Okt. Yeşim TUĞRAN (Resim)

    Okt. M.Enver AKMANER (Resim)

    Okt. Hande SOYSAL (Halk Oyunları)

    Okt. Ahmet ALINCA (Halk Oyunları)

    Edebiyatin Güzel Sanatlar içindeki Yeri

    İnsanda güzel duygular uyandıran, duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren eserlere sanat eserleri denir.
    Resim, müzik, mimari, heykel, şiir, edebiyat birer sanat dalıdır.
    Sanat eserleri görsel (plastik) sanat eseri, fonetik sanat eseri ve dramatik(ritmik) olmak üzere üçe ayrılır. Resim, mimari, heykel, hat görsel; edebiyat ve müzik de fonetik; tiyatro, dans, sinema, bale,opera dramatik sanat dalına girer. Sanat eserinin amacı öncelikle doğruluk ve fayda değil güzelliktir. Sanat eserleri insanların duygu ve düşüncelerini anlatır. Bilimsel eserler gibi bilgilendirici ve nesnel değildir. Sanat işiyle uğraşanlara sanatçı denir.
    Yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda edebiyatın güzel sanatlar içerisindeki yeri, işitsel(fonetik) sanatlar grubu içerisindedir.
    Duygu düşünce ve hayallerin söz ve yazı ile güzel ve etkili biçimde anlatılmasına edebiyat denir. Şiir, hikâye roman, , masal vb. edebiyatın türleri arasında yer alır.
    Edebiyatın ana malzemesi dildir. Duygu düşünce ve hayaller dil ile anlatılır. Bu bakımdan dil güçlü bir iletişim aracıdır. Çağlar öncesinde ortaya konan eserler dil sayesinde günümüze dek varlıklarını korumuşlardır. Dil ile ortaya konan eserler edebî metinlerdir. Edebî metinler cümle ve paragraflardan meydana gelir. Paragraflar da kendi arasında anlamsal bir bağlantı kurarak edebî metni oluşturur.
    2-EDEBİYATIN DİĞER BİLİM DALLARIYLA İLİŞKİSİ NEDİR
    Güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilgisi vardır. Bir sanatçının ortaya koyduğu eser psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih vb. bilimlerle ilgili olabilir. Sanatçı sosyal bir çevre içerisinde yaşar; eserini ortaya koyarken de bu çevreden etkilenir. Ele aldığı eserde kişisel duygu, düşünce ve izlenimlerini anlattığı gibi toplumun gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini de ele alabilir. Bir sanatçının yaşamı da ortaya konan eser kadar önemlidir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin'in "Çalıkuşu" adlı romanı incelenirken; yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu belirlerken psikolojiden, sanatçının yetiştiği sosyal çevreyi incelerken sosyolojiden; yazarın etkilendiği akımları ve dünya görüşünü belirlerken felsefeden, eserin yazıldığı dönemi incelerken de tarih biliminden yararlanılır.
    Bir edebi eserin değişik bilim dallarından yararlanması edebi esere bilimsel bir eser niteliği kazandırmaz. Çünkü edebi eser her türlü insan etkinliğinden, doğal varlık ve görünüşten faydalanır.Bu nedenle bilim dallarıyla edebi eser arasındaki farklılık güzel sanatlara özgü bakış tarzında ve değerlendirme biçimindedir.
    Edebiyatın diğer bilimlerden yararlanmasının sebebi, işlenen konunun tam anlamıyla eksiksiz bir biçimde işlenmesi için gereklidir.


    Plastik Sanatlar

    Plastik sanatlar, kalıplanabilen veya şekil verilebilen (plastik niteliğe sahip) boya, kil, alçı gibi malzemelerin uygulanmasıyla oluşturulan, resim, heykel, çizim vb. sanatların tümüne verilen genel addır. Daha kapsayıcı ve günümüze daha uygun bir terim olarak görsel kültür kullanımı da yaygınlaşmaktadır.
    Hartmann'a göre sanat dalları 3+1'e ayrılır;

    * Grafik
    * Yazı sanatı
    * Resim
    * Heykel

    Hartmann, resim'i plastik sanatlardan ayrı tutmuştur. Bunun nedeni resim'in 2 boyutlu olmasıdır. Fakat plastik sanatlar 3 boyutludur. (Vikipedi)

    Güzel Sanatlar ve Edebiyat

    Güzel sanatları diğer eserlerden ayıran en önemli özellik insanda coşku ve estetik haz uyandırmasıdır.Güzel sanatlar için yapılan en iyi sınıflama bu sanatların kullandıkları malzemelere göre yapılan sınıflandırmadır. Bu malzemeler fonetik ve plastik olarak ikiye ayrılır.Sesle yapılan sanatlara fonetik sanatlar, görüntüyle yapılan sanatlara ise plastik sanatlar denir.Güzel sanatların genelinde plastik malzeme kullanılırken edebiyat ve müzik ise sese dayalı bir sanattır.

    Edebiyatın malzemesi kelimelerdir ve edebiyat dille gerçekleştirilen bir güzel sanatlar etkinliğidir. Edebiyatın asıl amacı güzel sanatların en önemli öğesi olan estetik zevk duygusunu dil aracılığıyla gerçekleştirmektir.Edebiyatta fayda sağlamak amaç olarak her zaman ikinci plandadır

    Atatürkçülük

    Anekdot: Atatürk İstanbul şehir tiyatrosu sanatçılarının oyunlarından birini seyretmesinin ardından sanatçıları Çankaya'ya davet eder.Sanatçıların hepsini över.Ayrılma vakti gelince Reşit Galip sanatçılara Atatürk'ün elini öperek ayrılmalarını söyler.Atatürk ise buna şu şekilde karşılık verir:

    ''Hayır,sanatkar el öpmez sanatkarın eli öpülür.''
    Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir:
    Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü araç ve önlemle besleyerek artırmak milli amacımızdır.

    Sanat Sınıflandırması ve Toplumsal Çevre Üzerindeki Etkileri - Sanatların Siniflandırılmaları

    İnsanlık tarihi ile yaşıt olduğu söylenen sanatın sorgulanmaya başlaması, günümüzden 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Bilgi teorisinin yöntemleri ile gerçekleştirilen kategorik yaklaşımlar sanat olgusun içerisine "gelişme" ifadesini de sokmuştur. Sürekliliğin, gelişmeyi içeren bir sonucu ortaya çıkarmasını bekleyen bilim için "gelişme" ifadesi doğaldır. Sanat ise görme, sezme ve yaratma şeklinde gerçekleşmektedir. Bu çerçevede, bilimsel disiplin içinde kavranılan şey genel, sanatta ise kavranılan tamamen özel ve bireyseldir.

    Sınıflandırma, sanatın kendisi ile değil, varoluş boyutu ile ilgilidir. Sanatın tanımı içerisindeki varoluş ifadesi, varetmeyi içermektedir. Varetme; devingen süreç içerisindeki insan ile ilişkilidir. İnsan bu süreç içinde yüksek benliğini varetmek amacıyla farklı yollar izlemektedir. Sınıflandırılması gereken Var Etme Yolları'dır. Bilgi teorisi çerçevesinde bir sınıflandırma ancak şöyle yapılabilir; (1) yüzeyde var etme, (2) hacimle var etme, (3) sesle var etme, (4) sözle var etme ve (5) bedenle var etme.

    Bu çalışma kapsamında, sanatın tanımlanması ve sanatın toplum ile olan ilişkisinin tartışılması, amaçlanmamıştır. Bu konu sanat sosyolojisi çerçevesinde bir çok kez değişik platformlarda tartışılmış ve bir çok yayınla ortaya konmuştur. "Sanat sanat içindir" ya da "sanat toplum içindir" düşünceleri üzerine uzun yıllar önemli tartışmalar yapılmıştır.

    Ancak, tüm bu tartışmalar yapılırken, diğer yandan "sanat sınıflaması" konusunda da önemli düşünceler ortaya çıkmıştır. Sanat ile toplum arasındaki ilişkinin doğru bir biçimde gerçekleşmesinin temelinde, doğru bir sanat sınıflaması yatmaktadır. Çünkü doğru bir biçimde yapılan sınıflamalar, sanatın toplum tarafından doğru tanınmasını ve toplumun sanattan gerektiği gibi yararlanmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla, bu makale çerçevesinde öncelikle bu güne kadar yapılmış sanat sınıflamaları ve toplumun sanatla olan ilişkisinde yanlış sınıflamalar nedeniyle doğacak sorunların neler olabileceği, doğru sınıflamanın nasıl yapılması gerektiği tartışılacak ve örnek bir sınıflama ortaya konulacaktır.

    Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olarak sanatın, insanlıkla yaşıt olduğu söylenmektedir. Ancak sanatın bir olgu olarak farkına varılması, tanımlama ve tanıma süreci ise Platon ile birlikte yaklaşık 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Platon' dan itibaren birçok kültürden farklı disiplin ve kesimlerden sanatın tanımlaması ve sınıflandırılması konusunda birçok düşünce üretilmiştir.

    Bu doğrultuda yapılan kategorik yaklaşımların temelini, bilgi teorisi yöntemleri oluşturmaktadır. Antik dönemden itibaren bilgi teorisinin yöntemleri ile gerçekleştirilen sanatı anlama ve tanıma çabaları bilimsel tavra ait olan "gelişme" ifadesinin sanat için kullanılmasına neden olmuştur. Sürekliliğin, gelişmeyi içeren bir sonucu ortaya çıkarmasını bekleyen bilim için "gelişme" ifadesi doğaldır. Çünkü bilim içinde, insan ile nesne arasındaki ilişki ve süreç; algı, gözlem, deneme ve sınama olarak gerçekleşirken; Sanat içinde görme, sezme ve yaratma şeklinde gerçekleşmektedir.2 Bu çerçevede, bilimsel disiplin içinde kavranılan şey genel, sanatta ise kavranılan tamamen özel ve bireyseldir.

    Sanatın tanımlanması ve sınıflandırılması sorunu; ne sanatın ne de sanatçının sorunudur. Bu sorun, Platon'dan bu yana tarihsel süreç içerisinde gelişen, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve sanat tarihi gibi bilimlerin kendi disiplinleri çerçevesinde ortaya koydukları bir sorun olmuştur.

    Sanatı inceleyen bilimlerin her biri, sanatın unsurlarından, yani sanatçı, sanat eseri ya da alıcıdan birini seçerek incelemişlerdir. Örneğin, sanatçı psikoloji biliminin, sanat eseri sanat tarihi ve felsefenin, alıcı ise sosyoloji biliminin incelemek üzere seçtiği sanata ilişkin unsurlardır.

    Ancak bu bilimsel disiplinlerin, incelemek üzere seçtikleri sanata ilişkin unsurlardan hareketle sanatı tanımlamaya çalışmalarına karşın, ortak bir tanımda buluşamadıkları görülmektedir. Bunun nedeni, her disiplinin kendi bakış açısından bir tanımlamayı ortaya koymasıdır. Dolayısıyla, sanatın tanımlanmasında ortaya çıkan bu karışıklık sanat sınıflaması ile ilgili sorunlar yarattığı gibi, sanatı doğru tanımaya ihtiyaçları olan toplum bireyleri üzerinde de olumsuz etkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu aşamada, sanatın tanımlanması görevinin; sanatı inceleyen farklı bilimsel disiplinler yerine, bu disiplinlerin incelemeleri sonrasında ortaya koyduğu verileri senteze ulaştıran yöntemleri geliştirebilecek ve bu sentez çerçevesinde sanatın tanımlamasını yapabilecek; ortak bir disipline verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu disiplin Sanat Teorisi olmalıdır.

    Henüz yeterince farkedilmeyen Sanat Teorisi dünyada ve Türkiye'de yeni yeni yerine oturmaktadır. Ancak, bu güne kadar yukarıda sözünü ettiğimiz bilimsel disiplinlerin, anlayışları çerçevesinde farklı yaklaşımlar sergilemeleri nedeniyle sanat tanımlarında olduğu gibi sanat sınıflamalarında da çeşitlilik yaşanmaktadır.

    Tarihsel süreç içerisinde sanat sınıflaması konusunda ilk adım Antik dönemde Aristoteles (İ.Ö 384-İ. Ö. 327) tarafından atılmıştır.3 Aristotales, mimesis kuramı çerçevesinde taklit aracı olarak sanatı:

    a. figüratif sanatlar (renk, çizgi, figür)
    b. müzik (armoni, ritm, söz sanatları)
    c. dans (ritmik hareket sanatı); olmak üzere üçe ayırmaktadır.
    Antik dönemde ortaya çıkan bu sanat sınıflamasının temel amacı, insan tarafından yapılanı doğal olandan ayırmaktır. Ancak yarar amacı taşıyan nesneler ile hiç bir şekilde çıkar gözetmeksizin yalnızca hoşlanmak amacıyla seyredilmek üzere üretilen nesneleri birbirinden ayırmak için rönesans döneminde başlayan çaba, 18. Yüzyılda "güzel sanatlar" ifadesi ile temel bir ayrıma ulaşmıştır.4 Burada ortaya konulan çaba antik dönemden farklı olarak, sanat ile zanaat ifadesinin karşılığı olan uygulamaları ve bu uygulamalar sonrasında ortaya çıkacak nesneleri birbirinden ayırmaktır. Bu bağlamda Kant ve Hegel sanat adına yaşanacak sürecin temelinde özgürlük bulunduğunu vurgulamaktadır.

    Buradan da anlaşılacağı gibi sanat, özgürlüğü kısıtlayacak hiç bir sınırı kabul edemez. Önceden belirlenmiş herhangi bir işlev yada amaç, sanatsal süreç içerisinde üretilen sanat nesnesi açısından baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla baskı altında yaşanan süreci sanat olarak adlandıramayız.

    Bu anlayış çerçevesinde sanatı şöyle tanımlayabiliriz: "Sanat, insanın yüksek benliğinin devingen bir süreç sonrasında bir başka boyutta varolmasıdır. Bu varoluşun göstergesi sanat nesnesidir."

    Böyle bir tanımdan sonra, Nilgün Kırcıoğlu'nun "sanat yalnızca yapılır. O, ancak yapıldıktan sonra bir şeydir" 5 saptamasını dikkatle ele almak gerekmektedir.

    Buna göre sanat; nesnesi olduğu için vardır. Nesnesi yoksa, yoktur.6 Bu nedenle yapılacak sınıflamanın nesnenin özelliklerinden hareketle yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla ilgili her türlü unsurdan söz etmenin temelinde sanat nesnesi yatmaktadır. Yani bir ressam, heykeltıraş ya da bestekarın sanatçı kimliğini kazanabilmesi için, yaptığı nesnenin, sanat nesnesi özelliğini taşıması gerekmektedir.

    Ayrıca mimesten Kathersis'e, kavramsallaşmış içerikten günümüze ulaşan sanata ilişkin söylemlerin temelinde sanat nesnesi yatmaktadır. Bu nedenle yapılacak bir sanat sınıflamasında sanat nesnesi ile özelliklerinin temel alınması gerekmektedir.

    Ancak bugüne kadar yapılan bir çok sanat sınıflamasında sanat nesnesinin temel özellikleri yerine farklı noktalardan hareketle sınıflama yapılmaya çalışılmıştır.

    Örneğin Nejat Bozkurt kitabında; aşağıdaki gibi bir sınıflama gerçekleştirmiştir.

    1) Görsel Sanatlar: Resim, Heykel, Mimarlık

    2) İşitsel Sanatlar: Şiir, Müzik ve Söz sanatlarıdır.

    Buradaki ayrımda, temelini Platon'da bulabileceğimiz bir yaklaşım sergilenmiştir. Platon'a göre güzellik, kaynağını "görmede ve işitmede" bulan hoş olanın bir kısmıdır.7

    Sanat sınıflamalarının geleneksel bir biçimi de, şiir, öykü ve romanı "yazın sanatlar" ; resim ve heykeli "görsel sanatlar";tiyatro,dans,bale,opera ve pandomimi "sahne sanatları" şeklinde yapılan ayrımlama ile gerçekleştirilmektedir.8

    Selçuk Mülayim'in 9 yapmış olduğu sınıflandırmada ise daha farklı bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Burada sanat öncelikle: Güzel Sanatlar, Endüstriyel Sanatlar ve Karma Sanatlar olmak üzere üçe ayrılmıştır. Ayrıca; Güzel Sanatlar; plastik sanatlar (mimari, heykel, kabartma, resim, minyatür ve süsleme), fonetik Sanatlar (şiir, müzik), ritmik sanatları (tiyatro, pandomim); Endüstriyel Sanatlar, duvarcılık, dokumacılık, marangozculuk, demircilik v.b. zanaatları; Karma Sanatlar ise sinema, opera, fotoğraf ve dansı kapsamaktadır.

    Diğer yandan, Ayla Ersoy farklı ifadeler ile benzer sonuçlar ortaya koyan sanat sınıflamasını şöyle yapmıştır.10

    1) Maddeye biçim veren plastik sanatlar: Mimari, resim, heykel, kabartma; plastik sanatlar göze hitap ettiği için görsel sanatlar,

    2) Ses ve söze biçim veren fonetik sanatlar: Edebiyat ve müzik sanatlarını kapsar. Daha çok kulağa hitap ettiği için işitsel sanatlar,

    3) Harekete biçim veren ritmik sanatlar: Dans, bale ve sportif oyunlardan oluşmaktadır.

    Yukarıda verilen sanat sınıflamalarını çoğaltmak mümkündür. Ancak bir başka sorun, bir çok sanat tarihi kitabında bölüm başlığı olarak kullanılan sanat sınıflaması unsurlarında bulunmaktadır. Örneğin, "plastik sanatlarda" Düzen Sorunları11 ya da "Heykel Sanatı" "Resim Sanatı"12 "Çini ve Seramik Sanatı"13 "Sinema Sanatı"14 "Seramik Sanatı" 15"Resim ve Heykel Sanatları"16 "Heykel Sanatına Geçerken"17 "Maden Sanatı"18 "Halı Sanatı",19 "Minyatür Sanatı"20 "Hat Sanatı"21 "Maden Sanatı"22 gibi.

    Sanat tarihi biliminin kendi disiplini çerçevesinde ortaya koyduğu yaklaşım, Sanat olgusunun toplum bireyleri tarafından tanınması konusunda tahribat oluşturmaktadır. Bu tahribat sonucunda, "Mutlu Olma Sanatı"23; "Sevme Sanatı"24, "Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı"25, "Yönetim Sanatı"26 v.b. gibi çalışmalarda olduğu gibi bir işin iyi yapılabilirliğini sanat olarak niteleyen kitap isimleri karşımıza çıkmaktadır.

    Sanatın ne olduğu, sanatın sınıflandırması v.b. konular ne toplumun ne de sanatçının sorunu değildir. Ancak, bilgi teorisi çerçevesinde hareket ederek sanatı inceleyen bilimler belli kalıplar ortaya koymaktadır. Bu kalıplar hem toplum bireyleri hem de sanatçılar üzerinde olumsuz etkiler oluşmaktadır. Toplum bireyleri, sanatı inceleyen bilimlerin ortaya koyduğu veriler ve bu veriler çerçevesinde yapılan sanat sınıflamaları ile sanat olarak nitelenen şeyleri tanır. Bu tanıma, 'değer' olanı bilmeye neden olur ve bu şekilde değer olanı bilecek olan bireyler, bu 'değeri' yaşamlarına dahil edeceklerdir. Diğer yandan sanatçılar üzerinde baskı oluşacak ve bu baskı sınırlılık getirecektir. Sanatın yapısına aykırı olan sınırlılık nedeniyle sanatın sahip olduğu ifade zenginliğinden habersiz olunacağından, sanatçı şartlanmışlıktan kurtulamayacağı için yüksek benliğe ulaşılması mümkün olmayacaktır.

    Sanatı inceleyen bir çok bilim içerisinde salt nesneyi temel alarak sanatı kavramaya çalışan "Sanat Tarihi'dir." Sanat Tarihi de diğer bilimler gibi genel ve tipik olanı kavramaktadır. Dolayısıyla bir genelleme ve tiplemeyi ortaya koymaktadır.Buna göre, nesnesi resim olan bir süreci RESİM SANATI olarak adlandırmaktadır. Böyle bir ayrımlama; üretilen her resmin sanat eseri; bu nesneyi üreten her ressamın da sanatçı olarak algılanmasına neden olmaktadır.

    Böyle bir yaklaşımın ortaya koyduğu çarpık anlayışın örneklerini yayın organlarında, broşürlerde ya da kataloglarda görebiliyoruz. Bugün sayıları oldukça fazla olan galerilerde açılan her sergi sahibi, bu sergilerle ilgili haber yazılarında, broşür ve kataloglarda sanatçı olarak tanıtılmakta ve sergilenen her nesne sanat eseri olarak nitelenmektedir.

    Diğer yandan önemli bir başka sorun "Seramik Sanatı" ifadesi ile yapılan ayrımda yaşanmaktadır. Böyle bir ayrımın NESNESİ dahi yoktur. Yani seramik bir nesnenin adı değildir. Sadece bir nesnenin üretilmesi sürecinde kullanılan tekniklerin genel adıdır. Dolayısıyla "Resim Sanatı", "Heykel Sanatı", v.b. ayrımlar nasıl yanlış ise "Seramik Sanatı" ayrımı da yanlıştır. Çünkü bu teknikle üretilen her nesnenin sanat nesnesi ve bu tekniği her uygulayanın da sanatçı olarak algılanmasına neden olacaktır. "Maden Sanatı" ayrımı da malzemeden hareketle yapılan yanlış bir ayrım ifadesidir.

    Burada olduğu gibi, kullanılma amacı, hammadde ve teknikten hareketle yapılan sınıflamanın nedenini materyalist sanat yönteminde bulmamız mümkündür. Materyalist sanat yöntemine göre ilkel bir sanat yapıtı, kullanılma amacı, hammadde ve teknikten oluşan üç etkenin ürünüdür.27 Bunları temel alarak sanat sınıflamasının yapılması ile, "sanat" kelimesi, iyi yapabilirlik ifadesi ile özdeş hale gelmektedir. Yani herhangi bir işin yada nesnenin iyi yapılabilmesine "sanat" nitelemesi yapılmaktadır. Böyle olunca "SANAT" olgusunun ifadesini bulduğu eylem ya da nesnenin ne olduğu konusunda karışıklık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu karışıklığın ortadan kalkması için öncelikle, kullanım amacını, hammaddeyi ya da tekniği temel alarak yapılacak sanat sınıflamasından kurtulmamız gerekecektir. Çünkü bu üç unsur sanat olarak adlandırılan sürecin ikincil, üçüncül etkenleridir. Bu nedenle sanatçının seçimi olan birincil etkeni ortaya çıkarıp, bunları temel alarak sınıflamanın yapılması gerekmektedir

    Yukarıda aktarılmaya çalışılan sanat sınıflama çabalarının, toplum bireyleri üzerinde, sanatın tanınması konusunda oluşacak olumsuz etkilerin temel nedeni olduğu düşünülmektedir. Toplumumuzun bugünkü durumu, olumsuz etkiler sonrasında ortaya çıkan yapının açık örneğini oluşturmaktadır.

    Sanatı sınıflamaya çalışan bilimsel disiplinler, gerçek yanlışı sanatı sınıflamaya çalışarak yapmışlardır. Bilgi teorisi çerçevesinde ele aldıkları "Sanat"ın olgu olduğunu gözardı etmişlerdir. Bu nedenle, olgu olan sanat, bilgi teorisi çerçevesinde ele alındığında nesnel gerçeklik boyutunda algılanmaktadır. Buradan hareketle "sanat yapmak" ya da "sanatı almak" gibi ifadelerle ilişkilendirilen sanatın, toplum bireyleri tarafından tanınması konusunda sorun yaşanmaktadır. Dolayısıyla, sanatı sınıflama çabasından vazgeçmemiz gerekmektedir. Bu çabalar devam ettiği sürece, bugün bir çok üniversitede fakülte adı olarak kullanılan "Güzel Sanatlar" ifadesi, yanlış olmasına rağmen kullanılmaya devam edecektir.

    Sınıflandırma, sanatın kendisi ile değil, varoluş boyutu ile ilgilidir. Sanatın tanımı içerisindeki varoluş ifadesi, varetmeyi içermektedir. Varetme; devingen süreç içerisindeki insan ile ilişkilidir. İnsan bu süreç içinde yüksek benliğini varetmek amacıyla farklı yollar izlemektedir. Sınıflandırılması gereken Var Etme Yolları'dır. Bilgi teorisi çerçevesinde yapılacak bir sınıflandırma ancak şöyle yapılabilir: (1) Yüzeyde Var etme, (2) Hacimle Var etme, (3) Sesle Var etme, (4) Sözle Var etme ve (5) Bedenle Var etme.

    Yapılan bu sınıflama ile ortaya konulan var etme yollarının her birinde kendine özgü yöntem, teknik ve malzeme kullanmaktadır. Her yolda yaşanan var etme süreçleri sonrasında o yola özgü bir nesne ortaya çıkmaktadır.

    Bu aşamada şunu belirtmek gerekmektedir. Yukarıda "sanat sınır kabul etmez" demiştik. Yapılan bu sınıflamada sınır olup olmadığı konusu şüphe oluşturabilir. Ancak sınıflama sırasında temel alınan unsurları 'var etme' sürecine girmeden önce sanatçı seçmektedir. Bu seçimi yapmadan önce sanatçı en iyi süreci ve bu süreç sonunda ulaşılacağı sonucu kestirmiş olmalıdır. Belki süreç içerisinde bir çok sorunla karşılaşabilir ama bunları aşmak zorundadır. Dolayısıyla sanata ilişkin her süreçte, inanç ile şüphe arasındaki diyalektik ilişki yaşanmalıdır.28 Bu durum yaratmanın temel paradoksudur. Sonuç olarak sanata ilişkin var etme süreci yaşayan sanatçı, sürecin başından itibaren özgürdür.

    1. Yüzeyde Var etme

    Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini yüzeyde gerçekleştirmektedir. Nesnesi iki boyutludur. Bu biçimde ortaya çıkan nesne, genel geçer adıyla Resim, bunu yapan da Ressam olarak anılmaktadır.

    Yüzeyde var etme olarak ayrımlanan bu sürecin yaşandığı yüzeyler çeşitlenmektedir.

    a. Doğal yüzeyler: Mağara duvarları, kaya yüzeyleri gibi
    b. Yapıların yüzeyleri: İç cepheler, örtü elemanları, geçiş elemanları, kemer içleri, dış cepheler ve çeşitli mimari unsurlar
    c. Kullanım Eşyalarının yüzeyleri: Halı, kilim, dolap, masa, seramik teknikleriyle üretilmiş çeşitli kaplar v.b.
    d. Özel olarak yaratılmış yüzeyler: ahşap, tuval, cam, gümüş nitrat alaşımlı yüzeyler (fotoğraf)
    Yüzeyde var etme süreci için seçilmiş yüzeylerde, fresko, mozaik, yağlıboya, suluboya, serigrofi, litografi, sıraltı boyama, sırüstü boyama, dokuma, v.b. teknikler kullanılmaktadır.

    2. Hacimle Var etme

    Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini hacimle gerçekleştirmektedir. Nesnesi üç boyutludur. Hacimle gerçekleştirilen bu var etme süreci iki farklı uygulama ile oluşturulmaktadır.

    a. Hacmin biçimlendirilmesi
    b. Hacmin yaratılması
    a) Hacmin biçimlendirilmesi: Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini hacmin biçimlendirilmesi yoluyla ortaya koyarken genellikle, doğada hazır olarak bulunan toprak, maden, ağaç yada farklı teknolojilerle üretilmiş malzemeleri kullanmaktadır. Bu şekilde biçimlenen nesneler Heykel, bunu yapan da Heykeltıraş olarak anılmaktadır.

    b) Hacmin yaratılması: Yüksek benliğini var etme sürecini hacmin yaratılması yoluyla yaşayan sanatçının, bir anlamda sınırsızlığı sınırlaması eylemidir. Bu gün için bilinen sınırsızlık uzay olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla uzayın sınırlanması yani mekan yaratma tavrıdır.29 Hacmin yaratılması konusunda temel unsur sınırdır. Ancak burada sınır sanatçının üretme sürecindeki bir sınır değildir. Hacmin yaratılmasında kullanılan bu sınırlayıcılar eylemsel, psikolojik ve niteleyici olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.

    Bu tavır genel geçer adıyla mimari, yapanı ise Mimar olarak anılmaktadır.

    3. Sesle Var etme

    Temel unsur ses'tir. Sanatçı yüksek benliğini var etme sürecinde, kendi sesini kullandığı gibi bir çok nesne aracılığıyla çıkan sesleri de kullanmaktadır. Genel geçer adıyla bu müzik olarak anılmaktadır

    4. Sözle Var etme

    Temel unsur söz'dür. Bu süreçte iletişimi sağlayan dilin unsurları sözler, belli düzenlerle kurgulanmaktadır. Yazın (edebiyat) olarak anılan bu sanatı ortaya koyan ise yazar olarak anılmaktadır.

    5. Bedenle Var etme

    Temel unsur insan vücududur. Bu süreç içerisinde insan kendi vücudunu evrensel ya da yöresel kültürün yüklediği anlamlar çerçevesinde biçimlendirerek oluşturduğu bir bütünü sunmaktadır. Genel geçer adıyla bu sanat mim olarak anılmaktadır

    Sonuç olarak, bu makale çerçevesinde gerçekleştirilen eleştirel yaklaşım ve sonrasında yapılan sanat sınıflaması denemesi; bu konuda yaşanan karmaşa ve bu nedenle sanata ilişkin değerlerin yıpranması tehlikesinden kaynaklanan bir tedirginlik sonucunda ortaya çıkmıştır. Ne sanatın, ne sanat eserinin ne de sanatçının sınıflandırmaya ilişkin problemi yoktur. Bu sorun sanatı ve sanat yapıtlarını başkalarına anlatacakların sorunudur.

    KAYNAKÇA

    Alaın, (Çev: Dr. Ayda Yörüken). Mutlu Olma Sanatı Ankara 1990
    Aritotales, (Çev.İsmail Tunalı). Poetika, İstanbul, 1995
    Aslanapa, Oktay. Türk Sanatı,İstanbul 1993
    Aytürk, Nihat. Yönetim Sanatı, Ankara
    Bozkurt, Nejat. Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul, 1992
    Çoruhlu, Yaşar. Türk Sanatının ABC'si, İstanbul, 1993, s.121
    Ersoy, Ayla. Sanat Kavramlarına Giriş, İstanbul, 1995
    From, Eric (Çev. Ergin Ayrıkçı). Sevme Sanatı ,Ankara 1999
    Kırcıoğlu, Nilgün. "Sanat Üzerine", Sanat Tartışmaları, s.1-11, S.B.F., Ankara,1981
    May, Rollo. Yaratma Cesareti, İstanbul, 1992
    Mengüşoğlu, Takıyyettin. Felsefeye Giriş, İstanbul 2000,
    Mülayim, Selçuk. Sanata Giriş, İstanbul, 1994
    Özdemir, Emin. Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı, İstanbul 2000
    Sözen, Metin ve Uğur Tanyeli. Sanat Sözlüğü, İstanbul, 1992
    Tanındı, Zerem. Türk Minyatür Sanatı, Ankara, 1996
    Tunalı, İsmail. Estetik, İstanbul, 1999
    Turani, Adnan. Dünya Sanatı Tarihi, İstanbul, 1992
    Tansuğ, Sezer. Sanatın Görsel Dili, İstanbul, 1988
    Williams, Raymond (Çev. Suavi Aydın). Kültür, Ankara,1993.
    Worringer, Wilhelm (Çev.İsmail Tunalı). Soyutlama ve Özdeşleyim, İstanbul, 1985.
#28.09.2010 13:34 0 0 0
  • güzel sanat dallarının özellikleri
    Güzel sanatlar, güzellik ve zevkle ilgilenen sanatlar için kullanılır. Bu terim ilk defa Fransızcada beaux arts olarak, resim, heykel, baskı gibi görsel sanatları tanımlamak için kullanılmıştır. Günümüzde daha çok, klasik veya akademik sanatla bağlantılı olan geleneksel görsel sanatlar anlamına gelir.

    Güzel sanatlar teriminin ortaya çıkışındaki motivasyon,

    resim,

    heykel gibi görsel sanat dallarını;

    tekstil,

    seramik gibi zanaat ve uygulamalı sanatlardan ayırmaktı. Buradaki "güzel", sanat eserinin niteliğini değil, disiplinin estetikle bağlantısını vurgulamak için kullanılmıştır. Günümüzde icra edilen ve sadece resim, heykel ve baskıyla kısıtlı olmayan modern ve çağdaş sanat eserleri için açıklayıcı ve kapsayıcı olmadığından, buna alternatif olarak görsel sanatlar tabiri kullanılmaktadır.

    Güzel sanatlar denilince aklımıza, insan yaratıcılığı, insanın ilk çağlardan bu yana kendini ifade ettiği, tam yetkinleşemediği dönemlerde, çizgi, boya, kil yoluyla içini döktüğü biçimler, desenler, çeşitli oluşumlar geliyor. Yetkinleştiği dönemlerde ise, örnekler çok çeşitli. Sözgelimi, ünlü rönesans sanatçıları, yapılar, anıtlar, köprüler, müzeleri dolduran resimler, sonra şiirler ya da Mimar Sinan'ın camileri, çeşmeleri, köprüleri .. Derken günümüzün sanat eserleri, insan aklıyla duygularının estetik beğenisiyle yaratıcı gücünün ortaya koyduğu, bilim ve teknolojinin de en üst seviyelerindeki çağımız sanatçılarının sanat ürünleri : Çağdaş resim, heykel, roman, Tiyatro, sinema, çelik ve cam yapılar, incecik kullanım eşyaları, sesin, ışığın, rengin, oyun gücünün birleştiği büyük sahne olayları, türlü tasarımlar.

    Güzel Sanatların dalları

    1. Edebiyat: kelimelerle yapılan bir güzel sanattır. Nazım ve nesir yolundaki bütün eserler bu kola girer.

    2 Resim: yağlı, sulu ya da kuru boyalarla bir zemin üzerine çizgiler çizme ve boyama suretiyle yapılan güzel sanattır. Resim yapan sanatçıya ressam adı verilir.

    3. Heykel: ya tabiatta var olan ya da hayalde canlandırılan varlıkları, taş, çamur, tahta, maden gibi maddeler kullanmak suretiyle üç boyutlu olarak yapma işidir. heykel yapanlara heykeltiraş adı verilir.

    4. Mimarlik: insanların estetik zevklerine hitap edecek şekilde yapılar yapmaktır. Tarihî olmak özelliğini kazanmış yapılar, tapmaklar, camiler, saraylar, bir medeniyetin en güzel eserlerini meydana getirirler. Sanatçılarına mimar adı verilir.

    5. Musiki: sesleri melodi haline getirme sanatıdır. Musıki, pek çok bölümlere, ayrılır. Musiki bestecilerine musikişinas denir.

    6. Tiyatro: bir hikâyenin, sahnede, oyuncular tarafından canlandırılarak, temsil edilmesi sanatıdır. Bugün tiyatro eserleri, sinemalarda, radyolarda, televizyonlarda yer almaktadır. Eseri oynayan sanatçılara aktör, aktris denmektedir.

    7. Dans: musikiye uyularak yapılan ritmik hareketlerdir. Pek çok çeşitleri vardır.

    Bunların dışında, bugün, sinema ve fotoğrafçılığı da güzel sanatlar arasında sayanlar vardır.

    Güzel Sanatların sınıflandırılması

    Geleneksel ve çağdaş olmak üzere iki biçimde sınıflamak, bize bazı kolaylıklar getirebilir. Geleneksel sınıflama, güzel sanatları, hitap ettiği duyu organlarına göre sınıflar. Sözgelimi "görsel sanatlar" (plâstik sanatlar), göze ve görmeye dayanan sanatları, resim, heykel, mimari gibi dalları bir grupta topluyor. Fonetik sanatlar, müzik ve türleri ile edebiyatı; ritmik sanatlar ise, hem görme ve hem de hareketle ilgili olan sinema, opera gibi sanatları kapsamaktadır.

    Ancak, bu sınıflandırmanın ister istemez dışında kalabilen bazı türler de olabiliyordu. Sözgelimi, karikatür veya seramik gibi. Bu sebeple, daha çağdaş bir sınıflandırmaya gerek duyulmuştur. Bu sınıflama, söz konusu edilen sanat dalının niteliği ve tekniği gözönünde bulundurulmaktadır.

    Buna göre, şöyle bir sınıflandırma yapılabilir:

    Yüzey Sanatları: Tüm iki boyutlu sanat çalışmaları, yani bir eni ve bir boyu olan kâğıt veya tuval üzerine, bir duvar ya da kumaş üzerine uygulanan sanatlardır: resim ve türleri ( Yağlı boya, Sulu boya, baskı sanatları, afiş, grafik çizimler ), duvar resmi, minyatür, karikatür, fotoğraf, batik, süsleme vb.

    Hacim Sanatları: Üç boyutlu sanat çalışmalarıdır. Sözgelimi heykel, seramik, anıtlar gibi.

    Mekân Sanatları: İç ya da dış mekânı içine alan ya da düzenleyen sanat dallarıdır. En başta mimarî olmak üzere (bahçe mimarîsi, peyzaj mimarîsi), çevre düzenlemesi gibi mekâna ilişkin tüm tasarım çalışmaları.

    Dil Sanatları: edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatlardır: roman, hikâye, şiir, deneme, Tiyatro metni, film senaryosu vb. gibi.

    Ses Sanatları: Müzik ve bütün türlerini kapsayan sanatlardır : Halk müzikleri, klâsik müzikler gibi.

    Hareket Sanatları: İnsanın, bedeniyle anlatım gücü kazandırdığı sanatlardır: Bale, dans türleri, Halk dansları, pandomim vb.
    Dramatik Sanatlar: İnsanın, eyleme dönüşmüş ifadelerle kendini veya bir olayı, bir olguyu anlattığı sanatlardır: Tiyatro, opera, müzikal oyun, kukla gibi sahne sanatları, sinema, gölge oyunu gibi türleri buna örnek olarak gösterebiliriz.
#24.09.2011 23:46 0 0 0