Balyan Aşireti Hakkında

Son güncelleme: 27.10.2010 08:28
  • Balyan Aşireti ile ilgili bilgi - Balyan Aşireti kimdir

    Merkezi Malatyadır aslı Tuncelidir(Dersim).Alevi Türkmen- Kürt karışımı bir aşirettir.Malatyanın Akçadağ,Yeşilyurt,Doğanşehir ilçelerinin nüfusunun çoğunluğunu oluşturan aşiret 15-16 .yy da Tunceli(Dersim)den göç etmiştir.Adıyaman,Maraş ve Konyada da Balyan Aşiretine bağlı köyler vardır.17.18.19. yy larda sünnileşen Balyan Aşiretinden köyler vardır bunlar Adıyaman ve Konyadadır.Zerdüşt kültürü hala görülür.

    Atma Aşireti ile ilgili bilgi

    Atma Aşireti ile ilgili elimizde yazılı kaynaklar bulunmamaktadır. Ancak Doğu Anadolu Bölgesindeki aşiretlerle ilgili olarak yazılan kitaplardan ATMA AŞİRETİ ile ilgili yazılan yazılardan yararlanabilmekteyiz. Bir de köyümüz ile komşu köylerin yaşlılarından ve nesilden nesile anlatılanlardan dinlediklerimizden yararlandık. Bu kaynaklara göre ATMA AŞİRETİ (Rumi 1050) 1634 yıllarında bilmediğimiz bir nedenle IRAK'ın GÜLHUR boyundan ayrılarak Anadolu'ya gelmiştir. Mehmet Emin Zeki adlı yazara göre de (Kürdistan Adlı Eserinde) Irak'tan ayrılan 500 çadırlık bu topluluk ATMANİKAN ismi ile anılmakta imiş. Bu kanala göre ATMANİKAN AŞİRETİ hayvancılıkla uğraşmakta olup, hayvanlarına daha iyi otlak yerleri bulmak için ANADOLUYA gelmişler. Hayvancılıkla uğraşan göçebelerin yaşam tarzları hepimizce bilinmektedir. Onlar çadırlarda hayvanlarının en iyi otlatılacakları yerlerde yaşamaktan mutluluk duyarlar. MEHMET NURİ DERSİMLİ'ye göre de ATMA AŞİRETİNİN tamamı DERSİMDEN gelmedir. Dersimden Malatya'ya göç etmiş ve buraya yerleşmişlerdir. Bu tezin yazarı tezini ispatlayacak bir kaynak gösterememiştir. Sadece kendi fikri olarak ileri sürmüştür. Bu tez bizce gerçekleri yansıtmamaktadır. Zira ATMA AŞİRETİ MENSUPLARININ MARAŞ, ANTEP YÖRELERİNDE yaşadıklarına dair nesilden nesile gelen bilgiler bulunmaktadır. Atma aşiretinin dili KURMANCI iken Dersimlilerin dili ZAZACA dır. Bu da ileri sürülen tezin gerçekçi olmadığının bir belirtisidir. Gaziantep yöresinde yaşayan ATMALILAR'A göre ise bu aşiret Irak'tan gelmedir. Hatta Gaziantep Atmalıları arasında yaygın bulunan rivayete göre Atmalılar Irak'tan gelirken Fırat suyunu geçişlerinde aşiretin ileri gelen iki kardeşten biri soyunup öyle suyu geçelim derken, küçük kardeşi atlarımız bu suları geçer sürüp gidelim der ve atılı Fırat sularına sürer arkadan aşiretin diğer kısımları da atlarını sürerler ve 'veyy çi horta' derler. Atları ile Fırat suyunu geçenlere HORTOĞULLARI, soyunarak Fırat suyunu geçenlere de ÇIPLAKOĞULLARI denildiği söylenir. Malatya Balyan Aşireti'nin tarihi gelişimini yazan HASAN NEDİM ŞAHHÜSEYİNOĞLU'nun hazırladığı 1991 basım tarihli eserine göre de ATMA AŞİRETİ (sayfa.8) konar göçer aşiretlerin en büyüğü olan RİŞVAN AŞİRETİ'ne bağlı olduğunu ifade etmektedir. Bu tez de yaşlılardan rivayet yoluyla gelen bilgilerle bağdaşmadığı için gerçekçi görülmemektedir. Gerek eldeki kaynaklar ve gerekse yaşlılardan nesilden nesile gelen rivayetlere göre ATMA AŞİRETİ'nin IRAK'tan geldiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Iraktan gelen ve göçebe hayatı yaşayan, hayvancilıkla geçimlerini sağlayan ATMA AŞİRETİ önce ANTEP, MARAŞ yöresine yerleşmiş, sonra bunların bir kolu MALATYA yöresine göç etmiştir. Halen Antep ve Maraş illerinde ATMA AŞİRETİ'nin kolları yaşamlarını sürdürmekteler.

    Malatya'ya gelen Atma Aşiretliler Malatya-Arapgir yolu üzerinde şimdi AŞAĞI ATMA adını taşıyan bölgeye yerleşmişler, burada dönemin Devlet Yönetimi ile araları açıldığından yaşlılar, hastalar ve onların yakınları dışında kalanlar göç ederek bugün Arguvan İlçesi Kızık ve Kadabela(Güngören) köyleri arasında bulunan bölgeye taşınmışlardır. Buraya halen ŞOTİK HARABELERİ denilmektedir. Burada da vurguncu olan RAŞİ AŞİRETİ Tarafından talan edildiklerinden daha yukarıya dağların arasına göç ederek bugünkü ŞOTİK KÖYÜ'ne gelip buraya yerleşmişlerdir. Malatya-Arapkir yolu üzerindeki yerleşim yerinden göç ederken orada kalanlar bugünkü AŞAĞI ATMA köylerini oluşturmuşlardır. Bunlar çevrenin etkisiyle asimile olarak SÜNNİ mezhebini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Göç edip bugünkü YUKARI ATMA köylerini meydana getirenler ise ALEVİ inanışını sürdürmektedirler. ŞOTİK KÖYÜ'nü kuran ATMA AŞİRETİ'nin kolu YUKARI ATMA adını almıştır. ŞOTİK KÖYÜ YUKARI ATMA AŞİRETİ'NİN MERKEZİ olmuştur. Aşireti yönetenler hep ŞOTİK Köyünden çıkmıştır. Şotik Köyü'nün kuruluşundan sonra komşu aşiret olan DIREJAN AŞİRETİ ile yıllarca mezhep kavgaları sürmüştür. Zira Dırejan Aşireti SÜNNİ, YUKARI ATMA Aşireti ALEVİ inanışını kabul etmiştir. Bu iki aşiret arasında yıllarca süren düşmanlık araya giren komşu köylerin çabaları sonucu barışla noktalanmıştır. Şimdi ise zaten böyle bir sorun yoktur. Yukarı Atma Aşiretini meydana getiren köyler şunlardır: Şotik (Çobandere), Bırik (Yoncalı), Sığırcıuşağı, Göçeruşağı, Alhasuşağı, Gökağaç, Kömürlük, Kadabela (Güngören) ve Kuruttaş köyleri.

    BATTAL BAKİ ÇIPLAK (EREK)
    EMEKLİ ÖĞRETMEN
    KAYNAKLAR:
    1-Fehmi Çıplak'ın araştırmaları.
    2-Av. Battal Gazi Çıplak'ın araştırmaları.


    Bozan ağa kimdir

    Bozo'nun ''Pazarcık'taki Bozo Aşiretine mensup'' olduğu yanlış. Muhtemelen yazarın yararlandığı Osmanlı arşiv kaynağında öyle yazılmış ve yazar da bunu doğru kabul etmiş.


    Bundan 92 yıl önce, 1918'in kış aylarında Maraş civarındaki dağlarda isyancı Kürtlerle Osmanlı birlikleri arasında şiddetli çatışmalar oluyordu. İsyancıların başında Bozo adında Balyan aşiretine mensup bir köylü bulunuyordu. Eşkiya Bozo ve çetesi çok geniş bir alanda daha çok Alevi Kürtlerin, Alevi Türklerin ve kırımdan geriye kalmış Ermenilerin desteğini almıştı. Çete, en başta devletin jandarma ve memur zulmüne, yanı sıra mahalli egemenlere karşı halkın direnişini ifade ediyordu. Çetenin ortaya çıktığı koşulları kısaca anarsak:

    Seferberlik zamanında Osmanlı askeri ve jandarması sadece harbe hazırlanmak ve iştirak etmekle kalmıyor, Anadolu'da ne kadar ''şüpheli şahıs'', ''iç düşman'' varsa onlara karşı da bir iç savaş yürütüyordu. Bunlar Anadolu'nun batısında Rumlar, doğusunda önceleri Ermeniler, sonraları Kürtler, Süryaniler, asker kaçakları, itaatsiz aşiretler ve köyler, çeteler vesairedir. Kısacası kendi öz tebaası, halkıdır. Jandarmanın hükmü kanundur. Yüzbinlerce Ermeni zaten kitlesel olarak katledilmiş, genç ve kuvvetli olanları ''amele taburları'' adı verilen ''esir birlikleri'' içinde kölece angaryalara koşturulmuştur. Asker ve jandarma sürekli köyleri basmakta, ''asker kaçağı, kanun kaçağı, silah vs.'' aramakta; yakaladığı ''eli silah tutar'' herkesi zorla askere götürmekte, direneni ''kaçtı vurdum''a getirmekte, köylere çıkardığı zulüm müfrezelerinin iaşesini bizzat köylülere yaptırmakta, bu maksatla köylünün nesi var nesi yoksa zorla elinden gasp etmektedir. Köylüler üzerinde öşür, arazi vergisi, hayvan vergisi, kelle vergisi, rüsum vergisi gibi sayısız haraç mekanizmalarına ek olarak her jandarma, tahsildar, kolcu gibi memur ve görevli de canı istediği yerde, istediği kişiye, istediği gibi vergi ya da ceza kesmektedir. Rüşvet, iltimas olmadan hiçbir köylü bu cendereden kendisini kurtaramamaktadır. Neyse uzatmayalım...

    İşte bu yıllarda o zamanlar Akçadağ'a (şimdi Doğanşehir'e) bağlı olan Polatdere köyüne bir müfreze gider. Hayvanları için köylüden arpa, saman gibi yem alacaklar; tabii ''kanun zoruyla'', yani bedava. Bu köyde Abuzer, Mamo, Bozo, Seydo adlı dört kardeş yaşamaktadır. Dört kardeşin bir kız kardeşleri vardır. Kardeşlerden Bozo o sıralarda askerdir. Diğer erkek kardeşler tarlada işlerindedirler. Müfreze eve geldiğinde genç kız evde yalnızdır. Müfrezeyi güleryüzle karşılar, onlara ekmek, ayran ikram eder; evde olduğu kadarıyla istedikleri yemi de verir. Ancak müfreze komutanının canı ''avrat'' çekmiştir. Kıza tecavüz eder; kız ağlayarak ağabeylerinin yanına koşar; olanları anlatır. Bunun üzerine üç kardeş, köyden çıkmış fakat fazla uzaklaşmamış olan jandarmalara yetişirler. Orada hepsini öldürür, dağa çıkarlar. Bu arada Bozo askerden firar eder ve köyüne döner. Köyde, bu olan bitenleri öğrenir ve dağa, öteki kardeşlerinin yanına gider.



    ***



    Bozo, dört erkek kardeşin üçüncüsüdür. Çetenin liderliğini eline alır. Jandarma, memur, ağa ve onlarla işbirliği halindeki çetelerin zulmünden, çevrelerindeki Sünni Türk ve Kürt köyleri ve aşiretlerinin jandarma kayırması ve desteğiyle yaptıkları zulüm, saldırı, hırsızlık ve gasp olaylarından mağdur olan Alevi Kürt ve Türklerin desteğiyle güçlü bir müfreze kurar. Bu çete birliği bazen 150 kişiye kadar iner; bazen 300-350 kişiye kadar çıkar. Bozo ve kardeşleri yoksul köylülerdir, mazlumlardır; destekleyenleri de yoksul köylüler, mazlumlar olur. Çeteleri ve giderek halk ona bir saygı ifadesi olarak "Ağa" ünvanını verir. Bu ünvan, halk üzerinde zulüm yürüten büyük toprak, servet ve silahlı güç ya da çete sahibi zorba ağalara verilen ağalık ünvanından farklıdır. Ona duyulan sevgiyi, saygıyı ve onun liderliğini benimsemeyi ifade eder.

    Ona katılan çete ''leşkerê Bozan Axaye'', yani ''Bozan Ağanın askeri''dir. Gönüllüdür. İşi olduğu zaman köyüne gider, işini yapar; sonra ister döner yine gelir, isterse köyünde kalır, yardım ve yataklık eder. Gündüz külahlı, gece silahlıdır. Yani bir nevi gerilladır, isyancıdır.

    Bozan Ağa Çetesi, Doğanşehir, Akçadağ, Yeşilyurt'un yanı sıra o zamanlar Malatya'ya bağlı olan Adıyaman, Besni, Gölbaşı, Celikan yörelerinde, Maraş'ın Elbistan, Pazarcık ilçelerinde, Binboğalar, Ceritler, Nurhak Dağlarında, İslahiye, Yavuzeli, Araban mıntıkalarında gezer.

    Çete gördüğü yerde asker, jandarma ve tahsildar vurur. Atlarına ve silahlarına el koyar. Bir bakıma Alevi Kürt ve Türklerin Osmanlı'ya ve onunla işbirliği halindeki Sünni Kürt ve Türk çete ve ağalara karşı koruyucusudur. Kendi taraftarları ve destekçilerine karşı bu çevrelerden gelen her türlü saldırıya anında karşılık verir. Ağaların konaklarını basar, silah, para ve mallarına el koyar, alamadıklarını yakar. Yoksullara, dullara, kimsesizlere yardım eder.

    Bozan Ağa sadece ''fani ağalar''a karşı değil, ''ruhani ağalara'' karşı da muhaliftir. Bir gün Tilkiler'in bir obasına gider. Orada çok büyük keramet sahibi bir Dede'nin geldiğini öğrenir. Dede'nin bulunduğu yere gider. Rivayete göre bu Dede, Hazreti Ali soyundan gelen, kendisine kurşun işlemeyen çok mübarek bir zattır. Bozan Ağa, Dede'ye hakkında duyduklarının doğru olup olmadığını sorar. Dede kaçamak cevap verir: ''Öyle diyorlar'' der. Bunun üzerine Bozan Ağa, ''Madem öyle bir deneyelim hele'' der. ''Kurşun işlemiyorsa hakikaten aziz birisin; ama işliyorsa da sen bir yalancı ve sahtekarsın. Şimdi anlayacağız'' deyip silahını doğrultur. O zamana kadar burnundan kıl aldırmayan mübarek adam işin ciddiyetini kavrar ve Bozan Ağa'ya yalvararak kendisinin de fani olduğunu, keramet sahibi olmadığını, normal bir insan olduğunu söyler, af diler.

    Bozan Ağa'nın halk arasındaki saygınlığı öylesine güçlüdür ki, bugün bile insanlar, beklediği misafirini iyi ağırlamak için özenle hazırlanan birini gördükleri zaman ''Ne o telaş birader, sanki Bozan Ağa mı gelecek?'' derler. Gezip dolaştığı, desteğini aldığı aşiretler arasında Bozan Ağa, adından halen sevgi, saygıyla bahsedilen, cesareti, mertliği, dürüstlüğü ve temiz kişiliği efsane gibi anlatılan bir destan kahramanıdır.

    Halk arasında öyledir de; acaba resmi tarihte de öyle midir? Bir de buna bakalım:

    İntertet'te www.ttk.org.tr adresinde Doç. Dr. Ahmet Eyicil'in Kahraman Maraş'ta Ermeni Mezalimi başlıklı yazısının Bozo Çetesi adlı altbaşlığında şöyle yazıyor:

    '' I. Dünya Savaşı sırasında Maraş'ın Pazarcık kasabasında Bozo Aşiretine mensup Bozo tarafından Bozo çetesi kuruldu. Aşiretlerin bir kısmını yanına alan ve Ermenilerce de desteklenen Bozo çetesi kısa sürede büyüdü. Kurulan Bozo Çetesi etrafa korku saçmaya ve halkı yaşlı, çocuk ve kadın demeden öldürmeye başladı.''

    Bozo'nun ''Pazarcık'taki Bozo Aşiretine mensup'' olduğu yanlış. Muhtemelen yazarın yararlandığı Osmanlı arşiv kaynağında öyle yazılmış ve yazar da bunu doğru kabul etmiş. Pazarcık'ta Bozo Aşireti diye bir aşiret yok. Aşiretlerin bir kısmının desteğini yanına aldığı doğru. Bu aşiretlerin hangileri olduğunu ve niçin desteklediklerini yazar söylemiyor. Bunlar devlet tarafından sevilmeyen, hain olarak görülen ve bu yüzden de sürekli zulmedilen Alevi Kürt aşiretleridir. Ermenilere gelince, tam da o dönemlerde kitlesel kırımlara tabi tutulan Ermenilerin zulme başkaldırmış asileri desteklemelerinden daha doğal ne olabilir? Çetenin kısa sürede büyüdüğü yazılmış; ama nasıl, ne kadar ve niçin büyüdüğü anlatılmamış. Ya kaynaklarda yok ya da yazar verileri belirtmemiş. Ancak çetenin ne ölçekte büyüdüğüne işaret olarak çeteyle girişilen çatışmalar ve bu çatışmalarda kullanılan devlet askeri, korucusu, eşkiyasının miktarı az çok bir fikir verecektir. Buna sonra geleceğim.

    Çeteye karşı savaşta kullanılan yöntemlerin başında, çeteye destek olan, yatakçılık yapan köylere karşı son derece sert şiddet uygulanması; rakip çetelerin ya da aşiretlerin silahlandırılıp (bugünkü korucular gibi) çetenin ve destekleyen aşiretlerin üzerine salınması ve başta Bozo ve kardeşleri olmak üzere çete yöneticilerinin başına ödül konularak, hatta kellesini getirenin affedileceği sözü verilerek yanındakilerin satın alınmasına, ihanetinin sağlanmasına çalışılması gelmektedir. Ancak onca vaade, ödüle ve aşiretler üzerinde uygulanan şiddete rağmen Bozo'ya kendi çevresi ve destekleyicilerinden ihanet olmaması dikkat çekicidir. Bu, Bozo'nun halk tarafından sevilip sayıldığını gösteriyor. Zaten çetenin ''kısa sürede büyümesi ve bazı aşiretlerin de desteğini alması'' onun benimsendiğinin, sevildiğinin başka bir kanıtıdır.

    Çetenin halk desteğini kırmak için devlet güçlerince yakılıp yıkılan köy ve evlerle ilgili fazla bilgim yok. Ancak Doğanşehir'in Güroba, Çığlık köylerinde kısmen, Yeşilyurt'un Zeydanlı köyünde ise baştan başa bir yakma, yıkma ve tahribat yapıldığını duymuştum.

    Zeydanlı örneği öyle caydırıcı, göz korkutucu bir şiddetle gerçekleştirilmiştir ki bugüne kadar ağızdan ağıza söylenegelmiştir. 12 Eylül cuntası döneminde evlerinde kaldığım köylüler şöyle anlatmıştı:

    Bozo'nun köyde olduğu bir gün köye doğru bir manga asker gelir. Maksatları köyden hayvan ve zahire almaktır. Bozo ve adamları bunların baskına gelen bir müfrezenin kollarından biri olduğunu sanırlar ve hepsini öldürürler. Daha sonra hükümet kuvvetleri köye gelir. Birkaç kişiyi orada asarlar ve diğer köylüleri kurşuna dizmek için bir yerde bekletirler. Toplu katliam için yukarıdan emir gelmesi gerekmektedir. Birkaç gün sonra beklenen emir gelir. Köylülerin toptan infazından vazgeçilmiştir; onun yerine köy yakılacak ve köylülerin bir yıl köye girmesi men edilecektir. Devlet güçlerinin yanında Sünni Gözene Köyü'nün gönüllüleri de vardır. Köylülere ait yatak, yorgan, kap kacak, iş aletleri Gözenelilerce götürülür. Zahire ve hayvanları, kadınların altınlarını ve köylülerin paralarını asker ve jandarmalar kendilerine alıkoyarlar ve daha sonra askerler, Gözeneliler ve yanlarındaki diğerleri hep beraber köyü yakarlar. Köylülerin canlarının kendilerine bağışlanmış olması nur nimet bir ihsan ve inayettir. İyi mi?

    Ondan sonra çevredeki Sünni Türk köyleri silahlandırılarak çetenin peşine takılır. Çevredeki Kürt Alevi köylerine tedip seferleri düzenlenir. Gerisi bilinen hikaye: ''Silahların yerini söyle! Eşkiyanın yerini söyle!'' diye köylülerin tek tek ya da toptan dayaktan geçirilmesi, evi, ahırı ya da ekinlerinin yakılması vs.

    Biz yine yukarıdaki alıntıya dönelim. Ne diyordu hazret? ''Kurulan Bozo Çetesi etrafa korku saçmaya ve halkı yaşlı, çocuk, kadın demeden öldürmeye başladı.'' Ne kadar tanıdık değil mi? Devrimciler için de aynı suçlamalar yapılmıyor mu?.. Öte yandan devlet tarafından Dersim, Zilan ve benzeri yerlerde yaşlı, kadın, çocuk demeden yapılan katliamlar sırasında can verenlerin ahı feryadı halen gökleri inletiyor... Bozo Çetesi'nin ''halkı yaşlı, çocuk, kadın demeden öldürmeye başladığını'' çetenin faal olduğu yerlerde yıllar boyu gezip dolaşan biri olarak hiç kimseden duymadığımı belirteyim. Meğer ki bu ''halk'', asker ve jandarmanın peşinden köylerde terör estiren ve çeteyle çatışmalara katılan şu malum tayfadan olmasın! Zaten hangi çatışmada hangi zabit ya da askerin ''şehit'' olduğunu, kimlerin yaralandığını tek tek sayan yazarın kendisi de bu konuda tek bir isim bile vermiyor. Oysa yazar yazısının öteki bölümlerinde "Ermeni Mezalimi"nden söz ederken az çok isim ve olay verebiliyor.

    Öte yandan çetenin ''etrafa korku saçtığı'' yazarın daha sonraki anlatımlarından açıkça görülüyor. Tabii bu ''etraf'' Osmanlı idaresi ve ona biat eden Hamidiye Alayları meşrebinden devletçi Sünni Kürt Aşiretleri ve devletçi Sünni Türklerden başkası değil! Ve 90 yıl önce devletle el ele Ermeni kırımına katılan, Bozo Çetesi'nin takibatını yapan bu ''etraf''ın 1970'li yıllarda faşist ülkücülerin örgütlenme alanları olduğunu da ilave edelim. Örneğin; Atmiyan Aşireti'nin ünlü ''Paşa'' Yakup Hamdi (Bozdağ) Ağasının torunları bugün de bölgedeki faşist örgütlenmenin en önemli dayanakları arasında yer alıyor.

    İncelemeye devam edelim:

    ''Bu çete ile 17 Ocak 1918'de Pazarcık'ın Cimikan dağında müsademeye girildi. Müsademede bir er ile bir jandarma şehit oldu. Eşkiyadan altı kişi öldürüldü ve üç beygir itlaf edildi.''

    Görüldüğü gibi bu ilk çatışmaya asker ve jandarma birlikte iştirak etmiş. Yazar asker ve korucu sayısı vermemiş. Ama en az bir tabur askerin mevcut olduğu şu satırlardan anlaşılıyor:

    ''Bu arada taburun dördüncü bölüğüne mensup 1887 doğumlu Hasan oğlu Halil Onbaşı, rahatsızlığından dolayı 8 kaput ve 6 battaniye ile Pazarcık'ın Harmancık Köyü'ne bırakıldı.'' Bu köy Alevi Kürt Ruviyan (Tilkiler) Aşireti arazilerinin tam ortasına yerleştirilmiş bir Sünni Türk köyüdür ve tarih boyunca devletin adeta bölge jandarma karakolu, askeri üssü gibi kullanılmıştır. 1970'li yıllarda faşist MHP'nin önemli destek bulduğu bir köydür.

    ''Fakat Bozo Çetesi 21 Ocak 1918'de Harmancık'da bırakılan Halil Onbaşı'nın üzerine saldırdı. Halil Onbaşı mermisi bitinceye kadar eşkiya ile savaştı. Kurşunu kalmayan Halil Onbaşı, Bozo Çetesi tarafından hunharca şehit edildi.''

    Şimdi burada biraz duralım. 17 Ocak'ta şiddetli bir çatışmada 6 kayıp veren ve ''gece karanlığından yararlanarak çatışma mıntıkasını terkeden çete'' daha takip devam etmekteyken dönüp operasyon sahası içindeki bir ''devletçi'' köyün (hiç kuşkusuz silahlandırılmış bir köy; çünkü onbaşının yanına koruma bırakma gereği bile duyulmamış) içinde yalnızca bir hasta askere saldırıp, onunla kurşunu bitinceye kadar savaşıyor. Çok ilginç! Ya bu eşkiya çok gözü kara, kendine çok güveniyor. Ya çok aptal. Ya da bu Onbaşı çetenin veya başka birilerinin nefretini üzerine çekecek ve intikam duygularıyla tüm tehlikeleri göze alarak üzerine varılacak kadar önemli biri. ''Onbaşının savaşı''nın iki saat sürmüş olduğunu, çevredeki birliklerin uzaklarda olduğunu varsaysak bile, Pazarcık'la bu köy arasındaki mesafe atla iki saatten azdır. Kurşun sesleri de muhtemelen duyulmuştur; onbaşının yardımına neden kimse gitmiyor; bu tuhaf! Kaldı ki devletin çok güvendiği ve onbaşısını korumasız kendisine emanet ettiği bu köyden kimsenin onbaşıyı savunmaması, gidip en yakın birliğe haber vermemesi ve adamcağızın ''şehit'' olmasına seyirci kalması da acaip.

    Oysa yazar 17 Ocak çarpışmasında ''gece karanlığından faydalanan eşkiya firar etti ise de suçluların takibatına devam edildi'' diyor. Yani takip eden müfrezeler çetelerden fazla uzakta olmasa gerek. Ama müdahale etmiyorlar. Peki ne yapıyorlar? Yazar bunu az ileride söylüyor: Destek birliklerinin gelmesini bekliyorlar. Yani çetenin üzerine varmaya cesaret edemiyorlar.

    Peki askerliğini Osmanlı ordusunda yapmış, yıllarca da müfreze takiplerinden başarıyla sıyrılmış ve takip edilmekte olduğunu bilen Bozan Ağa, takviye birlikleri yetişmeden, hazır çemberden de sıyrılmışken neden savuşup gitmiyor; gidecek yeri mi yok? Üstelik bu Halil Onbaşı'nın orada öyle yapayalnız olduğunu nereden biliyor?

    Akla iki ihtimal geliyor: Bu ''zavallı''ya saldıranlar ya Ruviyan Aşireti'ne mensup köylülerdir; olaya ''eşkiya'' süsü vermişlerdir. Ya da bu Halil Onbaşı, Bozan Ağa ve adamlarınca her ne pahasına olursa olsun ''hesap sorulması gereken biri''dir.

    Bu zavallı Halil Onbaşı, sakın Abdullah Karabağ'ın Karanfil Ek Göğsüme adlı şiirinde adı geçen şu ''Kasap Halil, ordunun cellatbaşı'' olmasın!? Galiba öyle. Çünkü onu vuran her kim olursa olsun, dağ taş asker, jandarma, ''korucu'', kolcu vs. taşarken, bir anlık fırsatı değerlendirerek bu şahsı ortadan kaldırmak için çok şiddetli bir dürtüyle hareket etmiş. Bu arzunun gerisinde çok derin bir intikam duygusu yatmış olmalıdır. Onbaşıyı vuranlar, onu vurma imkancığını ne pahasına olursa olsun değerlendirmek istemişler. Öyle görünüyor.

    Onbaşının mavzerine, 8 kaput, 6 battaniye ve 1 kasaturasına Bozo Çetesi el koyuyor. Ama her nedense bu ''hunhar'', ''kadın, çocuk, yaşlı demeden katleden cani''ler Halil Onbaşı'yı evinde ve köyünde muhafaza edenlere hiç bir şey yapmıyor? Yapmış olsa onbaşıyla ilgili raporda bunun yer almaması ve bu raporlardan hareketle yukarıdaki bilgileri veren yazarın bir satırcıkla da olsa yazmaması düşünülemez.

    ''Eşkiyanın takibine devam edilerek Tilkiler köyüne gelindi. Onuncu Depo Alayı'na bağlı İkinci Tabur, Maraş'ta bulunan Birinci Tabur ve Antep'ten gönderilen müfrezelerle birleşen kuvvetler, Köseceli (Köseler) Köyü'nden hareket ederek Tilkiler Köyü'ne ulaştılar. Bozo Aşireti'ne bağlı Karalar Aşiretleriyle Tilkiler Aşireti'nden bir miktar yardımcı kuvvet alındı. İkmalini tamamlayan ve yerli aşiretlerden yardım alan kuvvetler, Gani Dağı istikametine hareket ederek Bozo Çetesi'ni takip ettiler.''

    Daha önce bölgede bulunan bir tabur asker ve jandarma kuvvetlerine ilaveten iki tabur asker geliyor, Antep'ten müfrezeler geliyor ve bütün bu kuvvetler Besni'nin Sünni Türk köyü Köseceli'de birleşiyor. O zamanki askeri birliklerin sayı düzenlerini bilmiyorum; ama yazarın verdiği asker ve jandarma miktarının, sayıları 150 ile 350 arasında değişen bir çete için oldukça yüksek bir rakam olduğu aşikardır. Yazar hükümet kuvvetlerinin Tilkiler ve Karalar Aşiretlerinden ve öteki yerli aşiretlerden de bir miktar yardımcı kuvvet aldığını söylüyor. Bu doğruysa bu kuvvetlerin pek de gönüllü katılmadığını, muhtemelen zorla sürüklendiklerini, bu iki aşiretin çeteye sempati duyan ve destek olan aşiretler olmaları, hatta çete içinde birçok mensupları bulunmaları nedeniyle bu götürülenlerin takip esnasında ve çatışmalarda öne sürülerek çetenin direncinin kırılması ve askerin böyle bir kalkanla korunması amacıyla götürüldüklerini düşünebiliriz. Yazıda ''Bozo Aşiretine bağlı Karalar Aşiretleriyle Tilkiler Aşireti'' deniyor. Oysa Pazarcık civarında Bozo Aşireti diye bir aşiret yok, bildiğimiz kadarıyla sadece Midyat çevresinde bu isimde bir aşiret var. İşin aslı şudur ki bu iki aşiret (Yani Karalar ve Tilkiler), namevcut bir Bozo Aşireti'ne değil, Bozo'nun kendisine ''bağlı''dır. Bu durumda Bozo'ya karşı Bozo'nun taraftarları kalkan olarak ileri sürülmektedir

    Balyan Asireti 1. Kültür ve Müzik Söleni Acilisi izle



    Alintidir.
#27.10.2010 08:28 0 0 0