Yargıç da Karısını Dövüyor

Son güncelleme: 22.11.2010 00:33
  • Kadın yargıç da şiddet kurbanı

    Danıştay'da görevli birkadın hâkim, şiddet gördüğü gerekçesiyle eşine boşanma davası açtı.

    İddiaya göre, kadın hâkim, Adalet Bakanlığı'nın kampında dahi koca şiddetine uğradı.

    Bir keresinde koca dayağından Danıştay daire başkanı kurtardı.


    Danıştay'da görev yapan hâkimin açtığı boşanma davasında yer alan iddialar "kadına yönelik şiddet, meslek tanımıyor" dedirtti. Dava dilekçesine göre, iki çocuk annesi hâkimin uğradığı şiddet süreci şöyle gelişti:

    Çiftin evliliği 2004'ten 2009'a kadar "normal" idi. Koca T.M., Ağustos 2009'da eşinin kendisiyle evlenmeden önce bir akrabasıyla evlendirilmek istendiğini, bu kişiyle 2 ay kadar görüştüğünü öğrendi.

    Koca, eşine hakaret etmeye, dövmeye başladı. Çift aynı yıl Kurban Bayramı'nda kadının ailesinin yanına gitti.

    T.M. burada da eşini dövdü ve aile bireylerine hakaret etti. Kadın hâkim H.M., gördüğü şiddeti gün gün not tutmaya başladı.

    Mahkemeye verdiği boşanma dilekçesinde bunları gün gün yazdı. Günlüğün 3 Mart 2010'daki bölümü şöyle: "Saçlarımı yoldu, göğüs kafesime yumruk, yüzüme kafa attı. Burnum kanadı, şişti. Kolumda ve bacaklarımda darbe izleri oluştu.

    "MAAŞIMI ÇEKTİ"

    Davacı kadın, uğradığı şiddeti raporla tespit etmemesini de şöyle açıkladıı: "Boşanma davası açmam halinde öldüreceğini, bir daha çocuklarımı göremeyeceğimi belirtti.

    Tehditlerine boyun eğdim. Doktora gitmeme de izin vermedi, Bu isteğimi, 'o..... arkadaşlarının aklıyla hareket etme' diyerek engelledi.

    " Çocukları için bin 500'er lira aylık nafaka, 100 bin TL maddî ve 150 bin TL de manevi tazminat talebinde bulunan hâkim H.M., kocasının bu süreçte internet şifresini kullanarak maaşını kendi hesabına geçirdiğini, yaptığı harcamaları kontrol etmek için de kredi kartına ek kart çıkarttığını savundu.

    Hâkim kadın, 2009 yılı ağustos ayında Adalet Bakanlığı'nın Antalya Aksu'daki kampına tatile gittiklerini ve burada da şiddete maruz kaldığını anlattı.

    H.M., burada hâkimlik stajı yaptığı dönemden tanıdığı bir erkek meslektaşıyla karşılaşınca selamlaşıp ayak üstü hal hatır sorduğunu, daha sonra eşinin "bu senin kırığındır" diyerek kendisini dövdüğünü, iki saat odaya kilitlediğini yazdı.

    Kadın hâkim, eşi yemeğe inmeye zorlayınca yüzündeki izler belli olmasın diye güneş gözlüğü taktığını belirtti.

    Olayları sadece ailesinin ve birkaç yakın arkadaşının bildiğini anlatan hâkim H.M., bir gün eşinin Danıştay'a gelmesi üzerine görev yaptığı Daire'nin başkanının da olaya müdahil olduğunu belirtti. Bu bölüm kadının avukatının kaleminden dosyaya şöyle yansıdı:

    "Davalı (koca T.M.) Danıştay'a gitmiş müvekkili (Hâkim H.M.) Danıştay'da bulamayınca yakınları vasıtasıyla tehdit etmeye başlamış ve müvekkilinin adliyede olduğunu Danıştay'da tesadüfen öğrenmiştir.

    Adliyede olan müvekkili, Danıştay ... Daire Başkanı arabasıyla aldırmış ve kendi koruması ile bir hakim arkadaşının evine bırakılmış, şüpheli bu evi de aynı gece öğrenmiş, bu durum avukat olarak tarafıma bildirildiğinde Çankaya Polis Karakolu'ndan yardım isteyerek polis ile birlikte müvekkil ve çocukları, davalının bilmediği bir adrese götürülmüştür."

    28-29 Eylül 2009'daki şiddet iddiası da şöyle: H.M.'ye hakaret eden eşi şiddet uyguladıktan sonra ölmesi gerektiğini söyleyerek, hâkim lojmanlarının 12'nci katındaki dairelerinden kendisini aşağıya atmasını söyledi.


    "Atmazsa kendisinin atmak zorunda kalacağını, ancak kendisi iterse çocuklarının ortada kalacağını" söyleyen koca, "En iyisi sen atla, çocuklarımız ortada kalmasın" dedi.

    H.M.'nin aşağıya atlamaması üzerine koca şiddeti artırdı ve yaraladı.

    Ardında da "tinerci tanıdıkları olduğunu belirterek, bıçaklatacağını veya kaza süsü vererek öldüreceğini" söyledi.

    Boşanma dilekçesinde ayrıca, şiddet olaylarının çocukların önünde gerçekleştiği ve çocukların psikolojilerinin bozulduğu belirtildi.

    Dava önümüzdeki günlerde aile mahkemesinde görülecek.

    Nesrin Savaş Kantarcı
    21.11.2010




    Pasted from <http://www.sabah.com.tr/Yasam/2010/11/21/hkim_de_olsa_kadin_yine_siddet_kurbani>





































#21.11.2010 14:57 0 0 0
  • "Aile İçi Şiddet" hangi yasada yer alıyor? Medenî Yasa mı -Türk Ceza Yasası mı!

    Hangisi olursa olsun fark etmiyor: "Hukuksuzluğun Üstünlüğü" söz konusu!!! Ve AİHM!

    Uygulanamayan Maddî/Manevî cezalar! Göstermelik Yasalar!

    Ve: Eğitimlilerin de - Profesör (!) , Vekil, Yargıç - işkenceci olduğu gerçeği!!!

    Sağduyu sahibi yargıçların olduğu yadsınamaz. Çok değerli yargıç: Ş.Şanver'in aldığı sıradışı kararlar basına yansıyor, ancak, kararın haksızca "Yargıtay''dan geri dönmesi, anlaşılması güç bir durumdur, üzücüdür de!

    Dava sonucu alınan adaletli kararda: Mal paylaşımı maddesine hukuksal açıdan dayandırılıp ve hak sağlandığı da açıkça görülüyordu. Ancak, Yargıtayca: 'Kadının direkt eve getirdiği bir para yok!' denilerek yerel mahkemenin kararı bozuldu. Kadına az da olsa verilecek olan miktar verilemedi.

    Yani: Kadının evde ki "ağır işçiliği" hesaba katılmadı!. Ev işi" hiç" sayılarak karşılıksız kaldı.


    Sivil Toplum Kuruluşlarının da, bu geri dönen değerli karara sesini yükseltmemesi ilginç!!!

    Neden-Sonuç. Ve süreç...

    Şartların mağduru olan kadınlardır!
    Şiddetin tüm biçimlerini gören ve tüm olumsuzluklara rağmen evliliği sürdürebilme çabasını güden, didinen anneler için, tuzu kuruların ahkâm kestiği gerçeği yadsınamaz.

    Çoğu medyada, kimi malum köşecilerin, maalesef bu olguları da reyting uğruna kullandığını biliyoruz.
    İnsan hakları, mahkeme süreci bu türler için bir 'hiç'.

    Gereksiz/yetersizlikleriyle, köşelerde kalma hırsıyla, yalanı haber yapabiliyorlar! Para kazanmak hırsıyla, topluma, haberi istedikleri eklentilerle ve çok yalanlı biçimiyle algılatırıyorlar.

    Şiddetin tüm biçimlerinin kimi gerekçesini ortaya koyacak olursak:

    Ezilmişliğe mahkum olmamanız, savaşım verebilmeniz için ve kendinizden çok, çocuklarınız için ekonomik gücünüzün gerekliliği şarttır, hiç kimse şiddeti kabullenemez!

    Asla!

    Ekonomik gücü olan her kadın sessizliğini duraksamadan bozar.
    Her kesimden kadın, toplumsal dokumuz filân dinlemez. Ülkemizde sistem ve hukuk, kadını sözle bile yeterince koruyamamaktadır. Sözde (!) reyting amaçlı/ağırlıklı programlar yaparak verilen haberlerde, konferanslarda, bu dev sorun gündeme taşınmıyor değil, Avrupa ülkeleri ile kıyaslanırken ülkemizdeki durumların bu konuda da geriliğinin tabii ki yeterince altı çizilmemektedir!

    Ayrıca, sürekli:

    Bu dünya kadınlarının sorunu demek, olguyu 'normalleştirmek' gibi bir sonuç oluşturmuyor mu?

    Ve yine, savunucu bir anlam taşımıyor mu?

    AB İlerleme Raporu için çıkarılan göstermelik yasaların uygulanmadığını biliyoruz! Gerçek anlamda çalışan, çaba gösteren değerli insanlarımız yok değil.

    Salt finansal sorunların yetersizliği de değil, daha da önemlisi zihniyetin kolay değişemediği bir ülkede olduğumuzu ve olguların benimsenmeyerek ele alındığını da gayet iyi görüyoruz.

    Kadının bilgilenmesi/bilinçlendirilmesi dolayısıyla farkındalığı yaratmak elbette bir değerdir. Ancak: Kendisiyle hızlı hesaplaşma sürecindeki Türkiye'de en az inanılır kurum olan medya, kimilerini yıldırmak, yok etmek pahasına her türlü yol/yöntem/araç ile kuralsızlığın pençesine düşebilmektedir.

    Çoğu medya: Temel insan haklarından ve uygar değerlerden uzaklaşmaktadır, dolayısıyla da toplumsal değer ve kanaatleri kırıp bir boşluk oluşturup keyfince davranabilmektedir de!.

    Evet: Bu var olanları adlandırabilmek ve ölçüm yapabilmek için farkındalık şarttır. Yaptırımı olmayan yerde kuralsızlıklar da yer almaktadır.

    Yaptırım olsa: Kimi medya, çoğu yalan/yanlışlarını kolay-kolay başka birşeymiş gibi kitlelere sunabilir mi?

    Siyasette de bu durumlara tanıklık ediyoruz. Mutlaklaştırmak istenilenleri de biliyoruz.

    Durumları-amaçları: İyi okumak gerek.

    Kitleleri yönlendirerek belli bir biçime sokmak isteyenler; bilinçlice/istedikleri biçimiyle algılattıkları yalan yanlış haberlerin, yanıt vererek düzeltilebilecek hiçbir yanını bırakmamaktadırlar.

    "Kime öle kim kala!" hesabıyla...

    Bunlar hak ihlâli değilse nedir?

    Ve yine, siyasete gelince: Hükümet, Avrupa Birliği'ne uyum ve aile içi şiddeti azaltmak amacıyla getirilen yeni ceza sisteminden neredeyse geri adım atıyordu: Aile içi şiddeti, yeniden " şikâyete bağlı suç" kapsamına alan tasarının gerekçesinde: "Bir tokat atılması durumunda dahi soruşturma açılıyor" ifadesinin kullanılması dikkât çekiciydi.


    Yaptırımın azaltılmak istenmesi ile karşılaştık. Şiddete verilecek ceza indirilmek istendi. Şiddeti körükler nitelikte! Zaten verilmesi gereken ceza da verilmiyor, o da ayrı bir dev sorun!

    Somut örnekleri çok...

    Adamına göre ayarlamaların olduğunu da görmezden gelemeyiz! Bu da bağımlı yargımız! Kimi bağımlı medyamız gibi...

    Ve yine:
    Ayrıca, kadının kadını fazlasıyla vurduğu bir ülkedir de Türkiye.


    Brüksel'de AP raportörü ( Ria Oomen-Ruijten) şu soruyu sordu:

    " Neden Cinsiyet Eşitliği Komisyonu için türban kadar hızlı davranmadınız?"

    Bu konuda Türkiye sürekli uyarılmakta.

    Bu denli sosyal sorunları da olan ülkemizde olduğundan daha fazla imkân sahibi olan ve güçlü bir Sosyal Hizmetler Kurumuna gereksinim vardır. Yeterince üniversitelerde Sosyal Hizmetler bölümü var mı?

    "Aile içi şiddet" sorununda, çoğu kadının çocuklarıyla gidecek yeri/işi/parası da yoktur bu ülkede. Varmış gibi konuşuluyor.

    Bunların ciddî boyutta yetersizliği bilinirken sorunların ne denli az çözülebileceğini yadsıyabilir miyiz?

    Sistem kadına güven verseydi, binlercesi bugün ateşin içinde olmazdı. Haklarını öğrenen kadının, haklarını alamayacağı endişesi taşıdığını ve bunda da haklı olduğunu hiçbir kurum ve kuruluş yadsıyamaz.

    Güvensizliğin/güvencesizliğin katlanarak artmasına tanık oluyoruz. Denetlenmeyen kurum ve kuruluşların varolan sistemi bilinirken, para da yokken, zihniyetler malûmken; projeler, anketler, konferanslar düzenlendiğinde gerçek durumlar samimiyetle masaya yatırılabiliyor mu?

    Yatırılıyormuş gibi yapmanın sorunu çözemeyeceği bilindiktir.

    Hukuk ise bugünkü durumuyla sosyal sorunları da çözmek için yeterli olabiliyor mu?

    Evrensel hukuk işliyor mu?

    Kocaman bir: Hayırr!!!

    Eşine şiddet uygulayan 'sokakları süpürme' cezası alacak safsataları üretip, gariban birilerine de bu cezayı kesip, gerçek ölçümü yapmayan/yapamayan traji-komiklikler yine bu ülkededir!

    Bir milletvekili, bir yargıç (!) bir profesör de (!) böylesi bir cezayı alabilecek midir?

    Gayet tabii ki: Hayır!

    Aile içi şiddet konusunda: 'Kadınlar, yasaları bilin, karakola koşun, bedava avukatlar varr, nafaka alırsın, mal rejimi yasasını sizin için çıkardıkk' gibi bağrışmalarla kadın eve geri dönüp daha çok dayak yemektedir!

    Soruyorum: Kaç kadın kocasını notere götürüp te bu "mal rejimi yasası" için malın %50'si işini halledebilmiştir ki?!!!

    İşte bu kopya çekilen anlatımlar, gelişmiş ülkelerden alıntıdır! O kadar!

    Bizim buralara uymaz!

    Para- kültür sorunlarıdır bu içinden çıkılamaz dev sorunlar...

    Gerçek anlamdaki çabalar-mücadeleler-bir değerdir.

    Ancak: Genel menuniyetsizlik belirtilmeli eğitim ve finansal yolları sağlamlaştırılmalı yasalar uygulanmalı; ondan sonra daha açık bir biçimde dile getirilmelidir.

    Yoksa, sürekli geri teper. Tepiyor da!

    Kadınlarımız bilgilendirilip/bilinçlendirilirken yanıltılmamalı!

    Yasaların uygulanmadığı da bilinirken:

    Yok, ya da çok az olanı da varmış gibi göstermek birilerinin çokk işine gelmekte, ancak çok daha beter durumlar da doğurmaktadır!

    Kimi kurum ve kuruluşlar, dış yardım alacak (!) ve kimi medya ve siyasîler çıkar sağlayacak diye; azı çok göstermeyelim lütfen!!!

    Bu sorunlar için gerçek anlamda dürüstçe çalışanlar ise elbette ayrıcalıklıdırlar...

    Özen gösterilerek sisteme yerleştirilmesi gerekenlerin başında "adalet sistemi" geldiğine göre: Hak anlayışının uygulamadaki etkisinin önemsenmediğini her daim görmekteyiz.

    Sorumluluk dağılması yaşanmakta olan bir ülkede: İnsanlık suçuna hafifletici neden aranabilirken, insanların acılara katlanabildiği ancak haksızlıklara katlanamayacağı da unutulmamalıdır.

    Şiddet uygulayanların: "Özel hayatım" diyebildiği bu korkunç durum bir insanlık suçudur! Şiddetin özeli mi olurmuş?

    Şiddet uygulayanların patolojik durumlarını psikiyatristler açıklıyorlar.

    Yasaların uygulanamazlığı görünmez kılınamaz.

    Latince ünlü: " Vigilantibus et non dormientibus jura subveniunt."

    Yani: "Hukuk, bilinçli olanlara yardım eder, hakları konusunda yatıp uyuyanlara değil."

    Yine de, haklarımıza sahip çıkalım.


    Nesrin Savaş Kantarcı
#22.11.2010 00:33 0 0 0